Makale

TOPLUM BARIŞINDA İSLÂMIN ROLÜ

TOPLUM BARIŞINDA İSLÂMIN ROLÜ

Halit GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

GİRİŞ:

Toplum barışına daha çok ihtiyaç duyulacak bir dünyaya doğru hızla İlerliyoruz. Nüfus sayısı sür’atle artan insanların üze­rinde yaşadığı ülkeler arasındaki mesafe gittikçe kısalmakta. Ses duvanm aşan ulaşım vasıtaları, gelişme hızı devam eden haberleş­me ve iletişim araçları dünyamızı küçültmekte. Çölleri, dağlan, ova­lan, nehirleri ve binlerce canlıyı üzerinde taşıyan kara parçaları, sayısız canlıyı derinliklerinde barındıran okyanuslar, dünyanın her­hangi bir yerinde yaşayan bir kimse için sır olmaktan çıkmakta. Yer yüzünde insan ayağının değmediği, ilmin ve tekniğin gidemediği kara parçası ve deniz altı kalmamıştır- Karada ve denizde keşif araş­tırmalarını tamamlayan ilim .adamları, fezanın sonsuzluğuna yönel­miş durumda.

Medenî dünya olarak bilinen blok, toplum batışının sağlanma­sı için yeryüzünde yapılan çalışmalara fezadaki gelişmeleri —güya— yardımcı kılmak istiyor.

Dünyamız o kadar küçüldü ki, yeryüzünün herhangi bir köşe* sinde meydana gelen üzücü veya sevindirici bir olay, diğer, bölge­lerde yaşayan insanlara ânında duyurulmakta, o insanlarda olay mahallinde yaşıyormuş gibi olayın tesiri altında kalmaktadırlar. Son savaş dünyanın çok küçük bir parçası sayılan körfez bölgesinde cereyan etti ama, sanki bütün dünya savaş alanıymış gibi insanlar heyecanlı dakikalar, korkulu anlar yaşadılar. Bir yanardağdan fış­kıran lavlar, denizde ve havada vuku bulan gemi ve uçak kazaları, tabiî afetler., binlerce inşam bir anda ölüme götürmekte ve olay mahallinin dışındaki insanlar da hadisenin dehşetine kapılarak üzül­mektedirler.

Dünyamızda toplum barışım tehdit eden huzursuzluk, tedirgin­lik ve geçimsizlik gittikçe artmakta ve gelişen teknik te bu artışa âdeta yardımcı olmaktadır. Dünyanın belli noktalarında teröP üre­ten merkezler oluşturulmakta ve büyük masraflarla devamı sağlan­maktadır. Toplum barışını sağlayacak maddi kaynakların temininde cimri davranan sermaye çevreleri ,toplum barışım tehdit eden pro­paganda merkezlerinin beslenmesinde cömert davranmaktadır.

Görülüyor ki insanı huzursuz edecek —böylesi daha çok— veya rahatlatacak bir olay ânında uydu yayınlan, televizyon ve gazete­ler aracılığıyla dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın kendisine ulaş­tırılmaktadır. İnsanın artık dünyadaki gelişmelerden habersiz yaşa­ması mümkün değildir. Siyasî sınırlar belki kaldırılamaz ama ar­tık zamanımızda, iletişim vasıtaları, propaganda araçları smır fa­lan tanımıyor. Bir çanak antene sığdırılan dünyayı televizyonunu­zun düğmesini çevirdiğiniz anda seyredebiliyorsunuz. Bir taraftan or­tak pazara alınmıyoruz, diğer taraftan sanki ortak pazarın göbe­ğindeymişiz gibi Batı kültürünü uydu antenler vasıtasıyla evlerimiz­de buluyoruz.

"Batı tipi kültür insanın hayalinin ve tarihinin anlamını bul­masına yardım edemez, O yüzden Batı kültürü, kaçışlar ve şiddet­leriyle bireyciliğe ve milletlerarasında terör dengeleri kurulmasına sebep olmaktadır.

İnsanın aşkın boyutunu, insanın mutlak değerlere İmanını yok sayan ve inkâr eden bir kültür, bireyleri umutsuzluğa ve toplumları çözülüp parçalanmaya sürükler- Çünkü bu boyut kaybedilince, ge­riye artık sadece bireylerin, zümrelerin ve milletlerin büyüme hırs­lan ile hakimiyet ihtirasları arasında bitip tükenmek bilmeyen ça­tışmaları kalır.’(1)

Bizi ortak pazara kabul etmeyen Batının, ülkemize ihraç et­mek İstediği ve kısmen de ettiği kültür bu.

