Makale

HAZRETİ OSMAN

HAZRETİ OSMAN

A. Hamdi KASABOĞLU

Kur’ân-ı Kerîm’i teksir ettirerek Onun her türlü tahrif ve tağyirden korunmasını sağlayan Hazret-i Osman, İslâm, tarihinin üstün şahsiyetlerindendir. Dört büyük Halîfenin ve Aşere-i Mübeşşere’nin üçüncüsüdür. Hayâ’nın ve örnek zenginliğin timsali idi. Müslümanlığı, Hazret-i Ebû Bekir vasıtasiyle ilk kabul edenlerdendir.

Fil vak’asından altı sene sonra, Milâdî 576 senesinde Mekke’de doğ­muştur. Babası Affân, Ebu’l-Âs’ın oğlu, Annesi Ervâ, Peygamberimiz’in halasının kızıdır. Nesebi Peygamberimiz’in nesebi ile büyük dedeleri Abd-i Menaf’da birleşir.

Orta boylu, düzgün şimali, sarı sakallı idi. Yüzünde biraz çiçek eseri vardı.

Hayatım ticaretle kazanırdı. Zengindi. Fakat kazancını istif etmez, hayırlı işlere cömertçe sarf ederdi.

Tebük Harbi hazırlığı yapılırken 300 deve ile 1000 dinar teberrûda bulunmuştu. Ayrıca askerin yarısını da harp mühimmatı ile teçhiz etmiş­ti. Medine’de Rûme kuyusunun suyunu satın almış ve Allah yolunda sebil yapmıştı.

Hazret-i Osman Müslüman olduktan sonra Peygamberimiz Efendimiz’in kızı Rukıyye ile evlenmiştir. Mekke’li müşrikler, Müslümanları tazyika başlayınca Habeşistan’a hicret etmiştir. Bir müddet sonra Mekke’ye dönmüş sonra da Medine’ye göçmüştür. Rukıyye’nin Bedir gazasını mü­teakip vefatı üzerine Hazret-i Osman, Peygamberimiz Efendimizin diğer kızı Ümmü Gülsüm ile evlenmiştir. Bu yüzden kendisine Zi’n-Nûreyn denilmiştir.

Hazret-i Osman, Ashâb’ın ileri gelenlerindendi. Resûlullâh’ın nezdinde müstesna bir mevkii vardı. Ümmü Gülsûm’ün vefatı üzerine Pey­gamberimiz Efendimiz, Hazret-i Osman’a hitaben:

— Üçüncü bir kızım olsaydı sana onu da verirdim, diyerek itimadını ve sevgisini açıklamışlardır.

Hazret-i Âişe’nin rivayetine göre, Peygamberimiz Efendimiz birgün yatağına uzanmış, istirahat halinde iken Hazret-i Ebû Bekir gelir; ko­nuşmaları bitince gider. Biraz sonra Hazret-i Ömer gelir. Resûlullâh Efen­dimiz onu da yatar vaziyette kabul buyurur. Konuşmaları bitince o da çıkar gider. Daha sonra Hazret-i Osman’ın geldiğini gören Peygamberimiz Efendimiz, derhal üzerlerini örttürürler ve Hazret-i Osman’ı kabul buyu­rurlar. Konuşmaları bitip Hazret-i Osman da gittikten sonra, Hazret-i Âişe sorar:

— Yâ Resûlallâh, Bbû Bekir geldi, Ömer geldi örtünmedin de Osman gelince niçin örtündün?

— Osman haya sahibidir de ondan..

Hazret-i Osman, Hazret-i Ömer’in vefatından üç gün sonra 3 Muhar­rem 24 de Halîfe seçilmiştir. Halifeliği ikindi vakti ilân edilmiş, Suheyb ikindi ezanını okumuş, Hazret-i Osman namazı kıldırmış sonra da bir nu­tuk îrad ederek halka tavsiyelerini bildirmiştir. Halifeliğinin ilânı üzerine vilâyetlerden heyetler gelerek tebriklerini arzetmişlerdir. Böyle heyetler halinde vilâyetler mümessillerinin merkeze gelerek Halîfeye tebriklerini arzetmeleri ilk defa Hazret-i Osman zamanında vâki olmuştur.

Hazret-i Osman, Hazret-i Ömer’in vasiyyetine uyarak bir sene vali­lerin yerlerini değiştirmemiştir.

Hac mevsiminde vilâyetleri hakkında malûmat edinmek maksadiyle valileri Mekke’de toplamış ve onlara halka iyi muamele etmelerini, maz­lum zayıfların haklarını zâlim kavilerden muhakkak almalarını, zayıfları kavilere karşı korumalarını tavsiye etmiştir.

Halifeliği müddetinse Hac vazifesini Sahabe ile birlikte yerine getir­miş ve Hazret-i Ömer gibi o da Peygamiberimiz’in zevcelerine bu vazifeyi îfa ettirmiştir.

Hicrî 25 senesinde İskenderiye’liler ahitlerini bozarak İslâmlara karşı harp açtılar ve İstanbul’dan yardım istediler. Fakat buna rağmen harbi Müslümanlar kazandılar ve İskenderiye’yi aldılar. Aynı sene içerisinde Endülüs, Kirman, Horasan ve şimalî Afrika fethedilmiştir.

