Makale

HADİSLER AÇISINDAN ÇEVRE İSRAFI

HADİSLER AÇISINDAN ÇEVRE İSRAFI

Doç. Dr. Talat Sakallı
E. Ü. İlahiyat Fak. öğ. Üyesi

Kur’an ve hadislerdeki İslâ­mî öğretide emirleri inceleyen İslâm bilginleri, İslâm’ın hedef edindiği âhiret yurdunun saadetinin yanı sıra, dünyevî ha­yattaki sosyal faydaların üç başlık veya merhalede ele alı­nabileceği sonucuna carmışlar dır. Bunlar “zarûriyyât, hâciyât ve tahsiniyâttır”

Zarûriyyât, din ve dünya menfeatlerini ikâme konusunda gerekli olan şeylere denir ki, bunlar bulunmazsa, dünya mas­lahatları istikametinde cereyan

edemez; aksine bozukluk, karı­şıklık ve helâk cihetinde ilerler. Âhirette ise, kurtuluş ve cen­netten uzaklaştırır, apaçık bir hüsrana sebep olur.

Hâciyât ise, topluca mükel­lefler üzerinden zorluğu, güçlü­ğü ve meşakkati kaldırmaları ve genişlik veya rahatlığı, ko­laylığı sağlamaları sebebiyle, kendilerine ihtiyaç duyulan şey­ler demektir. Bu konuda şu şart vardır : Söz konusu olan şey­ler alelade muhtemel fesad de­recesine ulaşmamalıdır.

Tahsiniyât’a gelince, bunun manası da, “güzel âdetlere” uygun (olan şeylere sarılmak) ve tercih kabiliyetine sahib akıl­ların (akl-ı selim’in) kabul et­mediği pis veya kötü hallerden koruyucu şeyler demektir. Bü­tün güzel ahlâk (mekârim-i ah­lak) tahsiniyat içinde mütelaa edilir.

Sözü edilen her üç konu; ibadetlerde, âdetlerde, muame­latta ve cinayetlerde geçerlidir. Meselâ, bedeni ve aklı korumak için mutlak olarak yemek, za­rureti; temiz ve helâl olan şey­leri yemek hâciyatı; yeme ve içmede israftan kaçınarak, ik­tisatlı davranma ise tahsiniyyâtı ifade eder(1).

İşte bunlardan zaruretler, İs­lâm’a göre iyi, aynı zamanda ferdî ve sosyal hayatın beş te­melinin korunmasına esas o­lan bütün faaliyetleri ve diğer tâli unsurları ihtiva eder. Sö­zü edilen beş temel ise şunlar­dır : Din, hayat, akıl, nesil ve mal. Bu beş esası korumak ve sürekliliğini sağlamak, İslâm’ın “tevhîd akidesinden” sonra ge­len ilk hedefleri arasında yer alır. Bu kategorideki misaller beş temeli korumayı hedef alan amelleri ve bu amellerle il­gili emirleri ihtiva eder. Mese­la, 1-İslâm ‘ın beş şartı ve Allah yoluna davet, 2 - İnsan hayatının dokunulmazlığı ve il­gili müeyyideleri; hayatı koru­mayı, yemeyi-içmeyi, giyecek ve barınak edinmeyi, alım satım gibi ilgili dünyevî fonksi­yonları emretmeyi, 3-Alkol­lü içkilerin ve aklı gideren di­ğer uyuşturucuları yasaklama­sı, 4- Geniş manasıyla malın korunması ve insanın kendi ma­lını bile tahrip edememesi, baş­kalarının mülkiyetine saldırıla­rın yasaklanması ve 5 - Bu hedefleri müdafaa etmek için mücadele ve temel bilgi ve eğitimin elde edilmesi; söz ko­nusu beş esası korumak amacıyla yeterli iktisadî faaliyet­lerin (mesela gıda üretiminin) kurumlaştırılması gibi...).

Hangi sistem olursa olsun, koyduğu esaslarını korumak için, koruyucu, aym zamanda esaslarına yönelebilecek tehli­keleri bertaraf etmek için, bir takım emirler, ölçüler, hatta zorlayıcı müyyideler de tesbit eder. Aksi takdirde bu prensip­lerin teoriden pratiğe geçmesi idealde kalır. İslâm dini de, ha­kim kılmak istediği esasları de­vam ettirmek ve korumak için verdiğimiz misaller gibi tavsiye ve emirlerinin yansıra, bu ida­me ve korumada hem tefrit, hem de ifrata karşı kalkan o­lan “tasarruf” yani “dengeyi korumak’’ veya yerine göre "tu­tumlu olmak” fikri üzerinde ısrarla durmuştur. Yine aynı gaye ile tasarrufun iki aşın uçlan olan “cimrilik” ve “isra­fı" da yasaklamıştır.

