Makale

İslam'da İlim Anlayışı

İslam’da İlim Anlayışı

Dr. Lûtfi DOĞAN

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İslam’da ilmin değeri ve İslam’da ilmin inkişâfa aykırı düşmediği konu­ları üzerinde çok çok dururuz. Bu makalemizde de: İslam’ın mü’minlerden ısrarla istediği ilimden gaye nedir? Bazılarının ileri sürdükleri gibi yalnız din ilimleri mi? Bu soruyu cevaplayacağız. Bu konuda dînimizin öğrettikle­rini, Kur’ân-ı Kerîm’den örneklerle açıklamaya çalışacağız.

İslam’da insanı kesin, yakînî ve gerçek İnanca götüren her türlü ibâdet­te ve kulluğunda başarılı, yaşayışında mutlu kılan ilimdir. Bu ilim yalnız din ilmi değil, mutlak olarak, ister dînî inançlarda, ister maddî işlerde olsun, ki­şiden cehaleti, bilgisizliği kaldıran her türlü bilgidir. Kısacası, ilim Müslümanın yaşayışının aydınlığıdır.

Her müslüman erkek ve kadın ilim öğrenmek zorundadır. Konuyu daha iyi anlatabilmek için Müslümanın öğrenmekle sorumlu olduğu ilmi ikiye ayıracağız. Bir nevi, hiçbir ayırma yapmadan, bütün müslümanların öğren­mekle zorunlu oldukları ilmü hâl yâni temel dînî inanç ve esaslarıdır. Bun­ların ötesindeki bilgiler de aynı konunun içindedir; bunlar farz-ı kifâye yâni toplumda bir bölük insanın bilmesi ile ötekilerinin üzerinden yükümlülü­ğü düşenleridir, O halde bir toplumda bu türlü bilginler olmadığı takdirde, o toplumda bulunan bütün fertlerin üzerinde bu ilimleri öğrenme zorunlu­luğu vardır. Din ilimleri yanı sıra bütün tabiî ilimler, psikoloji, tarih, coğraf­ya, sosyoloji ve diğerleri Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’in işaret buyurduğu bu türlü İlimlerdendir. Kudreti sonsuz Rabbimiz yüceliği, azameti ve yaradışındaki belgeler açıkça ortaya çıksın, insan kendi işinde ve yaşayışında ilmin hakîkatlarını kullanarak yararlansın diye müslümanları bu konuda düşünme­ğe ve bu ilimleri öğrenmeğe dâvet etmiştir.

Bütün müslümanlar şu gerçeği iyi bilirler: Allah’ın yüceliğine ve derinliğine erişilmez hikmetine ancak bilginler erebilir. Bilgin öğrendik­çe, bilgisi arttıkça, Allah korkusu ve sevgisi de artar. Yüce Allah bilginlerin bu durumunu meâlen şöyle açıklıyor: "Allah’ın kulları arasında O’ndan kor­kan, ancak bilginlerdir." (Fâtır, 27). Görüldüğü gibi Allâh’ı tanımanın, O’nu sevmenin, O’ndan korkmanın, yüceliği karşısında kulluğunu anlamanın yo­lu her zaman bilgidir. İnsanın bilgisi sâyesinde göklere yükseldiği çağımız­da, bu imkânı bulan dünya çevresinde üç tur yapan 41 yaşındaki albay ast­ronot John Grenn20 Şubat 1962’de, insan aklına durgunluk veren fezâ bil­gisine âit hesapları verdikten sonra, bakın ne diyor:

"En küçük atomdan, akıllara durgunluk veren kâinata kadar muntazam, bir düzen görülüyor. Bütün bunlar tesadüfen mi olmuştur? Birisi bu koca­man yığını alıvermiş de onlar kendiliklerinden mi böyle bir düzene girmiş­lerdir?

Böyle bir şeye inanmama imkân yoktur. Benim düşünceme göre bütün bunlar belirli bir plâna göre olmuştur.

Fezada öğrendiğim ders şudur: Bütün bu muazzam şeyleri meydana getiren bir Allah vardır."

İşte astronoto bu İnanca götüren feza bilgisidir. Bilgisi ve gözlemi ile kavradığı ilâhî düzendir. Aynı konuya, gök âlemini düşünmeğe Kur’ân-ı Ke­rîm dâvet ediyor ve mealen şöyle buyuruyor:

"Rahmân’ın bu yaratmasında bir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak, bir aksaklık görebilir misin? Bir aksaklık bulmak için gözünü tek­rar tekrar çevir bak; ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun dü­şer." (Mülk: 4).

