Makale

TEHLİKE VE KAZADAN EVVEL TEDBİR DİNİ VE HAYATÎ BİR VAZİFEDİR

TEHLİKE VE KAZADAN EVVEL TEDBİR DİNİ VE HAYATÎ BİR VAZİFEDİR

Tahsin YAPRAK

Bizler, insan hayatının muhafazasına, mal ve can emniyetine, her nevi beşerî hakların korunmasına en büyük ehemmiyeti veren mukaddes bir dinin mensuplarıyız.

«Hakikî müslüman, diğer insanları, elinin ve dilinin şer ve zararından emin bırakan, selâmet telkin eden kimsedir.» düsturunu, bize bahşeden böyle ulvî ve hayatî bir dine mensup almaktan dolayı ne kadar şükür ve iftihar et­sek azdır. Çünkü her nevi varlığımızın kıymetini, ehemmiyetini, emniyetini, muhafazasını bize öğreten ve her an yepyeni hayat kazandıran bir din elbet­te nimetlerin ve varlıkların en büyüğü, nizamların en güzelidir.

«Kendi nefsin için sevdiğini, diğer insanlar için de sev, iste; kendin için sevmediğini, temenni etmediğini başkaları için de sevme ve arzu etme», «Hakikî mü’min, hayrı ümit edilen, şerrinden emin olunan kimsedir» düsturlarıyla, Müslümanlara herkesin hakkına hürmet etmeyi emreden yegâne ulvî din İslâmiyettir.

Bu mübeccel din, bizim hayatımızın ana unsuru ve esas şartıdır. Çünkü dünyevî uhrevî, maddî manevî, şahsî umumî hayatımızın devamına, huzuru­na, bekasına ait bütün şartlar İslâmiyettedir.

Bu ilâhı din, insanların tabiî ve fıtrî hakları olan, can ve mal hakkının muhafazası için pek çok usul ve tedbirleri bize öğrettiği gibi, bunlara tecavü­zü de en büyük zulümlerden ve tedbirsizliği bir nevi intihara teşebbüs adde­derek şiddetle yasak etmiştir. Bu hususa dair âyet-i kerîme ve hadîs-i şerifler­de birçok tavsiyeler mevcuttur. Müslümanlık, Müslümanların hayatlarıyla o kadar yakından alâkadardır ki hiç kimsenin canına, malına, hayatına doğ­rudan doğruya tecavüz şöyle dursun, zarar ve tehlike ihtimaline karşı tedbir almamağı ve hatâya düşmekten kaçınmamağı dahi haksızlık saymış ve meşgu­liyette müşterek kılmıştır. Bu sebeple de tedbirde hatâ edenleri, karşılaştıkları musibetleri kendi amelinin cezası olduğunu bildiriyor ve «Sana bir iyilik isabet ederse Allahın lütuf ve inayetinden, eğer bir musibet isabet ederse kendi nef­sinin, kusur ve hatâsmdandır» beyanı ile de, hem bizi tedbirsiz ve kuru bir tevekkülden, kaza ve kadere îmanda yanlış bir yola sapmaktan kurtarıyor, hem de tedbirsizlikten dolayı başımıza gelen musibet ve felâketin mes’uliyetinin bize ait olduğunu beyan ediyor.

Binaenaleyh: sür’at ve makine devri olan asrımızda her gün sayısız can ve mal kaybına sebep olan tehlikelere karşı daha fazla dikkatli ve tedbirli ol­mak icabediyor. Şehrin bir tarafında vukubulan kazanın kurbanını acı acı feryadlar arasında tüyler ürperterek hastahanelere koşturan cankurtaranlar, her akıl ve iz’an sahibine en kesin ve en tesirli tenbih ve ihtarı yapmaktadırlar. Kazanın vukuuna, sebep olanların da derhal adalet huzuruna, oradan da hapishanelere sürüklenmeleri ayrıca bir ibrettir. Gerek motorlu vasıta kullanan­ların ve gerekse yaya yürüyenlerin dikkatsizlik, tedbirsizlik ve trafik kaidele­rini ihmalleri yüzünden her gün kazalar olmakta, en kıymetli millî varlık ve kuvvet olan nice canlar yanmakta, nice zararlar doğmaktadır. Hattâ birçok yuvalar yakılıyor. Çocuklar yetim, anneler bedbaht oluyor, boyunlar bükülü­yor, maddî manevî hayat felce uğruyor.

