Makale

ARŞIN GÖLGESİNDE BARINANLAR

ARŞIN GÖLGESİNDE BARINANLAR

Osman KESKİOĞLU

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Tercemesi:

“Hz. Peygamber (S.A.S.) buyurdular: Yedi kişi vardır ki, rahmeti göl­gesinden başka gölge bulunmayan kıyamet gününde Allah onları arşın (rahmeti) gölgesinde barındırır. Onlar da: Âdil olan hükümdar, Allah’a kul­lukta yetişen genç, câmiden çıktıktan sonra bile, oraya dönünceye kadar kalbi câmiye bağlı olan kişi, Allah için sevişip bu sevgi ile birleşen ve ay­rılan iki adam, tenhâda Allah’ı anınca gözleri yaşla dolan kimse, mevki ve güzellik sahibi olan bir kadın kendini ona teslim etmek istediğinde: Ben Alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım, deyip, onu reddeden erkek, sa­daka verdiği zaman sağ eli İle verdiğini sol eli bilmeyecek derecede gizil ve­ren kişidir”

İ z â h ı:

Yukarkî Hadîs-i Şerîfi, Ashâb-ı Kirâm’ın en çok Hadîs rivâyet edenle­rinden olan Ebû Hüreyre ile Ebû Saîd el-Hudrî, Peygamber Efendimiz’den rivâyet etmişlerdir.

1. Hadîs-i Şerîfin baş tarafında İmâm-ı âdil zikredilerek, arşın gölge­sinde barınacakların başına o konmuştur. Çünkü adalet İslam nazarında çok üstün bir yer tutar. İmam: önder, öncü, lider, şef, başbuğ, rehber, delil, halkın önüne geçen ve kendisine uyulan kimse demektir. İmâm-ı İdil’in ken­disinde bulunması gereken vasıfların başında hakîm olması, şecâat, iffet sâhîbi bulunması, doğruluk üzere hareket etmesi gelmektedir.

Kur’ân-ı Kerim Nisâ Sûresinin 58 inci Âyet-i Kerîmesinde adâlet ve emâ­netle ilgili olarak şöyle buyuruyor:

"Allah size emânetleri ehline vermenizi, insanlar arasında hükmettiği­niz zaman adâlet üzere hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğüt veriyor."

Bu Ayet-i Kerîme en mühim iki esâsı ihtivâ eder ki, onlardan biri adâlettir. Adâlet, dünyânın direği sayılır. Yer, adâlet üzerine kurulmuştur. Gök­ler adâlet sâyesinde durur:

Adâlet, mülkün temelidir. Dünya, adâlet mihverinin üzerinde döner.

Adâlet insan yaradılışına en uygun gelendir. Herkes adâleti sever, zu­lümden nefret eder. Çünkü zulüm haksızlıktır. Haksızlık etmekten kimse hoşlanmaz. Adâlet duygusu insanları doğru dürüst hareket etmeye sevkeder. Yaptıklarından hesap vereceğini bilen kimse, adaletten aslâ ayrılamaz.

Dursun kef-i hükmünde terâzû-yi adâlet

Havfin var ise mahkeme-i rûz-i cezâdan.

Halk arasında adâlet üzere iş görmek, herkesin hakkını vermek, zayıf­ları hîmâye etmek, İnsan kayırmamak hep adâlet icâbıdır. Adâletten ayrılıp, zulme sapanlar, dünyada iç huzuru göremezler, âhirette de onlar için azap vardır.

Adâlet, insanların özlemini çektiği bir şeydir. Ve bütün faziletlerin başıdır. Adâlet olmayınca hayâtın ma’nâsı kalmaz, insanlar huzur bulamaz­lar. Allâhu Tealâ, Kur’ân-ı Kerîm’inde;

"Dâimâ adâlet üzere iş görünüz, zîrâ bu takvaya en yakındır," buyu­rarak insanları adâlete teşvîk etmektedir. Her hafta Cum’a günleri hutbe­den sonra mimberde okunan Âyet-i Kerîmenin baş tarafındaki;

“Allah adâletle, iyilik yapmakla, akrabaya vermekle emreder." sözü mü’minler için ne güzel bir öğüttür. Adâlete dâir dillerde dolaşan güzel söz­lerden biri de şudur: "Dünyâ baştakilerin adâleti, askerlerin kahramanlığı, âlimlerin hikmeti, sâlih kişilerin duâ ve nîyâzı sâyesinde düzeninde döner.”

