Makale

1974 SİNODU VE ÖTESİ

1974 SİNODU VE ÖTESİ

SUAT YILDIRIM

İhtiyar kürenin sakinlerinin veya yolcularının ufuklarının daha da karardığı 1974 dünyasında, ikinci bin yılının merdivenlerini dermansız çıkmaya çalışan ge­lenekli bir dinîn en üst seviyedeki temsilcileri, Avrupa hazarının koyu gri at­mosferi içerisinde Vatikan’da toplandılar, konuştular, dağıldılar. Vazifesi, cihanşümul kilise idaresinde, Papalığa tavsiyelerde bulunmaktan ibaret olan ve hâlen iş başında bulunan Papa VI. Paul tarafından üç yılda bir toplanması âdet edinilen sinodda, iki yüz yirmi kadar eveque (evek, kilise teşkilatına göre geniş bir böl­genin rûhâni reisi), yeryüzünde katolik hristiyanların bulunduğu bütün memle­ketleri temsil ettiler. Açış nutkunda sinodu, "dünya sahnesine bakmasını bilen herkes tarafından dikkate değer” olarak vasıflandıran Papa’nın sesi boşluğa düş­medi. Yüz ellisi husûsi süratte gönderilen dört yüz elli muhabir, dört hafta süren (27 Eylül - 36 Ekim 1974) sinod çalışmalarını, günü gününe bağlı oldukları basın ve yayın organlarına aksettirdiler.

Batı dünyası, geçtiğimiz yaz, bir başka çarpıcı hâdiseye sahne olmuştu. Me­deniyetin buhranlarının heykelleşmiş ifadesi hâlinde, inanca susamış veya onu temellendirmekten mahrum elli bin kadar genç “hristiyan”, dünyanın her köşesin­den gelerek Fransa’da Taize denilen yerde toplanmış, hristiyanlık âlemindeki bütün çanları bir anda çınlatırcasına ıstıraplarını yükseltmiş ve muhtıra verircesine kilise otoritelerinden cevap istemişlerdi. Aradan iki ay geçmeden akdolunan şaşalı sinodun, hâlâ kulaklarda çınlayan bu sese cevap vermesi beklenirdi, Yaşamak, yani ölmemek değil, “yaşanmak" isteyen inanç ve ideolojiler, herhalde bu hâdiseyi değerlendirmek zorundadırlar.

Hristiyanlık, oldukça mesafe kateden Oe cumenisme1 hareketiyle ve II. Va­tikan konsilinin modernist esprisi ile, krizlerine bir çıkış arıyor, muhakkak. Hattâ bu konsilin, "diğer dinlerle diyaloğun luzûmundan" bahsetmesinden sonra, "diyalog Papası" denilen VI- Paul’ ün şahsında kilise on seneye yakın bir zamandan beri, inanç meselesini dünya çapında ele almak gayesi de güdüyor. İyi, güzel; fakat önemli olan, bu neviden bir diyalog mefhumundaki müphem ve romantik büyüle­yiciliği aşarak, açıklıkla fiiliyat sahasına girmektir. Böyle bîr diyaloğun maksadı, mahiyeti, şumulü ve şartları etraflıca incelenmek gerekir. Gaye hakikati araştır­mak mıdır? Başkalarını olduğu gibi tanımak mıdır? Bir nevi “adem-i tecavüz" antlaşması mıdır birbirlerinin sahasında, karşılıklı olarak serbestçe dini neşir ve davet imkânının sağlanması mıdır? Ateist ideolojilere karşı birleşmek gibi bazı hususlarda müşterek hareket etmek midir? Bilmiyoruz. Bu meyan da, müslümanlarla karşılıklı olarak birbirine açılma, zımnen birinci derecede düşünülmüş ol­malıdır ve düşünülmelidir. Aslında dini realite silsilesinin peşpeşe iki halkasından ibaret olan, iman esaslarında müşterek tarafları çok, yeryüzünün en yaygın bu iki büyük dini arasında kurulacak, iyi niyetli bir diyalogdan çok büyük neticeler beklenebilir. Birbirine açılmadan sonra, Kur’anın on dört asırdır davet ettiği, gayesi hakikat olan bir diyalog gerçekleştirilebilir; ve asıl maksad da bu olmalı­dır: Kur’ân, Hz.Peygambere (S.A.V.) ve mü’minlere şöyle söylemelerini emretmektedir: “Ey Kitap sâhipleri, geliniz, bizimle sizin aramızda müşterek alacak bir sözde birleşelim: AIlâh’tan başkasına ibadet etmeyelim, O’na hiç bir ortak tanımayalım, içimizden hiç kimse öbürlerini, Allah’ın dışında, Rab edinmesin...”2 Bu ortama dönmek için, önce tarihi hatâların ve düşmanlıkların giderilmesi ge­rekmektedir. Bunlar kaldırılmadan, karşılıklı bir ihtida ettirmek gayreti, tasavvur edilen görüşmeyi, daha başlangıçta, bir sağırlar diyalogu haline getirir. Bu dü­şünce ile olmalidır ki, Avrupa’daki bazı Müslümanlar, II. Vatikan konsili toplantı halinde iken, tarihte kilise organlarınca İslâm ve müslümanlar hakkında alınmış yanlış değerlendirme ve haksız kararları tesbit etmiş ve bir mektupla Vatikan’dan, bunları kaldırdığını açıklamasını istemişlerdi. Bunların kesinlikle ve tek tek ilgâ edildiğinin bildirilmemesi bazı müslümanların ümidini azaltmakla beraber, konsilin mücmel bir ifade ile, bu iki dinin "tarihi unutması" temennisine yer vermesini iyiye yormak isteriz. Konsil kararlarında dikkati çeken bir husus, İslâmiyet’le il­gili kısmın, çok kısa geçiştirilmiş olmasıdır, öbür dinlerle diyaloğun luzûmunun, bu sinodda da gerek Papa, gerek birçok evek tarafından tekrarlanması, meşhûr "Kilise dışında selâmet yok!’’ düstûrunun, son yıllarda kilise çevrelerince pek söylenmez oluşu, yine de değerlendirilmelidir.

