Makale

ORUÇ

ORUÇ Şahâbeddin ERGİN

İslâmın beş rüknünden Kelime-i Şehâdet bütün dînî amellerimizin sahîh ve makbul olabilmesi için asıl ve temel olmakla beraber daha fazla kalbe taallûk eder bîr fiildir. Kelime-i Şehâdet’i getirmenin - varsa - zorluğu şahsın ilk kabul ve tasdikindedir. Müslüman olduktan sonra her şahsa Kelime-i Şehâdet nefes almak kadar kolaylaşır.Diğer İlâhî teklifler Kelime-i Şehâdet üzerine binâ edilmiştir.
Dînimizin bütün hükümlerinin mercii olan Kur’ân-ı Kerîm’de, Kelime-i Şehâdet’i tasdik ile hâsıl olan îmâna diğer teklifler binâ edilmiş, ezcümle İbâdet babında sıra ile bize şu vecîbeler yüklenmiştir:
Namaz, Zekât, Oruç, Hac.
Resû’lullâh Efendimiz de İslâm Dîni’ni ta’rif ederken bu tertiple ifade etmişlerdir.
Oruç, Hicret’in ikinci senesine girildiğinde , Kıble’nin Kâ’be’ye tahvilinden sonra farz kılınmıştır. Bu ibâdet, namaz gibi tamamiyle bedene taallûk eder. Gösterişten hâli oluşu sebebiyle mükâfatı da çok fazladır.
Farz olan orucun vakti Ramazan ayıdır. Bu farziyet Kur’ân-i Kerîm, Peygamberin Hadîsleri ve fi’li, alelıtlak sünneti ile ve icma’ ile sâbit olduğundan Ramazân-ı şerif orucuna hem îmân gerekir, hem de bilfiil oruç tutmak farzolur.
Âyet ve hadîs tahlillerinde, kendilerine Ramazanda oruç tutmamak için ruhsat verilen müslümanlara da Ramazana girmekle oruç farzolduğu görülecektir. Fakat oruç için lâzım şartlar tahakkuk edinceye kadar onlar için bu farz tehir edilir.
Oruç, vakit ile kayıtlanmış bir emrin hükmü olup bu vakit Ramazan ayıdır. Bu ay oruca mi’-yârdır.Şöyle ki: oruç Ramazana tıpatıp denk olup, Ramazanın birinci günü tan yeri ağardıktan sonuncu günü güneş batmasına kadar Ramazan ayının bütün gündüzlerinin hiç bir dakikası oruçtan arta kalmaz.
Ramazan ayı otuz gün ise oruç da otuz gündür; 29 ise oruç da 29 gündür. Aydaki ziyadelikle oruç ziyadeleştiği gibi noksanlığı ile de noksanlaşır. Bunun için Ramazan ayına orucun mi’yârı denilmiştir.
Bu sebeple Ramazanda nafile veya adak oruçlarına yapılan niyetler hükümsüzdür. Tutulan oruç Ramazan orucu olur. Binâenaleyh Ramazan günü : “Ben oruca niyet ettim, amma, Ramazan orucu demedigim için bu oruç Ramazan orucu, olur mu?” diye düşünmeğe yer yoktur, Oruç, Râmazan orucudur
Orucun farzoluşunu ve diğer hükümlerini îcmâl eden dört âyet vardır : ’
“Ey îmân , edenler, sizden evvelkilere farz kılındığı gibi, günahlardan sakınasınız dîye, size de sayılı günlerde (Ramazan ayında) oruç farz kılındı. Sizden biriniz (bu ayda) hasta veya sefer de olursa, tutamadığı günler sayısınca, Ramazan’dan başka günlerde, kaza etsin.Oruca zor dayanabilen, gücü yetmiyen kimsenin de her gün için bir yoksulu doyuracak kadar fidye vermesi lâzımdır. Her kim hayrına fidyeyi artırırsa, bu teberru’, onun hakkında daha hayırlı olur. Oruç tutmak sizin için hayırlıdır; eğer bilseniz tutardınız.
Ramazan ayı öyle mübarek bir aydır ki, insanlara hidâyet rehberi olan ve hidâyetin bürhanlarını ihtiva edén ve hakkı bâtıldan ayıran Kur’ân-ı Kerîm onda indirildi. İçinizden her kim, bu aya (mukîm olarak) erişirse, orucunu tutsun, Her kim de hasta veya seferde olursa, tutamadığı günler sayısıncâ, diğer günlerde, orucunu kazâ etsin. Cenâb-ı Hak sizin için güçlük değil, ancak kolaylık murâd eder.Tâ ki, oruç günlerinin sayısını tamamlayasınız, sizi hidâyete erdirdiği için Allah’ı tazim ve O’na şükredesiniz.”(1)
"Oruç geceleri (ya’nî gündüzleri oruçlu olduğunuz geceler) kadınlarınıza yaklaşmanız size helâl kılındı; onlar sizin için bîr libas, siz de onlar için bir libas gibisiniz. Allâh nefislerinize emniyet edemediğinizi bildiği için tevbeleri kabul etti ve sizi affetti; şimdi onlara mübaşeret edin ve Allah’ın sîzler için yazdığını isteyin ve, tâ sabahın, beyaz ipliği siyah iplikten sizce seçilinceye kadar yeyin, için, sonra da ertesi geceye kadar orucu tam tutun; bununla beraber siz mescidlerde i’tikâf halinde iken onlara (kadınlara) mübâşerette bulunmayın; (yukarıdanberi söylenenler) Allâh’ın hududlarıdır.Sakın (o hudud dışına çıkmak değil) onlara yaklaşmayın, Allâh böylece âyetlerini insanlara ayırd ediyor ki onlar sakınıp korunsunlar” (2).
Bu âyetler İlâhî nazmı ile çok beliğ, çok ma’nâlıdır. Fakat, bunları herhangi bir lisana çevirmekle ma’nâ ve belagatlarını kaybederler. Onun için tahlillerini âyetlere rucû’ ile yapmak gerekir.
Tahliller:
1 — Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed
(aleyhi’s-selâmı) bütün insanları hakka sevk ve hidâyet için gönderdiğinden ona verilen kitâb-ı kerîmde hitâbı birinci derecede umûmî, ikinci derecede husûsîdir.
Umûmî olan hitapları insanların kalbinde "hidâyet ışığı olan îmânı, parlatmak içindir.Öyle yerlerde : “Ey insanlar!” diye hitapta bulunur. Meselâ: “Ey insanlar” Sizi ve sizden evvelkileri yoktan vâreden Rabbinize kulluk edin!” gibi..