Hz. Ali (R.A.) den de şöyle rivayet olunur: "Adâlet gerçekten güzel bir şeydir. Ümerânın, baştakilerin adâleti ise, daha güzeldir."

2. olarak Allâh’a kulluk duygulan ile yetişen genç zikredilmektedir. Gençlik çağı çok mühimdir. Gençliğin çeşitli problemleri olur. Kendilerine doğru yol gösterilmezse şaşırırlar ve yola gelmeleri güç olur. Atalarımız: "Fidan körpe iken eğilir" derler. Ne doğru söz. Türkçemizde kullandığımız delikanlı deyimi de gençlik hâlini ifâde eder, işte böyle bir hava içinde, bütün taşkın arzularım yenerek Allah’a kulluk vazifelerini yerine getiren bir genç elbette medhe şayandır, Allah’ın lûtf u ihsanına en çok lâyık olan­dır.

3. olarak zikredilen de kalbi câmiye bağlı olan kişidir. Câmi, Allah evi­dir. Oraya kötü duygular giremez. Bütün kötülükler câmiin eşiğinin dışında kalır. Camide Allah’a ibâdetini yapıp, kulluk borcunu ödedikten sonra cami­den çıkılır, fakat bedeni dışarı çıksa da kalbi orada kalan kimse, kötülükler­den dâîmâ uzak bulunur. Hz. Peygamber’in medhini yaptığı adam, câmiden çıktım diye kendini kötülüklere teslim etmez, frenleri bırakıp kötülük pe­şinde doludizgin koşmaz. Câmiye dönünceye kadar kalbi camiye bağlıdır. Camide imiş gibi, iyilik duyguları içinde yaşar. Câmiden çıktıktan sonra da­hi ibâdette imiş gibi, kulluğunda devâm eder. Salât-ı dâime hâlinde bulu­nur. Burada dikkat edilecek bir husus vardır ki, Hadîs-i Şerîfte ona işâret olunmuştur, Câmiden çıktıktan sonra dahi kalbi câmiye bağlı olan, deniyor. Kendisi ibâdetini yaptıktan sonra câmiye kapanıp durmayacak, geçimini sağlamak, hayatını kazanmak için çalışacaktır. Müslümanlıkta dünyâyı bırak­mak, keşiş hayâtı sürmek yoktur. Nasıl ki, Cum’a Sûresinin sonundaki Âyet-i Kerîmede bu husus açıkça bildirilmiştir:

"Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allâh’ın lûtf u kere­minden rızkınızı isteyin.” buyurulmuştur.

4. olarak Allah rızâsı için dost olanlar gelir. Dîni edebîyâtımızda hubbu fillâh = Allah için sevme tâbiri vardır. Dostluk, ahbaplık Allah rızâsına da­yanmalıdır. Bir menfaat üzerine kurulan dostluklar devamlı olmaz. Menfaatin değişmesi ile dostluk da kalkar. Halbuki Allah rızâsı için olan dostluk, din kardeşliği samimiyetine dayanır. Ve bu yoldaki dostluk insanlara kuvvet getirir, neş’e verir.

