Makale

İlk Peyg.Son Peygembere, TEVHİD MEŞALESİ

ALLAH (C) ÂDEMİ YARATTI VE ONA
"BÜTÜN ESMAYI ÖĞRETTİ"..
BİZE DÜŞEN, VAHİY İLE BİLDİRİLENİN SIRLARINI ARAŞTIRMAK...

Diyanet

İlk Peygamber’den Son Peygamber’e TEVHİD MEŞ’ALESİ

İLK insan Hz. Âdem Aleyhisselâm, aynı zamanda ilk peygamberdir. C. Haktan aldığı vahyi, eşi ve evlâtlarından ibaret ümmetine tebliğ etmiştir.
Hz Âdem (A.) C. Hak’tan "vahy" yoluyla aldığı ve "Suhuf" denilen kitabı ile neyi tebliğ etmişti? Kabil’in mazlum Habil’i öldürmesi, tâ o zamandan "Yasak" hükmü ile yargılandığına göre, "doğru-yanlış", "haram-helâl", "iyi-kötü", ilk "vahiy" ile insanlığa bildirilmişti.
İlâhî vahiy, ilk insandan kıyamete kadar hükmünü icra edecektir. Birbirini takip eden Peygamberler zinciri ve onların tebliğleri "lâzimü’l-icra" hükümler olduğuna göre, istisnasız bütün toplumlar, o tebliğin "itaatkâr" veya "isyankâr" muhatapları olmuştur.
Hz Adem (A.) den yola çıkan "Tevhid" meş’alesi, Babil’de Nemrut, Sodom’da Gomore, Medyen’de Eyke, Tür ve Ken’an’da nice Samirî bilmezlikleri ile karşılandı ama,
"Nûr"un son peygambere ulaşması, ilâhî bir tecellî olarak engellenemedi.
Son Peygamberin tebliğ ettiği emanet, ilk vahiyden başlayarak, bütün çağları kuşatan bu mesajdır.
İbrahim’i Halilüllah, Musa’yı Kelimüllah, İsa’yı Rûhullah, son peygamberi Habibüllah yapan yarış, bugün de sürüyor. Nemrud’unu, Firavn’ını, Gomore ve Eyke’sini kendi isyanlarıyla başbaşa bırakarak.
Bu "tebliğ" kimedir, bu mesaj niçindir? İnsanlık bunu anlamadıkça, daha ne Sodom, ne Medyen sefaletleri sergilenecek dünyada!..
Kudüs’ün, Kabil’in, Kırcaali’nin, Lefkoşe’ ve Bağdat’ın gönlündeki sızı, bu çağdaş Samirî bilmezlikleridir.
Hz. Adem’in ilk tebliğinden-Hz. Peygamberin son tebliğine, vahiy kaynaklı hükümler zinciri, C. Hakkın, adını "İslam" koyduğu (Al-i Imran: 19) ilâhi hükümlerdir. Yahudilik Hristiyanlık gibi, aslında i-lâhi ve semavî bir din olup, sonradan insanlar tarafından değiştirilen dinlerin asılları da, İslâm’dan başka bir şey değildir. Fakat onlar devirlerini tamamlamışlar, yerlerini aynı kaynaktan programlı yenilerine bırakmışlardır.
İnsanların "Emir-Nehiy" olarak bildikleri, şüphesiz o ilâhi kaynaktan gelmektedir. Hatta "lyi-kötü" değerlendirmesi de.. Öyleyse insanlar kendi kendilerine bilgi olarak neyi üret-mektedirler?.
Bakara Sûresi’nde tebliğ buyurulan (Ayet 31) "..Ve Âdem’e bütün esmayı (isimleri) ta’lim eyledi" hükmünün gerçek manası- nedir? "Bütün isimler" denildiğine göre "Âdem"e öğretilen sadece isimler midir, yoksa "ha-vass-ı eşya" ve o "havastan müteşekkil suver-i ilmiye" midir?. (H.Yazır: Hak Dini, Kur’an Dili,ilgiii ayet).
Öyleyse, insanoğlunun zamanımıza kadar olan keşif, icad ve buluşlarının temelinde, Hz. Âdem (A.)in fıtraten maz-har buyurulduğu bu "ta’lim" sebebi yatmaktadır. "Vâzı-ı Esma" C. Haktır ama, eşya üzerinde icra edeni, "ilham" ve ilm-i zaruri suretiyle "insandır.