Anlaşılıyor ki dünyanın problemleri büyük, gittikçe de büyüyecek. İnsanlar silâhlarla savaşmadan da huzursuz olabilecekler. Toplum barışını tehlikeye sokan yalnızca savaş korkulan, siyasi an­laşmazlıklar, toprak kavgaları, sanayi hırsızlıkları, çevre kirlenme­leri ve ticarî rekabet gibi maddî problemler değildir. Aynı şekilde yayılma istidadı gösteren içki, kumar, esrar gibi uyuşturucu mad­deler ; fuhuş, terör ve aids gibi hastalıklar da toplum barışım teh­likeye sokan manevi problemlerdir. İçki, kumar, fuhuş ve esrarla ve bunların televizyon, sinema, video ve basında yapılan reklamları ile dejenere olmuş, çarpıtılmış insanların dünya nüfusu içinde adet­leri arttıkça toplum barışı daha çok tehlikeye girecektir. İşler öyle bir noktaya gelecek ki dünya bu kötülüklerden kurtulmak için çare aramak zorunda kalacaktır.

Şimdi de, o zaman da çare islâmdır. Çünkü İslâm, Cihanşümul bir dindir Bu korkunç gidişatı önleyecek reçete İslâm, probleme tek taraflı değil, çok taraflı bakar ve tedbirini de ona göre alır. O halde toplum barışında İslâm’ın rolü nedir ve ne olacaktır?

A — ALLAH KATINDA DİN ŞÜPHESİZ İSLAMDIR :

“İslâm, İlâhî bir dinin ve İlâhî bir sistemin adıdır.

İslâm dini, Hz. Muhammed Aleyhi Selam’ın Allah tarafından tebliğ ve kendi hayatında tatbik eylediği ahkâmdan ibarettir. Bu din, Kur’an’da "İslâm” kelimesiyle hülasa ve tespit edilmiş ve İs­lâm ona has âlem olmuştur. Allah katında gerçek din, yalnız İslâm’­dır. Ondan başka bir din arayan zarar ve ziyandadır. Sevgili Pey­gamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın tebliğ eylediği bu di­ne, İslâm adını veren, Müslümanların kendileri değil, Kur’an’dır. Allah Teâlâ’dır(2)

Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulur :

“Allah katında din, şüphesiz İslamiyet’tir.(3)

“İslâm; maddesi kuvvetli olmak, rehavet ve gevşeklikten, eğ­rilip bükülmekten uzak bulunmak, içimiz ve dışımızla ilgili her tür­lü ayıptan salim ve temiz olmak manalarına gelir.

İslâm’ın şer’i ve hususi manası da şöyledir :

“Hz. Muhammed (s.a.s.) in tebliğ eylediği ahkâm demektir.

İslâm, insanı dünya ve âhirette, Allah’ın nimetlerine ulaştıran, felaha ve selâmete çıkaran yol demektir.

Bu yol, Kur’ân’m ilk sûresi olan Fâtiha’da veciz bir suret­le, diğer bir çok âyette ve Peygamberin sünnetinde uzun uzadıya anlatılmıştır’ (4)

Bu noktada Fatiha Sûresinin 5-7. âyetlerinin meâllerini ver­mekle yetinelim ;

“(Allahım!) Ancak sana kulluk eder ve senden yardım dile­riz. Bizi doğru yola, nimete erdirdiğin kimselerin, gazaba uğrama­yanların, sapmayanların yoluna eriştir”

“İslâm dininin başlıca altı esası vardır :

İtikat esasları şunlardır:

1.

Allah’a iman,

2.

Meleklere iman,

3.

İlâhî Kitaplara iman,

4.

Peygamberlere iman,

5.

Ahirete iman,

6,

Kadere ve kazaya İman.

Bunlar, İslâm dininin dayandığı ana esaslardır.

İslâmın itikat esasları da hayat ile ilgilidir. Toplum barışı bu yollardan geçer. Bunun içindir ki bu esaslara şeksiz ve tereddütsüz inanmış olan bir müzmin, hak ve hakikat sevgisini her şeyin üstün­de tutar ve yalnız hakka tapar ve bunları taassuptan, taraftarlık­tan uzak olarak yapar. Çünkü onun iman ettiği Allah Tealâ, Hak Tealâdır ; inandığı din, sade Hak din değil, Hak dini ve Hak’kın dinîdir. Bunun iğindir ki, İslâm’da Hak sevgisi, bütün hislere ha­kim bir fazilet olmak üzere istenir İslâm dîninin Hak sevgisi esa­sından doğan bir takım İçtimaî neticeler vardır ki, onlardan biri daima Hak’kın yükselmesine, her yerde ve her zaman Onun hakim olmasına çalışmaktır. İnsanlar arasında birlik, beraberlik ve kar­deşlik ruhunun yerleşmesi ve dolayısıyla toplumda barışçı bir ha­vanın oluşması da bu esâstan doğan neticelerdendir. Allah’ın birli­ğine imandan doğan birlik bağlan ve barış yollan her türlü birlik­ten daha kuvvetli ve her türlü barıştan daha istikrarlı olur.

