Çevre Problemi Bir Kültür ve Terbiye Problemidir
“Çevrenizi temiz tutunuz” (Tirmizî, K, Edeb)
Çevre koruması, çevre sağlığı, çevre temizliği konulan bütün dünyada gündemde bulunuyor. Temiz hava, temiz su, teiniz çevre, sağlıklı gürültüden uzak bir dünya, insanlığın hızla kaybetmekte olduğu nimetler.
Şehirler büyüdükçe, nüfus arttıkça, insanların belirli bölgelerde çoğalmasından doğan problemler de artmakta; tabiatın dengesi bozulmaktadır.
İnsanoğlu yalnız değil, toplu yaşamak zorunda olduğuna göre, gevre ile ilgili problemler, gün geçtikçe artacaktır.
İNSAN VE ÇEVRE
İnsanın "çevresini istekleri doğrultusunda düzenleyebilen canlı diye de bir tarifi var. Düşünen, konuşan, aklı ile çevresine tertip ve yön veren insanoğlu, tabiatın dengesini niçin bozuyor? Demek ki, problem tabiî ve zarurî ¡bir sonuç değil. Her problemde olduğu gibi çevre problemi de bir akıl tedbir, terbiye meselesi.
Koca İstanbul’u, Ankara’yı, İzmir’i bir düşününüz... İkiyüz-üç- yüz metrekaresine, bir koca köyü içine alabilecek dev apartmanlar kondurulmuş. Bir şehirde biriken nüfus, bazı ülkelerin nüfusunu oluşturan sayıyı çoktan aşmış. Şimdi siz, 3 milyon 5 milyon nüfusu barındıran bu dev apartman, mahalle ve şehirlerin, pislikten nehirler oluşturan kanalizasyonların, dünya güzeli koy ve denizlerimize akıtıldığına inanır mısınız?
İSTANBUL MİSALİ
Birkaç yıl önce, karayolu ile, Batı Trakya (Yunanistan) daki soydaşlarımızı ziyaretten dönüyorduk. Küçük Büyük Çekmecelerden birinden İstanbul’a girerken bir sahilde dinlenmek; kısa bir süre de olsa hasret kaldığımız denizimizin, kıyımızın tertemiz havasını teneffüs etmek istedik. Arabamızdan İnip deniz kıyısına doğru yaklaştıkça, bizi kötü bir kanalizasyon kokusu karşıladı. Orada bulunan ve şaşkınlığımızı anlayan ârif birisi, bize bulunduğumuz sahilin karşı/ kuzey kıyısını gösterdi : “ Şu karşıdaki koca apartmanlar ve onlardan oluşan koca şehir var ya, o şehrin kanalizasyonları bu denize akar!.” dedi. Hayretten donakaldık...
Yurtdışından dönen dağımıza - denizimize - toprağımıza bir değişik bakar. Psikolojisinde, dış dünya ile bizi mukayese arzusu vardır. İyi bir şeyler görüp; “Bak, biz daha iyiyiz!.” demek ister... Bizde de İşte bu duygular vardı. Birbirimizin yüzüne bakmaya bile cesaret edemeden üzüntü ile, kahırla aradan uzaklaştık.
İZMİR MİSALİ
Bir süre önce İzmir’e gitmiştik. Ankara’da yaşayan insanda deniz ve tabiat açlığı vardır. Ankara bozkırından kalkıp, 50 dakika sonra İzmir yeşilliğine konunca, biz de baharın yeşerttiği tabiata, İzmir’in tarih dolu denizine ve koylarına bu duygularla bakıyorduk. Yürüdüğümüz yolun denize paralel en güzel sahilinden geçerken, yine o bed-koku ile karşılaştık. Mihmandarımız İzmir Müftümüzün yüzüne baktık. Suç kendisininmiş gibi sükût etti. Neden sonra ise, kanalizasyonlar” diyebildi. İnanılması güçtü ama işte gerçek bu idi.
EDİRNE MİSALİ
1976 yılı Ramazanında, 90 görevlimizle karayolundan F. Almanya’ya gitmiştik. Giderken Orduyu hümayun’un asırlarca gelip geçtiği yolları, topraklan temaşa ettik. Hem gururlandık, hem üzüldük...
