Makale

M. ŞEVKİ ÖZMEN HAKK’IN RAHMETİNE KAVUŞTU

M. ŞEVKİ ÖZMEN HAKK’IN RAHMETİNE KAVUŞTU

Günlerden 13 Mayıs 1969 Salı... Öğle vakti yaklaştı. Hacıbayram Camiine gidiyoruz. Tam câmiye yaklaştığımız sırada Salâ verilmeye baş­lıyor. Müezzin Efendinin coşkun ve billûr sesi Hacıbayram, semâlarında ilâhî bir yankı yapıyor. Bütün ezanlar güzeldir, bütün salâlar güzeldir. Ama bugünkü salâ daha çok dokundu bana...

Bugün Hacıbayram Câmiinde bir fevkalâdelik seziliyor. Çünkü bir musalla taşı üzerinde, Diyanet Camiasına uzun yıllar hizmet etmiş ve bu câmiamn sevgi ve takdirini kazanmış, herkesin içten sevdiği M. Şevki Özmen’in cenazesi var. Büyük bir huşû içinde öğle namazı kılınıyor. Bu­nu müteakip cenâze namazını kılıyoruz. Hacıbayram Câmii tıklım tıklım dolu. Başta Muhterem Diyanet İşleri Başkanı, Başkan Muavini, Din İş­leri Yüksek Kurulu Başkanı ve Üyeleri, Daire Başkanları, Müdürler, An­kara Müftüsü ve Diyanet İşleri Başkanlığı Merkez Teşkilâtı ile Müftülük camiasından birçoğu cenâze merasiminde hazır bulunmuşlardı. Ayrıca merhûmun ailesi, yakınları, İstanbul’dan, Konya’dan gelen dostları...

Namaz biter bitmez cenâze eller üzerinde, omuzlar üzerinde, tekbir sesleri arasında bir hayli ilerledikten sonra cenâze arabasına kondu. Ve sonra Asrî Mezarlığa varıldı, Cenâze namazındaki kalabalık cemâatin ora­da da görülmesi, merhûmun nasıl sevildiğini, sayıldığını ifâde ediyordu. Defin işleri yapılırken kadirşinas hafızlarımızın tilâvet ettikleri Kur’ân-ı Kerîm, okunan Hatim duâları ne kadar güzeldi.

Nihayet Muhterem Diyanet İşleri Başkanı Muhterem Lûtfi Doğan’ın bizzat yaptıkları duâ ile Kabristandaki merasim sona erdi ve merhumu Allâh’a emânet ederek hüzün dolu gönüllerle oradan ayrıldık.

İnancımız odur ki, bütün yaratıklar fânidir. İnsanlar da fânidir. Bakî olan yalnız ve yalnız Cenâb-ı Allah’dır. Ne var ki, Önce gidenlere üzülmemek elden gelmiyor. Eğer bunlar îmanları tam, kâmil kişiler ise Allah indinde ulaşacakları mükâfatı düşünerek teselli buluyoruz.

1.8.1332 yılında Isparta’nın Şarkikaraağaç ilçesinde dünyaya gelen Mustafa Şevki Özmen, tanınmış bir ailenin çocuğudur. Babası Mehmet Efendi de kâmil bir Müslümandı, Merhum lise tahsilini Konya’da ikmâl etmiştir. Sonra Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Klâ­sik Şark Dilleri Bölümüne girmiş ve buradan 1945 yılında mezun olmuştur.

Devlet hizmetindeki görevlerini şöylece sıralayabiliriz:

Ankara Umûmî Kütüphanesi Memurluğu (1944), Manisa Genel Ki­taplığı Müdürlüğü (1949), Diyanet İşleri Başkanlığı Kütüphâne Memuru (1951), Başkanlık Büro Şefi (1951), Başkanlık Kütüphane Memuru (1959), Başkanlık Müşavere ve Dînî Eserleri İnceleme Kurulu Üye Yardımcılığı (1960), Başkanlık 1. Sınıf Müfettişi (1965), Başkanlık Olgunlaştırma Müdürü (1965), Dînî Hizmetler ve Din Görevlilerini Olgunlaştırma Dairesi Başkanlığı (1967).

Merhum son görevini îfâ etmekte iken rahatsızlanmış, uzunca bir süre tedâvî olmuştur. Son olarak geçirdiği bir kanama sonunda Hacet­tepe Hastahânesine kaldırılmıştı. Buradaki tedâvî sırasında geçirdiği bir ameliyat sonunda 11 Mayıs 1969’da hayata gözlerini yummuş, vefâtı ha­beri herkesi derin bir üzüntüye garketmiştir.