Hususî hitapları da, kalblerinde hidâyet ışığı parlayan îmân sâhiplerine o ışıkla kendisine varacak yolu ne şekilde kat’edebileceği ve önlerine çıkacak maniaların nasıl aşılacağı gösterilmek içindir, ve “Ey îmân edenler!” diye başlar. Çünki bunlar İlâhî tebaaya girmiş olduklarından her türlü mehlekelerden koruyacak hareket tarzlarını kendi kanunlariyle çizer.
İşte oruç hakkındaki birinci âyet te böyle: “Ey imân edenler!” diye başlıyor ki, bu hitapla ifâde edilecek kanun ancak mü’minlere mahsustur. Zira îmânsızlara orucun hiç bir fâidesi ola-maz. Her devletin hukukunda kendi tebaasına tahsis olunmuş hükümler vardır. Ezcümle vatan müdafaası gibi kudsî vazifeden tebaası dışı olanlar istisna olunur. İlâhî hukukta da mü’minlere hâs kanunları, teklifleri vardır. Bunlardan biri de oruçtur.
Ayet-i kerimede : “Sizin üzerinize oruç, farz kılındı” denilmekte.Bu cümlede : Kitâbet, sıyam ve bir de : âlâ edatı vardır. Bunların tahlili:
“Üzerinize farz kılındı.” denmekle Cenâb-ı Hak ezelde orucu üzerimize takdir etmekle, kalmamış, zihinlerde yer bulabilecek değişme ve orucun kalkabileceği, ya’nî nesih ihtimalini de ortadan kaldırmak istiyerek : “Ey mü’minler! Ezelde üzerinize oruç takdir edildiği gibi bu takdiri diğer ümmetlerin de üzerinden kaldırılmamış olduğunu bilmeniz gerekir ve bu orucu Levh-i Mahfuza yazarak kat’i hükümlenmiştir,” Nitekim orucun farzından sonra Peygamber Efendimiz sekiz sene hayatta kaldığı ve onun hayatta bulunmasiyle her hükmün dâima neshi ihtimali bulunursa da orucun bu şekilde takdir olunması zamân-ı saadette dahi değişme ve kalkma ihtimâli bırakmıyarak muhkem âyetler ve muhkem hükümler zümresine dâhil olmuştur.
Sıyam, savm kelimesinin cem’idir.Türkçemizde oruç karşılığı olmakla beraber lügat mânâsiyle ve şer’i ıstılah bakımından hususiyeti vardır.Lügat ma’nâsı, imsâk etmek, tutmaktır ki, yemekten, içmekten imsake şümulü olduğu gibi konuşmadan da imsâk ifâde eder. Nitekim Meryem sûresinde, Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem’e, Hazret-i İsâ ile beraber insanlara mülâki olduğunda :“Bu gün ben savma niyetliyim, bunun için, insan olarak hiç bir kimse ile kat’iyyen konuşmıyacağım, deyiver." buyurulmuştur. Nitekim bu ma’nâyı da oruca koyan bir Hadîs-i şerif gelecektir.
Şer’î ma’nâsında savm; ya’nî oruç: Doğuda gündüzün başlangıcı olan beyaz kuşağın belirmesinden o gün güneş batıncaya kadar yemek, içmek, cisi yaklaşma ve vücudun dahiline her türlü şeyin girmesini menetmektir.Cümledeki alâ edatı, üzerimize yazılan orucun farz olduğunu ifâde eder. Bunun içindir ki, “Peygamberimiz dâhil” bütün ehl-i sünnet ülemâsı bu yazılmayı, farz kılındı, diye tefsir etmişlerdir.
İlâhî hukuku Imâm-ı A’zam târif ederken şöyle der: “Fıkıh, şahsın kendi leh ve aleyhinde olan şeyleri, bilimesidir; ya’ni her şahıs Cenâb-ı, Hak tarafından kendi menfaatine isti’mâlinde serbestçe tasarrufa hak tanıdığı şeyleri veya kendine ve başkalarına ait menfaatlardan tasarrufa izin verilmiyerek men’edilen şeyleri bilmesidir ki, birincisi şahsın hakkı, ikincisi şahsın vazifesidir.
Oruçla, şahsın kendi menfaati olan yemek, içmek ve cinsî muâmeleden muayyen vakit için men’edilmesî mevcut olmakla kendi aleyhine Allâh için yüklendiği bir vazifedir; Allah için de bir haktır. Bu hakka Allah’tan başka hiç kimsenin hakkı girmediğinden İlâhî hukukun mahz-ı hakkullah kısmındandır.
Bâzı kimselerin: “Ben açlığa, susuzluğa dayanamadığım için oruç tutamıyorum” demeleri mâzeret olamaz.Çünkü esâsında külfet ve zorluk bulunması ve bize Allah’ın hak tanıdığı geçen fiillerden bizi menetmesi tabiatiyle orucun ağırlığını duyuracaktır.Nerede teklif varsa orada külfet vardır. Oruç tutanlara bu memnuiyet kolay mıdır? Hayır. Fakat Ramazan günleri yiyip içmenin Allah’ın hakkına bir tecâvüz olduğu için yemezler, içmezler. İnsanların hakkı nasıl ki tecâvüzden masun olması lâzım gelirse Allah’ın hakkının da evleviyetle tecâvüz.den masun olması lâzım gelir. Çünkü bizi yarattığı gibi, beşeriyyete hak tanıyan ve hak mefhumunu ilham eden O’dur.
3 — “Oruç sizden evvelkilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı,” buyuruluyor. Bundan anlaşılan, geçmiş ümmetlere de orucun farz olduğudur. Bizim oruç, onların oruçlarına benzetilmekte ise de bu her cihetten benzemeyi îcâbettirmez. Benzerlikte muhakkak olan birşey varsa oruç olmasıdır. Yoksa çokluğu, azlığı vesâir keyfiyetleri değil. Maamâfih Cenâb-ı Hak bir âyetinde : “Ya Rab! geçmiş ümmetlere yüklediğin yükleri bize yükleme.” diye duâ etmemizi emir buyurduğu gibi, ümmetin yaptığı bu duâ ile ağır yüklerin yapılmadığını ifâde eden (Allah size kolaylığı diledi, zorluğu değil) buyurulması anlatıyor ki(1) bize yapılan oruç teklifi, eskilere yappılandan hafiftir. Nitekim geçmiş ümmetlerden oruç günlerinde yalnız geceleri bir defa yemek, içmek olduğu mûteber tefsir ve hadis kitaplarında haber veriliyor. Hattâ başlangıçta bizim dînimizde de "size Nuh, lbrâhîm, Mûsâ ve Isâ aleyhi’sselamlara tavsiye ettiğimiz şeriati dinden tavsiye ve hükmettik”(2) âyeti iktizasınca orucun 4.cü âyetindeki ruhsatlar
verilmezden evvel sahâbe-i kiram yalnız iftar zamanında yerler, içerler, sahura kalkmazlardı.