İslâm dininin amel ve ahlâka ait oba iki esası da gamlardır :

1. Allah ile barış içinde olmak.

2. Allah’ın kullan ile barış içinde olmak.

Allah ile barış içinde olmak demek, her hayır ve faziletin kay­nağının yalnız Allah olduğuna inanmak ve Allah’ın iradesine teslim olmak, emirlerine itaat etmek demektir, Bunların başlıcası ibadet­tir. Allah ve Hak sevgisinin kaynağı olan namaz, bu ibadetlerin başında gelir. Allah’ın bütün emirlerine itaat, oruç, zekât ve hac da bu ibadetlerdendir. Bunlar, Müslümanlığın, ameli ve fiili binasını teşkil eder.

Allah’ın kullan İle yani toplumla barış içinde olmak demek, onlarla Allah’ın emrettiği dirlik ve düzenlik içinde yaşamak, en geniş manasıyla insanlara iyilik yapmak, herkesin hayır ve saadetini istemek ve buna çalışmak demektir. Bu da şüphe yok ki hak ve hayır severliğin içtimai neticelerindendir.” (5)

Kişinin kendi kendisiyle barış hâlinde olması da ruh sağlığı­nın temelidir. Unutmamak lazımdır ki Allah’a dan ibadet vazife­siyle insanların iyiliğine çalışmak birbirine sımsıkı bağlıdır.

Bunun İçindir ki Kur’ân’a göre hakiki müslüman hem Allah île ,hem de insanlarla Dinin öngördüğü bir: banş içinde yaşayan kim­se demektir.

Müslümanlık nazarında her İnsan, Allah’ın kuludur ve hepsi ay­nı fıtri ve tabii haklara maliktir.

İslâm, sınıf farklarım ortadan kaldırmış ve bu farklara daya­nan bütün gurur ve kibirleri kırmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’in Bakara sûresinin 213., Yunus sûresinin 19. âyetlerinde insanların tek üm­met olduklarından bahsedilmektedir.

B — İNSAN DİNE MUHTAÇTIR :

“Dinin fert ve sosyal hayat üzerindeki tesiri niçin bu kadar kuvvetlidir? Çünkü din, insan ruhunun en karanlık noktalarına gi­rerek, bir hayat anlayışı, hayat neşesi ve mukavemet gücü verir. Böylece sosyal kurumlan meydana getiren birimleri kaynaştırır- Ta­rihe ve günümüze baktığımız zaman, her toplumda yerinde bir muhabbet görürüz. Tarihte bütün sosyal hayat bu merkez etrafında top­lanmıştır. insan manen ve ruhen tatmin olabilmesi iğin İlahi bir varlığa dayanmak ihtiyacını tarihin her döneminde hissetmiştir. Ak­lı ve kafası tabiatla ve tabiat hadiseleriyle bir ölçüde tatmin olsa bile, ruhu bunların gerisindeki hakiki sebep ile irtibat kurmadan edemez. Çeşitli hadiseler karşısında bunalan, ümitsizliğe kapılan ve zaman zaman ölçüsünü ve dengesini kaybeden insan, ruhuna bir destek, bir sığınak, bir teselli kaynağı arar. Bu yüzden dine muh­taçtır.” (6)

‘’İslâm dini üniversal bir din olmak itibariyle insanlar arasında ırk, renk, soy ve sosyal sınıf farkları gözetmez. Allah’ın nazarında en kıymetli insan, Allah’a kulluk vazifeleri İtibariyle en yakın olan­dır. Bütün insanlara hitabeden bir dinin başka türlü tavır takın­ması zaten düşünülemezdi. Fakat insanların gerek fert, gerek kavim olarak Allah nazarında eşitliği, onlar arasında farkların bulunma­dığı veya bu farkların tanınmadığı manâsına gelmiyor Kur’ân-ı Kerîm’de insanların "Birbirlerini tanımaları için şubeler ve kabile­ler halinde yaratıldıkları bildiriliyor. Bu bizim anladığımız kada­rıyla “kültürlerin farklılığı ve çokluğu demektir ki medeniyetin ge­lişmesi, hatta bizzat insan soyunun gelişmesi bakımından son derece önemli bir vâki anın ifadesidir. Ancak İslâmiyet insanların fa­lan veya filan soya mensup olmakla diğerlerine üstünlük iddiasını yasaklamaktadır. Bu açıdan İslâm dininde “kavmiyetçilik” yok­tur.”(7)

