Makale

RADYODA KUR’ÂN-I KERÎM AÇIKLAMASI

RADYODA KUR’ÂN-I KERÎM AÇIKLAMASI

Furkan sûresi, Âyet: 1-20

Sadettin EVRİN

Rahmeti her şeyi kaplıyan merhametli Allah’ın adiyle başlıyorum.

«Yücedir şânı o Allah’ın ki, doğru ile eğriyi ayıran Kur’ân’ı, bütün âlemi uyarsın diye kuluna indirdi. O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü O’nundur, kendine evlâd edinmemiştir, mülkünde ortağı yoktur, herşeyi yaratmış, halini, vasfını tesbit etmiştir. Böyle iken kâfirler Allah’ı bıra­kıp başka tanrılar edindiler ki, bunlar hiç bir şey yaratamazlar, oysa ki yaratılmışlardır. Kendileri içirt bile, ne (mukadder) bir zararı (giderme­ğe), ne (nasib olmıyacak) bir faydayı (sağlamağa), ne ölümü (durdur­mağa) , ne hayatı (uzatmağa), ne de ölümden sonrıa yemden hayata geli­şe (hâkim olmağa) güçleri yetmez. İnkâr edenler: «Bu Kur’ân sırf onun uydurduğu bir yalandır. Bu işde başkaları da ona yardım etmiş» dediler. Böylece haksızlığa ve yalancılığa saptılar. Bir de şöyle dediler: «Kur’ân öncekilerin masallarıdır. Onları başkalarına yazdırmış, sabah akşam ken­disine okunuyor.». Sen de ki: «Onu göklerde ve yerdeki sırrı bilen indir­di. O yarlıgayıcıdır, merhametlidir.». Yine onlar derler ki: «Bu nasıl Tanrı elçisi, yemek yer, çarşılarda dolaşır. Neden ona, yanında sakındırıcı olacak bir melek inmedi? Yahut ona bir define bırakılmalı, ya da onun yiyeceğini sağlıyacak bir bahçesi olmalı değilmiydi?». Bu zalimler mü’minlere: «Siz ancak büyülenmiş bir adamın peşinden gidiyorsunuz» dediler. Bak! Senin için ne temsiller getirerek sapıtıyorlar. Artık hiç yol bulamazlar.

Yücedir şanı o Allah’ın. Dilerse sana bunlardan daha âlâsını, alt yanından ırmaklar akan cennetleri verir (dünyada da böyle yerleri İslâm, diyarı eder), sarayları senin yapar.

Zaten, onlar kıyameti yalan saydılar. Biz ise kıyameti yalan sayanlar için çılgın bir alev hazırladık ki uzak yerden gözükünce, onun ateş püs­kürmesini ve uğultusunu işitirler. Orada dar bir yere, birbiri üstüne atılınca, ölüm nerdesin? diye çağrışırlar. Bu gün siz yalnız bir tek ölümü değil, bir çok ölümleri birden isteyin. De ki: Bu mu daha iyi? yoksa, sakınanlara vaad olunan ebedîlik cenneti mi? O cennet ki, onlar için hem bir mükâfat, hem de bir yurddur. Onlar için orada, diledikleri her şey var. Orada daim kalırlar. Bu, Rabbinin istenecek bir vaadidir. O gün Rabb’in onları da, Allahtan başka kulluk ettiklerini de bir araya getirip der ki : «Siz inisiniz, şu kullarımı saptıranlar? Yoksa, onlar mı doğru yoldan saptılar?». Onlar şöyle diyecek: «Sen’i tenzih ederiz. Senden başka veli edinmek (ve olunmak) bize yaraşmaz. Ancak Sen onları da, atalarını da o kadar nimetlendirdin ki, buna dalıp Sen’i anmayı unuttu­lar da kendilerini heder eden bir kavm oldular». Ötekilere diyeceğiz ki: «İşte sizi, sözünüzde yalancı çıkardılar. Artık azabı çeviremez, yardım da göremezsiniz. Zulmedenlerinize büyük bir azap tattıracağız».

Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz bütün peygamberler de şüphesiz, yemek yerler, çarşılarda dolaşırlardı. Ey insanlar! Kiminizi, kiminiz hakkında (düşkünlük vererek) sınadık. Bunda (ölçülü olmağa) dayanacak mısınız? Rabbin herşeyi görendir.»

İşbu açıklama denemesinde bâzı hususlar üzerinde düşünmek lâzım- geliyor. Bahis konusu olan mabutlar yalnız taştan, tahtadan yapılmış putlar değildir. Daha aşağıda onlara Cenâb-ı Hakk’ın suâl sorması ve verdikleri cevap nazar-ı dikkate alınırsa, bu anlama mahutlaştırılan şahsiyetlerin de girdiği anlaşılır. Bunların kendilerine bile zarar ve fay­da vermekten âciz olmasını (Allah irade etmedikçe) gibi bir ilâve ile mi îzah etmek? yahut kerre içinde yazdığımız izah şeklini mi hatıra getir­mek muvafık olur?

Daha aşağıda (Mukarrenin) kelimesini (elleri boyunlarına zincirle bağlı) diye tercüme etmek mi? Yoksa kısa lügat mânasına mı hamlet­mek uygun olur?

Nihayet, son âyetteki (fitne) kelimesine, mâbud ittihaz edilen in­sanlara karşı beslenen korku ve hayranlığı tapınmaya kadar götüren toplumun kapıldığı bu cereyanı hatıra getirerek mâna vermek ve (sabr) ı da bu cereyana dayanmak sadedinde anlamak mevzua daha, münasip olur mu?

Bu hususları araştırmak Kur’ân-ı Kerîm üzerinde tefekkür vazifesi­nin bir zaruretidir.