Bir konunun anlaşılabilmesi her şeyden önce bu terimlerin iyi anlaşılabilmesi ile doğru o­rantılıdır. Bunun için biz de araştırmamızın çatısını teşkil fi­den bu üç terimin yerini tesbit ve tarifini yaparak konuya gi­relim,

İsraf ’ın genel tanımı, “infak­ta yani harcama ve tüketimde sınırları (haddi) aşmak” şek­linde yapılmaktadır. Diğer bir ifade ile “kemiyyette aşırı git­mek” diye de tarif edilir(2). Ni­tekim Kur’an-ı Kerim’deki şu âyetler bu manadadır : “Çar­daklı ve çardaksız bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurma ve e­kinleri, zeytinleri ve narları birbirine benzer ve benzemez biçimde yaratan hep O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvasından yiyiniz; hasat gü­nü hakkını (sadakasını) verin; fakat israf etmeyin. Çünkü O israf edenleri sevmez!” (6/En’-âm, 141). “Ve onlar infak et­tikleri zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik; bu infakian (harcamaları) ikisi arasında dengeli olur” (25/Fükân, 67). Burada aynı manayı teyit e­den ‘‘Elini (ellerini) boynuna bağlanmış yapma, tamamen de

açma, sonra kınanır; hasret i­çinde kalırsın” (17/İsra, 29).

Mal açısından israf ise, “bir şeyin gereğinden fazla kulla­nılması (sarf edilmesi) (3) veya “infâkta esas olmakla birlikte, insanın yaptığı her eyleme aşı­rı gitmesi (haddi tecavüz et mesi)” veya Süfyan-ı Sevrî’nin ifadesi ile “Allah’ın razı olma­dığı her hangi bir yolda yapı­lan harcama (sarf) az da olsa israftır” (4). Kur’ân-ı Kerîm’de bu manadaki âyetlerden bazıla­rı da şunlardır : "Ey- Âdem oğullan! Her mescide (girişi­nizde) süslerinizi (güzel elbiselerinizi) üzerinize alınız; yiyi­niz içiniz, fakat israf etmeyi­niz. Çünkü O (Allah) israf e­denleri sevmez” (7/A’râf, 31). “Nikâh çağına vanncaya kadar öksüzleri deneyin, eğer onlarda bir olgunluk (rüşd) görürseniz, hemen mallarını kendilerine ve­rin. Büyüyecekler (da geri ala­caklar) diye o malları israf ile ve tez elden yemeyin...” (4/Nisâ, 6).

Ahlâkçılar israfı, "ne ferdî, ne içtimai hiç bir hayır ve menfaati olmayan şeylerde serve­tin telef edilmesidir diye de tarif eder]er(5). Bu tarifleri ile israfın bir aşırı derecesi Tebzir’i” de aynı mana içine sok­muşlardır. Halbuki “tebzîr" in inanası, “gerekmeyen yerde (veya lüzumsuz yere) her han­gi bir şeyi sarf etmek; israf ise, “bir şeyi gereğinden fazla kul­lanmak” demektir (6). Bu yönü ile aralarında fark vardır. Tebzir’e Türkçemizde “saçıp-savurma” diyoruz. Yüce Allah Kur’-anı Kerim’de böyle bir harca­mayı da yasaklayarak şöyle bu­yurmaktadır : “Bir de akra­baya yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp sa­vurma. Zira böylesine saçıp sa­vuranlar, şeytanların dostları­dırlar. Şeytan ise, Rabbine kar­şı çok nankördür’’ (17/İsrâ, 26- 27).