"Din, dağınıklığa, düzensizliğe, çaresizliğe, acze, ümitsizliğe karşıdır. Dinin orijinalliği yanında, sosyalliğini, işte bu yöndeki tahlilde aramalıdır. Sosyal kuşatıcılığı yanında, ferdi psikolojideki kuşatıcılığı aynı derecede önemlidir. Gelecek ümidi dinden gelir. Coşkunluk duygularının, sürüsünün kaynağı dindir. Feragat, fedakârlık, sabır, çalışma, mücadele etmek dinden kuvvet alır- Hayatın güçlüklerini teamülle karşılamak ve yenmek için, dindar, kendinden daha fazla kuvvet hisseder. Bu sırf ferdi psikolojiye olay olarak alınmaz. Sosyal yönü galip ola« bu ¡olay olmasaydı, ne savaş yapılabilirdi, ne adalet organizasyonları kuvvet bulabilirdi. Korkuyu, sancı, ümitsizliği kaldırmasıyla, ferdi menfaatleri düzene sokmasıyla, pratik fonksiyonunu icra edan dia, birlik şuurunu do­ğurarak bütüne bağlılık hissini kuvvetlendirir. ‘‘Sosyal bütünleşme, bir sosyal sistemin unsurları ye ya bir milletin mensupları arasında mevcut olup, birlik ve bütünlüğü temin eden, ortak meseleler karşısında ortak tavır ye davranışlar ortaya koymayı sağlayan karşı­lıklı bağlılıktır. Organlaşmış bir topluluk teşkil etmek üzere zümre­lerin kaynaşmasıdır. Bu sosyal bütünleşmede din ve ona dayalı ah­lâk, en önemli yeri işgal eder.”(8)

‘İslam dini, insanlar arasında -Allah sevgisine dayanan bir kar­deşlik ve buna göre bir yardımlaşma esası kurmuş ve böylece top­lumda şefkat ve sevgiyi tahkim etmiştir. Bu esaslar üzerinde yürüyenleri müslüman, başka insanları insan oldukları için, onlara bütün kalbi ile şefkat göstermeyi ve yardım etmeyi dini bir vazife bilir”(9)

6 — TOPLUM BARIŞI VE HİCRET

Bu genel ifadelerden sonra İslâm’ın toplum barışı hakkındaki umumi fikirlerini nasıl tahakkuk ettirmek istediğini şöyle açıklayabiliriz:

1- İbadet ve itaat yoluyla,

3. İlim ve hikmetle,

3. Kardeşlikle,

4. Yardımlaşma ve dayanışma şuuru ile,

Ana başlıkları böyle sıraladıktan sonra İslâm tarihinki iki önemli olayı konumla yakın İlgisi olduğu için yukardaki maddeleri de dikkate alarak tahlil etmek istiyorum. Bu iki önemli olaydan birisi Peygamber Efendimizin Hicreti, diğeri de Peygamber Efendimi­zin Veda Hutbesidir.

Bilindiği gibi Sevgili Peygamberimiz Hz.Muhammed. Miladi 622 yılında Mekkeden Medine’ye hicret buyurdu Hicreti gerektiren İlâhi hikmetler ve dînî sebepler konumuzun dışında kaldığı İşin üzerinde durmayacağıım, Allah’ın Rasulü önemli gelişmelere se­bep olacak bu yolculuktan 10 yıl sonra yani Miladî 632 yılında Mek­ke’de 100 bini aşkın Müslümana Veda Hutbesini irad etti.

Hz, peygamber’de, gayr-ı müslimlerle olan münasebetlerinde, daima, öncelikle barış istikametinde hareket etmiş, harplerin baş­latıcısı ve ilk sebebi olmamıştır. Başkalarının sebep olduğu harple­rin başlatıcısı, daima barış teklifinde bulunmuştur.” (10)

“Hz. Peygamber; ben rahmet peygamberiyim, ben savaş Pey­gamberiyim buyurmuşken de, rahmeti ön plânda zikretmiş, savaşı rahmetin gereği olarak sırf hakkı ve haklıları korumak, zalim­lere karşı mazlumları savunmak gayesine baş vurmuştur. Yönetmiş olduğu harplerde da asla kan akıtmamaya azami gayret sarf etmiştir.(11)

İslam tarihinin bu iki önemli olayında toplum barışının sağ­lanmasına yönelik önemli ikazlar, tembihler, işaretler ve prensipler vardır. Aynı zamanda Hicretten sonra Medine’de, Peygamber Efen­dimizin mübarek uygulamalarında konumu» ışık tutacak, dünya­ya barış yılları gösterecek önemli işaretler vardır.

1, İbadet ve İtaat Yoluyla :

Her f^yden&ıee mukaddes kitabımı« Kur’ân-ı Kerim’in barış çağrılarına kulak vermemişi ve meseleyi Kur’ân-ı Kerîm’in belirle­diği esaslar çerçevesinde iyi anlamamış gerekir. Allah-ü Tealâ şöy­le buyuruyor:

“Ey insanlar! Hep birden barışa girin, şeytana ayak uydurmayın ,O sizin düşmanınızdır”(12)

Diğer bir ayet i kerime de yine barıştan bahsediliyor:

Ancak, sizinle kendileri arasında anlaşma olan bir millete sığınanlar; yahut sizinle savaştan veya kendi milletleriyle savaşmaktan bıkarak size başvuranlar müstesnadır. Allah dileseydi onları üzerinize çullandırdı da sizinle savaşdırdı. Eğer sizden uzak du­rur, sizinle savaşmaz, size barış teklif ederlerse Allah onlara do­kunmanıza izin vermez/’(13)

Toplum barışının sağlanmasında ibadet ve itaatin önemini Ni­sa Suresinin 36. ayeti veciz bir ifade ile dile getiriyor :

“Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi şerik koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşulara, uzak komşulara, yolcuya ve kölelerinize İyilik ediniz. Allah kendini be­ğenen ve daima böbürlenen kimseleri sevmez. buyruluyor.