Diyalogdan ümitlene durulsun. Hıristiyanlık aleminin genişliğini de bir tarafa bırakalım. Katolik kilisesi kendi içinde büyük meselelerle karşı karşıyadır. Oe eumenisme hâlâ neticesini almaktan uzaktır. II. Vatikan konsilinin getirmek is­tediği yenilikler, çoklarına göre "ölü kelimelerden” ibarettir. Evangelisation2 gay­retlerinin başarısı şurada dursan, her yıl yüz binlerce kişi, kilise ile olan son bağ­larını koparmaktadır. “Papazların göçü” denilen, din adamlarının vazifeye veda etmeleri hâdisesi, kadınların kilise hiyerarşisinde hak iddia etmeleri, kilisenin bö­lünmesine müncer olabilecek "kültür ve milliyete göre kilisenin yerlileştirilmesi” istekleri, mahalli kiliselerin otoritelerinin artırılması talepleri, problemlerden bir kaç tanesidir. II. Vatikan konsilinde benimsenen bazı sosyal adalet prensiplerini, “hayatiyet alâmeti olmasına rağmen ürkek ve cesaretsiz yeltenme” olarak değer­lendiren sol çevrelerin, bunu kâfi görmeyerek, bu yönde güçlü çıkışlar için mânevi baskı yapması ve kiliseyi hafife alan sosyalist-hıritiyan geçlik ve işçi kuruluşla­rının yayılması, işin bir başka cephesini teşkil etmektedir. Problemler, ileride verilecek sinod konuşmaları özetlerinden, daha geniş ölçüde anlaşılacaktır. Sıkın­tısız müessesenin olmadığı dünyada, mesele problemlerin olması değil, onlara yak­laşmasını bilmektir. Uzun tarihinde Arianisme, Unitaire, Reforme gibi büyük buh­ranları atlatan kilisenin, bu modernisation sıkıntılarını daha kolay bir şekilde ge­çireceğini umanlar vardır. Fakat bu, en azından köklü yenilikler isteyecektir. "Mukaddes Makam” muhtemelen piramitvari karakterini koruyamayacak, kurulu­şunda önemli değişikliklere girişecektir. Zaten üç yılda bir sinodun toplanması, böyle bir düşüncenin sonucu olarak değerlendirilmekte ve ancak yakın bir geçmişe sahip olan milli ve mahalli vasıfta, laiklerin, yani kilise hiyerarşisine dahil olmayan vaftizli hıristiyanların da temsil edildiği çeşitli seviyedeki mûtad konsey ve konferansların ihdası da, böyle bir geleceğin tohumları sayılmaktadır. Belki eveklerin tayini de, Vatikan’dan inen paraşütvâri durumunu değiştirecek, bu tercih mahalli organlara bırakılmasa bile, rolleri büyük olacaktır. Anlaşılan bu konuda Papalığı uğraştıran düşünce, şimdiki “an-il-merkez” durum ile, ağırlığını hisset­tiren "il’el-merkez” ihtimali arasındaki dengenin nasıl kurulacağıdır. Her şeye rağmen Papalığın, milletler arası münasebetlerde, en nüfüzlu müesseselerden biri olduğunu, hususiyle totaliter rejimler altında yaşayan kilise ve hırîstiyanlar ba­kımından hatırı sayılır bir rol oynadığını kabul etmek gerekir. Doğu Avrupa ül­kelerinde elde ettiği gelişmeler de bunu göstermektedir.

