"HERHANGİ BİR AYETİ NESHEDER (DİĞER BİR AYETLE HÜKMÜNÜ
KALDIRIR) VEYA UNUTTURURSAK ONDAN DAHA HAYIRLISINI YA DA BENZERİNİ GETİRİRİZ. BİLMEZ MİSİN ALLAH HER ŞEYE KAADİRDİR." "GÖKLERİN VE YERİN MÜLKÜNÜN ALLAH’A AİT OLDUĞUNU BİLMEZ MİSİN? SİZE DE ALLAH’DAN BAŞKA NE BİR YAR, NE DE BİR YARDIMCI VARDIR."
(el-Bakara: 106-107)
İNİŞ SEBEBİ:
Müslümanlar kıble olarak Bey-tü’l-Makdis’i bırakıp Ka’be-i Muazzama’ya yönelince Yahudiler bunu kendileri lehine bir koz alarak kullanmaya başladılar; haşa, Hazret-i Muhammed’in kararsız bir kimse olduğunu, daha önce kendi arkadaşlarına emrettiği bir şeyi şimdi yasaklayacak kadar şaşkınlık içinde bulunduğunu etrafa yaymakta gecikmediler ve içlerindeki kin ve haset ateşinin vermiş olduğu aşağılık duygusu içinde şu iftirayı patavatsızca iddia ettiler: Eğer Kur’an Allah tarafından indirilmiş bir kitap olmuş olsaydı elbette hükümleri değişmez; olduğu gibi kalırdı. Muhammed’in kendi eseri olduğu için günün ve olayların seyrine göre değiştirilebiliyor ve bunda bir sakınca görülmüyor (I).
Bu iftira ve İddialar kısmen de olsa İslamiyet’e yeni girmiş bazı müslümanların kafasında istifhamlar doğurdu, Hz. Peygamber [a.s.) Efendimiz’den birtakım sorular sormak ihtiyacını hissettiler. Bunun üzerine yukarıdaki ayetler indi.1
Ebu Ümame bin Sehl (r.a.)’dan yapılan riviyate göre: Geceleyin Ashab-ı Kiram’dan biri kalkıp Kur’an’dan bir sure okumak istemiş, fakat bir türlü hatırlayamamış. Bir başka sahabi de aynı gece aynı sureyi okumak istemişse de onu hatırlamaya muvaffak olamamış. Hülasa o gece birkaç zat aynı sureyi okumak istemiş, fakat hiçbiri hatırlayamamış. Sabah olunca durumu Hz. Peygamberce arzetmişler. Cenab-ı Peygamber (a.s.) onlara: "Geçen gece o sure nesholundu!" buyurmuştur. Bunun üzerine yukarıdaki ayet-i kerime inmiştir,2
İLGİLİ HADİSLER:
Nasih ve mensuh ile ilgili olarak sahih bir hadis tesbit edilmemiştir. İbn-i Hazm, Ma’rifetü’n Nasih-i ve’I-Mensuh adlı eserinde bilhassa dikkati bu hususa çeker.
İLMİ YÖNÜ:
İslamiyet, eski hukuklardan birçok şeyleri kaldırımış, sonra da kaldırdığı şeylerin yerine umum yararının en üstün grafiğini meydana getiren birtakım hukuki esaslar getirmiştir.
Sava Paşa’nın da dediği gibi: İslami tarih sahnesine çıkışının ilk anından itibaren yeni bir hukuki sistem kurmak göreviyle yükümlü bulunduğunu, bütün milletlere yol gösterecek hükümlerle geldiğini, cemiyetleri en iyi şekilde idare etmeye memur bulunduğunu ilan etmiş ve bütün insanlığı, kuracağı mükemmel müesseselerle -dünya ve ahiretle mutluluğa eriştirmek suretiyle- idare edeceğini, dünya durdukça gelişen bütün cemiyetlere rehber olacağını ve bu üstün vasfını, bununla bağlantılı bulunan yeteneğini bütün tazeliğiyle koruyabileceğini Allah namına vaad elmiş bulunmaktadır.