Yukarıki âyetten şöyle bir kaide çıkartılmıştır: Allâh ve Peygamber neshi, ya’nî hükmünün kaldrıldığı haber verilmedikçe geçmiş ümmetlere şeriat olan bize de şeriattir. Bu sebepledir ki dördüncü âyet inmeden evvel sahur yapılmazdı. Allâme Aynî, Buharî Şerh’inde Katâde’den rjyâyetle “Mûsâ ve İsâ aleyhisselâmlara da ramazan oruca farz idi.” diyor (3).
Diğer bir çok rivâyetlerde de Muharrem’in Aşûra günlerinde orucun farz olduğu bildiriliyor. Ve Peygamberimizin, Ramazan orucu farzolmazdan evvel, Aşura gününde ve her ayın beyaz günleri ta’bİr olunan 13,14 ve 15 inci günlerinde orucu emir buyurdukları, Hadis kitaplarında sabittir Aynî Buhârî şerhinde (4) Hanefilere göre Ramazandan evvel ilk farz oruç, Aşura günlerindedir. Vaktâ ki Ramazan orucu farz kılındı, bu oruç nesholundu. İmâm-ı Şâfii’nin bir içtihâdı da budur. Diğer bir İçtihâdına göre Ramazan orucu farzolmazdan evvelki oruçlar sünnet kabilinden idiler.
Sual — Yukarıda geçen Şûrâ âyetine ve ondan çıkarılıp dinde bir kaide olagelen eski üm-metlerin şeriatlarındaki hükümlerin neshi haber verilmeden ma’mûl olması (amele dâhil bulun-ması) lâzım geldiğine göre; mademki Mûsâ ve Isâ aleyhisselâmlara Ramazan orucu farz idi, Resûlu’llâh Efendimiz oruç âyetleri inmezden evvel niçin Ramazan orucunu emir buyurmadılar da Muharrem’de oruç emir buyurdular?
Cevap — Ramazan orucunun bu iki peygambere farzoluşu haberi âhat nev’inden bir rivayete istinat ediyor.Resûl’ullâh Efendimize bu peygamberlerin oruçları hakkında kat’i bir vahy ile Ramazan orucu sâbit olmadığından o zaman için meçhul olabilir. Halbuki Araplar tahrifle beraber İbrahim aleyhi’sselâmın dinine sâlik idiler. Bu din bozulmuş olsa bile kırpıntılar hâlinde bâzı hükümler Peygambere kadar gelmiş, bu meyânda İbrâhim aleyhİsselâmın şeriatında olan Muharrem orucunu Araplar kabul ediyor ve o günler de oruç tutuyorlardı. Bu, mütevâtir bir hakikat olduğundan Şûrâ âyetinde geçtiği gibi, selefi olan dedesinin tuttuğu oruçla emir buyurdukları kuvvetle muhtemeldir.
4 — Âyetin sonundaki: “Gerekir ki korunasınız.” cümlesi, orucun bütün sırrını toplamış olduğundan orucun meşrûiyetinin hikmeti bahsinde ele alınacaktır.
İkinci âyetin tahlili:
Orucun sayılı günlerde farzolduğu zikredilmektedir ki, bu da Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti iktizâsı tâkat dışı teklifte bulunmıyacağı va’dinin neticesidir. Nitekim üçüncü âyette : “Allah size kolaylığı diler." buyurmuştur. Bütün hayâtımız müddetince oruç tutma külfeti yüklenilmiş olduğunu farzedelim, ağırlığını kavramak İçin fazla söze ihtiyaç yoktur.
Şunu da hatırlatmak yerinde olur : Farzolan şekliyle oruç bütün ömrü kaplayacak sûrette teklif olunsa idi aklen böyle bir orucun tutulması imkânsız olmadığından Eş’arî ve Mâturidi mezheplerinin ikisine göre de caizdir. İhtilaflı olan aklî imkânsızlık, takat dışı tekliflerdir, Eşari’ye göre câiz, Mâtüridi’ye göre câiz değildir.
Hastalar ile seferde olanlar bu zor vaziyetlerden kurtuluncaya kadar bu âyetle istisnâ edilmişlerdir.
Bir de âyet-i kerimede oruca takatları yetmiyecek olan çok ihtiyarlar ve ümitsiz hastalar, her günleri İçin bir fakir doyurmakla bu vazifeden istisnâ edilmişlerdir. Bunlar için istisnâ rahmet olmakla beraber diğer mü’minlerin oruçtan muaf olamıyacağını, binâenaleyh sıhhatta olup da bir takım mâzeretler beyan ile oruçtan kurtulmaya çalışacak mü’minlere çok acı bir ihtardır.
Âyet-i kerîme’de «Yütîkûne», «Itâka» dan müsbet olarak kullanılmış olmakla meâlde bu kelime müsbet tercüme edilmek lâzım gelirse de bunun tahlili uzun süreceğinden, haberde sabit olduğu veçhile menfi olarak: “tâkatları olmayan” diye tercüme edilmiştir.
üçüncü âyetin tahlili :
Ramazan-ı şerifte orucun tahsisi hikmetini beyan sadedinde bilhassa bu ayda olan büyük bir hâdiseye dikkat nazarı çekilmekte, evet Ramazan’da vuku bulan hâdise dalâlet ve karanlıklarını bertaraf edecek ilâhi ve hakîkî saâdet güneşi Kur’ân-ı Kerîm’in Muhammed aleyhi’sselâmın kalbine inmeğe başlamasıdır.
Kur-an’ı Kerim hak ile bâtılı, doğru ile eğriyi ayıran dünyâda misli bulunmayan İlâhî bir kitâb-ı kerimdir ki, insanlar onu benimsedikleri vakit ancak gerçeği bulabilir, ve, kalbleri huzura kavuşur. İhtilâfların kalkabilmesi, her ferdin hem-cinsine kardeş muamelesi yapabilmesinin Kur’ân-ı Kerim’in gösterdiği yola girmekle mümkün olacağı muhkem bir kaziyye ve sâbit bir hakikattir.