1974 kilisesinin ve hıristiyanlık âleminin halini tablolaştırması bakımından, biraz da yetmişi aşkın, sıhhi vaziyeti normal olmayan Papa VI. Faul’ün bu du­rumu ile mâna kazanan bu sinoddan, basına akseden, dikkati çeken bazı konuşma ve tekliflerin özetlerini aşağıda nakledeceğiz. İki yüzden fazla üyenin, bir ay bo­yunca, küçük çalışma gruplarında açıkladıkları fikirleri, bir kaç sayfada hülâsa etmenin bütün eksikleriyle kusurlu olacak bu özetlerde, fikirleri elden geldiği ka­dar, yanlış anlaşılmayacak bir şeklide vermeye çalışmanın, özürümüzü teşkil edeceği kanaatindeyiz.

Ana tema evanjelizasyon olan sinodu açarken, Papa’nın iradettiği nutkun en dikkate değer tarafı, kilisenin bir bakıma nefis muhasebesi diyebileceğimiz kısmın­dan sonra, şu sözleri oldu: "Başka dinler artık birer rakip ve evanjelizasyon icin mâni değil, aksine hayattar, canlı ve saygılı bir fayda ve zaten başlamış bir dost­luk unsuru olarak görülmelidir” (Le Monde, 29-30 Eylül 1974). Nisbeten yeni olan bu sözlerle dikkati toplarken Papa, bir “açan pişman, açmayan pişman” ka­pısının önüne geldiğinin farkındadır: “Hürriyet anlayışına ve hıristiyan olmayan kütlelerde dahî bulunan ve hem de aralığından hıristiyanlığın tamamını kabûle İlahî bir kabiliyet gözüken gerçek değerleri nasıl korumalı? Bu şahsiyet ve medeniyet saygısını, hıristiyanlık misyonunun alemşumûllüğü ile nasıl uzlaştırmalı? Ne şid­det, ne devrim, ne de hangi şekliyle olursa olsun sömürgecilik evanjelizasyona vasıta olamazlar".

Evanjelizasyon ile ilgili olarak sinodun ele aldığı belli başlı konular şunlar oldu:

1 — Özellikle gençlerde tezahür eden dua ve tefekkür arzusunun tahlili, evanjelizasyonu engelleyen durumu gidermek için kilisenin yöneleceği istikâmetin tesbiti,

2 — Mahalli kiliseler hangi yolla tamamen yerli bir hüviyet kazanabilir?,

3 — Küçük dini cemaatların durumu. Anlaşılan, birbirinden uzakta bulunan, dağınık katoliklerin bulunduğu yerler,

4 — Herhangi bir dine mensup olmadığı halde, insanlarda rastlanan dîndârâne hissiyatın (religiosite) incelenmesi.

5 — İnançlarını tatbik etmeyenlerin durumu; dinî nikâh, vaftiz gibi vesilelerle onların imanlarını uyandırma meselesi.

6 — Hıristiyanların bölünmüş olduğu vakıası ve Oe cumenisme meselesi.

7 — İnançsızlar, münkirler ye husûsiyle marksistler ile olan diyalogların so­nuçları.

8 — İnsan hürriyeti ile İncil arasındaki münasebetler.

9 — Gençlerin kiliseye göre durumları.

10 — Evanjelizasyonun bir taraftan hedefi, öbür taraftan hâmili olarak görüle­rek isçilerin, aydınların, büyük sorumluluk taşıyan, kimselerin ve ailenin gözden geçirilmesi.

11 — İnsan haklarının ihlâl edilmesinin evanjelizasyonu önlediği haller.

Başlangıçta, sinod genel sekreteri Mgr. AIoisio Lorscheider (Brezilya), çağdaş evanjelizasyon ve kilise hayatının panoramasını şöylece çizmişti:

— Misyon ülkelerinde başkalarının dilini konuşmak yetmez, önemli olan zihni yapılardır. Mantık karşısında duygusuz, şekillerle düşünen toplulukların karşısın­da mantıki muhakemeye sarılmak neye yarar?

— Kilisede tenevvü (pluralisme) arzu edilir; fakat bu, ne birliği ne de yerli kültür değerlerini bozacak seklide olmamalıdır.

— Kilisenin şimdiki yapısı ele alınmalıdır. Mesele, bu kilise müesseselerinin hangi nisbette değiştirilebileceğini tesbit etmektir.

— Merkezle çevre arasında cok sıkı ve tesirli bağlar kurulmalıdır,

— Kilise - devlet münasebetlerinde yeni güçlükler ortaya çıkıyor. Umûmi efkâr, ikisi arasında büyük bir mesafe ve birbirine karşı bağımsızlık istemektedir.

— Bazılarının, gitgide büyüyen, kilisenin sosyal adaleti gerçekleştirme saha­sına girdiğini görme arzusu, yeni bir din adamı tipi ortaya çıkardı. Bunlar kiliseyi bırakmayı reddederek, kilise hiyerarşisine doğrudan doğruya kargı çıkmaya da girişmeyerek, hıristiyanları "şuurlardırmaya” çalışıyor, cemiyet müesseselerinin yı­kılmasının, kiliseninkilerde de bir reforma götüreceğini ummaktadırlar.