Bu ayeti kerimede iyilik yapılması emredilen gruplar, bir top­lumda barışın ve kardeşliğin sağlanmasında önemli rol oynayacak sosyal unsurlardır. Bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in pek çok yerinde ibadet ve itaatin lüzumundan bahsedilmektedir. “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuran Peygamberimiz de toplu­mun temelini oluşturan bu grupların önemine dikkatimizi çekmek­tedir, Şu hadisi şerif bu gerçeği ne güzel dile getiriyor. “Ebu Hür ey- re (r.a.) den rivayet olunduğuna göre, peygamberimiz .s.a.s.) üç defa :

— Vallahi mümin olmaz! diye tekrarladığım işittim.

— Ya Rasulallah! kim mü’min olmaz? diye sordular.

— Şerrinden komşusu emin olmayan kimsedir.” (14) buyurdu­lar.

Takdir edersiniz ki bir toplumun banş içinde yaşayabilmesi için ayeti kerimede yer alan önemli görevlerin ifası, Allah’a iba­det ve itaat etmeye bağlıdır. Kulluk görevlerini eksiksiz yerine ge­tirmeyen kimselerin topluma karşı yükümlü olduktan görevleri ye­rine getirmeleri düşünülemez. Bu noktayı çok iyi tespit eden Pey­gamberimiz (s.a.s.) in Medine’deki ilk işi bir mescit inşa ettirmek olmuştur. Bugün her yıl milyonlarca mü’min tarafından ziyaret edilen Mescit-i Nebevinin temeli ta o zaman atılmıştır. Peygambe­rimiz (s.a.s.) zengin Medine dönemi programının ve tebliğ projesi­nin gerçekleşmesinin gönülleri ibadetle yıkanmış, zihinleri zikirle parlamış ve düşünceleri ilimle gelişmiş Müslümanlarla mümkün olabileceğini çok iyi biliyordu.

Toplum barışına giden yol ibadetten geçer. Namaz, oruç, hac ve zekât gibi ibadetlerin toplum barışının sağlanmasında çok önem­li müsbet tesirleri ve rehberlikleri vardır/ İşte İslâm dini bu müm­kün olmayanı mümkün kılıyor. Birbirlerinin yüzlerini görmeyen, İsimlerini bilmeyen ve dillerini konuşmayan İnsanlar namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerle sanki gök kubbenin altında bir arada yaşı­yormuş gibi karakter, niyet ve hissiyat benzerliğine sahip kılına­cak kesinlikte eğitime tabi oluyorlar. Böylece müslüman toplumlarla düşünce, ideal, niyet, his, heyecan ve zevk birliği tahakkuk ediyor, dolayısıyla toplum barışı gerçekleşmiş oluyor.

2. İlim ve Hikmette :

Mukaddes Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm söze; “OKU" emri ile baş­lamaktadır. Ayrıca; “De ki; hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”(15) buyurulmaktadır.

Kur’ân-ı Kerîm’in bu önemli tesbitini dikkate alan Peygam­berimiz (s.a.s.) in Medine’deki ikinci işi; Mescid’in yanına hemen bir de mektep inşa ettirmek olmuştur. Bu günkü üniversitenin ve İlmî zihniyetin temeli sayılabilecek bu teşebbüs, müslümanlann ilim yolunda yetişmelerinde önemli fonksiyon ifa etmiştir. İslâmın ta­nıtılması, barış ruhunun Arabistan topraklan dışına taşınması iba­det ve ilim işbirliği sayesinde mümkün olmuştur. Bunun örnekleri­ni çoğaltmak mümkündür. îslâm ilerledikçe, Medine’de başlatılan İlmî ve İnsanî düşünce de ilerlemiştir. Peygamber Efendimizin Be- dir’de esir alınan müşriklerin en az 10 müslümana okuyup yazma öğretilmesi şartıyla serbest bırakılacaktan formülünü getirmesi çok hikmetli bir iş ve çok medeni bir davranıştır. Hem ilme ve hem barışa verilen önem yönünden.

Peygamber Efendimiz, camide ibadet eden, suffada ilim öğre­nen ruhen, zihnen ve bedenen yetişmiş ashabını toplum barışının sağlanmasında görevlendirdi ve kısa zamanda çok iyi neticeler alındı.

3. Kardeşlikle:

Sevgili Peygamberimizin Medine’deki üçüncü işi kardeşlik ilâ­nı oldu. Rasulullah Hicreti müteakip Mekke’li müslümanlarla, Medine’li müslümanlan bir araya getirerek Kur’ân-ı Kerîm’in göster­diği istikamette onları kardeş ilân etti. Kur’ân-ı Kerim’de de "Şüp­hesiz müminler birbirleri ile kardeştirler, Öyle İse dargın olan kar­deşlerimizin arasını düzeltin* Allah’tan sakının ki size acısın/’ (16) buyurulmuyor muydu? Böylece Allah’ın Resulü toplum barışım sağlama ve dünyaya örnek bir millet oluşturma konusunda önemli bir adım daha atmış oldu.