Mukaddes dinimizin hayatî tavsiyelerine muvafık olarak, millet ferdlerini ve ferdî hayatı en büyük kuvvet ve zenginlik telâkki eden hükümet ve devleti­miz de mal ve can emniyetini muhafaza hususunda icabeden her tedbiri alı­yor ve her fedakârlığı yapıyor. Demek ki, hem dinimiz, hem de hükümetimiz hayatımızın selâmeti ve korunması hususunda daima bizi ikaz ediyorlar. Artık tehlikeden kaçmak, tedbir almak, dinî emirlere ve resmî kaidelere uygun hare­ket etmek dinî, millî ve hayatî bir vazife iken, ihmal, dikkatsizlik ve emirlere karşı lâkayıtlık etmek âdeta bir intihardır; dinî, millî ve hayatî bir felâket ve «inayettir. Çünkü insan içinde yaşadığı cemiyetin nizamına uymakla mükellef­tir. Çünkü, bu can, bu beden insana emanettir. Emaneti tehlikeden korumamak, hakikî yerlerinde kullanmamak emanete ihanet olduğu gibi tedbirsizlikle tehli­keye atmak da kötü bir harekettir.

Kendi kusur ve hatâsiyle gerek kendinin, gerek başkasının zararına sebep olmak da meşguliyeti kat kat arttırır.

Şoförlerin sarhoş ve uykusuz, vasıta kullanmaları, haddinden fazla yük ve yolcu almaları, vasıtayı bakımsız çalıştırmaları yol üzerindeki diğer vası­ta ve yayalara saygı göstermemeleri, herhangi anı hâdiseleri, muhtemel bozuk­lukları navara almamaları kazaların başlıca sebebidir. Bilhassa bir iş için şe­hirlere giden köylü kardeşlerin daha uyanık ve dikkatli davranmaları, motörlü vasıta kullananların da herkesin trafik esaslarını iyi bilemiyeceğini ve nüfusun kesafetini düşünerek daima hafif sür’atle gitmeleri, fazla, sür’atin çok tehli­keli olduğunu, insan yapısı olan makine ve âletlerin arıza yapabileceğini ve raptedilmez bir hale gelivermesi ihtimalini hatırdan çıkarmamaları, hem ken­di canının, hem aile ve çocuklarının, hem bütün vatandaşların, hem de Dev­letin haklarına saygı iktizasıdır. Ne yapalım, kaderim böyle imiş, kader ne ise o olur deyip kendini kayıtsızlığa, salıvermek, kadere inanmak değil, kaderi bilmemek ve anlamamaktır. Asıl kadere inanmak, tedbire sarılmaktır. Çünkü ka­za ve kaderin lehimize mi, aleyhimize mi tecelli ve tezahür edeceğini bilmiyoruz ki elimizi kolumuzu bağlayalım.

Kaderin ne olacağım bilmediğimiz içindir ki, kadere güvenmek yersizdir. İşlenen günahlara, yapılan hatâlara asla mazeret teşkil edemez, Kat’iyyen mes’uliyetten kurtaramaz, Herkes yaptığının, sebep olduğunun, iyilik ve kötülüğü­nün karşılığını görecektir. Vazifemiz kaderi beklemek, bilmediğimize güven­mek değil, bize bildirilen emirlere göre hareket etmek ve irademizi tedbir yo­lunda sarfederek kadere hazırlamak ve bu suretle kadere inanmaktır. Büyük Peygamberimiz buyurmuştur ki: Tedbir gibi akıllılık yoktur.