Bu dunun karsısında A. Lorscheider şunları tavsiye etti: II. Vatikan konsül, kilisenin dahili yenilenmesinde, simdi kifayetsiz olduğu görülen bazı sonuçlara ulaştı. Erekler, vazifelerini yapmaya gerekli şartlara haiz değiller. Eveklerin “ya­ratıcı" bir espri göstermeleri ve insanların kurtuluşunu kolaylaştırmak için yeni vasıtalar keşfetmeleri temenni olunur. Kilise hiyerarşisi ile lâikler arasındaki mü­nasebetleri acilen ele almak gerekir. Müşterek sorumluluğun icrasını incelemek ve geliştirmek lâzımdır. Hiyerarşik kilisenin, bütün hakların ve iktidarların merkezi olduğu fikri, İlahi hükümranlığı yayma gayretimize zarar vermiştir ve vermektedir (Le Monde, 29-30 Eylül 1974).

Coğrafi kıtalar için seçilen raportörler, alfabe sırasıyla, kiralarında hıristiyanlığın durumunu, şöylece açıkladılar:

Afrika adına Mgr. J. Sangu (Tanzanya): Afrika nüfusunun %40’ı hristiyan, %41’i müslüman, %17’ si de yerli inançlara mensuptur. Kültürlüler arasında gelişen ateizm’den başka hıristiyanlık iki büyük mani ile karşı karşıya bulunmaktadır: Biri kendi içinde çeşitli fırkalara bölünme, öbürü hıristiyanlığın sömürgeci Avrupa ile aynı sayılması. Gelişmekte olan İslâmiyet, Afrikalıları maddeci ateizm’den ko­rumaktadır. Afrikalılar, yerli kültürün rengine boyanmış bir hıristiyanlık istiyor­lar. “Mukaddes Makam" (Papalık), bu gün bile sömürgeciliğe, ırk ayırım ve re­kabetine taraftar olanları çok kesin bir dil ile takbih etmelidir. Vatikan elçisi ola­rak gelen evek’lerin (Nonce), görevleri önemlidir; fakat mahalli dini müzakereler ile sıkı bir surette temas etmeleri şartıyla.

Latin Amerika raportörü Mgr, E. Pironio (Arjantin): Sathi bir evanjelizasyon ile beşeri gelişmeyi aynı saymalı ve hürriyeti —Kitab-ı Mukaddesteki mânâda—, sosyo-ekonomik ve politik sahaya irca etmek tehlikesi vardır. Devrimci şiddet, müesseselerin şiddetinden doğar. Tiranlığa karşı baş kaldırma, esasen Saint Thomas d’Aquin tarafından kabul edilmişti. Amerika, katolikleri, hemen, hemen haça ve İsa’nın ıstıraplarına yönelmiş bir zihniyeti kabul ettiler. Tevekkül fazileti, tek ta­raflı öğretidi. Bu yüzden, hâlâ geçerlikte olan sosyal haksızlık hallerinin diren­mesinde, kilisenin mesûliyet payı büyüktür.

Kuzey Amerika ve Avustralya grubu raportörü Mgr. J. Bernardin (Cincinatti) : Birleşik Amerika’da dini Ayinlere devam, hissedilir sûrette azalmaktadır, lâikler kilise idaresinin yeni bir tarzda icra edilmesini istemekte ve papazların, azlıkları sebebiyle, dolduramadıkları vazifeleri yapmaya hazırlanmaktadırlar. Kilise, gelişme yolundaki ülkelerde bir yabancı kuvvet, en azından sömürgeciliğe iştirak etmiş bir güç olarak görülmektedir. Kilise tüketim medeniyetine kargı bağımsız olduğunu isbat etmelidir. Dinden uzaklaşma tezahürü, evanjelizasyona mani değil, hıristiyanları başka bir tarzda teşkilatlandırmaya sebep telakki edilmelidir.

Asya adına Kardinal J. Cordeiro (Karasi): Dünya nüfusunun yarısını teşkil eden Asya’da, katolikler sadece %2 nisbetindedirler. Hükümetlere bağlı görünseler de, diğer dinlerle diyaloğa girmek acilen yapılması gereken bir iştir. Hıristiyan­lığın büyüklüğünü göstermenin gelenekten vasıtaları (okul, hastahane, sosyal işler vs.), hala tesirli midirler?

