Makale

Yeni Bir Yıl

Yeni Bir Yıl

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet işleri Başkan Yardımcısı

Yeni bir yılın ilk günlerini yaşıyoruz. Bu anlamda zaman bir olaylar ırmağıdır. Dolayısıyla bu yılın da gün ve geceleri miadını doldurunca geçmişteki zaman havuzuna akıp gidecektir. Tıpkı bir şelâleden aşağıya akan su gibi.

Bilindiği gibi insan hayatı açısından zaman kavramının önemli bir yeri vardır. Çünkü geçmişin kimliğini, bugün ile yarının plân ve programını ancak zaman dilimleriyle ifade etmek mümkündür. Bu nedenle insanın ömrünü kareler içine alan yıl, ay, hafta, gün, gece, saat ve dakikalar farklı bir değer ve hüküm taşımaktadır. İşte geçmişten geleceğe uzayıp devam eden bu zaman zincirinin bir halkasını teşkil eden 2003 yılını da geride bırakarak, bizim için şimdilik yeni bir dönem ifade eden 2004 yılına girmiş bulunuyoruz. Onun için biz bu yazımızda; sosyal hayatın akışında zaman olgusunun önemini hatırlatmak, geleceğimiz açısından büyük bir nimet olan boşluk ve fırsatları değerlendirmek, özellikle insanın günlük, haftalık ve yıllık çalışmalarını kapsayan mesai ve takvimi daha verimli hâle getirmek amacıyla bazı hususlar üzerinde durmayı uygun gördük.
Zaman sözlük olarak, "uzun veya kısa olan vakit" demektir, içinde bulunulan an, bir iş için ayrılmış süre, gün, ay, yıl ve asır (çağ) gibi kelimelerle ifade edilmektedir. Kur’an ve hadis metinlerinde ise zaman yerine "dehr" kelimesi kullanılmıştır. Buna göre dehr; uzun zaman, süre ve müddet anlamına gelmekte olup, kâinatın yaratıldığı andan itibaren yok olacağı âna kadar devam eden zaman demektir.(İsmail Hakkı Bursavi, Ruhu’l Beyan Tefsiri, c. 8, s. 46; Damla Yayınevi, 1st., 1995) Araplar cahiliyye çağında "dehr"e, diriltme, yaşatma ve öldürme gibi aşırı bir anlam ve güç yüklemek suretiyle Allah’a eş ve ortak koşmuşlardır. Benzer bir düşünce tarzı İslam’dan sonra da; "âlemin ezeli olduğu, insanın hayat ve ölümünün ’dehr’in kontrolünde bulunduğu" iddia edilerek, materyalist bir felsefe akımı şeklinde devam etmiştir. Kelâm bilim dalında söz konusu akımın mensupları; "Dehriyyun" olarak anılmakta olup, ileri sürdükleri düşünce ve iddialar çürütülmüştür.(Islâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı, c. 9, s.106, 1st. 1994) Kur’an, onların bu yanılgı ve bilgisizliklerini şöyle açıklamıştır: "Dediler ki: ’Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.’ Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar."(Casiye, 24) Böylece onlar başlarına gelen belâ ve kötülükleri zamana mal ederek: "Ah şu dehrin, yani feleğin elinden ne yapacağız?" demek suretiyle "zamana" dil uzatırlardı (söverlerdi). Oysa ki gerçekte dehr, Allah’ın yarattığı İlâhî bir kanundur. Kâinatı yoktan var eden, yöneten ve işlerini düzenleyen sadece Allah’tır. Hz. Muhammed (s.a.s) ise, onları bu aşırı tutumlarından dolayı şöyle uyarmıştır: "Yüce Allah buyurdu ki: Âdem oğlu dehre sövmekle beni incitir, dehr Benim, işler Benim elimdedir. Geceyi gündüze çeviren Benim." (Buhari,Tefsir, sure: 45, Müslim, Elfaz, 2,3)