İşte Allah’ın, kullarına bahşettiği bu büyük ni’metin şükrânesi olmak üzere, insanlar, bu meserretli olayın vuku bulduğu Ramazan günlerinde, Allâh’a itaat ve ibâdetin en zoru, nefis mücadelesi olan oruç, farz kılınmış ve bu aya erişen her mü’min üzerine (müstenâları hâriç) kat’î borç olmuştur. Âyet-i kerîme şunu da gösteriyor ki: müz’minler sevinç günlerine eriştiklerinde dünyevî hazlar ve lezzetler peşinde gaflete dalmamaları ve böyle günlerde Allah’a hamd ü sena ile ibâdet etmeleri lâzım gelir. Nitekim Resûlu’llâh Efendimiz harplerden döndüklerinde zaferin hakiki âmili ve hâlikı olan Allah’a şükren hemen camiye girerler, iki rek’at namaz kılarlardı. Dünyâda Kur’ân-ı Kerim’e malik olmak ve ona îmânla yolunda gitmek kadar bahtiyarlığı mucip hiçbir şey yoktur.
Yine bu âyette, ikinci âyetteki tahsis ve istisnalar yapılmış olduğu görülmektedir.
Dördüncü âyetin tahlili:
Bu âyette oruç günlerinde diğer ümmetlere bahşedilmeyen bâzı kolaylıklara cevaz verilmekle beraber bâzı hükümler de beyan edilmiştir.
1 — Ramazan-ı şerif geceleri zevcelerimize tekarrüp izni,
2 — Şafak atıncaya kadar yeme ve içmede serbestlik,
3 — Orucun şafaktan, güneş batıncaya kadar devâmı,
4 — İ’tikâfta bulunanların kadınlarla cinsî münasebette bulunmanın yasak olduğu,
5 — Yukarıdanberi oruç hakkında geçen hükümlerin bir Allah sınırı olduğu,
6 — Rahmetinin icâbı olan bu hükümlerin insanlara beyan edildiği ve bunların ifâsı ile Allâh’dan korkularını izhar etmeleri.
Bu dört âyetin başka cihetten ilmî tahlilleri:
1 — Birinci âyette, mü’minlere oruç farz kılındığı kat’î olarak bildirilmekte, âyetin sevki, yâni inmesinin sebebi doğrudan doğruya orucun farziyyeti olduğundan ıstılâhî tâbiriyle, ibâri mânâsiyle orucu tansisdir.Oruç hakkında kat’î bir nastır.
2- Diğer ümmetlere orucun farz kılındığını ihbar âyette bizatihi matlup olmadığından diğer ümmetlere orucun farzolduğu haberi işari bir mânâdır.
3 — Orucun farzedilişi kat’î anlaşılıyorsa da muvakkat veya müebbet mi, hangi gün ve ayda olduğu ve orucun başlangıç ve sonu nerelerde ve istisnâ edilen kimse olup olmadığı anlatılmadığından, ilmî ta’birle mücmeldir.
4 —Diğer ümmetlere ait oruç, âyette bizâtihî matlûb olamayan işâri bir mânâ ile haber verilmesi, bizim orucumuzun onlarınkine benzemesinin hangi yönden olduğunu beyana ihtiyaç olmadığı, biddelâle, ya’nî mâ’nânın delâletiyle anlaşılabileceği.
ikinci âyette yukarıdaki bâzı icmallerin kaldırıldığı görülmektedir :
1 — Oruç sayılı günlerde farzedildİği, binâenaleyh müebbet olmadığı,
2 — Hastaların, hastalıkları müddetince; seferde olanların, sefer müddetince Ramazan’da ruhsat verildiği, maamâfih affedilmedikleri, kalan oruçların sayıları kadar oruçla mükellef oldukları,
3 — Birinci âyette, oruca bütün mü’minler muhâtab olmakla âyet umûmî iken, ihtiyarlar ve ifâkatları ümidi kalmıyan kimseleri oradan çıkarmakla birinci âyette bu mikdâr şarta bağlanmıştır. Eğer nüzul tarihi itibâriyle ikinci âyet daha sonra inmiş olaydı, birinci âyetin umûmundan bir mikdârını nesh olurdu. Fakat ikinci âyet : «Sayılı günler» diye başlaması bîrinci âyete ek olarak ikisi birden indiğini gösteriyor ki, birinci âyetin umûmunu nesh değil, tahsistir.
Üçüncü âyet:
1 - İkinci âyet birincideki gayri muayyen oruç günlerini : sayılı günler diye beyan etmişse de, bu günlerin senenin hangi ve ne mikdârda günleri olduğu mücmel kalmıştı.İşte üçüncü âyet bu icmali tefsirle Ramazan ayı olduğunu beyan ve ayni zamanda bu aya erişenler oruç tutsun buyurulduğundan hilâli bizzat herkesin görmesine lüzum olmadığı da beyan edilmiştir. Yukarıdan beri icmâlleri kaldıran bu beyanlara beyan-ı tefsir denir.
2 — Ramazan ayını idrâk edenlerin, o ay mikdârı oruçla mükellef oldukları, binâenaleyh arabî aylar otuz veya yirmidokuz olması sebebiyle muayyen mikdâr gün bahis konusu olamıyacağı bilişâre sabittir. Zira ay, binefsihî açık ve beyyindir; ya’ni Ramazan ayı, denince açıkça kendisinden anlaşılan hilâlin garppta ilk görünüşünden gene garpta ikinci ilk görünüşüne kadar olan günlerdir.
Resûlullâh Efendimizin : ay otuz da olur, yirmi dokuz da olur, buyurması bir soruya karşılık ay, denince otuz günden aşağı olmıyacağını zannedenlere karşı cevâptir. Bu sebeple Hadîsleriyle yaptıkları beyan tefsir olmayıp te’kiddir.
Dördüncü âyet:
1 — Bu âyet-i kerime, diğer âyetlerden sonra, ümmetin bâzı ihtiyaçları üzerine nazil olmuştur. Buhâri’nin Oruç bahsinde zikredildiğine göre Kays bin Sırma üzerinden geçen şu vak’a nüzul sebebi olarak zikrediliyor. Gündüz işçilik yapmakta olan bu zat, iftar vakti, ailesine: yiyecek bir şey var mıdır? dediğinde, bir şeyin bulunmadığı söylemiş ve getirmesi istenmiş, o ise, yorgunluğundan uyuyup aç olarak sabahlaması ve orucu aç olarak tekrar etmesi ve bunu da Peygambere haber vermesi üzerine, bu âyet-i kerîme inerek gece yemek yeme cevâzı verilmiştir(1). Diğer bir rivâyete göre, Hazret-i Ömer ’in Ramazan gecesi zevcesi ile birleşmesi nüzûle sebeptir(2).