Ameliyattan bir gün önceki ziyaretimizde kendisi hayli neş’eli idi. Epeyce oturduk, sohbet ettik. “Artık ameliyat olmaya karar verdim. İnşâ-Allah kurtulurum.” diyordu.

Ameliyat sekiz saat sürdü, ertesi günü ziyaretine gittiğimizde biri tamdı. Gözleriyle “Hoşgeldiniz, hâlimi görüyorsunuz, Allah’dan benim için şifâ dileyiniz...” diyordu âdeta... Şifalar dileyerek ayrıldık.

Demekki vâde gelmiş, ecel kapıyı çalmıştı... Merhum Şevki Özmen, kelimenin tam anlamıyla, îmanlı, dürüst, iyiliksever, cömert, halîm-selîm, kimseyi kırmaz; kâmil bir Müslümandı. Üzücü değil, sevindirici; kinci değil, dâima yapıcı ve arabulucu idi. Hoşsohbet idi. Kendisini dinleyenler âdetâ ferahlardı.

Kendisiyle uzun yıllar birlikte çalıştık. En küçük bir kırgınlığımız ol­madı. O bizleri çok sevdi, biz kendisini çok saydık. Amir-memur münâ­sebetlerine iyi bir örnekti. Doğruydu. Hile hud’a nedir bilmezdi, insan­lardaki aşın hırs, kin, hasetlik, kibirlilik, merhûmun en çok kızdığı şey­lerdi. Âcizane yazdığım şu şiiri kendisine arasıra okurdum ve o derin derin düşünür ve “Dört metre bez ha?” derdi. Şiir şuydu:

Sana döneceğimiz gün geliyor aklıma,

Yüreğim eziliyor, yanıyorum Allâh’ım!

Nedir insanlardaki bu hırs, bu dalavere.

Düşündükçe bin defa ölüyorum Allah’ım!

Ey ölümü aklına getirmeyen gafiller!

Ağlayın hüsrânınıza bin kerre ağlayın.

Nasıl olsa biter bu zenginlik, geçer günler,

Ağlayın hüsranınıza bin kerre ağlayın.

Dünyâya gelmiş de ölmemiş insan var mıdır?

Öyleyse nedendir bâtıla düşkünlüğünüz?

Yoksa üç günlük hayat sizin için kâr mıdır?

Dört metrelik bez değil midir götürdüğünüz?..

Gerçekten öyle değil mi? Bu dünyâ kime kalmış ki! Asıl olan Cenâb-ı Hakk’ın lütfettiği İslâm Dîninse inanmak ve yaşamak değil mi?

Merhum, Diyanet Teşkilâtında uzun yıllar sadâkatle hizmet etmiştir. Hem de sessiz ve sadâsız ipekböceği misâli...

Ankara Radyosunda uzun zaman Dînî ve Ahlâkî Sohbetler yapmış, dinleyicilerine, mübarek Dînimizin gerçeklerini; îmanlı, ahlâklı yaşama­nın, ibâdet etmenin faziletlerini anlatmıştır. Ondaki Mehmet Akif hay­ranlığı, milliyetçilik, komünizm düşmanlığı, konuşmalarında, yazılarında dâima görülürdü.

Merhûmun kitap merakı da meşhurdur. Evinde muazzam bir kitaplı­ğı vardır. Ondaki ağaç ve çiçek merâkını herkes bilir.

Geçen yıl bıraktığı sakalı, ona pek güzel yakışmıştı.

Velhâsıl iyilikleri anlatılmakla bitmiyor... Hepimizin olduğu gibi bel­ki O’nun da ufak tefek kusurları olmuştur. Zâten kusursuz insan var mı ki? Allâh’ım affetsin...

Ey güleryüzlü, tatlı dilli meslekdaşım! Dilinden düşürmediğin Yüce Allah’ının Rahmetine kavuştun, Mevlâm İnşâ-Allah seni nûruna gark eder.

Ey samîmi ve faziletli Müslüman! Şimdi, dilinden eksik etmediğin Sevgili Peygamberimizin bir ümmeti olarak Âhirete göç eyledin. O iki cihan güneşinin şefâatına mazhar olursun Înşâ-Allah...

Allah gani gani rahmet eylesin; geride kalan keder-dîde ailesine sa­bırlar versin.

Ahmet YÜZENDAĞ

Olgunlaştırma Müdürü