Muhacirin İle Ensar’ın kardeş ilan edilmeleri kısa zamanda müsbet meyveler verdi. Bu İçten kucaklaşma; ibadet, aile ve İş hayatına, ilmî çalışmalara, cihat ruhuna ve toplum barışını boz­mak isteyenlere daha güçlü karşı durana hususunda müsbet tesir­ler icra etti.

Aşağıdaki hadis-i şerifler kardeşlik ruhunun ve barış düşün ceslnin nelerden kaynaklandığım çok güzel ortaya koyuyor. Pey­gamberimiz buyuruyor!

“Nefsin yedi kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz iman etmedikle Cennet’e giremezsiniz ve birbirinizi sevmedikçe olgun mü ’min olamazsınız. Size bir şeyi söyleyeyim, onu yaptınız zaman se­vişirsiniz. Aranızda selâmı yayınız/’(17)

Yine Resulullah buyuruyor :

"Müminler, birbirini sevmekte, birbirine acımakta ve yekdiğe­rini korumakta, bir vücut gibidir. Vücudun herhangi bir uzvu rahatsız olursa, diğer azalan da bu yüzden humma ve uykusuzluğa tutulurlar”(18)

4* Yardımlaşma ve Dayanışma Şuuru İle:

İslâm, cemiyeti teşkil eden fertleri, dünyevî ve uhrevî müş­terek kazanç bağlarıyla birbirlerine bağlar. Onların kalplerine, ila­hi buyruklarla, yardımlaşma ve dayanışma ruhunu yerleştirir.

Bir toplumu barışa kavuşturacak yardımlaşma ve dayanışma­nın en gülsel örneklerini yine Hicretten sonra birbirlerini sevgi ile kucaklayan Mekke’li ve Medlne’li Müslümanların bir, araya gelişle­rinde görüyoruz. Medineli müslüman kardeşine gönlünü açmakla kalmıyor, aynı cömertlikle kesesini de ağıyor. Elinde mal olarak ne varsa İkiye bölüyor, yarısını kardeşine veriyor.

Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyruluyor :

“Daha Önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine hicret edip gelenleri severler. Onlara verilenler karşısında içlerinde tir çekememezlik hissetmez­ler, kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerinden önce tutarlar. Nefsinin tamahkârlığından korunabilmiş kimseler, İşte om­lar saadete erenlerdir.(19)

Kur’ân-ı Kerîm yardımlaşma konusunda bir başka noktaya da dikkatimizi çekiyor ve şöyle buyuruyor:

“İyilikte ve fenalıktan sakınmakta yardımlaşın, günah işlemek ve aşın gitmekte yardımlaşmayın. Allah tan sakının. Allah’ın ce­zası şiddetlidir.” (20)

“Barışın tatbiki Kur’an’ın Özüyle mutabakat halindedir. Zira muallimin talimi iki özlü tabirde ifade edilmiştir : İMAN ve İSLÂM. Birisi barışın, diğeri de itaatin hükümran oluşunu ifade eder. Bu da hükümranlığın modem anlayışına uygundur. Zira merkezî bir otoriteye itaati olmadan, bu isme layık bir devlet olamaz.” (21)

Ayrıca zekât ve fitre gibi mal! ibadetler de müslümanlan fe­dakârlığa, mâlî cihâda yardımlaşmaya alıştırmak için emrolunmuş- tur. Bunlar da sosyal barışı temin eden en önemli unsurlardır.

D - TOPLUM BARIŞI VE VEDA HUTBESİ:

Bilindiği gibi veda hutbesi bizim kontunuz açısından da önemli bir kaynaktır. Peygamberimizin M. 632 yılında Mekke’de 100 binin üzerinde müslümana irat buyurduğu bu hutbe defalarca okunmaya değer. Barış, barış deyip duruyoruz. Toplum barışından, dünya ba­rışından bahsediyoruz. Bunları gerçekleştirmek için de büyük bü­yük teşkilâtlar kuruluyor... Neticede hiçbir şeyin değişmediğini de görüyoruz.

Toplum barışını değil, dünya barışım bile sağlamaya yetecek olan bu mesajın bazı noktalan üzerinde kısaca duracağım:

Veda hutbesi, tekrar ifade edeyim ki, toplum barışının sağlan­masında fikir ve siyaset dünyamıza ışık tutacak önemli bir belge­dir.

Veda hutbesi, Peygamber Efendimizin mübarek hayatının, muh­teşem sisteminin, nurlu yolunun ve yüce dâvasının âdeta bir çekir­deği gibidir. Allah’ın. Resulünün, ashabına ve dünyaya son nasiha­tidir. Önemine ve lüzumuna binaen toplum barışını sağlayacak ba­zı emir ve yasakların yüzbinler huzurunda tekrar hatırlatılmasıdır.