Biz bu özet açıklamadan sonra sözü tekrar zamanın insan hayatıyla olan ilişkisine getirelim. Batılı düşünür Sophokles, "zaman, şifa veren bir ilâçtır" demektedir. Gerçekten ondan yararlanmasını bilenler, yaşantılarını daha sağlıklı ve verimli bir konuma getirmesini başarmışlardır. Fakat bu bilgi ve kültür düzeyine ulaşamayan nice insanlar da, zamanın nasıl öldürüleceğini ya da nerede geçirilip tüketileceğinin hesabını yapmaktadır. Oysa ki zamanı iyi bilmek, iyi kullanmak ve iyi değerlendirmek başlı başına bir disiplindir. Örneğin sabahleyin tedbirsizlikten kaynaklanan bir gecikme bütün günü; planlı geçirilmeyen bir gün ise haftanın, hatta ayın ve yılın çalışma takvimini etkileyebilir.
Kaynaklarımız ve değerlerimiz zamanın en ince detayını bile dikkate aldığı halde, bizim toplum olarak bundan ders ve ibret aldığımızı söylemek mümkün değildir. Bakınız Islâm bilginleri geçmiş ve geleceğin önemine dikkat çekmekle beraber, asıl içinde bulunduğumuz "an"ın değerlendirilmesine şöyle vurgu yapmışlardır: "Geçmiş elden çıkmıştır. Gelecek ise henüz gelmemiştir. Öyle ise ömrünü içinde bulunduğun "an" bil." (İbrahim Canan, "Vakti En iyi Değerlendirme Esasları, s, 20", Cihan Yayınları, 1st. 1994)
Aslında yüce dinimiz öncelikle insan hayatını; çocukluk, gençlik, olgunluk, ihtiyarlık ve düşkünlük gibi çeşitli zaman safhalarıyla belirlemiştir. Yine onun görev ve sorumluluk alanının dinî boyutunu gösteren namaz, oruç, zekât, hac ve kurban gibi ibadetler de çeşitli zaman dilimleriyle kayıtlı kılınmıştır. Diğer yandan Yüce Allah gece, sabah ve asır (çağ) gibi önemli "vakit" lere yemin ederek, dikkatimizi o anlara çekmiştir. Buna göre Kur’an’da isim olarak geçen gün 475, gündüz 106, gece 117, saat 48, ay 21, yıl 30, ebed 117, dehr (asır veya çağ ) 3 yerde ayrı ayrı zikredilmektedir.(İbrahim Canan, a.g.e., s. 7) Ayrıca Kur’an’da zamanın hesaplanması ve ölçülmesi bağlamında bir yılda on iki ay olduğu açıklanarak iş, çalışma ve ibadetle ilgili takvimin de buna göre düzenlenmesi gerektiği bildirilmiştir.(Tevbe, 36; Bakara,
189) Böylece Kur’an; "vakit" le ilgili içerdiği hükümler r sayesinde, hem onun nasıl kullanılması gerektiğini hem de onun ne kadar önemli olduğunu hatırlatmıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) de zamanın insan için çok kıymetli bir nimet ve fırsat olduğunu hatırlatarak şöyle buyurmuşlardır: "İki şey vardır; insanların çoğu onların değerini bilmezler: sıhhat ve boş vakit" (Buhari, Rikak,i; Tirmizi, Zühd, 1) "insan, hayatının her anından, kazandığından, harcadığından, gençliğini nasıl tükettiğinden, bildiği ile amel edip etmediğinden hesaba çekilecektir" (Tirmizi, Kıyamet,1)
’Ölümden önce hayatın, hastalığından önce sağlığın, meşguliyetinden önce boş vaktin, ihtiyarlığından önce gençliğin, fakirliğinden önce zenginliğin kıymetini bir ganimet Olarak biliniz" (Feydu’l Kadir Şerhu’l Ca- miu’s-Sağir, c.2, s.16)