2 — Ayet-i kerime ile evvelce diğer ümmetlerin oruçlarına uygun olarak iftardan sonra yemek, içmek tekrarlanmıyacağı hükmü nesh edilerek kaldırılmış, fazla olarak da zevcelerimize yaklaşma cevâzı verilmiştir. Âyetin sevki, ya’ni esbabı mucibesi bu olduğundan, delâleti: yukarıda zikri geçen cevazlar için ibârî bîr nastır. Sahur hakkında içtihâda yer bırakmamış olduğundan bütün mezheplerce sahur caizdir.
Keza, i’tikâfda olanların zevcelerine yaklaşmayı yasak etmesi ibârî mânâsiyledir.
3 — Âyette, oruçlarda yeme, içme ve kadınlara yaklaşmak gibi mübah fiillerin müddeti de şafakla tâyin edilmiş ve bu tâyin : “Size şafak’ın beyaz ipliği siyahından fark edilinceye kadar yeyiniz, içiniz.” denilerek bu fark bütün müslümanlara izâfe edildiğinden hey’etşinasların vesâir tüm erbâbının tâyinine bırakmamıştır. Bu gibi ilim erbabından istifâde ediyorsak, bu, ancak kolaylık içindir; yoksa farz olduğundan değildir.
4 — Kadınların erkeklere ve erkeklerin, kadınlara libas oldukları, temsilî bir istiâredir ki, el-bise nasıl insanları sıcaktan, soğuktan korur ve gizlenmeleri gereken uzuvları gizlerse, kadın ve erkek de birbirlerine sırdaş oldukları gibi her hususta birbirlerini tamamlarlar.
Kadınların libas olmakta erkeklere takdim edilmeleri, kadınların erkeğe olan ihtiyâcı herkesçe teslim olunmasına rağmen erkeğin kadından, vâreste olabileceği zehâbına kapılanlara kadınsız erkeğin noksanlığını ihtar içindir.
5 — Yaradılış itibariyle insan cinsi, erkek ve kadın birbirlerine elbise ise de ferd olarak kadın ve erkeğin birbirlerine libas olabilmeleri İçin evvelce aralarında nikâh bulunması iktizâ eder. Buna ilmi tâbirle “dâll bi-l-iktİzâ” denilir; çünkü nikâhsız birleşmeler hiçbir mahremiyeti gizlemez.
Oruç ve fazileti hakkında hadisler
1 — Ramazanın 29 ve 30 gün olabileceği hakkında Hz. Enes’ten rivâyet edilen bir Hadiste "Ramazanın 29 unda Resûlûllah suya kalktılar; bunun üzerine, hazır bulunanlar : Ayı noksanladınız, dediler. Peygamber Efendimiz : Ay 29 da olur, buyurdular” (1).
2 — Diğer bir Hadîste : “Biz ümmî bir ümmetiz, ne yazar ne hesap ederiz, ay 30 da olur, 29 da olur.” buyurulmuştür (2).
Bu Hadîs-i şerifte : ne yazanz, ne hesap ederiz, denilmekle yazma ve hesap etme gibi ilmi fazilet reddedilmiş değildir. Yalnız biz fıtrat-ı asliye üzerine bir ümmetiz, dînî hükümler için yazma veya hesap etme gibi külfetler bize yüklenmemiştir, denmek isteniyor.
Ramazân’ın fazileti hakkında hadisler
1 — Ebû-Hüreyre’den : Peygamber Efendimiz buyurdular: “Ramazanın birinci gecesi geldiğinde şeytanlar bağlanır, cinler kovulur; cehennem kapıları kapanır; Ramazanın sonuna kadar açılmaz; cennet kapıları açılır; Ramazanın sonuna kadar kapanmaz. Ve gökten bir seslenen seslenir : Ey hayır istiyen; hayırlara koş! Ey fenaâlıklar peşinde olan artık onları terket! Allâhu teâlâ için Ramazanın her gecesinde cehennemden âzad ettiği kulları var”(3).
2 — Hazır bulunduğunuz şu Ramazan ayında bin aydan hayırlı bir gece olduğu muhakkaktır. Bu ay ve o gece kendisine yasak edilen kimseye (yani ibâdetsiz geçirene) bütün hayırlar haram edilmiş, yasak kılınmıştır. Bu gecenin hayrı ancak hayırlardan mahrum kılınan bedbahtlara yasak edilmiştir (4).
3 — Şüphesiz Allâh-ı-zülcelâl hazretleri size Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de kıyamını (Teravih) sünnet kıldım. Binâenaleyh her kim iman ile rızâ-i bâriyi arayarak yakîn ile Ramazan orucunu tutar, teravihini kılarsa geçmiş günahlarına keffâret olur (5).
4 — Ramazan ayı size geldi çattı; mübarek aydır, Allâhu teâlâ, Ramazan orucunu farz kıldı, Ramazan ayında Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır; şeytanlar bukağılanır. Onda bir gece (Kadir Gecesi) vardır ki bin aydan hayırlıdır.Onun, hayrından mahrum olan hakîkaten mahrumdur(6).
5 — Ebû Hüreyre’den : Resûlullâhın, dostu şu ayınız sizi gölgeledi; müslümanlar üzerinde bundan hayırlı bir ay geçmez, münafıklar üzerine (oruç tutmadıklarından) bundan daha fena bir ay gelmez. Gerçek, Allâhu teâlâ bu ay girmezden evvel, ecir ve sevâbını yazar, ve yine bu ay gelmezden evvel günah ve zecrini yazar. Bu, mü’minin nafakasını ibâdete kuvvet bulmak için almasından, münafığın ise nafakasını mü’mîni çekiştirmek ve şehvetine tâbi olmak için almasından Ötürudur. Ramazan mü’mine ganimet, fâcire Ve fasika musibettir (1).
6 — Oruç kalkandır. Binâenaleyh oruç tutan fena söz söylemesin (büyücülük, nemmamlık, gıybet) gibi câhiliyye âdetleri yapmasın. Her kim ki oruçluya fenâ söz söyler ve ona el ile dalaşırsa oruçlu ona iki defa : ben oruçluyum, sana uyamam, desin. Nefsim kudretinde bulunan Hakk’a yemin ederim, oruçlunun açlığından ve susuzluğundan mütevellit ağız kokusu Allâh indinde misk kokusundan daha güzeldir. Zira O buyuruyor ki: yemesini, içmesini ve şehvetini Benim için terketti; oruç Benim içindir. Mükâfatı Bana aittir. Her güzel amel on misli iledir (2).