Veda hutbesinde şu konuların büyük bir’ coşku ile tekrar ifade edildiğini görüyoruz :

  1. “İnsanlar, bugünleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu ayılarınız nasıl mübarek bir ay ise, bu şehriniz Mekke nasıl mübarek bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınız da öyle değerlidir; her türlü tecavüzden korunmuştur.”

(Toplum barışını bu derece sağlam temellere oturtan bilmiyo­rum başka bir yazılı belge var mı?)

  1. “Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp te birbirinizin boynunu vurmayınız.”

Sevgili Peygamberimiz, İslâm toplununum barışını tehlikeye so­kacak olan cahiliye adetlerine dönülmesini de kesinlikle istemiyor.

  1. “Faizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. lâkin borcunuzun aslını vermeniz gerekir. Ne zulmediniz ne de zulme uğrayınız. Allah’ın emriyle faizcilik artık yasaktır.’’

İktisadi ve ticari hayatı disipline etmeden, temelinde alın teri bulunan emek mahsulü helâl kazanca kavuşmadan toplumu barış İçinde yaşatmak mümkün değildir.

  1. “Cahiliyyet devrinde görülen han davaları da tamamen kal­dırılmıştır/’

Toplum barı§ım tehlikeye sokacak âileler arası, kabileler arası, aşiretler arası anlaşmazlıkların ortaya çıkmasında kan dava­larının önemli bir kaynak teşkil ettiğini unutmamak gerekir.

  1. “Müslüman müslümanın kardeşidir, böylece bütün müslü- manlar kardeştir. Din kardeşinize ait olan bir halika tecavüz et­mek helâl değildir/’

Veda hutbesinde yer alan esasların bir. bölümünü toplum ba­rışını sağlayıcı nitelikte gördüğümüz için fazla detaylara girmeden burada incelemiş olduk. Asırlar Önce dünyaya duyurulan bu görüş­lere kulak verilirse dünyada sulh ve sükun temin edilir, Hergün biraz daha huzursuzluğun karanlığına ve kavganın tehdidine sürük­lenen insanlık, bu esasları benimserse korku ve dehşetten, haksız­lık ve zulümden uzak yaşar.

“Örnek İslâm Anayasasının ONBÎRÎNC1 BAB başlığı altında yer alan 73. madde şöyle der:

’‘Dış politika ve devletler arası münasebetler, hürriyet, adalet ve emniyet esasları üzerinde ve sadece hayır gayesi ile beraber bü­tün insanlığın refahına çalışmaya yönelik olmalıdır." (22)

Örnek İslâm Anayasasının 75, maddesi de aşağıdaki şekildedir. Konumuza ışık tutar düşüncesiyle aynen alıyorum,

“Yukarıda zikredilenlere ilâveten devletin İslâm’ın teşkil ettiği esaslar çerçevesinde başka görevleri de vardır. Bunların bazıları şunlardır.:

a —- Dünyadaki bütün insanların insanlık hürriyetini muhafa­za eylemek.

b — Ezilenlere yardım eli uzatmak ve darda kalanların imda­dına yetişmek.

c — Allah’a ibadet edilen yerler demek olan kilise, havra ve mescit gibi bütün ibadet yerlerini himaye etmek." (23)

SONUÇ:

Toplum banşııun sarsılmaz ve değişmez kaynağını teşkil eden Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur :

’‘inananlar Allah yolunda savaşırlar, inkâr edenler İse şeytan yolunda harbederier. Şeytanın dostlarıyla savaşın, esasen şeytanın bitesi zayıftır.’(24)

Kur’ân-ı Kerim Allah yolunda savaşa İşaret etmek suretiyle mületler arası ahengi hedef tutmuştur.

“Milletler arasında ahenk vücuda getirmeyi hedef tutmayan devletler hukuku neye yarar?” (25)

“Diplomasinin hedefi beynelmilel meseleleri barış yoluyla hal­li ve muhtelif devletler arasında ahenk tesisidir. Devletler arasın­daki anlaşmazlıkların hukukî, siyasî veya başka türlü olmasının ehemmiyeti yoktur. Biz burada yalnız türlü nevileri olan hal şe­killeriyle ilgileneceğiz,

a — Birincisi ve en basit şekliyle karşılıklı müzâkeredir

b — Uzlaştırma, tavassut ve arabulma.

c — üçüncüsü ve en mühimi hakem usulüdür.