5. olarak bu bahtiyar kişilerin arasında sayılanlardan biri de, kimsenin görmediği ve duymadığı tenhâ bir yerde Allâh’ı andığı zaman Allah aşkı İle gözleri yaşla dolup taşan kişidir. Çünkü bu gözyaşları samimîdir. Bun­larda riyâ yoktur. Onun için Hadîs-i Şerîfte hâlî bir yerde, tenhâ bir köşe­de Allâh’ı anan kimse denilmiştir. Kimse görmediğinden buna riyâ karışa­maz. Onun İçin bu kişi ihlâs ve sadâkatin en üstün mertebesine ulaşmıştır. Allah rızâsından başka bir şey gözetmez. Mâsivâdan geçip, kendini Allâh’a vermiştir:

Her damlası bir cevher-i yektadan eazdır,

Allah için ol yaş ki, akar dîde-i terden.

6. olarak, şeref ve mal sâhibi güzel bir kadın kendisini teslîm etmek is­tese, buna hiçbir engel yokken sırf Allah korkusu ile iffet ve nâmus dü­şüncesiyle ırza tecâvüzden kendini koruyup, nefsini tutan kimse gelir. İş­te bu yedi bahtiyarlar zümresine katılanlardan biri de budur. Haseb, neseb, şeref bakımından mevki sâhibi, üstelik güzel, böylece müşterek cürme teş­vik ve tahrîk edici vasıfları hâiz olan bir kadın, bu teklifi yaptığı halde, adam buna yanaşmaz. Zenginlik ye güzellik insanların tamâ ettikleri iki şeydir. Bu tahriklere kapılmayan kimse saygıya lâyıktır. İffet ve nâmus sâhîbi olmak ne güzel şeydir. Irz düşmanlığının kötü bir şey olduğu Kur’ân-ı Kerîm’in birçok âyetlerinde bildirilmiştir.

7. olarak, maddî yardımda bulunanlar zikredilmiştir. İctimâî yardım, her zaman önemlidir. Fakirleri, yoksulları düşünmek, muhtaçların yardımına koşmak, İnsanların borcudur. Dînimiz zekât, sadaka-i fıtır, diğer sadakalar ve teberrular yolu ile insanların birbiriyle yardımlaşmasını emretmektedir. Bunlar toplu yaşamanın gerektirdiği şeylerdir. Ancak bu yardımı yaparken karşısındakini incitmeden, izzet-i nefsini kırmadan yapmalıdır. Gönül kır­mamak, kimseyi incitmemek en güzel bir şeydir.

İncitme sen ahbâbını, incinmeye senden.

Bu âlem-i fânide, zarafet budur işte.

Bu Hadîs-î Şerîfte mahşerde, o korkunç ve sıkıntılı günde Allâh’ın lûtf u rahmetine nâîl olacaklar yedi kişi olarak sayılmıştır. Bâzı Hadîs-i Şeriflerde bu yediden başkaları da bu iyi kişiler zümresine katılmaktadır ki, onlardan bâzıları şunlardır: Ticâretini nâmusu ile yapıp halkı aldatmayan, eli darda olan borçluyu sıkıştırmayan ve alacağını bağışlayan, açları doyuran, çıplak­lan giydiren, öksüzleri ve dulları koruyan kimseler de bunlar arasında yer almaktadır.

Büyük Hadîs âlimi Hafız İbn-i Hacer-i Askalânî bunları EMÂLİ’sinde toplamış, sonra da; (Gölgelere Kavuşturan Hasletleri Tanıma) adlı müstakil bir eser yazmıştır.

Sehâvî ve Muhammed Abdurraûf Münâvî’nin de bu konuda eserleri vardır.

Ebû Şâme yukarıda îzah olunan Hadîsi- Şerîfte zikredilen yedi zümre­yi bir kıt’asında şöyle toplamıştır[1]:

"Peygamberimiz Muhammed Mustafâ (S.A.S.) buyurdu: Yedi kişiyi Ulu Allah, rahmeti gölgesinde barındırır ki, onlar da: Allah için seven, iffetli olan, gençliğinde kendini ibâdete veren, iyilikte bulunan, gözyaşı döken, namazına devam eden, adaleti ile ün salan hükümdardır,"



[1] Münâvî, Feyzu’l-Kadîr Şerha Câmii’s-Sağîr, C. 4, s. 88 ve dv. Kahire, 1938.