Avrupa, adına konuşan Marsilya arşövek’i Mgr. R. Etchegaray, degisik hava­sıyla en dikkati çeken tekliflerde bulundu: Çin kıtasının İncil ile uyanma ümidin­den bahsettikten sonra marksist rejimler ve Doğu Avrupa ülkeleriyle diyalog ko­nusunda: "Din hürriyeti dahil, insan haklarını geliştirmek iradesi olmayan hiç bir sisteme kilisenin itibar etmeyeceğini ve bu hakların sadece kanunda yer al­makla kalmayıp, fiilen gerçekleşmiş olmasının lazım geldiğini" belirtti. Avrupa hak­kındaki tesbitlerini şöyle ifade etti: "Hıristiyanlık değerlerinin yerinden oynadığı Avrupa’da evanjelizasyon, ehlileştirme atmosferi içinde olur. Avrupa insanının ayı­rıcı vasfı, hareketli oluşudur. Kültür çatlamalarını ve insanların göçebeliğini hesaba katmayan bir evanjelizasyon, boşluğa düşme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Münkirlik tahrikçi boyutunu kaybederken, iman da garip hâle geliyor. Onarılamayacak bir hal alan asırlık siteden, her türlü çare ile gençlerin çıkmayı aradığı bir anda kilisenin, kıymeti az dini işleri tatbik ederek geri kalması tuhaf olacaktır. Çarçabuk bir iman buhranından bahsetmek doğra olmaz; ancak imanla, haksız olarak aynı sayılan bazı kanaatların yıkılması bahis mevzuudur. Kilise merkezi­yetçiliği bırakmalıdır. Tamamen İsa’ ya ve insanlara dönmek için bunu yapmalıdır. Narcissique (dikkatini, kendisi üzerine toplamaktan ibaret olan marazi durum) bir kilise imajı, hiç de çekici değildir. Etkili bir evanjetizasyon için yenilenen bir kilise, önce bizzat kendisini İncile uydurmayı kabul eden kilisedir. Evanjelizayonun tılsımına kilise malik değildir. Müphemliği ve başarısızlıkları ile “Allâh’ın bu gücünü,‘‘şimdikinin dinamiği”4 içinde kabul etmek cesaretini gösterelim.”

Hıristiyanlığın Yerlileşmesine Dair Teklifler

— Hindistan Malabar kilisesinden arşövek Mgr. Paracattil: Bin beş yüz se­nelik misyonerlik faaliyetlerine rağmen, Hindistan’da 547.000.000’den sadece 14.000.000 hıristiyan vardır. Sebep batıya olan çok uzun ve ağır tabiiyettir. Batı dünyası kilisenin yerli bir çehre almasına mani olmuştur. (La Croix, 2 Ekim 1974).

— Madagaskar temsilcisi Mgr. Rakotondravahatra, Avrupa’nın, kendi ülkesinde kandırıcı bir model olmakta devam ettiğini belirttikten sonra “Lâtince duaları yerli dile tercüme kâfi değildir. Aslında Madagaskar kültürüne kök salmış bir ifade tarzı aramak lâzımdır." dedi (La Croix, 2 Ekim 1974).

— Dakar’dan Mgr. Thiandoum da gelişme halindeki Moritanya ve Somali top­lumları hakkında aynı endişeyi dile getirdi.

Bilhassa üçüncü dünya temsilcilerinin belirttikleri bu arzu karşısında, çalışmalara seyirci durumda görünen Papa, sonraları müdahale etmek ihtiyacını duyacak ve 20 Ekim’deki nutkunda “pluralisme (tenevvü) İsteğinin başka mânâ verilemeyecek şekilde açık olduğunu, fakat Pierre ve Pau’ün halefi olarak, kendisinin tem­sil ettiği otoritenin itimatsızlık ve mukavemet doğurmayacağına güvendiğini, din alimi ve kardeş olduklarını, patron veya efendi olmadığını” söylemek zorunda ka­lacaktır (La Croix, 22 Ekim 1974).

Kiliseye Karşı Tavır

Kardinal Afrink: Bugünün insanları için kilisenin, niçin az câzibedar olduğunu biz bize sormalıyız. Nasıl oluyor ki Allâh’ı ve İsa’yı arayan gençler, böylesine nadir bir şekilde kiliseye yöneliyorlar. İncil, hürriyete kavuşturan güzel haberdir, sevinç ulaştıran mesajdır. Onun yüzünü karartan, itibarını azaltan biz, bizzat biz erekler değil miyiz? Bugünlerde kilisenin cehresinden, müminlerin fiili iştirakin­den, otoritenin işleyişinden, pluralisme’den çok konuşuldu. Hürriyet, sorumluluk, buluculuk, pluralisme... bunların hepsi birbirine sıkı bir şekilde bağlıdır. Muasır psikoloji, insanları sıkmaksızın ve efendimizden aldığımız şeylerden hiç birini ih­mal etmeksizin, otoriteyi icra etmemize yardım edebilir (Le Monde ve La Croix,

5 Ekim 1974).

Nantes evek’i Mgr. Vial, evanjelizasyon düşüncesinin anahtarı mahiyetinde bir soru ortaya attı: “Dinden uzaklaşma yolundaki bir dünyada evanjelizasyonun şans ve müşkillerinden bahsetmek, bir temel soruyu gerektirir: Bugün biz niçin mü’miniz? Bu soruyu bir tarafa saklayanlar, îmanlarını her türlü muhtevadan boşalt­mış olurlar, ve bir gün bakarlar ki artık hıristiyanlık, düşünce ve işlerini ilham etmiyor. Bu sual ve cevap için dogmatik hakikatleri hatırlatmak yetmez: Allah’ın ve İsa’nın tezahür etmesinin orijinal çarelerini bulmak lazımdır. Bunun için üç teklif:

1 — Allâh’tan bir vasıta olarak değil —ki bu bizim faydacı (utullariste) me­deniyetimizin alışkanlığıdır—, tükenmez bir realite olarak bahsetmek.