Dönüşte ise vatan hasreti galipti. Otobüste mikrofonu alan herkes, yurtdışında gördüğü temizlik, intizam ve ihtişam ile beraber, hattâ, ondan önce, iklimimizi - dağımızı - denizimizi - güneşimizi anlatıyordu. Kapıkule gümrüğünü geçtikten bir süre sonra Selimiye bir güzel, bir ihtişamlı görünür. Bu yolu yapan mimar öyle bir güzergâh seçmiş ki, Selimiye bütün ihtişamıyla, uzun süre ufkunuzu süsler, işte bu manzara, millî duygularımızı zirve noktaya taşıdı. Bu güzel duygulan, muhteşem Selimiye’yi ziyaret ile taçlandırmak istedik. Yol programımıza Selimiye ziyaretini de ekledik. Heyhat!., şehrin sokakları, Selimiye çevresi Avrupa’da gördüklerimizle mukayese edilemezdi. Edirne, hayalimizde kurup, büyüttüğümüz şehir değildi, O muhteşem Selimiye bakımsız, kırık-dökük, toz- toprak bir bahçenin içerisinde hüzünlü bir görüntü sergiliyordu..
ORMAN VE YEŞİL ALAN PROBLEMİ
Çevre ve çevre koruma meselesinin bir önemli boyutu da orman ve yeşil alan problemidir.
Ankara’dan uçakla İstanbul’a, Samsun’a, İzmir’e, Elazığ, Van ve Diyarbakır’a her gidişimde kurak topraklarımızı, bozkırlarımızı İbret ve dehşetle seyrederim,
Anadolu Sina veya Gobi Çölü değil ki, yeşermek imkânsız veya zor olsun..
1978 yılında yaptığımız Batı Türkistan seyahatimizi hiç unutmam : Bizim kuraldık sebebiyle terk ettiğimiz toprakları bin kilometre uzaktan kanallar açmak suretiyle adetâ yeşil bir cennet haline getirmişler.. Biz ise yeşil bir cennet olarak teslim aldığımız Anadolu’yu- işte bu hale getirmişiz.
Unutmadığım bir ibretli hatıram da Türkiye’den: Ankara’dan karayolu ile Samsun’a ilk gidişimi hatırlıyorum. Başkentten çıktıktan itibaren her taraf kuru, taş -toprak.. Yeşil ve yeşillik yok. Kı- zılırmak boyundan geçtik.. Çoban çocuklar ayaklarım uzatıp ırmakta serinliyorlar; koyun-kuzu başım uzatıp - sulanıyor da, ırmak boyu yine kupkuru.. Bir zamanlar üzüm bağlarıyla meşhur olan Ankara’nın çevresi bu duruma gelmiş...
Hani bir klâsik-ibtidaî dolap kursanız, etrafı yeşertebileceksiniz.. Yapmamışız..
Biz üç yanı denizlerle çevrili; binlerce çayı - deresi, boşu - boşuna denizlere akıp - giden bir ülkeyiz. Çaylar, dereler, ırmak ve nehirler denizlere akar - gider, biz de onlara bakar - durur olmuşuz... Yeşil ve yeşillikten kaçış, sanki geleneğimiz olmuş..
Orta Asya’yı kurutarak Anadolu’ya geldiğimizde, bu topraklar bir yeşil cennet gibiydi. Buraları biraz da onun için sevmiştik. Gel- gör bu Allah vergisi nimeti aziz bilemedik. Ona bir değer olarak bakamadık. Onu “yırtıcı hayvanlar barınıyor” diye yaktık. Tarla açmak için ateşe verdik. Taze-körpe demeden hayvanlara yem yapıp doğradık. Çeşitli ihtiyaçlarımız için akılsızca, ahmakça kıyımlar yaptık.
Haydi yeşilin çıldırdığı Karadeniz kıyıları ile, yeşilin can çekiştiği Akdeniz kıyılarını tenzih edelim ama, ortasından - doğusuna - güneydoğusuna varıncaya kadar yurdumuz kurak, kıraç, kel topraklar haline geldi Bu kuraklık, bu kıraçlık, hu kellik, millet olarak huzur-u İlâhîde yüzümüze bir şamar gibi vurulacaktır diye korkarız.
Peki, bu utanç pazarında bu utançtan kurtulmak için ne yapıyoruz? Ağaç bayramı, Ağaçlandırma haftası, Ormancılık gönü... bunlar güzel.. Çocukluğumuzdan buyana bu memleketin ormancılığında sorumlu en üst, üst, taşra yönetici, ve görevlilerin, bir parlayıp bir sönen çabalarına da el-hak şahidiz. Kıl keçisi üzerine, yangınlar üzerine, kaçakçılık, usulsüz kesim üzerine çok nutuk, nasihat, va’z dinledik. Protokol seviyeli nice toplantılar, kutlamalar, kokteyller, resm-ikabuller gördük. Diyelim ki, konuyu büsbütün unutmamak için bunlar da güzel.. Fakat doğruyu konuşacaksak bunlar lüzumlu, fakat yetersiz tedbirlerdir. Ormanların korunması, Anadolu’ya eski yeşil kisvesinin iadesi, kararlı, iradeli, devamlı programlar ister.