İslamiyet bu vadide kendinden önceki kanunları, Hz. Ibrahim’e ait Suhuf’u da dikkate almış olduğunu münasebet düştükçe ifade etmiştir. Çünkü en son din olarak tatbik sahnesine çıkan ve dünya durdukça üstünlüğünü kabul ettirecek hükümler getiren İslam şu ana kaideyle kendini tanıtmıştır:
Allah (c.c.) insanlar için yararlı olan şeyleri, milletlerin tekamül seviyesine, zaman ve zeminin özelliğine göre tesbit edip mübah kılmış; zararlı olan nesneleri haram saymıştır, öyle ki İslam’ın haram diye hükmettiği bir şeyin zararlı olduğunu gelişen ilim de ispatlamakta ve her çağda yeni yeni isbatlar birbirini kovalamaktadır.
Milletlerin iktisadi, sosyal ve ahlaki yapılarında ilerleme ve değişiklik meydana geldikçe yeni hükümler ve beyanlar indirilmiş, indirilen bu hükümler bir öncekine nazaran birtakım değişiklikler arzetmiştir. Böylece Cenab-ı Hak bir kısım hükümlerini yürürlükten kaldırıp ondan daha hayırlı ve yararlı olanını veya teklif ve sevapta bir benzerini indirmiş, diğer bir kısım hükümlerini tamamen gönülden silmek suretiyle unutturmuştur. Mesela: Daha önce indirilen sahifelerdeki hükümlere nisbetle Tevrat birçok farklı hükümler taşıyordu. Çünkü İsrailoğullarının gerek sosyal yapıları, gerek psikolojik ve ahlaki durumları ve gerekse dünya hayatına madde ve onun cazibesine karşı olan aşırı hırs ve doymazlıkları yeni beyanlar istiyordu. Daha önceki sahifeler bütün bunlara cevap verecek, Yahudilerin tama’ını frenleyecek ölçü va muhtevada değildi. Sırasıyla inen kilapların sebebi işte bu idi, en son olarak inen Kur’an-ı Kerim’de eski hükümlerin çoğu yürürlükten kaldırıldı. Çünkü dünya milletleri artık ilim ve tekniğin, kültür ve medeniyetin basamaklarına tırmanmaya bağlamışlardı. Edebiyat ile doruğuna kol salmış bir hüviyet arzediyordu. Kur’an bütün bu yükselme ve gelişmelere yön verecek, ilmi fazilet doğrultusuna döndürecek, medeniyeti ahlak temeli üzerinde yükseltecek belgelerle indi. Böylece eski dinlerin hükmü kaldırıldı, yeni hükümler yürürlüğe konuldu. Nesih olayı meydana geldi.
İslam, diğer dinleri mensuh durumuna getirirken bütün gücünü vahyi İlahiden alıyor, inen her hüküm bir olayı hedef tutuyordu. Bununla beraber akla geniş yer veriyor, makul olan, cemiyetler için yararlı sayılan örf ve adetlere kapıyı açık bulunduruyor, içtihada tam bir mesağ tanıyordu. Bunun içindir ki akıl, İslam hukukunda layık olduğu yeri almış ve üstün itibar görmüştür, Müctehid imamların birtakım meselelerde farklı ictihadları bunun açık belgelerinden biridir.
Demek ki nesih yalnız Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetleri arasında değil, Kur’an’la diğer semavi kitaplar arasında da meydana gelmiştir. Varlık aleminde de sürekli bir nesih vardır. Eşyada tecelli eden değişiklikler birbirini takip etmekte, mevsimler değişmekte, birinin yerini diğeri almakta; her mevsime ait meyve ve sebzeler birbiriyle nesih yarışı içinde bulunmaktadır. Belli kanunlarla günler ve geceler uzayıp kısalmakta, yeryüzündeki eski medeniyetlerin yerini yeni medeniyetler almakta, teknolojide çok süratli ilerlemeler ve değişiklikler olmaktadır. Böylece varlık aleminde bir belgenin yerine başka bir belge geçmekte, bir hükmün yerini başka bir hüküm doldurmaktadır. Bütün bu değişikliklere ışık tutan, onların inkişafına paralel bir yükselme grafiği çizen Kur’an-ı Kerim artık bu özelliğiyle ebediyete uzanacağını, mensuh olmayacağını, sadece nasih olarak kalacağını ilan ediyor; taşıdığı ilmi verilerle bunu isbatlıyor.