Kısacası “maddî ve manevî servetini boş yere telef eden sosyal durum ve mevakiî ile bağdaşmayan, gelirini giderini bilmeyen, lüzumsuz masraflara giren her kişiye “müsrif” (7), “harcanması gereken yerde har­camamak “cimrilik” (8), böyle kimselere de “cimri” denir. Her iki durum da İslâm’da olduğu kadar, ma’şerî vicdanlarca da yasaklanır ve hoş görülmez. Bu­na mukabil emredilen ve arzu­lanan “iktisat (tutumlu olma veya tasarruf) ise “her husus­ta itidal üzere bulunmak, lüzu­mundan fazla veya noksan harcamaktan kaçınmaktır” (9) Yukarıda geçen 25/Fürkân, 67. âyet, tasarrufu en güzel şekil­de izah etmektedir, Aynca bu özelliği müminin vasıflarından sayarak, bir müslümanın ta­sarruf konusundaki hareket planını eline vermektedir. Za­ten müslüman Hz. Peygamber’in “İşlerin en hayırlısı dengeli (ortası) olanıdır" (10) hadisinin de teşviki ile her işinde aşırı­lıktan çekinmek zorundadır.

İktisatlı veya tasarruflu ol­mayı tavsiye eden diğer âyet­ler de şöyledir : “Eğer onlar Tevrat’ı, incili ve Rablerinden onlara indirilen (Kur’ân’ı) ge­reğince uygulasalardı, şüphesiz hem üstlerinden, hem de ayak­larının altından yerlerdi (yer altı ve yer üstü kaynaklardan istifade ederek, refah içinde yaşarlardı.) Onlardan aşırılığa kaçmayan (iktisatlı ve mu’tedil) bir zümre vardır; fakat onlardan bir çoğunun yaptıkla­rı ne kötüdür” (5/Maide, 66).

“Sonra kitabi, kullarımız ara­sından seçtiklerimize miras ver­dik. Onlardan kimi kendisine zulmeder, kimi orta (yolda) gider, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda Öne geçendir. İşte büyük fazilet budur” (35/Fâtır, 32). Bu kısa girişten sonra, biz şimdi konumuza gelelim.. Sözü­nü ettiğimiz konulardan “Haya­tı korumanın’’ çevre ile olan il­gisi üzerinde duralım.

İnsan hayatım yakından ilgilendiren önemli bir husus, insanın devamlı iç içe bulundu­ğu “çevresidir”. Bu çevrenin insan psikolojisi ve sıhhati ü­zenindeki etkisinin ne kadar büyük olduğu açıktır. Bunun için çevreyi de en iyi şekilde kullanıp, israf etmemek, bilhas­sa günümüz insanı için gerek­lilikten, zorunluluk derecesine ulaşmıştır. Bu İslâm’ın da bir emridir.

Bu konuda ilk akla gelen te­mizliktir. Bilindiği gibi Hz. Pey­gamber, temizliğin imanın yan­sı olarak nitelemiştir(11). Bun­dan dolayı hem ferdî, hem de sosyal hayatta her türlü pislik ve kirletmeyi israf kabul ede. biliriz. Temizlik konusu başlı başına bir konu olduğu için, bu konuyu bu kadar hatırlatmakla yetiniyoruz.

Buna karşılık, günümüzde fe­laket sınırlarına varan çevre kirliliğini yakından İlgilendi­ren; yeşillik, ağaç dikme ve ziraatla ilgili bir kaç hadisi nak­ledelim. Hz. Peygamber “elinde fidan olduğu halde kıyamet kopsa bile, o fidanı dik”(12) bu­yurmuşlardır. İnsan hayatında o kadar Önemi olan ağacın, ha­va kirliliği açısından da ne ka­dar büyük ihtiyaç olduğu bu gün şüphe götürmez bir gerçek olmuştur. Bu sebeple Hz. Peygamber’in şu hadislerini de zikredelim: “Kim bir sedir ağacını keserse, Allah o kişinin kafasını (kendisini) cehenneme sokar”, “Harem-i şerifin sedir ağacını kesene Allah, cehennem­de bir bina hazırlar” (13). Söz konusu hadislerin Mekke ve Medine’nin ağaçlarına mahsus olduğu söylenmişse de, bazı a­limler bu tehditlerin diğer böl­gelerin ağaçlarını kesenlere de şamil olduğunu belirtmişler­dir (14) ve gereksiz yere yaş a­ğaç kesmenin yasak olduğunu söylemişlerdir. (Burada Fatih Sultan Mehmet’in, ormanların­dan yaş ağaç kesenler hakkın- daki sözlerinin hatırlanacağım umarız).