Bunun manası, iki devlet arasındaki anlaşmazlığın bir veyahut ta tek adette seçilmiş hakemlerin kararına göre halledilmesidir,” (26)

İslam’da sulh temin etmek için silah en son başvurulacak ça­redir. Ne yazık ki bugünün medeniyeti silahlara sonsuz bir Öldür­me kabiliyeti ve insanlara aynı ölçüde bir Öldürme kayıtsızlığı ver­miştir. Bütün vatanlar savaş meydanı olmuş, insanlar âdeta millet öldürülmüştür. Bu nasıl bir insanlık anlayışı, ne çeşit bir me­deniyettir? Bütün bunları medeniyetin hangi (tek dişi kalmış cana­var) tarafı yapıyor. İnsanlığı bu korkunç dalâlete düşüren sebep nedir? Bize kalırsa bu sebeplerin en başında, coğrafî sebepler, İk­tisadî sebepler kadar vicdan duygularının yıkılışı da vardır." (27)

Toplum barışının en sağlam garantisi olduğu anlaşılan islâmın ruhunu şu iki esasta toplamak mümkündür :

1. Allah’ın birliğine ve sıfatlarına İman (Tevhit),

2, istikamet (Her yönden ve her bakımdan doğruluk),

İşte İslamın bütün talimlerinin özü budur. Tevhid, ilmin hüla­sası, istikamet te amelin müntehasıdır. Bu ikisinin de tabiî neti­cesi İslâm’ın öngördüğü barıştır.

1934 yılında Konya Çumra İlçesi Alibeyhüyüğü Kasabasında doğdu. İlk ve orta tahsilini Konya’da bitirdi. Köyün imamı olan babasından Kur’an-ı Kerim öğrendi., Konya İmam-Hatip Lisesi’nin ilk mezunları arasında yer aldı. Konya’da İmam-Hatiplik görevine tayin oldu. Bu arada Konya Yüksek İslâm Enstitüsü’nü bitirdi ve Beyoğlu Merkez Vaizliğine atandı. Daha sonra da Kadıköy ve Fatih İlçesi Müftülük görevlerinde bulundu.

Fatih Müftüsü iken Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi „ Başkanlığına atandı. Bu görevde iken Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığına getirtilen Halit GÜLER, kısa bir müddet Diyanet İşleri Başkanlığı’na da vekalet etti.

Çeşitli gazete ve dergilerde yazılan yayımlanan Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Halit GÜLER’in basılmış bazı eserleri vardır.

Evli ve iki çocuk babası olan Halit GÜLER halen Başkan Yardımcılığı görevine devam etmektedir.

(1) Roger Garaudy, İslâm ve İnsanlığın Geleceği Çev. Cemal AYDIK, Pınar Yayınlan, İstanbul, 1990, S. 151.

(2) A. Hamdi Akseki, İslâm, İrfan Yayınevi 1966 İstanbul S. XI.

(3) Kur’ân-ı Kerim- Süre 3/19.

(4) A. Hamdi Akseki, İslâm, İrfan Yayınevi, 1966 İstanbul S. XII.

(5) Aynı eser. S. XVI.

(6) Dr. Yumni Sezen. Sosyoloji Açımdan Din. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, 1988. S. 36.

(7) Prof. Dr. Erol Güngör. İslâm’ın Bugünkü Meseleleri, ötüken Yayınevi, İs­tanbul. 1981, S. 171.

(8)Dr. Yümni Sezen, Sosyoloji Açısından Din. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul 1980 S. 37.

(9) A. Hamdi Ayseki İslam İrfan Yayınevi 2. Baskı İstanbul 1960 S.25

(10)Afi Rıza Temel, Harp mi Sulh mü, Seha Neşriyat 1988, S.16-17

(11)Aynı eser S. 21

(12)Kura an ı Kerim Sure 2/208.

(13) Kur’ân-ı Kerim. Sûre 4/90.

(14) Riyaz’us-salihİn, Diyanet İğleri Başkanlığı yayınları, Cilt 1., S- 341, Hadis ’ No: 303.

(15) Kur’ân-ı Kertm. Zümer Sûresi, Âyet: 9. .

(16) Kuran-ı Kerîm, Hucurat Suresi, Ayet: 10,

(17) Riyaz üs-salihin, Diyanet İşleri Başkanlığı, Cilt l, S. 410. Hadis No; 379.

(18) Riyaz üs-salihin, Diyanet İşleri Başkanlık Cilt 1. S. 271, Hadis No: 222.

(19) Kur’an-ı Kerim, Hucurat Sûresi, Ayet: 9.

(20) Kur’ân-ı Kerim, Maide Sûresi, Ayet: 2-

(21) Prof. Dr. Harun Han Şirvani, İslam’da Siyasi Düşünce ve İdare. Çev: Ke­mal Kusçu, İrfan Yayınevi. İstanbul 1966, S. 40

(22) Doç. Dr. Ahmet Akgündüz, Eski Anayasa Hukukumuz ve islam Anayasası, Timaş Yayınları, İstanbul 1989, 2. Baskı, S, 152.

(23) Aynı eser, s. 152-153,

(24) Bakara Sûresi, Âyet: 193.

(25) Prof. Dr. Muhammed Hamdullah, İslam’da Devlet İdaresi. çev: Kemal Kuşçu, Ankara 1979, S. 84,

(26) Aynı eser, S. 295,

(27) Nihat Sami Banarlı, Devlet ve Devlet Terbiyesi. Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1985, S, İĞ,