AHLAKİ YÖNÜ:
İslam ahkamını halka telkine çalışan, ahkamla ahlakı birbirine katıp hukukun ruh ve manasını dimağlara enjekte etmek isteyen kimsenin mutlaka bu ahkamın temel prensiplerini bilmesi ve onlarla amel etmesi gerekir. Kur’an-ı Kerim’in delalet ettiği hukuki ve ahlaki kaideleri, Hz, Peygamber’in bu hükümleri nasıl tefsir ettiğini bilmeyen bir kimse, gerek Kur’an-ı Kerim ile daha önce inen kitaplar arasındaki nesih keyfiyetini, gerekse Kur’an ayetlerinin bir kısmı arasındaki nesih olayını dikkate almadan telkinde bulunuyor demektir.
Ebu’l-Bahteriy’nin rivayetine göre: Bir gün Hz, Ali (r.a.) Mescide girdiğinde bir vaizin halka hitap ettiğini ve İslam’ı dar bir çerçeve içinde anlatmaya, cemaati lüzumundan fazla korkutmağa çalıştığını görüyor. Bunun üzerine tanıdık birine soruyor:
— Bu konuşan kimdir?
— Halka vaaz’u nasihatta bulunan bir kimsedir, deniliyor.
Hz. Ali (r.a.) konuşanın tavru hareketini, hitap şeklini ye bu husustaki bilgisini beğenmediği için "Hayır, o halka vaaz eden bir kimse değil, ben falan oğlu falanım, beni iyi tanıyın, demek isteyen bir zavallıdır." diyor ve vaizi yanına çağırıp kendisine şu hususları soruyor:
-— Nasihi mensuhtan ayırdedecek bilgiye sahip misin?
Adam;
— Hayır, diyor.
Hz. Ali (r-a) ona:
— Öyle ise bizim mescidimizden derhal çık, bir daha vaaz etme! Çünkü sen hem kendini helak ediyorsun, hem de başkasını...3
Ayrıca: Yahudilerin inad ve iftirada ısrar edip hükmü Kur’an’la kaldırılan ve aynı zamanda hahamlar tarafından birçok belgeleri değiştirilen Tevrat’a körü körüne sarılıp batılı hakka tercih ettikleri gibi, müslüman davetçilerinin ilim ve hikmeti, hak ve adaleti şahsi yararlarına feda etmelerinin, siyasi çıkarlarına alet yapmalarının çok kötü bir ahlaksızlık olduğuna dikkatler çekiliyor.
SOSYAL YÖNÜ:
Ayette belirtilen nesih hükmü; İlim ve teknikte, araştırmada ve incelemede daima ileriye doğru adım atmayı, yeni yeni buluşlar için çaba harcamayı, her geçen gün biraz daha tekamül etmeyi bize öğretiyor. Bunun aksine yerinde durup saymanın, yeni buluşlara kapıyı kapamanın, ilim ve teknikte demode olmuş icatlara ve araştırmalara saplanıp aşırı taassup göstermenin ilerlememize, cemiyet ve millet olarak hürriyetin saf ve temiz havası içinde yaşamamıza engel teşkil edeceğine işaret ediyor.
Müslüman milletler ayetteki bu inceliği dikkate almış olsalardı, körü körüne taklit çukuruna yuvarlanıp asırlarca hareketsiz kalmazlardı. İlim ve teknikte aralıksız hamleler yapan dünya milletlerine örnek olurlardı. Sadece örnek olarak kalmaz, ilim ve tekniği ahlak ve fazilet potasında şekillendirip insanlığı arzulanan huzur ve mutluluğa da getirirlerdi, İlk asırlarda gelip geçen müslüman milletleri ve devletleri inceleyecek olursak, onların bu gerçekleri bütün derinlik ve genişliğiyle bildiklerini, bu nedenle de kendilerinden sonra gelen insanlara ilim ve medeniyetin temelini en sağlam şekilde kurma hazırlıklarını görürüz. Çünkü onlar tekamülün beşer için zaruri olduğunu hem anlamış, hem anlatmasını bilmişlerdi.
Göklerin ve yerin mülkünün Allah’a ait olduğunu, O’nun mülkünde mevcut varlıkların cins ve türlerinin özelliklerine göre nasıl tekamül ettiğini ifade eden ayetin inanmış milletlere ilerleme yolunda nasıl bir tablo çizdiğini anlamakta geciken sonraki müslümanların, bu kanuna uyup hayat yollarını hazırlayan başka milletlere nasıl yem olduklarının hazin manzarasını görmekteyiz.