Bundan başka Hz. Peygam­berin her hangi bir ağaç di­kenin veya bir şeyler ekenin, diktiği ağacından veya ektiği üründen, ister insanlar yesin, ister diğer canlılar yesin, di­ken kişi için mağfiret vesilesi olduğuna dair bir çok hadisi vardır(15). Bu hadislerin tav­siyesi istikametinde hareket eden sahabenin de aynı konuda bir çok menkıbesi vardır (16). Yine Hz. Peygamber, "hurma­nın ve ağacın sahipleri için ol­duğu gibi, ondan sonraki gele­cek nesiller için de bereket ol­duğunu” (17) söyleyerek, topra­ğı “rızkınızı yerin derinliklerin­de arayın” (17) buyurarak üstü ve altı ile değerlendirmemizi emretmektedir.

Şayet bu güzel emir ve tav­siyelere uyulsa idi, bir zamanlar orman yeşili ile coşan şu güzel Anadolu’muz böyle kıraç ve fakir kalır mıydı? Can taşıya her varlığa merhamet edilmesini em- reden Hz. Peygamber’in tavsi­yeleri (19) benimsenseydi, o ka­dar deniz ürünlerimiz kirlilikten heba olur gider miydi? Gün gör­memiş körpecik kuzular, sadece hasis arzular için, karanlık bod­rumlarda gizlice kesilebilir miy­di? İçki sofralarına meze yapı­labilir miydi? Yolda gelip ge­çenlere sıkıntı veren şeyi kaldı­rıp kenara atmayı imanın şube­lerinden sayan Hz. Peygamber’in sesine kulak verilseydi (20) sokak ve çarşılar bu günkü ha­le gelir miydi?

Bugün insanların hasretim çektiği yeşilliği özellikle “ağaç” konusunun ekolojik dengeyi sağlayan en Önemli unsurlar­dan olduğu, artık tartışılmaz bir gerçek olduğu anlaşılmıştır. Ta­bii bu gerçeğin anlaşılmasında geç kalınması, dünyanın tahri­batında onarılması çok güç ya­ralar açmıştır. Çünkü teknolo­jiyi zirveye çıkaran insanlık, çevresini insafsızca israf etmiş; bu arada yeşillik unsuru da bu israftan nasibini almıştır.

Halbuki, yüce dinimiz İslâm, konu ile yakından alakalı olan ziraatı, ağaç dikmeyi ve yeryü­zünün imarını “farz-ı kifaye” kabul etmiştir. Bu türden olan faaliyetleri de ibadetler sınıfına dahil ederek, konunun Önemine binaen kutsallık vasfı kazandır­mıştır.

Nitekim Hanefî imamların­dan büyük müfessir ve fakih imam Cessâs "Ahkâmü’l-Kur’ân” isimli eserinde, “Sizi yerden meydana getiren ve orada sizi imar ile görevlendiren O’dur" (11/Hûd, 61) ayetinin tefsirinde şöyle der : “Yani, Allah Teâlâ ihtiyaç duyduğunuz şeyler­le imar etmeniz için yeryüzünü size musahhar kılmıştır. Dolayısıyla, bu ayette yeryüzünü zira“ at yaparak, ağaç dikerek ve bi­nalar yaparak imar etmenin vacip olduğuna delalet vardır”(21)

Yine bir çok alimler eserlerinin çoğunda ziraatı farz-i kifaye olarak saymışlardır. Din ve dünyanın da ancak bununla ka­im olabileceğine özellikle işaret etmişlerdir. Mesela, hurma üzüm gibi meyvalar yetiştirme­yi ağaçlarını dikmeyi bu tür gö­reve misal olarak vermişlerdir. Buradan hareketle, şunu söyle­yebiliriz : Şayet bu görevi bütün müşlümanlar terk ederlerse hep­si günahkâr olurlar (22).

“Keşfu’z-Zunûn” da da, alim­lerden birinden şu güzel söz nak­ledilmiştir : “Şayet Allah’ın kullan,, Allah rızasının yeryü­zünün ihyasında olduğunu bilse­lerdi yeryüzünde hiç bir harap yer kalmazdı(23).

Halkımız sözünü ettiğimiz farzın, maalesef pek şuurunda değildir. Onun için yukanda kı­saca bahsettiğimiz “temizlik” konusuyla beraber çevreyi imar etmenin ve israf etmemenin de dinimizin en Önemli emirlerinden ve diğer ibadetler gibi Allah’ın emirleri cümlesinden olduğunu, eğitim ve öğretimle halkımıza benimsetmeliyiz.