2 — Allah’ın her insanın çehresinde tecelli ettiğini bilmeye sevkeden ve böylece aksiyona götüren bir muhteva.

3 — Dünyaya göstermek istediğimizi, kendi kendimize de sormalı ve göz önün­de bulundurmalıyız (La Crois, 16 Ekim 1974).

— Kardinal Mgr, Kim (Kore): Kilise, kendisi ne hücûm edilince müdafaa için harekete geçtiği halde, zülümler karsısında susmaktadır (La Croix, 11 Ekim 1974).

— Kardinal Mgr, I. Marty (Paris): Biz evek’ler, vazifemizi icra ederken, kendi kendimizi da ihtida ettirmeliyiz (Le Monde, 15 Ekim 1974).

— Mgr. Camillo Laca, bugünkü kiliseyi, artık ögüt vermemek ve umumi efkar ile ucuz İlâhiyatçıların esiri olmakla itham etti (Le Monde 15 Ekim 1874).

— Mgr. S. Seaux (Şili) : Kilise çoktan beridir evanjelizasyon’un ve hakiki bir ruhi formasyonun zararına olarak sosyal işlerle uğraşıyor (La Croix, 5 Ekim 1974).

Mukaddes rûh’un kilisenin bilinen sınırları dışında da bulunabileceğinden mi, yoksa tek doğru yolun Katolik kilisesinde olduğundan mı hareket edilmesi gerektiği konusu görüşülürken, tabiatiyle uzun münakaşalar cereyan etti. Bilhassa doğu ülkeleri eveklerinden, şiddetli doktrin taraftarı olanlar çok oldu. Mgr. Doumith: "Bir doktrin ve kredo (İnanç esasları) var mı, yok mu ! İncil’den vaz­geçip bir başka şeye mi bağlanacağız?!” diye sordu. Ermeni Patriği Patanion da "İlahiyatçıların, dogmalar yokmuş gibi hareket etmelerini" ayıpladı. Mgr. Tarnow (Polonya), "dünyevi meşguliyet ve endişelerin aşırı baskısından kurtulmak, kud­ret ve zenginlik vasıtalarını terketmek gerektiğini, sosyoloji’yi ikinci plana bırakarak, hakikati tamamiyeti içinde yaymak lâzım geldiğini” söyledi (La Croix,

10 Ekim 1974).

İslâmiyet ve Öbür Dinler Haklındaki Düşünceler

Kamboçya, Tayland, Laos, Malezya ve Singapur evekleri, Budizm ile diyaloğun zarûreti ve Asya’nın tefekkür tarzına dikkat edilmesi arzusunda ısrar ettiler (La Croîx, 5 Ekim 1974).

“Hristiyan olmayanlarla ilgili çalışmalar sekretarya" başkanı kardinal Mgr. Pignedoli ; Evanjelizasyonla diyaloğu karıştırmamak gerekir. Diyaloğun hedefi, hakikat-i halde olduğu gibi birbirini iyi bir şekilde tanımaktır (La Croix, 5 Ekim 1974).

Kudüs Patrik’i, İslam’ ın gücünü nereden aldığı ve diline varıncaya kadar be­raberlik arzetmesi üzerinde düşünmeye davet etti (La Croix, 11 Ekim 1974).

Kardinal J. Farecattil (Hindistan), Hindu’ların kutsal kitabının vahiy unsur­ları ihtiva ettiğini ve hikmet-i İlahiye ile, kartarıcıHz. İsâ (S.A.)’nın gelişini hazırlamakta rol oynadığını ileri sürerek, bunlardan bazı parçaların, katolik dua ve ibadet kitapları arasına konulmasını teklif etti (Le Monde, 2 Ekim 1874).

Kardinal Taguchi (Japonya) Şintoizm, Budizm ve Konfüçyanizm’in faydalı kat­kılarını belirtti (La Croix, 11 Ekim 1974).