Hazret-i Osman Mescid-i Harâm’ı genişletmiş ve bunun için de civar­daki evleri istimlâk etmişti. Bâzı kimseler istimlâke razı olmamışlar ve istimlâk bedellerim almak istememişlerdi. Onların bu tutumu karşısında Hazret-i Osman:

— İstimlâk bedellerini Beytü’l-mâle bıraktım; gidip oradan alırsınız, demiştir.

Hazret-i Osman Mescid-i Nebevi’yi de genişletmiştir. Bu maksatla Medine’ye yakın, Basra yolunda bulunan Nahil’den kireç getirtmiş, du­varlarını nakışlı taşlardan ördürmüş, taş sütunlar üzerine bakır kaplat­mış, tavanını da saçtan yaptırmıştır. Hazret-i Ömer’in zamanındaki altı kapıyı da muhafaza etmiştir. Bu suretle Mescid-i Nebevi 160 X 150 arşın ebâbında bir genişliğe sahip olmuştur.

Hazret-i Osman’ın en büyük hizmeti Hazret-i Ebû Bekir’in zamanın­da cem’ olan Kur’ân-ı Kerim’i teksir ettirerek etrafa göndermesi, İslâm dünyasında Kur’ân’ın kıyamete kadar, nazil olduğu lehçe ile okunmasını sağlamasıdır. Bu cidden onun en büyük bir hizmetidir. Zira İslâm Dîni her ne kadar dört temele dayanırsa da bu temellerin en başta geleni ve anası Kur’ân’dır. Şayet Kur’ân, Peygamberimiz Efendimiz’in kendi zamanlarında, sırf öğrenilmesi ve anlaşılmasında bir kolaylık olmak üzere yaptıkları müsamaha ve müsaadelerine dayanılarak, diğer lehçelerle de okunmasına devam edilseydi, sonraları okunduğu gibi yazılmaya da baş­lanır ve ortaya imlâları başka başka Kur’ân nüshaları çıkar ve ayrılık­lara, aykırılıklara sebep olurdu. İşte Hazret-i Osman büyük bir ileri gö­rüşlülükle bu tehlikeyi sezmiş, Kur’an’ı teksir ettirerek etrafa yaymak: suretiyle hizmetlerinin en büyüğünü ifa etmiştir. Bu mevzuda, hakkında, bunun dışında ileri sürülen müsteşriklerin iddiaları iftira hududundan öteye geçemez.

Hicrî 35 senesi civarında San’a yahudilerinden Abdullah b. Sebe’ ih­tida etmişti. Fakat bu, gerçekten bir ihtida değildi. İhanetleri yüzünden Medine’de öldürülen yahudilerin intikamını almak ve cepheden sarsamadıkları İslâm Dîni’ni, onun saf, tertemiz inançları arasına bir çok hura­feler karıştırarak, parlak yüzünü gölgelemek, rengini karartmak ve kale­yi içinden fethetmek için sahte bir ihtida idi. Bunun böyle olduğunu sonradan zuhur eden elim hadiseler isbat etmiştir. İbn-i Sebe’ sözde ihtida ettikten sonra Müslüman âlimi kisvesine bürünerek, kendisi gibi sahte mühtedî diğer iki avanesiyle İslâm dünyasını diyar diyar gezmiş, saçma sapan fikirler ileri sürmüş ve halkı Halîfeye karşı isyana teşvik etmiştir Bir çok yerlerden kovulan İbn-i Sebe nihayet Mısır’da yerleşti ve kor­kunç bir fitnenin zuhuruna sebep oldu. Bu azılı yahudinin ve avanesinin, iğvâsına kapılanlar Medine’ye yürüdüler; Hazret-i Osman’ın evini muha­sara ettiler. Bu muhasara uzun sürdü. Yiyecek, içecek namına içeriye bir şey sokmadılar. Hatta o mübarek zâtın kendi parasiyle satın aldığı ve suyunu sebil ettiği Rûme kuyusundan su almasına dahi engel oldular.

Bu korkunç hengâmede Hazret-i Ali Hazret-i Osman’a haber gön­derdi, bu işe müdahele ederek fitnecileri dağıtmasına müsaade vermesini istedi. Fakat o büyük insan,

— Ben, zamanımda şahsım için kan dökülmesini istemem, diyerek teklifi reddetti.

Fitneciler güruhunun, içeriye girerek Halîfeyi şehit etmelerine mâni olmak için, Peygamberimiz Efendimiz’in torunları, Hazret-i Ali’nin ço­cukları Hazret-i Haşanla Hazret-i Hüseyin kapıdan ayrılmıyorlardı. Fa­kat bir gün onlar yine kapının önünde beklerlerken evin arka duvarını yararak katiller içeriye girmişler, Kur’ân tilâvetiyle meşgul bulunan bu mübâret zatı, başına demir vurmak suretiyle şehit etmişlerdir. Buna ma­ni olmak isteyen zevcesi Nâile’nin parmaklarını da bir kılınç darbesiyle koparmışlardı.

Hazret-i Osman şehadetinden üç gün sonra defnedilebilmiştir.

Hazret-i Osman altı defa evlenmiştir. Dokuz oğlu, altı kızı vardı. Şehadetinde zevcelerinden Remle ile Nâile kalmıştı.

Allah ondan râzı olsun.