7 — Rabbiniz gerçekten buyurdu ki: her güzel işe ondan yediyüz misline kadar veya kat kat sevâb var; fakat oruç Benim içindir; mükâfatı da Bana aittir. (Ya’ni Ben onu ilân etmiyerek Kendimde sakladım (3).
İftar
Iftarı acele etmenin, güneşin batmasiyle hemen orucu bozmanın çok sevaplı olduğu hakkında bir çok hadîsler vârîd olmuştur. Vâkıa âyet-i kerîmede orucu geceye kadar devam ettiriniz, denilmekte ve bunda vehleten orucun karanlığa kadar devam ettirileceği akla gelirse de, gerek ilmî bakımdan ve gerek bu hususta Peygamberin hadîsleriyle tefsir edişleri bakımından orucun karanlığa kadar uzatılmıyacağı anlaşılır.
İlmî bakımdan Türkçemizde bir şeyin devam sonunu bildiren “… ye kadar” meselâ : Ankara’ya, Konya’ya kadar, diye devam edatları Arapçada “ilâ” edâtiyle ifâde edilir ki bu kendisine mahsus ta’birleriyle anlatmıyarak şu şekilde ifâde edilebilir: Bir hüküm bağlandığı yerde devamı murad olundukta, o hükmün son noktası o yerin cinsinden ise, o nokta da hükme dâhil olur. Meselâ ellerinizi dirseklerinize kadar yıkayınız, emrinin hükmünde dirseklerin de yıkanması lâzımgelir. Çünkü arapçada el karşılığı “yed” parmak uçlarından omuzun kol bitimine kadardır. Onun için dirsekler de aynı uzvun bir parçası olduğundan yıkanması îcâb eder.
Fakat hükmün bağlandığı yerin son noktası aynı cinsten değilse, o son noktanın hükme girmiyeceği anlaşılır.İşte bunun için, gece gündüzün cinsinden olmadığından geceye kadar orucu devam ettiriniz, emrinde “Gündüzün bitim ve gecenin başlangıç noktasına kadar devam ettiriniz” denmek olur ki bu da : “Güneş batıncaya kadar oruç tutunuz, batmasiyle bozunuz!” demek olur.
Peygamber Efendimizden gelen hadîsler de böyle olduğunu gösteriyor.
1 — Peygamberimiz buyuruyor kî : insan iftarı acele (yani tam vaktinde iftar) ettikçe hayırda dâim olurlar (1).
2 — insanlar iftarı acele ettiği müddetçe hayırdadırlar. Iftarı acele ediniz; çünkü yahudiler İftarı tehir ederler; vaktini geçirirlerdi.
3 — Allâhu teâlâ buyurdu ki : kullarımın Bana en sevgilisi iftan acele edendir (2).
S a h û r
1 — Sahûr yapınız muhakkak ki sahûr berekettir (3).
2 — Geçmiş ümmetlerle bizim aramızda orucu ayıran sahûr yemeğidir (4).
Oruç hakkında muhtelif Hadîsler :
1 — Adem-oğlunun her hayırlı işi kendisine âittir. Ancak orucu müstesnadır. Çünkü oruç Benim içindir. Ve Ben onun mükâfatını vereceğim. Oruç kalkan ve siperdir. Sizden herhangi biriniz oruç günü olduğunda sakın fenâ söz söylemesin; musîbetlere feryad figân etmesin. $âyet biri ona söver veya kendisiyle kavga ederse, ben oruçluyum desin. Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki oruçlunun (orucundan neş’et eden (ağız kokusu Allahu Teâlâ indinde mis kokusundan daha hoştur. Oruçlu için iki se vinç vardır : Biri, iftar ettiğinde; diğeri, Allah’a kavuştuğunda (1).
2 — Cennette bir kapı vardır; Reyyan denir.
O kapıdan oruçlular çağırılr ve oruçlular o kapıdan girerler. Ve her kim o kapıdan girerse bir daha ebedî susamaz (2).
3 — Allâhu teâlâ ve melâikesi sahur yapanlara rahmet ve mağfiretle muamele yaptığı gibi melekler de sahûr yapanların mağfiretine duâ ederler (3).
4— Oruç ve Kur’ân ikisi de kıyamet günü kula şefaat ederler; oruç; yâ Rabbî, kulunu ye-mesinden, içmesinden, nefsi meyelândan gündüz alakoydum; bana bağışla! Kur’ân’da : yâ Rabbi’, kulunu gece uykusundan ettim, bana bağışla! der.
Her ikisi de şefaat ederler (4).
5 — Her şeyin zekâtı vardır; vücûdun zekâtı da oruçtur. Oruç sabrın yarısıdır (5).
Orucun meşruiyetinin hikmeti :
1 — İnsanlar için sevdiklerine karşı bir cezbe ve aşk yaradılışları icâbı bir haslattır ki bundan masun olan hiç bir şahıs tasavvur edilemez. Aradaki fark her şahsın sevgi ve aşkı başka başka şeylere olmasıdır. Aşk dediğimiz; istenilen ve arzulanan şeylere kavuşma temayülü, eğer yaşamanın devâmı ve şartı veya yaşamanın zevkini bize tattıracak neviden eşyaya teallûk ederse, bunlar hayâtın kıvâmı olduğundan o nisbette aşk da fazla olur. Halbuki arzuladığımız eşya her vakit elimize geçemiyeceği gibi devamlı da olamaz. Bu sebeple zâhiren bunlar hayâtın şartı olsa da hakikatde böyle değildir. İşte yemek, içmek ve meşrû cinsî temâyül insanın hayâtının ayrılmaz lâzimesi olduğundan, insanın onlara karşı bağlanışı da o derece fazladır. Halbuki bunların birer ni’met olarak bize vusûlü bizden değil, Allah’tandır. O bize bunları takdir ve rızık etmese biz ne kadar arzulasak ve bunları edinmeğe çalışsak imkânı yok kazanamayız. Bir çok insanlar vardır ki güçleri kuvvetleri yerindedir; çalışırlar, fakat kifâf-ı nefis için dahi bunların varlıklarına nail olamazlar. Çünkü takdir edilmemiştir. Bir çok insanlar vardır ki, bunların mevcutları çok fazladır. Fakat bunlardan istifâde edemezler. Vücutlarına sindiremezler. Çünkü rızık olmamıştır. Binâenaleyh bunların bize fâide vermesinde asıl âmil olan Allah’ı unutmamamız, vücut ve hayat verdiği gibi bunların devamı şartlarını da temin den Allah’a aşk nasıl olduğunu bilmemiz gerekir. Bu sebeple kendisine aşk derecemizi imtihan ve Ma’budümüz olması haysiyetile itaatimizi denemek için sıhhatimiz ve iştihâmıza rağmen elimizde çeşit çeşit mevcutları olduğu halde yeme ve içme ve cinsi meyelândan men etmektedir.