En basitinden meseleyi eleştirecek olursak, bugün meyve, sebze ve hayvan türü üzerinde yapılan ıslah çalışmaları ve bu çalışmanın mutlu sonuçları hep bu tekamül kanununun gereği değil midir? Fatiha-i Şerife’nin başında Allah’ın Rabbu’l alemin olduğunun derin manası, bu kanunun hangi ellerde hedefine rahatlıkla ulaşacağını göstermiyor mu? Çağımızda zirai illetlerdeki inkılap, her şeyin motorize edilmesi, eskiyi nesh etmede İlahi kanuna uygun bir buluş değil midir? Hendek savaşında İranlı Selman’ın Medine etrafına bir savunma metodu olarak hendek kazma fikri Hz. Peygamber (a.s.) tarafından müsbet karşılanıp orduyu düşman karşısında savunma sanatında bir yenilik sayılmamış mıdır?
İTİKADI YÖNÜ:
Kur’an ilmini bilmeyen, onun iniş sebeplerinden, nasih ve mensuhundan habersiz bulunan, ayetlerin taşıdığı manalara aşina olmayan Arapçanın lügat ve ıstılah anlamlarından bir şey anlamayan, aynı zamanda Hz. Peygamber {a.s.) Efendimiz’in ayetleri nasıl izah ettiğini araştırmayan kimsenin ayetleri tefsir edip hüküm çıkarması caiz değildir. Nitekim Ebu Bahteri’ nin lesbltine göre, Hz. Ali (r.a)’nin Kur’an’daki nasih ve mensuhları bilmeyen bir vaazi mescidden nasıl kovduğunu az yukarıda nakletmiştik.
FIKHI YÖNÜ:
Nesih: Şer’ i bir hükmü başka bir şer’i hükümle değiştirmek, sonrakini öncekinin yerine koymaktadır. Tıpkı yeni çıkarılan bir kanunla bir evvelki kanunu yürürlükten kaldırmak gibi. Bunu bir misal ile daha iyi açıklamamız gerekirse: .
Cumartesi gününde çalışmak yahudilere haram olduğu halde müslümanlara helal sayılmıştır. Böylece tahrim hükmü yürürlükten kaldırılmıştır. Hz. Adem (a.s.) zamanında neslin çoğalma zarureti karşısında kız kardeşin erkek kardeşiyle evlenmesi caiz kılınmıştı. Nesil çoğalıp arzu edilen seviyeye gelince bu hüküm neshedilmiş ve artık iki kardeşin birbiriyle evlenmesi yasaklanmıştır.
Hz. Nuh (a.s.) tufandan kurtulduğu zaman, insan neslinin devamı ve sağlam bünyeli bir neslin yetişmesi zarureti ortaya çıkmıştı. Her taraf tufanın tesiri altında kalıp bir çöl halini aldığından yeteri kadar gıda maddesi temin etmek mümkün olmuyordu. Bu sabeple birçok veya bütün hayvanların eti helal kılınmıştı. İsrailoğulları devrinde ise bu zorluk kalktığından hayvanların çoğu haram kılınmış, iç yağlarına bile müsaade edilmemişti.
Dinler arasında zamanaşımı bakımından bazı hususlarda nesih hükmü meydana geldiği gibi Kur-an’ın ayetlerinden bir kısmı arasında da aynı hüküm cereyan etmiştir. Böylece ayetin ayetle neshedildiğl beyan edilmiş ve birtakım şüphelere mahal olmadığı anlatılmıştır.
Ayetin hadisle neshi caiz midir, değil midir? Bu hususta ictihad mertebesinde bulunan alimlerin görüşleri farklıdır:
a)İlimde derinleşmiş imamlara göre bu caizdir. Çünkü Bakara suresindeki
hadis-i şerifle neshedildiği sabit olmuştur. Hatta bu husus, İmam Malik’in zahiri meselelerinden biridir.4
b) İmam Şafii İle Ebu’l-Ferec’e göre caiz değildir.5
Burada birincilerin görüşünün daha sahih olduğu kabul edilmiştir. Çünkü ayetle hadisin ikisi de Allah’ın hükmüdür, yani kaynakları birdir, sadece isimleri değişiktir. Nitekim zinadan dolayı recmedilecek dul kadından "celde cezası"nı Hz. Peygamber (a.s.)’in sünneti kaldırmıştır.