İNANÇ VE GELENEKLERİMİZ AĞACI VE YEŞİLİ KORUMAYI EMREDİYOR
Bizim dinimizde, geleneklerimizde, ağaç dikmeye, orman ve yeşili muhafazaya büyük ehemmiyet verilmiştir. Ağaç, bahçe ve yeşilliklerden, Kur’ân-ı Kerim’de tam 253 (iki yüz elli üç) yerde söz edilmiştir..
Hz. Peygamberin sünnetinde ve çeşitli hadislerinde ağaç dikmenin önemi belirtilmiş; ağaç ve yeşillikleri yok etmek yasaklanmış; Peygamberimiz Efendimizin bizzat katıldıkları ağaçlandırma çalışmaları yapılmış; ağaç ve ormandan faydalanma konusunda resmî prensipler konulmuş; hukukî düzenleme yapılmış; çevre kabilelerle yapılan anlaşmalara, ağaçların yok edilemeyeceğine dair hükümler konulmuş; ağaç ve yeşilliklerin korunması için beyannameler yayınlanmış, savaşa çıkan ordu kumandanlarına, ağaçların kesilip tahrip edilmemesi konusunda talimatlar verilmiştir. (İslâmiyet’in ağaç ve ormana verdiği ehemmiyet konusunda detaylı bilgi, Diyanet işleri Başkanlığı yayınlan arasında çıkan İslâmiyette Ağaca Verilen önem adlı eserde mevcuttur.)
Ağaç, orman, yeşil, inanç ve geleneklerimizde de bir dokunulmaz varlık.. Tarihimize, atasözlerimize bakınız : “Yaş kesen, baş keser” demişiz,. “ Zeyd ormanda dolaşırken, abâsı bir dala takıldıkta bakılır : Eğer abâ, dala bir gûnâ zarar vermeden kurtarılabilirse, ol yapılır. Ve illâ abâ kesilir” diye fetva vermişiz.
Ormanlara tecavüz ve sarkıntılık edenleri; “ Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” diye korkutmuşuz.. Zira bu masuniyet kaynağını Kur’an’da ve Sünnet’te bulmuş.. Hz. Peygamber (s.a.s.) Mekke’de, Medine’de, Taif’te yeşiline, otuna-burcuna dokunulmaz alanlar kurmuş.. Bunun için yasaklar, müeyyideler koymuş.. Ormanlardan zâtî ihtiyaçların karşılanmasına; kesilenin yerine yenisinin dikilmesi şartıyla izin buyurmuş.
AĞAÇ VE ORMANIN İNSAN HAYATINDAKİ YERİ
Ağaç ve ormanın insan hayatındaki maddî {reel) faydalanma elanı 6 binden fazladır. Gelişen şartlar içerisinde bu sayı azalmayacak, artacaktır.
Gerçekten ilk insanın barınağı ve hayat kaynağı olan ağaç, gelişen dünyamızda, insan hayatına her gün biraz daha girmektedir. İnşaat alanında, sanayinin her dalında, ulaştırma tarım gibi İktisadî faaliyetlerde ağaç hammaddesi artık vazgeçilmez bir ihtiyaçtır.
Ağaç ve ormanın insan hayatındaki yeri, sadece bu reel faydalanmalardan ibaret değildir. Onun kollektif (endirekt - ideal) faydalan, maddî (reel) faydalarından daha çoktur.
Bir ülkenin iklim düzeni, su kaynaklan, su rejimi, toprak verimi, bitki örtüsü, insan sağlığı gibi cümle çevre konularında orman vazgeçilmez bir millî varlıktır.
Orman, Allah’ın insanlar için yarattığı küllî nizamın bir parçasıdır. Onu tahrip etmekle, evvelemirde bu nizam bozuluyor. İklim değişiyor, kuraklık-kıtlık-açlık-anî sel baskınlarını, kısaca tabiî afetler birbirini kovalıyor.. Bununla da kalmıyor, tabiatın dengesi bozuluyor. Toprağı besleyen birtakım faydalı ve canlı hassalar azalırken, zararlılar kol-gezer oluyor.
Dahası ağaç - yeşil ve yeşillik havayı süzen, temizleyen, tasfiye eden, karbondioksiti oksijene çeviren bir filtre, İlâhî ve esrarlı bîr makina..
Yeni icatlar, kullanılan kimyevî maddeler, ilâçlar, spreyler, fabrika bacaları, otomobil egzozlar, tabiî gayritabiî ateş ve ateşlemeler, hareket eden canlıların nefes alış-verişleri hepsi-hepsi atmosfere biteviye karbondioksit salıyorlar. Bunlar tabiatta kalmıyor, hava tabakasında birikiyor,.