Yeni bir yılın ilk günlerini yaşıyoruz. Bu anlamda zaman bir olaylar ırmağıdır. Dolayısıyla bu yılın da gün ve geceleri miadını doldurunca, geçmişteki zaman havuzuna akıp gidecektir. Tıpkı bir şelâleden aşağıya akan su gibi. O halde elimizdeki en büyük imkân ve fırsat içinde yaşadığımız "ân"ı değerlendirmektir. Özellikle gençlere hatırlatmak istiyorum. Hayatı sevmek ve onu daha anlamlı hale getirmek için; zamanınızı boş geçirmeyiniz. Çünkü zaman hayatın ta kendisidir. Ne var ki bugün insanımız birbiriyle konuşurken bir işi zamanında veya beklenen kalitede yerine getirememişse, vaktin yetersizliğini bir mazeret ve zırh olarak göstermektedir. Ancak vakti ne kadar israf ettiğini ya da bilimsel olarak değerlendiremediğine ilişkin eksikliklerinden hiç söz etmez. Oysa ki hiçbir mazeret, başarının yerini tutmaz. Merhum Elmalılı Hamdi Yazır, ilim elde etmenin temel prensibi olarak vaktin iyi değerlendirilmesine bağlı olduğunu belirterek, "Eğer ilim ve iş önümüzde ve gelecekte olursa bu rehber, vaiz ve teşvik edici olur. Ancak zaman itibariyle geride kalmışsa, o da hasret ve pişmanlığın artması demektir"(Ei- malılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.9, s. 6057, Eser Yayınevi, 1st)
Şair Asmai de zamanın değiştiğini ve bozulduğunu ileri sürerek kendini haklı göstermek isteyenlere şöyle cevap vermiştir: "Uzayıp kısalsa da zaman Bozulmaz asla, bozulan insan Zamanı kötüleriz oysa ayıp bizde Zamana bak, onda ayıp yok, ayıp bizde",
(İsmail Hakkı Bursavi, c., 7, s, 446)
Görülüyor ki; hangi meslek olursa olsun hayatta başarılı olmanın temelinde, "zaman" anlayışının ve değerlendirmesinin büyük rolü vardır. Bu nedenle gençliğe zamanı iyi değerlendirme alışkanlığı ve bilinci verilmelidir. Çünkü o, ferdin başarısında birinci derecede rol oynamaktadır. Bu anlamda araştırma yapan sosyologlar, ileri ülkelerle geri kalmış ülkeler arasında var olan en önemli farklardan birisinin "zaman anlayışı" olduğu ortaya çıkmıştır. Onlara göre ileri ülkelerde işlerin önceden zamana göre düzenlenmesi ve her işin, kendisine ayrılan zaman dilimi içinde görülmesi esas alınmıştır. Geri kalmış ülkelerde ise; iş ve başarı gelişmelere ve tesadüflere bırakılmıştır. Bu husus sadece doğu ile batı arasında bir fark değil, bütün ileri memleketler arasında rastlanan ortak bir Özelliktir. (İbrahim Canan, s.15-16)
Oysa ki Kur’an insanların hangisinin daha iyi iş ve başarı sağladığını tespit etmek için ölüm ve hayatın yaratıldığını bildirmiştir.(Müik, 12.) Bu yönüyle hayat; bir hayırlı faaliyetler alanı ve süreci; ölüm ise çalışmalarımızın karşılığını bulacağımız ebedi varlık sahasına geçişi sağlayan bir dönüm noktasıdır. O halde ilk aylarını yaşadığımız şu 2004 yılından itibaren günlük, haftalık ve aylık olarak yapabileceklerimiz konusunda daha duyarlı olalım. Tarih, vatan ve millet önündeki sorumluluğumuzu bir kez daha gözden geçirelim. Özellikle başarı ve hedefe ulaşmak için önümüzdeki seçenek ve fırsatları çok iyi değerlendirelim. Böylece sözde değil, hizmet ve somut eserlerle çağdaş dünyada misyonumuza uygun olan yerimizi alalım. Artık günlük mesai ve çalışma saatlerini engelleyen eğlencelerde bulunmak, kahvelerde oturup oyun oynamak, dedikodu yapmak, ilgi ve görev alanına girmeyen konularda tartışmak, ihtiyaç fazlası ziyaretlerde bulunmak, tembellik ve uykuya prim vermek gibi davranışlarımızı gözden geçirerek disipline edelim. Buna karşılık çok çalışmak, hizmet üretmek, kendimize, ailemize, çevremize ve ülkemize daha yararlı olmak için birbirimizle yarışalım. Bugünümüzün dünden, yarınımızın da bugünden daha iyi olması için, şimdiden gerekli önlemleri almamız gerektiğini unutmayalım.