Diyanet Aylık Dergi’nin 2’nci sayısında, Modern İnsan Hakları Metinleri (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi vb.) ile Hz. Peygamberin "veda Hutbesi"ndeki son vasiyetlerindeki hükümler arasında mevcut " benzerlik"ler işlendi. 1400 yıllık bir öncelikle (aslında Hz. Âdem (A.) in suhufundan başlatmak gerek), insanın-insana çizer göründüğü sınır ve disiplinlerin kaynağı gerçekte vahiy kaynaklı idi.. Fikir ve inancın dokunulmazlığı, mülkiyetin kutsallığı, mal ve canın masuniyeti, adalet, eşitlik vb. İlkelerin vazgeçilmezliği, esasında C. Hak tarafından konulan ilâhi prensiplere dayanır. Milletten-millete değişmeyen "iyi", her yerde "iyi" ise bunun elbette bir âli kaynağı vardı.. "Kötü" her yerde "kötü" ise, bunun da kaynağını aynı yargıda bulmak mümkün ve kaçınılmaz..
Yoksa şu asır-bu asır-, şu millet-bu millet patentli değişik "iyiler-kötüler" ufkumuzu sarar-dı..
İnsanlığın kaderi.. Zaman zaman ufuklarımızı karartan, insan olarak yine biziz, kendimiziz.. Değişik yorumlar, iyi niyete-kötü niyete dayalı bilinir-bilinmez keyfilikler.. Ama sonunda "doğru"nun, "doğruların bulunması- Şüphesiz o da ilâhi bir kader..
Ülkemiz geçmişte, kaçınılmaz müştereklerin farklı uygulanışlarıyla çalkalandı. "Devlet" adına, din tedrisatına, dinî neşriyata "iyi" bakılmadı. Ama bugün "Devlet", resmî bütçeden dinî neşriyat yapıyor yaptırıyor, Anayasa gereği dinî tedrisat mecburiyeti getiriyor. "Kur’an kursları gerekli mi, değil mi?" diye daha düne kadar tartışılan Türkiye’de bugün Devlet fabrika yapar gibi, yol-su-elektrik getirir gibi, resmî bütçeden Kur’an kursları yatırımları gerçekleştiriyor..
Dün öyle idi, bugün böyle.. Aynı resmî disiplinler adına..
Demek şartlar değişiyor; yorum değişiyor; uygulama değişiyor.. O halde bugünü ve geçmişi yargılarken, geriye ve ileriye ufuklu ve boyutlu bakmak yolda yürürken bir bardak suda boğulmamak mü’min ferasetinin de bir gereği.. »
Geçmişin, bugüne bir faydası varsa yargılamalı.. Yoksa havanda su döğeriz.. Hep yap-tığımız gibi.. Orta sayfamızda nefis bir mülakatını bulacağınız, Kuzey Kafkasya Başmüftüsü Mahmut Gikiyev Hazretlerinin dediği gibi, "kanı kan ile değil, kanı su ile yıkamak", temize ve temizliğe ulaşmanın tek yolu..
İnsanlığın kaderi, "inişli-çıkışlı" bir yolda ilerlemek. Yol "düz" olsaydı, herhalde "imtihan" da anlamsız olurdu..
Hangi dehlizlerden-badirelerden geçersek geçelim, varacağımız yer, kaderin çizdiği he-deftir. Yaşadıgımız-yaşayamadığımız hayatımız, ilâhî vahyin kaçınılmaz çizgisidir. İrade-i cüzi’ye sınırları içerisinde, sonucu bize raci olsa da...
Yeter ki, yaptıklarımız bizi "geriye" götürücü, "yerinde" saydırıcı olmasın-, "ileriye" gö-türsün... .


“İNSANLIĞIN
KADERİ İNİŞLİ-ÇIKIŞLI BİR YOLDA İLERLEMEK..
YOL DÜZ OLSAYDI. HERHALDE İMTİHAN DA ANLAMSIZ OLURDU...”