İşte bu ilâhî çağrıyla gözünü göğe çevirenler, "Allah’ım! Kudretin ne sonsuz, Sen ne yücesin..." derler. İşte fezâ bilgininin ifâdesi, Kur’ân-ı Kerîm’in bir âyetinin mu’cizesi ne güzel ortaya çıktı. İnsanın gözü baktı, gör­düklerinden, öğrendiklerinden bitkin kaldı ve dedi ki: "Bütün bu muazzam şeyleri meydana getiren bir Allah vardır ve yalnız O’nun gücü bunları böy­le düzenli bir şekle sokmuştur." Bu muazzam gök-kubbe altında bilgisiyle böbürlenip de gözünü ilâhî hakîkatlardan uzak tutanlara ne yazık! Fezâ, yıldızlariyle, güneşleriyle, ışıklariyle insanı Allah’a, O’nun yüceliğine, rahme­tine, sevgisine çağırıyor, yolunu aydınlatıyor da, o, bu güzel huzurlu ya­yıştan kalbini kapatıyor, gözünü yumuyor. Ne zor hayat! Kur’ân-ı Kerîm bu anlam içinde, dâvet ettiği îmânın yolu için mü’mine tabiatı öğrenmeğe, hak­kında gözlem yapmağa teşvik ediyor. İşte ilâhî buyruk: "Allâh’ın gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması, O’nun varlığının belgelerindendir. Doğrusu bunlarda, bilenler için dersler vardır." (Rûm: 22). Fâtır Sûresi 27 ve 28. âyetlerde de şöyle buyuruluyor: "Beni inkâr etmek nasıl olur? Allâh’ın gökten su indirdiğini görmez misiniz? Biz onunla türlü türlü renkte ürünler yetiştirmiş, dağlarda da beyaz, kırmızı, siyah ve türlü renkte yollar var etmişizdir. İnsanlar, yerde yürüyenler ve hayvanlar da böy­le türlü türlü renktedirler. Allah’ın kulları arasında, O’ndan korkan ancak bilginlerdir." Bu âyet-i kerîmelerde bilginlerden murat, işaret edilenlerde Allah’ın gizlediği sırları, belgeleri ve kanunları bilenlerdir. Bu iki âyet-i ke­rîmenin konusu aynı zamanda tabiî ilimlerin de konusudur. Meselâ, Fâtır Sûresindeki âyet-i kerîmede gökten suyun inmesi, ancak tabiat bilgisiyle öğrenildiği gibi, suyun terkîbi ve özelliği kimyâ ile bitkiler ve meyveleri botanik ile dağların ne olduğu, üzerindeki beyaz, kırmızı ve siyahlıkların ne olduğu jeoloji ile tanınır. Âyet-i kerîmenin sonunda: "Allâh’ın kulları arasında O’ndan korkan ancak bilginlerdir." buyuruluyor. Yüce Allah varlığını, yüceliğini tanımağı, kâinattaki belgelerini, sırlarını hikmetini bilmeğe bağlıyor. Şüphe yok ki, insafla bu âleme, kâinata bakan bir bilginin ilmi, onu bu inanç yoluna götürür.

Diğer bir âyet-i kerîmede, Yüce Allah, insanı kendi yaradılışına, rahim­deki oluş ve gelişmesini düşünmeğe, hakkında gözlem yapmağa çeviriyor ve şöyle buyuruyor: "Öyleyse, insan nereden yaratıldığına baksın. İnsan, sırt ile kaburga kemikleri arasından çıkan bir sudan yaratıldı." (Târik: 6-7). Ayet-i kerîmede açıklandığı gibi insanın, yaradılışını anlamak için yapacağı bu gözlem, onu biyoloji üzerinde çalışmağa iletir. Bu üslûb içinde, Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de bize psikoloji, tarih, coğrafya, sosyoloji ve öteki ilimlerin ufukları gösterilmektedir.

Gördüğümüz gibi Kur’ân-ı Kerîm bir hidâyet kitâbı, insanın düşüncesi­nin ufuklarını açan, insanın hayâtına nûr saçan, aklına ve düşüncesine yol gösteren bir kılavuzdur. Onda çeşitli ilimlerin bahisleri, küçük mes’ele ve çözüm yolları bulunmaz ama; İnsan aklının hakîkata ermede gerekli olan bütün ilimlerin ufukları açılmış, insanın düşüncesi, çalışması genişletilmiştir. Kur’an-ı Kerîm, müsbet ilmin karşısında olmamış, insanın gerçeğe ermesin­de yolunu kolaylaştırmıştır. İslam, insanın yalnız âhiret saâdetini değil, dün­yâ saâdetini unutmamasını müslümana öğretmiştir.

Allâhu Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de kulun hoşnutluğuna, sonsuz nimetlerine kavuşması için onu mutlak, ilimle çağırmaktadır. Bilginin gerçeğine inmiş; tabiattaki, kâinattaki ilâhî sırları, değişmeyen Ulu Yaratıcı’nın kanunlarını ta­nımış, ibretle gözlem yapmış her bilgin, fezâ yolcusunun şehâdetini söyleye­cektir, İslam’ın îmânı, ilim ve düşünce üzerine kuruludur. Mutlak ilim, îmânı ve Allâh’ı inkâra aslâ götürmez. Çağımızda insan, eski çağlara nisbetle daha çok şeyler öğrendi, atomu parçaladı, fezanın yolunu açtı. Fakat onun bu durumu, Ulu Yaratıcı’nın bu âlemde koyduğu bu düzeni nasıl inkâr ettirebi­lir? Ne kadar öğrenirse, o kadar bu düzenin Yaratıcısının yoluna girer. Ki­tabımızın yolunu, mübârek dînimiz İslam’ı daha iyi anlamak için her çeşit ilmi öğrenmeğe, onunla inançlarımızı pekleştirmeğe, dünyâ yaşayışımızın huzûrunu kurmağa çalışacağız, ilim, îmânımızın karşısında değil, îmânımıza aydınlık veriyor; kesinlilik getiriyor, imânımız, bilgimizi insanın mutluluğun­da nasıl kullanacağımızı öğretiyor. İnsanın kötülüğünden İnsanı koruyor. Onun için müslüman ilimden korkmaz, onu özü ile sevmiştir, Kur’ân-ı Ke­rîm’de kendisine öğretilen "Rabbim, bilgimi arttır." duasını çok çok yapar. Müslüman sevgili Peygamberinden aldığı öğütle hikmeti yitik malı gibi bilir, nerede olursa olsun, öğrenir, yararlanır. İşte İslam’ın îmân yolu, baştanbaşa ilimle dolu, ahlâk ve fazîletle bezeli. Amacı dünyâ ve âhiret mutluluğu, hayâtın en güzel ilim isteyişte, ufku geniş her türlü bilgiyi kapsıyor, müslüman beşikten mezara kadar onu arıyor, alıyor, öğ­reniyor.