Gençlik

Çalışma gruplarından, ikisi, gençlik meselelerinin gelecek sinodun hedefi ol­masını teklif etti. Gençliğin dünyada artan önemi ve çok şuurlu olarak açtık­ları suallerin esasa yönelmesi, bu endişeyi izah etmelidir. Bu konuda hepsi müş­terek idiyse de, gençlerle temasın nasıl kurulacağında bası nüanslar ortaya çıktı. Bir kısmı onlara kucak açma ve dinleme, diğerleri onlara verilecek eğitim ve öğ­retimin ehemmiyeti üzerinde durdular. Kardinal Marty (Paris,) cemiyet ve kilise plânında, gençliğin içinde bulunduğu zor şartları belirtti. Gençliğin taşıdığı gerçek değerleri ve hassas olduğu arzuları itiraf etti. Bir başka grup, gençlerle aynı dili konuşmanın zarûreti üzerinde durdu. "Onların müsbet değerlerini kabul etmeli, fakat dinden uzaklaşmış modern kültürden gelen sapma ve kusurlarını da unutma­malıdır." Bir başka grup "gençlerle temasta, iki sarp kayaya çarpmaktan sakın­mak lâzım: Güvensizlik ve demogoji" diyerek kesin bir tavırdan hâli olmayan bir karşılamayı tavsiye etti (La Croix, 12 Ekim 1974). Gençlik tarafından kilisenin; az dikkatli, diyaloğa cok az açık, kendisinden emin olmayan, kanaatlerini isbat etme hususunda oldukça çekingen bulunduğu bir çok evek tarafından ifade edildi (La Croix, 6 Ekim 1974).

Kardinal Arns (Güney Amerika) hürriyet ile dini kurtuluşun teolojik temelini göstermeye calıştı ve selâmetin, yalnız rûhu kurtarmaya yönelmiş mahdut tarifinin kifayetsiz olduğunu belirtti. “Çokta rastlanan bu ferdiyetçi durum, bugünün gençliği için tahammül edilmez bir şeydir ki netice itibariyle marksist ve egzis­tansiyalist ideolojilere gitmektedir. Bunları İncil ışığında kritik bir tarzda karşı karşıya koyarak müsbet taraflarını almak gerekir. Kabul edilecek davranış budur. Selâmetin hakikati adâlet, tesanüd ve barış üçlüsündedlr. İncil Allah’ın ada­letinin tezahürüdür. Selâmet St. Paul ile St. Jean’a göre İsâ’nın şer kuvvetlerine ve ölüme karşı zaferidir. Bu güçler bugün salgın hastalıklar, açlık, savaş, zülüm, insanın insan tarafından sömürülmesi, başkalarına tabiiyet, şehvetperesetlik şekil­lerinde ortaya çıkmaktadır. Herkes bu güçlerin tesirinde ölüme terkolunmuş in­sanlar lehine kiliseden müşahhas jestler beklemektedir.” (La Croix, 11 Ekim 1974).

Mgr. J. Raphael (Amerika Oklahoma-City) : “Gençler kilisede şefkat, hayırhah­lık, sabır, müsamaha, başkasına dikkat ve ihtimam, sadelik, samimiyet bulmak isterdi. Ayinler onlara delaletten mahrûm görünüyor." (Le Monde 5 Ekim 1974).

Mgr. J. Bernardin (Cincinatti) : "Gençler rûhi ve ahlâki değerleri kabul et­meye kabiliyetlidirler; fakat akılcı ve müesseseci bir din hakkında kayıtsız va inatçıdırlar,”

Misyonerlik

Avrupa raportörü Mgr. Etchegaray (Marsilya); “Misyoner Avrupa mı? Ken­disini "üçüncü dünyanın sırtından, her gün daha cok zenginleşen bir zenginler kulübü’’ olarak takdim ederken, misyon ve misyonerleri için para celbetmeye nasıl devam edebilecek ?” (Le Monde, 5 Ekim 1974).

Kardinal J. Parecattil (Hindistan) “sömürgeci temayülleri sebebiyle misyo­nerlerin Çin ve Hindistan’daki acıklı bozgunlarını” belirtti, (Le Monde, 2 Ekim 1974),

Mgr. A. Bayala (Y. Volta) bazı beyanlara aykırı olarak, Avrupalı misyoner­lere Afrika’nın cok muhtaç olduğunu söyleyerek şunları ilave etti; "Ancak onlar kendi şahsi fikirlerini empoze etmek yerine, mahalli temayül ve ihtiyaçlara hizmet etmeye koyulmalıdırlar” (Le Monde, 5 Ekim 1974).

Sinodda kayda değer taraflardan biri de COE (Kiliseler Okümenik Konseyi) genel sekreteri Philippe Potter’in yaptığı ziyaret oldu. Potter Okümenizm hakkın­da sinod genel kuruluna bir rapor sunduğu gibi Papa ile husûsi bir görüşme ve gazetecilerle basın toplantısı yaptı. Raporunda COE ile Katolik Kilisesi arasın­daki yirmi beş yıllık münasebetleri tahlil etti. (La Croix, 12 Ekim 1974). “Okümenik bir perspektif içinde ele alınmadıkça evanjelizasyon iyiye götürülemez." diyerek “evanjelizasyon’un İncil’ in haliyle hallenmekten uzak bir hıristiyanlaştırma ve propaganda şeklinde olmayacağını” belirtti. (La Croix, 14 Ekim 1974). Hıristiyanları birleştirmenin prensiplerinden bahsederken de şunları söyledi: ‘‘Kendi kili­semizin ideal şeklini, bir başka kilisenin realitesiyle mukayese etmek haysiyetsiz­liğini irtikap ettiğimiz zaman, kendi davmızı başka kiliseyi karalayarak geliş­tirmek istediğimiz zaman, ferdi veya içtimâi bencilliğin, her rûha karşı besle­diğimiz sevginin yerini aldığı zaman İncil ile hallenme diye bir şey kalmaz."