Ey kulum, sana vermediğim zamanda bilmecburiye yemiyor, içmiyor ve cinsî arzularını tatmin edemiyorsun; hastalığında bunların varlığına rağmen mecburi olarak sana terkettiriyorum. Fakat şimdi elinde yiyeceğin, içeceğin var, ailen var; sağsın da; iştahın da fevkal’ade. Fakat bu arzuladığın şeyler, senin için aşk derecesine varan bir gaye olmasın. Seni yaradan ve bunları sana veren Ben olmam lâzım geldiğini unutma. Yokluğunda cebren müstefid olmadığın şeyleri, varlığında, ihtiyârın ve isteğinle Benim için terk etmelisin ki, Benim rahmetime sığınarak daha fazla mükâfatlara erişebilesin. Böyle yaptığın takdirde azâbımdan korunabilmiş olursun. Çünki oruç tutmanla Bana itaat etmiş ve başka şeylere olan arzunu ikinci dereceye atmışsındır.
2 — Hasta olan kimse yeme ve içmenin kıymetini, yiyemediğinden, içemediğinden takdir etse de çok kerre iştihânın yokluğu vücudun bunlara tahammülsüzlüğü sebebiyle bunlardan tiskinebilir ve kıymetlerini ölçemez. Halbuki sıhhatli ve iştihalı bir kimse, bunlardan men’ edilmesiyle kıymetlerini daha iyi ölçer. İşte oruç tutan bir kimse bunlardan mahrumiyetin ne demek olduğunu takdir etmesiyle ziyâdeliğini Cenâb-ı Hakk’a yalvarır. Bunlardan mahrum olan fakirleri düşünür ve onları gözetir. Yeme ve içme esbabını te’min için, alabildiğine çalışma gayreti meşrû şekle ifrağ olunur. Başkalarının hak ve mallarına hürmet hissi doğar. Yemeyi, içmeyi ve şehevi lezzetleri terk ile maddi varlıkların hakikî kıymetleri takdir olunur ve Allah’tan başka her şeyin asılsızlığı görülür. Oruç tutma ile kalp, tasfiyesi derecesinde, fi’len ilâhı vecde tutulur.
Sağlık bakımından 11 ay hiç durmadan çalıştırdığı İç uzuvlarını dinlendirmekle vücûdun sıhhat kabiliyeti arttırılır. Hâsılı ; «Umulur ki korunursunuz.» Hıtabına uygun maddi ve ma’nevî bir çok meziyetlere ulaşarak oruç tutan, hakikaten Cenâb-ı Hakk’ın vikayesine girmiş olur. Dînimizin en büyük rükünlerinden, yârı da ağyarı da çok ince düşünmeğe sevk edecek fâideleri büyük olan oruç müslümanlara İlâhî bir kanundur. Oruç bütün beşeri ihtiraslara karşı dizgindir.
Maamâfih oruç tutan yalnız yemekten içmekten ve diğer hissi meyelândan kendisini men’etmekle kalmamalı; insanlara hayırlı olmaya iyi ve faydalı sözlerle gönül almağa, dilini her fena sözden tutmağa dikkat etmeli. Zira elini, dilini fenalıktan men’edemeyen kimseler hakkında Peygamberin şu hükmü kâfidir.
Peygamberimiz buyuruyor ki : Nice oruçlular var ki, açlıktan başka bir şey ellerine geçmez. Nice namaz kılanlar var ki, yorgunluktan başka kendilerine bir şey kalmaz (1).
Bunun sebebi bu ibâdetlerle beraber fenalıklardan kendilerini alamamalarıdır.
Orucun nevileri
Oruç sırf Allah’ın hakkı olması ve O’na yakınlık için yapılan ibâdetlerden bulunması sebebiyle niyyetin oruçta şart olduğu unutulmamalı.
Orucun muhtelif nevileri vardır.
Farz oruçlar : Edası muayyen vakitte olan Ramazan orucu, Kur’ân-i kerim’le, Peygamberin sünnetiyle sâbittir. Farzıyetinin kat’iliğine icmâ’ da vardır. Bu sebeple Ramazan orucunun farz olduğuna hem i’tîkad etmek ve hem de onu fi’len tutmak lâzımdır. Ramazan orucunun farz olduğuna inanmayan İslâm sınırlarından çıkmış olur.
Ramazan orucu muayyen vekitli olduğu için gecesinde niyyeti unutan gündüz kaba kuşluğa kadar dahve-i kübrâ’ya kadar niyyet edebilir. Ramazanda sehven veya kasden sıhhatli ve mukim olan kimselerin nafile ve adak gibi oruçlara yapılan niyyetleri hükümsüzdür. Tutulan oruç Ramazan orucudur.
Niyyet kalbi bir kasd olması sebebiyle, sahura, oruç tutmak üzere kalkan bir kimsenin, ağzı ile oruç tutacağına niyyetlenmese dahi, kalbî kasdi kâfidir.
Farz iki nevidir. Biri muayyen diğeri muayyen
değildir. Muayyen farz : Ramazân orucunu gününde tutmak, gününde tutmadığı orucu başka günlerde ödemekten ibarettir. Muayyen olmayan farz : yemin keffâreti, zıhar keffâreti, hatâ ile insan öldürme keffâreti, Hac’da av avlamak cezası ve ihramlı olan kimseye yasak olan şeylerin işlenmesinden dolayı fıtra karşılığı olarak tutulan oruçlardır. Bunları İnkâr küfürdür. Ramazan orucu bozulduğunda gereken keffâret orucunu, amelen tutmak farz ise de, i’tikadi farz değildir, Çünki bu orucu inkâr küfür olduğuna icma’ yoktur.