Bu kirli birikintilerin iklimde bugün yeni-yeni fark edilmeye başlanan çok mühim değişikliklere sebep olabileceği endişesi mevcut,
Atmosferde toplanan kirli birikimler sebebiyle güneşin ısıtıcı ışınların dünyaya nüfuz edememesi; sonunda arzımızın giderek soğuması veya tam aksine bir tabiî sera durumu hasıl olup, korkunç bir sıcaklığın hakim olması, bu korkunun hipotezi, yani ihtimal hesaplan..
Hattâ daha da ileri gidiliyor. Yeryüzünü saran hava tabakasını bir elektrik miknatısıyeti ile birbirine bağlayan zarfın yani ozon tabakasının bu zehirli birikimle zedelenebileceği, bu sebeple de, yeryüzünün havasının bir an içinde boşalıp - kaybolabileceği, insanlığın bu suretle yok olabileceği öne sürülüyor.
İşte orman ve yeşil alanları yok etmekle, kirli havayı temizleyen bu tabiî makinayı tahrip ediyoruz.
Uzmanların endişeleri tahakkuk edebilir de, etmeyebilir de.. Doğruluğu veya yanlışlığı bugün en azından bilinmiyor. O halde haylaz bir çocuğun tarlada bulduğu paslı bir mayınla oynaması gibi, bilmediğimiz tehlikelerle oynuyoruz.
Doğru olan şu ki, ağaç, orman ve yeşil bitki örtüsü, bizim bildiğimiz - bilmediğimiz esrarlar la dolu.. Bilinen - bilinmeyen faydalarıyla bu tabiî servetin korunması bir insanlık vazifesi, tahribi ise bir insanlık suçudur.
SONUÇ
Çevre problemlerimiz sahil ve denizlerimizin kirlenmesinden, yeşil alanlarımızın hızla erimesinden ibaret değil. Sokaklarımız kirli, genel tuvaletler başta olmak üzere, umuma açık yerlerimiz utanılacak halde.. Çarşı, pazar adabı yok. Toplu yaşama terbiyesi kalmamış.. Apartmanlarda, açık dinlenme yerlerinde, başkalarını rahatsız etmeme duygusunu arasanız da bulamazsınız.
Anadolu bir eski medeniyetler mozaiği.. O medeniyetlerin kalıntıları bizim için birer millî-tarihî servet... Nice mermer sütunların; san ’atlı - işlemeli sütun başlarının; tarihî yapı - taşlarının bahçe duvarı örmede kullanıldığını hepimiz görmüşüzdür. Ve tarihî hanlar, kervansaraylar, mektep - medreselerin hayvan ağılı gibi kullanıldığım da..
Niçin böyleyiz? Bizim dinimiz eldeki nimetlerin ve servetlerin korunmasına; temizliğe, insan sağlığına, beşerî ve İlâhî hiçbir sistemde bulunmayan genişlikte yer verir...
Çevrenin kirletilmesini, yerlere tükürülmesini çirkin bulur. Ammenin huzuruna, haklarına azamî riayeti emreder.
Ağacı, yeşili, yeşilliği korumayı ibadet sayar. Sadece beden değil, çevre, kafa, gönül ve düşünce temizliği konusunda da teklifler, kurallar ve disiplinler getirir. O halde niçin böyleyiz?
Millî, hattâ beynel milel bir problem haline gelmekte olan çevre horuma , çevre sağlığı, çevre temizliği konusunu ele alırken, elaya bir eğitim, millî terbiye meselesi olarak bakmaya mecburuz. Zira çevre problemi, her şeyden evvel bir kültür ve terbiye problemidir.
* * *
1942 de Anamur’da doğdu. İlkokulu 1954’te Anamur Bozyazı Bölge İlkokulunda, İmam Hatip Lisesini 1963’te Adana’da bitirdi. 1964’te Nazilli Lisesinden; 1966’da İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünden, 1972’de Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldu.
1866-1974 yılları Milli Eğitim Bakanlığı teşkilâtında öğretmenlik yaptı 1974 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Hukuk Müşavirliğine atandı. Hukuk Müşavirliği görevini sürdürürken, 1978 yılında Diyanet işleri Başkan Yardımcılığına getirildi. 1984 yılından bu yana Başkan Yardımcılığı görevi ile birlikte I. Hukuk Müşavirliğini vekâleten yürütmektedir. 1973-1974 yıllarında Ankara Barosunda avukatlık yaptı. 1976 yılında, Diyanet işleri Başkanlığınca düzenlenen Feraiz ve intikal kursunu bitirdi. “Bizi Yaşatanlar", "Ansiklopedik İslâm İlmihali", “İslamiyet’te Ağaç ve Orman”, "islâmın Barış çağrısı" ve "Yolumuzu Aydınlatanlar” isimli basılmış eserleri İle yayınlanmış çok sayıda makaleleri vardır. 1981 yılından beri Tercüman Gazetesi’nde haftalık yazılar yazmaktadır.