İSLÂM DİNİNDE ÇALIŞMANIN ÖNEMİ[1]
Muhterem Müslümanlar,
Malûmdur ki İslâm dîni insanların, gerek maddî ve gerekse manevî saadetini teinin edecek en hayatî esasları ihtiva etmektedir. Müslümanlık, beşerin yalnız âhireti ile değil aynı zamanda dünya hayatiyle de yakından ilgilenir. Nitekim Hz. Peygamber bir hadîs-i şeriflerinde; «Sizin hayırlınız, dünyası için âhiretini, âhireti için de dünyasını terk eden değil, her ikisi için de gereği gibi çalışandır» buyuruyor. Dünya için hiç ölmeyecekmiş gibi, âhiret için de yarın ölecekmiş gibi çalışmak o büyük Peygamberimiz’in emir ve tavsiyelerindendir. Dünya ve âhiret saadeti de bu esasa uyularak elde edilir. Bu yolda giden bir Müslümanın dünyada en bahıtiyar ve âhiret hayatına karşı da en çok ümid besleyen bir insan olması icab eder ve böylece Müslüman topluluklarının en mes’ud ve bahtiyar topluluklar olması lâzım gelir.
Aziz cemaat,
Kâinatta her şey istifâdemize elverişli ve âmâde olarak yaratılmıştır. Binaenaleyh, ziraat, ticaret ve san’at gibi türlü vasıtalarla ve meşru’ bir şekilde dünya hayatımız için çalışıp kendimize, çoluk çocuğumuza, içerisinde yaşadığımız cemiyete ve bütün insanlığa faydalı olmamız ibadet derecesinde bir sevaptır ve Allah’ın emridir. Bunu terk edenler diğer dînî vecîbelerden birini terk etmiş gibi sorumludurlar. Zira Resûl-i Ekrem, Efendimiz: «Helâl mal kazanmak her Müslümana farzdır», buyuruyor. Bütün Peygamberlerin de geçimlerini sağlayacakları sebeplere sarılarak bizzat çalıştıkları tarihî bir gerçektir. Esasen kâinat bile zerreden küreye kadar hareket ve faaliyet hâlindedir. Gayesine uygun bir şekilde durmadan çalışıyor, uğraşıyor. Âlem, feza dediğimiz şu ucu-bucağı bulunmayan boşluk içerisinde dönüp duruyor. Allahu Taâlâ ise, keyfiyetini düşünemiyeceğimiz bir tarzda kâinatı idare ediyor. Cenâb-ı Hakk, tasavvur edemeyeceğimiz en kısa bir an için bu faaliyetini durduracak olsa bütün varlıklar alt üst olur.
Aziz Müslümanlar,
Madem ki yer çalışıyor, gök çalışıyor, yerleri ve gökleri yaratan Allahu Teâlâ da yaratmaktan bir an fariğ olmuyor; bizler âtıl bâtıl oturmayı bir Müslüman olarak kendimize nasıl yakıştırabiliriz? İnsan için ne bu dünyada, ne de öteki âlemde kendi çalışmasının veriminden, kendi kazancından başka bir şey yoktur. İnsan ne ekerse onu biçer. Bu gerçek, fıtrî ve İlâhî bir kanundur ki asla değişmez. Çalışkan ferdlerden meydana gelen cemiyetler ilerler ve gayelerine ulaşırlar. Bilâkis tenbel kalmış milletler de uçuruma yuvarlanmağa ve yıkılmağa mahkûmdurlar. Öyle ise, ecdadımızın ilim, fen, san’at, ziraat ve diğer sâhalardaki çalışmaları karşısında onlara lâyık olmak ve hayat hakkımızı korumak için metodlu ve devamlı bir şekilde çalışmak ve bugünkü ileri memleketlerle aramızdaki mesafeyi en kısa bir zamanda kapatmak zorundayız. Bu azmimiz, her gün biraz daha artmalıdır. Çünkü Peygamber Efendimiz iki günü eşit olan aldanmıştır.» buyuruyor. Dünyasını körü körüne geçiren kimsenin âhirette de hüsranda kalacağını Cenâb-ı Hakk haber veriyor.
Aziz cemaat, unutmayalım ki, bugün ne kazanırsak yarın onu bulacağız. Binnaenaleyh saadetimizin sermâyesi olan ömrümüzle hem dünyâmız ve hem de âhiretimiz için çalışmalıyız, çalışmalıyız ki huzur ve selâmete kavuşmuş olalım.
[1] Not : Hatibin bu hutbede okuyacağı âyet : 53. sûre (Necm), 39. âyet.
(Bu hutbe M. Ragıp tmamoğlu tarafından hazırlanmış, Hutbe Komisyonu’nun tetkikinden geçmiştir.)