Haliyle bu faaliyetimiz, sade­ce yeryüzünün yeşilliği ve imanıyla sınırlı kalmamalı; dünya devletleriyle de işbirliği yaparak diğer alanlara yaymalıyız, Me­selâ, insanlık, hatta bütün can­lılar için hayatî önemi olan ha­va kirliliği ve deniz, göl, ırmak kirliliğinde de hassas olmalıyız. Yani teknoloji insanlığın felake­tini hazırlamamalı, bu manada... Gerekli tedbirlerle teknolojiyi insanlığın hizmetine sunmalı­yız. Çevre sağlığını teknolojiye feda edecek olursak, şimdiye kadar yaşadığımız ve ileride ya­şayabileceğimiz felaketlerle tüm insanlığın mahvına sebep olabi­leceğimiz aşikârdır.

İşte bütün hakikatler de gös­termektedir ki, dinimizin israf konusundaki hassasiyeti gerçek, ten çok büyük takdire değerdir. Belki bir zamanlar “nehir kena­rında bile abdest alırken suyu israf etmeme” emri mübalağa kabul edilebilirdi. Ama artık bu gün bu gerçeğin ne kadar haklı olduğu, yaşanarak bilinmekte’ dir. Zira bitmez tükenmez gibi görülen o canım suların, hattâ havanın bile ne hale geldiği göz­ler önündedir.

1959 yılında Isparta’nın Yalvaç kazasında doğ­du. İlk ve orta tahsilini aynı kazada tamamladıktan sonra, Doğanhisar İmam Hatip Lisesinden 1978 yı­lında mezun oldu. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fa­kültesini 1983 yılında bitirdikten sonra, aynı yıl A.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tefsir-Hadis bölümünde doktora çalışmalarına başladı. 1987 yılında doktora çalışmalarını tamamlayarak doktor unvanını aldı. 1984 senesinde Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakül­tesi Tefsir ve Hadis bölümü. Hadis Anabilim dalı araştırma görevliliğine atandı, 1989 yılında doçent oldu. Halen aynı fakültede Hadis öğretim üyesi o­larak çalışmaktadır. Dr. Talat Sakallı evli ve iki çocuk babasıdır.

(1)Şatıbî Ebu İshak, el-Muvafekât fi Usuli’ş-Şerî’a, II. 8-12. ts.

(2)Zerkâ, Dr. Enes, İslâm İktisadı; İnsan Refahına Bîr Yaklaşım, trc. Doç. Dr. Ahmet Tabakoğlu,

(İslâm İktisadı Araştırmaları içinde), s. 31 vd. İst., 1988. Cürcanî Ta’rifât, s. 10; Nevevi Serhu Müslim, XVII. 40; Ayni Umdetü’l-Kâri, X, 57, İst. 1308.

(3) Aynî, X. 218.

(4) Er-Râgıb el-İsfahâni, el-Müfredât, s. 337, İst. 1986.

(5) Akseki, A. Hamdi, Yeni Hutbe­lerim, I, 163.

(6) Ayni, I, 663.

(7) Akseki, Ahmet Hamdi, Islâm Dini, s. 257.

(8) Gazzali, İhyau UIumi’d-Din, Trc. A. Serdaroğlu, III. 574, İst- 1976.

(9) Bilmen, Ö. Nasûhi, Büyük İs­lâm İlmihali, s. 475, İst. ts.

(10) Gazzali III, 133.

(11) Müslim, taharet, 1; Tirmizî, da’vât, 86...

(12) Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, IV. 63-64, Bezzâr’dan naklen Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 106. Ayrı bir hadiste ağaç dikmenin de sadaka olduğu belirtilmekte­dir. (bkz. A.e.s, 190).

(13) A.e., IV. 69. Hadis sahihtir.

(14) A.e.. IV. 69, 1. nolu dip not.

(15) A.e., IV. 67-68.

(16) A,e., IV. 68.

(17) A.y., Hadis zayıftır.

(18) A .e., IV. 63-64.

(19) A .e., IV. 31-32; Bilmen, s. 457.

(20) Müslim, îman, 58; Buhârî, hibe, 35, mezalim, 24, 28...

(21) El-Cessâs, Ahkamü’l-Kur’an, III 165, İst. 1335; el-Kettânî, et- Teratibü’l-İdariyye, II, 32.

(22) Kettânî, II. 45.

(23) A.e., II. 51.