Sünnetin Kur’an ile nesholunduğunda görüş ayrılığı yoktur. Alimler bu hususta müttefiktirler. Nitekim Beytü’l-Makdis’e doğru namaz kılmak sünnet ile meşru olmuş, bilahare ayetle nesholunmuştur.6
Ayetin haber-i vahidle nesholunmasında görüş farkı varsa da kıyas ile neshi söz konusu olmamıştır.
İlave edelim ki, nesih hükmü ancak Hz. Peygamber (a s.) devrinde caiz ve cari idi. Ondan sonra artık bu kapı tamamen kapanmış, sadece ictihad kapısı açık kalmıştır.
Neshin çeşitlerine gelince;
1.Hükmü kaldırılıp tilaveti baki kalan “metaan ilelhavli” ayetinde olduğu gibi.
2. Tilaveti kaldırılıp hükmü baki kalan (recim ayeti) gibi.
3. Hem hükmü, hem de tilaveti kaldırılan “la terğabü an abaiküm fe innehu kufrun”ayeti gibi7.
Sünnetin sünnet ile neshi ise, görüş farkı olmaksızın caizdir. Buna bir misal:
“Ben sizi, kabirleri ziyaretten menetmiştim, fakat artık onları ziyaret edin! Hem sizi deriden mamül kaplardan başkasında su ve benzeri meşrubat içmekten de menetmiştim; fakat bundan böyle artık her kaptan su ve benzeri meşrubat içiniz; ancak sarhoş edici olanları değil onları sakın içmeyin!"
Mealindeki hadis bu cümledendir.8
Nesih hususunda dikkati çeken bir başka rivayeti İbnu Ebi Hatim’ den dinleyelim: İbn-i Abbas (r.a.) diyor ki: Hz. Ömer (r-a.)’in şöyle dediğini duydum:
"Hüküm vermekte en üstünümüz Ali’dir. Übey ise en iyi Kur’an okuyanımızdır. Fakat biz Übey’in sözünü terkederiz. Sebebi, Übey’in şu beyanıdır; "Ben Rasulullah’ (a.s.)dan duyduğum hiçbir şeyi terketmem!" Halbuki Allah (c.c.), "Herhangi bir ayeti nesheder veya unutturursak daha hayırlısını yahut benzerini getiririz." buyurmuştur."9
Hz. Ömer (r.a.) böyle buyurmakla şunu ifade etmek istemiştir: Hz. Peygamber (a.s.) Efendimiz’den biri ayet, diğeri hadis olmak üzere iki çeşit haber duyulmuştur. Gerek ayetler arasında gerek hadisler arasında nasih ve mensuh bulunduğunda şüphe yoktur. Halbuki Übey. "Ben, Rasulullah (a.s.)’dan işittiğim hiçbir şeyi mensuh dahi olsa terketmem" diyor.
Hz. Ömer (r.a.)’in bu beyanında, mensuh olduğu bilinen bir hükümle amel edilmeyeceği anlaşılıyor. Cumhurun da görüşü budur.
TASAVVUFİ YÖNÜ:
Herhangi bir ayetin hükmünü iptal edip lafzını olduğu gibi bırakmak veya Peygamber’in kalbinden hem lafzını, hem de manasını gidermek ya da yalnız lafzını giderip manasını bırakmak ve böylece onun yerine kendi konusunda daha hayırlısını veya hayır ve salahta onun bir benzerini getirmek, Levh-i Mahfuz’da sabit olan ahkama aykırı değildir. Çünkü Levh-İ Mahfuz’da sabit kılınan hükümler ya hususidir, ya da umumidir. Hususi olanı da ya şahıslara göre, ya da devirlere göre bir özellik taşır. İşte bu hükümler Rasulullah (a.s.)’ın kalbine inince, şahıslara has olanı, şahısların devamlılığıyla devamlılık gösterir. Zamana has olanlar ise, o zamanların inkıraz bulmasıyla neshedilir. Bunlar bazen kısa süreli olur, Kur’an’daki mensuh ayetler gibi. Bazen de uzun süreli olur, daha önceki dinler gibi. Hükümlerin böyle olması, onların Levh-i Mahfuzdaki sübut bulma keyfiyetine muhalif değildir.