Sinodun Kapanışı

Bu sinod, hem meseleleri ele alış tarzı, hem de konularının genişliği dolayı­sıyla, şimdiye kadarki dört sinodun en canlı ve hareketlisi olarak değerlendiriliyor. Bu sinod diğer taraftan, muhtelif kıt’alardan, çeşitli siyasi rejimlerden, değişik sosyal çevrelerden gelen farklı şartları ortaya koydu. Ereklere tecrübelerini mü­badele etme imkânı sağladı. Sinodun kapanmasının arefesinde, müzakereler sonun­da meydana gelen dokümanın sentezinin yapılması sırasında şiddetli münakaşalar oldu. Bu durum bir cok kimseyi “başarısızlıkla” hükmetmeye sevketti, (La Croix, 25 Ekim 1574). Bir kac denemeden sonra, bu sentezin tatmin edici bir tarzda yapılamayacağına karar verildi ve esasen vazifesi, bir konsil gibi nihâî kararlar almak değil, Papa’ya fikir vermek olan böyle bir toplantının sonunda yapılacak olan her sentezin bu gayeye zarar vereceği düşünülerek bu işten vazgeçildi (La Croix, 26 Ekim 1974). Bunun dışında evekler toplu olarak —sinodun neticesi sayılmaması kaydı ila— "Sinod evrelerinin kiliseye mesajı” ile "insan haklarına dair bildiri’ neşrettiler. Bu bildiride "derdini duyuramayan bütün mazlûmlar adına ses yük­seltmeyi, İncil’in verdiği bir vazife sayarak” sorumlulann dikkat etmelerini is­tediler. "Yaşamak hakkı" konusunda cocuk düşürme, euthanasie5 yaygın işkence tatbikatı, korkunç silahlanma yansı deliliği sert bir dille takbih edildi. "Temek hakkı" ele alınırken açlık tehlikesi dile getirildi ve gıdasızları beslemek çarelerinin bulunması istendi. Sosyo-ekonomik haklar inceden inceye belirtildi, "ekonomik ik­tidarın milletlerin çok küçük bir kısmının yahut milletler arası kücük grupların elinde olmaması gerektiği" ifade olundu. "Haberleşme ve din hürriyeti” kısmında basın hürriyeti, başka fikirde olma hakkı, insanların kendilerini ve çocuklarını istedikleri şekilde yetiştirme hakkı üzerinde durularak, hükümetler dini öğrenime mani olan halleri ortadan kaldırmaya davet olundular. (La Croix, 25 Ekim 1974).

Papa kapanış konuşmasında eveklerin çalışmalarını ve anlayışlarını öğdü. Bu sinodun mahalli kiliselerin seslerini duyurma imkânı verdiğini, görüşmeler sonun­da ortaya çıkan zengin malzemeyi değerlendireceğini söyledikten sonra, nutkunun baş tarafındaki yumuşak edayı değiştirerek muhtemel bölünmelere karşı ihtiyata davet etti. “Katolik kilisesinde davam eden İsa’nın kilisesi dışında, Allâh istediği takdirde, bir aydınlık olabilirse de, İncil mesajının tamamiyeti, hâvi olduğu bütün selamet vasıtalarıyla -İsa tarafından konulan dini şeair, ibadet nizamı ve İsâ’nın İncil’inin mükemmel izahı— hiyerarşik Katolik kilisesindedir.’’ Bu sözlerin ar­kasından, şaşalı cümlelerle kendi otoritesini hatırlattıktan sonra “Bizim vazifemiz kilisenin giriş yolunda nöbetçilik vazifesidir. Yanlış İstikametler alınması asla müsaade edemeyiz.” diyerek tutumunu ihdas ettirdi.

(l) Ökümenizm, Hıristiyan âlemini ve kiliselerini birleştirmeyi gaye edinen cereyan.

(2) Alî İmrân: 64.

(3) Evanjelizasyon, İncilin ifade ettiği "güzel haber” anlatmak ve yaymak için faaliyet göstermek. Bu yazıda çokca geçecek olan bu terimin, dilimizde tatmin edici bir karşılığını bulamadığımdan, teknik bir terim alarak aynen kullanı­lacaktır.

(4) Konuşmasının normal seyri içine yerleştirdiği parantez içindeki kelimeler Tsize yöneticisi F. Korer’in iki kitabının isimleridir: Vivre l’anJourd’hul de Dieu ve Dynamique du provisoire. Daha önce zikri gecen Taize hadisesinin tesiriyle kasten yerleştirdiği anlaşılıyor.

(5) Ötenazi, fazla acı çeken ve tedavi edilemeyeceğine karâr verilen hastaların, rahat bir şekilde öldürülmelerini isteyen cereyan.