Keffâret oruçlarına başlandığında biri biri ardınca tutmak lâzımdır. Arada bir gün oruç tutulmazsa tekrar edilmek gerekir. Yemin orucu üç gün, Ramazan keffâreti, hatâ ile insan öldürme keffâreti, zıhâr orucu hiç fâsılasız iki kameri aydır. Zıhar : Evvelce, câhiliye devrinde bir kimse karısını boşamayı arzuladığı zaman karısına : ben senin baldırlarını kız kardeşimin veya anamın baldırlarına benzetiyorum, der, tabiî bu kadınlar kendilerine haram olduğu için karısını da kendisine haram kılardı.. ve boş olmayı ifâde ederdi. İslamiyette de ba’zı müslümanlar bu çirkin câhiliye âdetini devam ettirmek için boşamak istedikleri kadınlara buna benzer kendi akrabalarından olan kadınların mahrem yerlerine, kendi kadınlarının mahrem yerlerini benzetmek suretiyle boşamak istediklerinde, Cenâb-ı Hak, bir kimsenin kadınının hiç bir vakit anası veya kardeşi olamayacağını ve bu benzetmelerin çok büyük günah olduğunu ih-tarla, kadınların böyle sözlerle boşanamıyacağını, maamâfih böyle çirkin benzetmeleri yapanlara cezâ olarak bir köle azad etmedikçe veya 2 ay oruç tutmadıkça, yahut da 60 fakir doyurmadıkça kadınlarının yanlarına gitmemeleri ve zevcî muamelede bulunmamaları emrolunmuştur. Bu sûretle tutulan iki ay keffâret orucuna zıhar denir.
Zıhar : Zahırdan arka ma’nâsınadır. Ana, kardeş, kız evlât arkalarına, ya’nî sırtlarına kadınların sırtlarını benzetmekten kinaye, alelıtlak akrabanın mahrem yerlerini karılarının mahrem yerlerine benzetmeye bir isim yapılmıştır.
Vacib oruçlar :
1 — Ay ve gün ta’yin ile adanan oruçlardır.
2 — Vakit ta’yin edilmeden adanan oruçlardır.
Bu iki nevi oruçların da farz olduğu İbn-i Abidin’de zikredilmektedir.
Sünnet oruçlar:
Muharremin 10 uncu günü, dokuzuncu veya
11 inci gün ile beraber tutulan oruçtur ki, Aşûra orucu da denir.
Mendûb oruçlar :
1 — Her ayın beyaz günleri (eyyâm-ı bid) ta’bîr edilen 13, 14, 15 nci günleri tutulan oruçlar;
2 — Pazartesi veya perşembe ile beraber cuma günleri tutulan oruçlar;
3 — Arefe günü ve Şevval’de 6 gün tutulan oruçlar (bu arefe, Kurban Bayramının arefesidir. Ramazanın arefesinde oruç kerahatlidir.)
Tenzihli kerahetli oruçlar :
1 — Tek olarak cuma günü,
2 — Tek olarak Muharremin 10 uncu günü,
3 — Tek olarak cumartesi günü tutulan oruçlar.
Harama yakın kerâhetli oruçlar:
1 — Ramazan bayramının 1 inci günü
2 — Kurban Bayramının 4 günü tutulan oruçlardır.
Seferde oruç ;
Yukanda meali alınan âyetlerde: hastalarla seferde bulunan kimselere de Ramazan ayı girmesiyle orucun farz kılındığı, bununla beraber hastalıkla veya seferde geçecek müddet içinde oruç tutmamalarına; sağlığa ve ikamete avdette bu günler mikdârınca oruç tutmaları ruhsatı görüldü.
Fakat bunlar hastalığa ve sefere rağmen tutarlarsa oruçtan makbul müdür, değil midir? Makbul ise efdal olanı tutmak mıdır, tutmamak mıdır? 4 Mezhebe göre vaziyet nedir?
Üçüncü âyette “Sizden her kim Ramazan ayına erişir ve hazır olursa, o ayda oruç tutsun ve yine her kim hasta veya seferde ise sayısınca diğer günler oruç tutsun.” buyurularak evvelâ oruç bütün mü’minlere teşmil edilmiş, sonra hasta ve misafir istisnâ edilmiş; bununla, Ramazana erişen bütün mü’minlere oruç farz kılındımş oluyor.
Âyetin muhatabı mü’minlerin hepsi olduğundan hasta ve misâfire de bu vazife yüklenmiştir. Aradaki fark, onlar için te’hirli olmasıdır; yoksa oruç yasak edilmemiştir.
Nitekim 2 ncİ âyette : “Kendilerine orucun te’tirine cevaz verilenler Ramazan içinde diğer mü’minlerle beraber oruç tutabilirlerse hayırlıdır” denilmekte ki, bu hayır, hiç şübhesiz yalnız başına herkes yer içerken oruç tutmanın zorluğundan neş’et eder, Binâenaleyh hastalara ve seferde olanlara orucun te’hir edilmesi bir kolaylık olsun diyedir. Orucun te’hirindeki illet de meşakkat ve zorluktur.
İşte, âyetlerin bu ma’nâları sarih olduğu için
4 Mezhebe göre de hasta veya seferde olana Ramazan-ı şerifte tutacakları oruç Ramazana mahsustur.İbnü Rüşd Hilafiyât’ında, Ramazan orucu seferi olanlara yasak edilmediğine dâir kuvvetli hadisler kaydederek, dört mezhebe göre de seferde olanların oruç tutmaları caiz olduğunu bildirir.
Müşavere Hey’eti kararı .
Karar No. 154/30
Fukahanın seyr-i vasat ta’bir eyledikleri nakil vasıtası ile sefer müddeti baid olan mahalle gitmek üzere yola çıkan kimse seri’ vasıtalarla az müddet zarfında o mahalle vâsıl olsa dahi yine seferi olacağının ve ictihad selâhîyetini haiz olmayan şahıslar tarafından bu hükmün aksi beyan olunsa dahi mu’teber olmıyacağı..
17/3/1952

(1) Bakare, 183 - 185.
(2) Bakare, 187.
(1) Bakare, 185 ve 186.
(2) Şûrâ, 13.
(3) Buhârî Şerhi ; Cilt S, Safıi/e 163.
(4) Aynî : Cild 5, sayfa 162.
(1)Ayni :-C. 5, S. 202.
(2)Ayni; C. S, S. 204.
(1) Aynî : C. 5, S. 195.
(2) Ayni : C: 5, Si 198.
(3) İbnü Mâce : C. T, S. 259.
(4) îbnü Mâce ; C. 1, S. 259.
(5) Kenzü’l-Ummâl (Oruç bahsi)
(6) Kenzü’l-Ummâl (Oruç bahsi)
(1)Nesei; C.I, S. 308.
(2) Nesei; C. /, S. 299.
(3) Aynî î C. S, S. 165.
1 - 4 üncü hadîsler, Kenzü’l - UmmâFîn Oruç bahsinden naklen alınmıştır.
(1-5) Bu hadîsler Kenzul - Ummâl’in Oruç bahsinden naklen ahnmtşlardır
(1) İbnü Mace, C.1,S.266.