Umumi manada olan ahkama gelince, dünya durdukça onlar devamlılık gösterecektir. İnsanın konuşur olması, boyunun dimdik bulunması bu cümledendir. Çünkü ruhlar aleminin mülkü Allah’a aittir, bunlarda tasarruf eden ancak O’dur. Cisimler aleminin mülkü da böyledir.10
TAHLİLLER:
Ayette geçen " nesh’ in delalet ettiği mana üzerinde tefsircilerin görüşleri farklıdır:
a) Ebu Talha’nın ibn-i Abbas (r.a.)’dan yaptığı rivayete göre, "Bir ayeti değiştirmek, yerine başka bir ayet getirmek" demektir.
b) Mücahid’e göre, hem lafzını, hem hükmünü silip kaldırmak veya yazılı olarak tesbit edip hükmünü değiştirmek, demektir, ibn-i Mes’ud (r.a.)’den buna yakın bir ri- vayet yapılmıştır.
e) Ata’a göre, "Kur’an’dan terkedilen ayet" demektir. İbn-i Ebi Hatim de buna yakın bir tefsirde bulunmuştur. Ona göre: "Terkedilip de Hz. Muhammed’e indirilmeyen ayet" kastediliyor.
d) Suddiy’e göre, indirildikten sonra kaldırılan ayet, demektir.(…..) ile (…..)
ayetinin buna misal olduğu rivayet edilir”.11
Yukarıdaki görüş ve tefsirlerden başka bir de " nesh " kelimesinin arap dilinde dalalet ettiği manaları tesbit edecek olursak, ayetin taşıdığı ilahi beyan daha iyi anlaşılmış olur.
1 — Bir kitabı başka bir kitaba nakletmek. Kur’an’ın Levh-i Mahfuz’dan sema-i dünyaya nakledilmesi gibi.
2 — Hükümsüz bırakmak, gidermek, silmek, bir şeyi başka bir şeyin yerine geçirip oturtmak. Güneşin gölgeyi giderip onun yerine geçmesi gibi...
Ayette geçen nenseh ile nünsiha fiillerinin irabı üzerinde de görüş farkı vardır: Cumhura göre, nenseh maddesi "nun" harfinin fethasiyle okunur ki bu bir ayetin hükmünü kaldırıp tilavetini olduğu gibi bırakmak veya hem hükmünü, hem de tilavetini beraber kaldırmak manasında zahiridir.
İbn-i Amir ise "nun’’ harfinin zamme "ötrü’’siyle okumuştur. Bu “enneshatül kitab” den alınma bir fiil olup, "Kitabı mensuh olarak bulmak", "Kitaba mensuh bir vaziyette raslamak" manasına gelir. Ebu Hatim’e göre bu şekil okumak galettir. “Nünsiha” maddesini ise, Ebu Amir ve İbn-i Kesir "nun", "sin" ve "hamze" harflerinin fethasiyle okumuşlardır ki bu "te’hir = geciktirme" manasına gelir. Diğer kurra ise "nun" harfinin zammasiyle okumuşlardır ki unutmak manasını ifade eder.
(1)Tefsir-i Kurtubi; C. 2, S. 61/Mısır baskı: 1967 - 1387
(2) Tefsir-i Kebir: C. 1, S.667/ Matbaa-i Amire: 1307
(3) Tefsir-i Kurtubl: C. 3. S. 62/ Mısır baskı: 1967- 1387
(4) Tefsir-i Kurtubi: C. 2, S. 65/Mısır: 1967-1387
(5) Tefsir-i Kurtubi: C. 2. S. 66/Mısır: 1967-1387
(6) Tefsir-i Kurtubi: C. 2, S. 66/Mısır: 1967 - 1387
(7) Tefsir-i Kurtubi: C. 2, S. 66/Mısır: 1967-1387
(8) Tefsir-i Kurtubi: C. 2, S. 66/Mısır: 1967-1387
(9) Ahmed bin Hanbel - Tefsir-i İbni Kesir: C. I, s. 150/Mısır baskı
(10) Tefsir-i Şeyhi’l -Ekber Muhyiddin bin Arabi: C. I, S. 25 Mısır baskı: 1317
(11) Tefsir-i İbni Kesir: C, I, S. 149/Mısır baskı: