Makale

ÜLKEMİZİN MÜHRÜ, BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİN SEMBOLÜ: CAMİLERİMİZ

Dr. Durak PUSMAZ / Haseki Eğitim Merkezi Müdürü

ÜLKEMİZİN MÜHRÜ, BİRLİK VE BERABERLİĞİMİZİN SEMBOLÜ:
CAMİLERİMİZ

Mescid Arapça bir kelime olup, secde etmek, eğilmek, saygı göstermek anlamında olan sücûd kelimesinden gelmektedir, secde edilen yer demektir. Çoğulu “mesâcid” dir. Kur’an-ı Kerim’- de hem tekil, hem de çoğul sekliyle zikredilmektedir. Tekil sekliyle 22 ayette, çoğul sekliyle de 6 ayette olmak üzere toplam 28 yerde zikredilir.1
Cami ise; toplayan, bir araya getiren demektir. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde "cami” yerine mescid kelimesi kullanılmaktadır. Çünkü ikisi de müslümanların topluca ibadet ettikleri kutsal mekanları ifade eder. Ancak halk arasında mahallelerdeki küçük olan ibadet yerlerine mescid, daha büyük olanlarına ise cami denir. Nitekim Kâmûs-i üsmânîde cami kelimesinin sözlük manası “cem eden, toplayan" seklinde ifade edildikten sonra terim olarak: "Ehl-i İslam’a mahsus ibadethâne-i umûmîye ıtlak olunur. Küçük olursa mescid, büyük olursa insanları ibadete cem eylediği için cami denilir”2 seklinde izah edilir. Biz yazımızda bu iki tabiri aynı manada kullanmaktayız.

Yeryüzünün her tarafı mescid

Aslında biz Ümmet-i Muhammed için yer yüzünün her tarafı mescid kılınmıstır. Buna biraz açıklık getirmek için hadis-i şeriflerdeki kullanımı gözönünde bulundurarak mes- cidlerin bir umûmî, bir de husûsî manasının olduğunu söyleyebiliriz.

a- Umûmî manada mescid

Umûmî manada yeryüzünün her tarafı mesciddir. Nitekim Peygamber efendimiz (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: "Bana beş sey verildi ki bunlar benden önceki peygamberlerden hiç kimseye verilmemişti.” buyurarak bu beş şeyi saymış ve bunlardan birinin de: "Yeryüzü benim için mescid ve temizleyici kılındı, ünün için ümmetimden her hangi bir kimse namaz vakti olunca namazını (bulunduğu yerde) kılsın”131 buyurmuştur. Buna göre yer yüzünün hemen her tarafı temiz olmak şartıyla, Peygamber efendimiz ve ümmeti için mescid olup üzerinde ibadet edilebilir, namaz kılınabilir. Bunun manası sudur: Namaz vakti girdiği zaman müslüman nerede bulunuyorsa namazını orada kılabilir. İslam dininde cami dışında namaz kılınmaz, ibadet yapamaz diye bir kural yoktur. Müslüman için yeryüzünün her tarafı mescidir, yani secde etme yeridir, daha açık bir ifade ile namaz kılma yeridir. Müslüman bağında, bahçesinde, tarlasında vs. nerede bulunuyorsa orada namazını kılar. Oysa geçmiş dinlerde ibadet ancak havra, kilise gibi ibadete tahsis edilen özel yerlerde yapılabilirdi.141
Hadis-i şerifte belirtilen bir başka husus da biz Ümmet-i Muhammed için yeryüzünün temizleyici olmasıdır. Bunun anlamı da abdest almak için su bulunamazsa temiz toprakla teyemmüm yapılır, namaz kılınır.

b- Husûsî manada mescid

Ümmet-i Muhammed için yeryüzünün her tarafı mescid (cami) olmakla beraber bir de husûsî manada mescidler vardır. Husûsî manada mescid ibadet etmek maksadıyla yapılan yerler, mabedlerdir. Zaten mutlak olarak mescid denildiği zaman bu anlaşılır. Fıkıh kitaplarımızdaki mescidlerle ilgili hükümler hep bu tür mescitlere aittir.

Camilerin fazileti

Camiler yeryüzünün en kutsal mekanları, Allah katında en sevgili yerlerdir. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.)’dan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Peygamber efendimiz: “Beldelerin Allah’a en sevimli yerleri mescidleridir. Beldelerin Allah’a en sevimsiz yerleri de çarşı ve pazarlardır.”151 buyurmuştur. Mescidler Allah’a ibadet yapılan yerler olduğu için Allah katında en sevimli yerlerdir. Çarşı ve pazarlarda ise genellikle insanlar birbirlerini aldatmaya çalışırlar, mallarını olduğunun üstünde överler, mallarının sürümünü sağlamak için yalan yere yemin ederler. Bu bakımdan bu tür çarşı ve pazarlar Allah’ın hoşlanmadığı yerlerdir. Allah alış verişte dürüstlüğü sever.

Camiler Allah’ın evidir

Tevbe sûresinin 17 ve 18. âyetlerinde mescitlerden bahsedilirken “mesâci- dellâh/Allah’ın mescitleri” tabiri kullanılır. Demek ki mescitler kimsenin malı değil, Allah’ındır. Nitekim Kâbe’nin bir adı da Beytullah’tır. Beytullah; Allah’ın evi demektir. Aslında yer, gök ve bütün kâinat Allah’ın olduğu halde Kâbe’den ve mescitlerden bahsedilirken ayrıca Allah’a izafe edilmesi Kâbe’nin ve diğer mescitlerin şerefini belirtmek içindir. Kâbe merkezdir. Yeryüzünün her tarafında bulunan bütün mescitler de Kâbe’nin birer şubesidir. Onun için bütün mescitlerin yönleri/kıbleleri Kâ- be’ye doğrudur. Öyle ise bütün mescitler de Allah’ın evidir. Nitekim Peygamber efendimiz, kutsî bir hadis-i şerifte Yüce rabbimizin söyle buyurduğunu bildirmiştir: “Şüphesiz ki benim yeryüzündeki evlerim mescitlerdir. Orada beni ziyaret edenler de mescitleri imar edenlerdir. Evinizde temizlenip sonra evimde beni ziyaret eden bir kula müjdeler olsun. Ziyaret edilenin ziyaret edene ikramda bulunması gerekir.”6
Ümmetin en alimi olarak kabul edilen ibn Abbas hazretleri de söyle demiştir: “Mescitler yeryüzünde Allah’ın evleridir. Gökteki yıldızların yer ehlini aydınlattıkları gibi, onlar da gök ehlini aydınlatırlar.’’7
Camiler kimsenin malı değildir, Allah’ın evidir. Onun için Ayet-i kerimede: “Şüphesiz mescidler Allah’ındır. Orada Allah’tan başkasına dua etmeyiniz.”181 buyrulmuştur. Camiler herkese açıktır, bütün müminler yararlanırlar. Onun için cuma kılınacak yerlerin özelliklerinden birinin de herkese açık olmasıdır.

Cami yapmanın önemi

Dinimizde cami ve mescidlerin yeri son derece önemlidir. Onun için müslümanlar bir yerde cemaat oluşturursa ilk yapılacak şeylerden biri hemen orada bir mescit yapmak olmalıdır. Nitekim kâinatın efendisi yüce Peygamberimiz öyle yapmıştır. Hicret esnasında Medine yakınlarındaki Kuba köyüne gelince orada bir müddet kalmış ve derhal bir mescid yaptırmıştır. Medine’ye gelince de daha ikamet edeceği evi yapmadan Mescid-i Nebevîyi inşa etmiştir. Aslında mescidlerin yapılması yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de teşvik edilmiştir:
“Allah’a ortak koşanlar, kendilerinin kafirliğine bizzat kendileri şahitlik ederlerken, Allah’ın mescitlerini imar etmezler. Onların bütün işleri boşa gitmiştir ve onlar ateşte ebedi kalacaklardır.
Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe iman eden, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler, işte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır. ”9
Meallerini kaydettiğimiz bu iki âyet-i kerimeden anlaşılmaktadır ki:
• Allah’a ortak koşanlar Allah’ın mescitlerini imar etmezler.
• Onların yaptıkları diğer güzel islerin de kendilerine ahiret- te faydası dokunmaz. Güzel amelleri boşa gider. Amellere değer kazandıran iman ve niyettir.

• Allah’ın mescitlerini ancak;
a- Allah’a ve ahiret gününe iman edenler,
b- Namazı kılanlar,
c- Zekatı verenler ve
d- Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler.

Şimdi bu maddeleri biraz açalım: Mescitleri imar edecek olanlarda ilk aranacak şey Allah’a ahiret gününe iman etmeleridir. Mescitleri imar etmek imanın alametidir, imanı olmayanlar mescitlerle ilgilenmezler. Öyle ise kim mescitlerin inşası, imarı, bakımı, tefrişi ve temizliği ile ilgileniyorsa kesin olarak bilmeliyiz ki onu buna sevkeden şey imanıdır. Yüce milletimizdeki cami ve mescit yapma sevgisi her türlü takdirin üzerindedir. Doğru dürüst oturacak evleri olmayan fakir köylerimizde bile en güzel camilerin yapıldığını görüyoruz. Bu, Türk milletinin imanının eseridir.
Mescitler asıl itibariyle içerisinde namaz kılmak, Allah’ı zikretmek için yapılır. Namaz kılmayanlar veya kılınmasını kabul etmeyenler böyle bir ihtiyacı hissetmeyecekleri için mescitleri yapmazlar.
Ayette üçüncü olarak, mescitleri imar edecek olanların zekâtlarını da verenler olduğu belirtilir. Zekât farz-ı ayın olan mâlî bir ibadettir, fakirlerin hakkıdır. Farzı yerine getirerek fakirlerin haklarını vermeyenlerin mescitlerin imar ve inşasıyla, bakım ve onarımıyla ilgilenmeleri düşünülemez.
Ayette son olarak belirtilen Allah korkusuna gelince bu, herşeyin temelidir. Allah korkusu olmadan O’na iman da olmaz, namaz da olmaz, zekât da olmaz, hiçbir sey olmaz. Bunun tabii bir sonucu olarak mescid de yapılmaz. Allah’ın emir ve yasaklarını yerine getirmek için insanın hiçbir şeyden korkmaması, herhangi bir korku ile Allah’ın rızasına yönelik islerden geri durmaması gerekir, iste bu vasıflara sahip olan kimseler Allah’ın mescitlerini imar ederler1101.
Ayet-i kerimede mescitlerin imarından bahsedilmektedir. Mescitlerin imarı genel olarak iki manada kullanılır: Birincisi maddî (fizikî) imarıdır. Bu, mescitlerin binasının onarımı, yenilenmesi, bakımı, tefrişi, temiz tutulması ile olur, ikinci manası ise mescitlerin manevî imarlarıdır. Bu da ziyaret edilip içerisinde ibadet edilmesi, cemaate devam edilmesiyle olur. İste bu sebepten dolayı bir mescidin mamur hale gelmesi, hem binasının bakımlı olması ve hem de içerisinde cemaatinin olmasıyla mümkündür. Cemaat camilerin süsüdür. Camiler ne kadar bakımlı olursa olsun içerisinde ibadet eden cemaati yoksa mamur denilmez11 Resûlullah (s.a.s.) müslümanları farz namazları mescidde cemaatle kılmaya teşvik ediyordu. Hatta kendisini mescide götürebilecek rehber bulan amaların bile mescidden geri kalmalarına izin vermiyordu.
Yukarda da belirttiğimiz gibi bir kimsenin camilerle ilgilenmesi, onun imanına alamettir. Nitekim Ebû Sâid el-Hudrî (r.a.) Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in söyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
“Bir kimsenin mescide alakasını görürseniz, onun mü’min olduğuna şehadet edin, zira Cenab-ı Hakk söyle buyuruyor: “Allah’ın mescidlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanlar imar ederler.”12
Buradaki alaka geniş kapsamlı bir kelime olup cemaate devam etmek, ilim halkalarında bulunmak, caminin inşası, imarı ve her türlü bakım ve onarı- mıyla meşgul olup eksikliklerini gidermek gibi faaliyetlerin tümünü kapsar. Bütün bunlar imanın tezahürleridir, inanmayanlar, İslam’a karsı olanlar ise ellerine fırsat geçer geçmez hemen camileri tahribe koşarlar. Nitekim asırlarca hakim olduğumuz Balkanları kaybettikten sonra düşmanlarımızın yapmış olduğu ilk şey orada bulunan camileri, mescidleri harabetmek olmuştur. Peygamber efendimiz bir hadisi kutsilerinde yüce Rabbimizin söyle buyurduğunu belirtir: “Ben yeryüzü halkına azap etmeyi murat ettiğimde, mescitleri, insa, tamir, tanzif ve tenvir edenleri, benim rızam için sevişenleri ve seher vakitlerinde istiğfar edenleri görünce onlara azap etmekten vazgeçerim."1131
Ali İmran sûresinin 35. âyetinden öğrendiğimize göre, Hz. imran’ın karısı Hanne hatun: “Yâ Rabbî, karnımda olanı azadlı bir kul olarak sana adadım, benden kabul buyur, doğrusu işiten ve bilen ancak sen- sin, demişti.” Takibeden âyetten anlaşıldığına göre doğacak olan çocuk da Hz. Meryem validemiz olmuştur. Müfessirlerin Sultanı olarak bilinen ibn Abbas (r.a.) ayette geçen “karnımda olanı azadlı bir kul olarak sana adadım" ifadesini “sırf mescide hizmet etmek için” seklinde açıklar14.

Camilerin temiz tutulması

İslam dini her şeyden önce temizlik dinidir, maddî ve manevî temizliği emreder. Müs- lümanın her bakımdan içinin ve dışının, elbisesinin ve etrafının, evinin ve sokağının temiz olmasını ister. İslam dini kadar temizliğe önem veren hiç bir din yoktur. Kur’an-ı Kerim’de: “Şüphe yok ki Allah tevbe edenleri ve temizliğe dikkat edenleri sever.”15 buyrulmuştur. Peygamber efendimiz (s.a.s.) de hadis-i şeriflerinde: “Temizlik imanın yarısıdır.”16, “Şüphesiz ki Allah temizdir ve temizliği sever.”1171 buyurarak bu gerçeği ifade etmiştir. Temizlikle ilgili bu genel hükümlerin yanında, dinimiz, camilerin temiz tutulmasıyla ilgili ayrıca özel hükümler de getirmiş, camilerin temiz tutulmasına büyük önem vermiştir. Yüce Rabbimiz Bakara sûresinin 125. âyetinde söyle buyurmuştur:
“Biz evi (Kabe’yi) insanlara, sevap kazanılacak bir toplantı ve güvenlik yeri kıldık. Siz de İbrahim’in makamından bir namaz yeri edinin (orada namaz kılın.) İbrahim ve İsmail’e: “Tavaf edenler, itikata çekilenler, ruku ve secde edenler için evimi temizleyin’’ diye emretmiştik.”
Görüldüğü gibi burada yüce Rabbimiz iki peygamberine; Hz. İbrahim ve Hz. İsmail’e Kabe’yi temiz tutmalarını emretmiştir.
Bu emrin Hac sûresinin 26. âyetinde tekrarlandığını görüyoruz: "Hani biz İbrahim’i Evin [Kabe’nin) yerine kondurmuş (ve ona söyle demiştik:) “Bana hiç bir şeyi ortak koşma, tavaf edenler, kıyam edenler, rukua ve sücuda varanlar için Evimi temiz tut.”
Peygamber efendimiz de çeşitli hadis-i şeriflerinde mescitlerin temiz tutulmasını emretmiştir. Hz. Aişe validemizden Söyle rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (s.a.s.) mahallelerde mescitler yapılmasını, bunların temiz tutulmasını ve güzel kokular sürülmesini emretti.”1181
Peygamber efendimizin, camilerin temizliğiyle ilgilenenlere büyük değer verdiğini görüyoruz. Nitekim Ebû Hüreyre (r.a.) dan şöyle rivayet edilmiştir: “Zencî bir kadın mescidi süpürürdü, günün birinde vefat etti, (peygamber efendimiz onu bir kaç gün göremeyince):
O kadına ne oldu?” diye sordu. Ashab:
“- Vefat etti.” dediler. Bunun üzerine Peygamber efendimiz:
Keşke bana vefatını haber verseydiniz” buyurdu, sonra kabrinin basına varıp namaz kıldı.”19
Hadis-i şeriften asr-ı saadette kadınların mescitlerin temizliğiyle ilgilendiklerini ve Hz. Peygamber’in mescitlerin temizliğiyle ilgilenenlere zencî bir kadın da olsa büyük değer verdiğini öğreniyoruz.
Peygamber efendimiz camilerin temiz tutulmasını emretmekle veya temizleyenlere değer vermekle yetinmemiş, Mes- cid-i Nebevîyi bizzat kendisi mübarek elleriyle süpürerek ümmetine örnek olmuştur1201. Onun için kadın ve erkek bütün cemaat camilerin temizliğiyle ilgilenmeli, müftülerimiz ve imamlarımız da bu hususta onlara örnek olmalıdır.
Camilerimiz şehir ve köylerin en güzel yerlerine yapılmalı, gerek içleri ve gerekse dış kısımları ve çevreleri itibariyle mahallenin en temiz ve en bakımlı yerleri olmalı. Etrafı imkanlar ölçüsünde güzelce tanzim edilmeli, çimlendirilmeli ve ağaçlandırılmak. Görünüşü ile herkesin dikkatini ve ilgisini çekmeli. Hatta daha içerisine girdemeden avlusuna girenlere bile o mekanın Allah’ın evi olduğu duygusu verilmeli. Gelenler huzur ve sukun bulmalı. Ecdadımızın yapmış oldukları mabetlerimizde bu özellikleri görüyoruz.

Birlik ve beraberliğimizin sembolüdür

İslam dini tevhid dinidir. Birlik ve beraberliğe büyük önem verir. Yüce Rabbimiz: “Hepiniz toptan sımsıkı Allah’ın ipine sarılınız, sakın ayrılığa düşüp parçalanmayınız.”21buyurmuştur. Peygamber efendimiz de: "Cemaat; birlik ve beraberlik rahmettir, ayrılık ise azaptır. ,,|SSl buyurmuştur. Birlikten güç doğar, Allah’ın rahmeti ve bereketi cemaatle beraberdir. Camilerimiz birlik ve beraberliğimizin en güzel şekilde gerçekleştiği yerlerdir. Çünkü camilerimiz genç-ihtiyar, zengin-fakir, alim-cahil, âmir-memur demeden bütün insanların biraraya geldiği, aynı safta omuz omuza Allah’ın huzurunda divan durdukları kutsal mekanlardır.
Aslında ’cami’ kelimesi cem eden, toplayan, bir araya getiren demektir. Bu toplanma işi günde beş vakit namazda, haftada bir kılınan cuma namazında ve senede iki defa kılınan bayram namazlarında tezahür eder. Söyle ki; dinimizde bes vakit namaz farz, cemaatla camide kılınması ise sünnet-i müekkededir. Cemaatle kılınan namaz, tek başına kılınan namazdan 25 veya 27 derece daha sevaplıdır. Onun için müslümanlar günde beş vakit mahalle mescidinde bir araya gelerek topluca Allah’a ibadet ederler, böylece birlik ve beraberliklerini gösterirler.
Haftada bir defa kılınan cuma namazı ile senede iki defa kılınan bayram namazları ise mutlaka camide veya namazgah denilen belirli yerlerde cemaatle kılınır, tek başına kılınmaz. Onun için cuma namazları daha kalabalık olur, bayram namazları ise çok daha kalabalık olur, camiler cemaatı almaz, cami avluları, caddeler meydanlar dolup taşar. Böylece müslümanlar daha geniş çapta bir araya gelerek birlik ve beraberliklerini fiilen izhar etmiş olurlar. Diğer taraftan camiye gelen cemaat sadece ibadet etmekle yetinmez. Birbirleriyle selâmlaşır, tokalaşır, tanışır, kaynaşır. Camilerde küsülüler barışır, fakirlere, kimsesizlere, yetimlere yardım edilir. Bütün bunlar birlik ve beraberliğimizi sağlayan, pekiştiren unsurlardır. Onun için camilerimiz milli birlik ve beraberliğimizin temel taşları, sosyal hayatımızın vazgeçilmez mekânlarıdır.

İlim ve kültür merkezi

Camiler sadece beş vakit namaz kılınan sonra da kapısına kilit vurulan yerler değildir, öyle olmamalıdır, aynı zamanda ilim ve kültür merkezleridir, ilim ve irfan yuvalarıdır, kadın ve erkek her yas ve her seviyedeki insanlarımız için eğitim ve öğretim yerleridir.
Abdesti nasıl alacağımızı, namazı nasıl kılacağımızı, orucu nasıl tutacağımızı, haccı nasıl yapacağımızı, zekâtı nasıl vereceğimizi, kısaca ibadetlerimizi nasıl yapacağımızı camilerde öğreniriz.
Hoşgörünün güzelliğini, affetmenin faziletini, insan sevgisinin yüceliğini, kardeşliğin, birlik ve beraberliğin önemini camilerde öğreniriz.
Herkesin camilerden öğreneceği güzel şeyler vardır. Bu bakımdan vaizlerimizin ve hatiplerimizin çok iyi yetiştirilmesi gerekir.
Asr-ı saadette mescid ilim ve kültür merkezi idi. Medrese idi. Peygamber efendimiz ashabını orada yetiştiriyordu. Muallimler, mürşitler orada yetişiyordu. Yeni Islama giren kabilelere bunlar gönderiliyordu. Ashab-ı Kiram Kur’an’ı, sünneti ve ilmi meseleleri orada öğrenirlerdi. Kur’an öğretimi denilince akla ilk gelen yer Peygamber efendimizin mescidi idi. Gerçekten Medine’de Hz. Peygamberin mescidi Kur’an okuyan sahâbîlerle dolup taşar, mescidin her tarafından Kur’an sesleri yükselirdi. Hatta Rasûlullah [s.a.s.] namaz kılanların yanılmaması için Kur’an okuyan ashabına seslerini fazla yükseltmemelerini emretmişti1231. Ebû Hüreyre’nin ifadesiyle Mescid-i Nebevî Peygamber efendimizin mirasının taksim edildiği yerdi.
Bu konuda Ebû Hüreyre (r.a.)’dan şöyle rivayet edilmiştir. Bir defa kendisi çarşıya girmiş ve orada bulunanlara:
Sizi burada görüyorum. Halbuki mescidde Hz. Muhammed (s.a.s.)’in mirası taksim ediliyor.” demiş. Bunun üzerine çarşıda bulunanlar hemen mescide gidip geri dönmüşler ve:
“- Mescidde taksim edilen bir şey görmedik, orada Kur’an okuyan bir kısım kimseler gördük.” demişler. Bunun üzerine Ebû Hüreyre:
İşte Peygamberimizin mirası budur.” Demiştir24.
Hz. Ali Kufe mescidinde insanların kur’an okuduklarını ve okuttuklarını işitince söyle demiştir: "Bunlara müjdeler olsun. Bunlar Rasûlullah’a insanların en sevimlisi idi.’’1251
Hz. Peygamber (s.a.s.) bir gün evinden çıkıp mescide gitmişti. Orada insanların iki halka oluşturduklarını gördü. Bu halkalardan birinde bulunanlar Kur’an-ı Kerim okuyor ve Allah’a dua ediyorlardı. Diğer halkada bulunanlar ise ilim öğreniyorlar ve öğretiyorlardı. Hz. Peygamber: “Bunların hepsi de hayır üzeredir; şunlar Kur’an okuyorlar ve Allah’a dua ediyorlar. Allah dilerse onlara isteklerini verir, dilerse vermez. Bunlar ise öğreniyorlar ve öğretiyorlar. Ben de muallim olarak gönderildim.” buyurdu ve onların halkasına oturdu.1,(261
Abdurrahman b. Ganem’den şöyle rivayet edilmiştir: “Bana sahabe-i kiramdan on kişi dedi ki: Kuba mescidinde ilim öğreniyorduk. Birden Rasûlullah çıkıp yanımıza geldi ve: “istediğiniz şeyi öğreniniz fakat öğrendiklerinizle amel etmedikçe Allah size ecir vermez.” buyurdu”27

Milletimizin camilere verdiği önem

Yüce milletimiz camilere büyük önem vermiştir. Şehirlerimizin en güzel mîmârî eserleri camilerimizdir. Camilerimiz Türk sanat ve zevkinin en güzel, en harika eserleridir. Ünlü Fransız düşünürü Roger Garaudy yıllarca aktif olarak komünizme hizmet eder, 1981 yılında İslam’la müşerref olduktan sonra yeni dini inceler ve yazdığı “İslam ve Vadettikleri” adlı kitabında camiler için hususi bir bölüm ayırarak su baslığı atar: “Bütün sanatlar camiye, cami de ibadete götürür." Göklere uzanan ince minareleriyle camilerimiz ülkemizin simgesi, İslam’ın manevi mührüdür. Sair ne güzel söylemiş:

Mevladan bize ses vermekte hep cedlerimiz
Manevi bekçisidir yurdumuzun ulu mabetlerimiz.

Yazımızı istiklal Marşı sairimizin su mısralarıyla noktalayalım:

Ruhumun senden İlâhî sudur ancak emeli
Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli
Bu ezanlar ki sehadetleri dinin temeli
Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli.

(1) bk. el-Mu’cemü’l-Müfehres, s. 345.
(2) M. Salâhî, Kâmûs-i Osmânî, III, 196-197.
(3) Buhârî, Teyemmüm, 1.
(4) bk. Tecrîd-i Sarih Tercemesi, II 245.
(5) Müslim, Mesâcid, 288.
(6) el-Münâvî, Feydu’l-Kadîr, 0 II, 445.
(7) Heysemi, Mecmeu’z-Zevâid, II, 7.
(8) Cin Suresi:72/18.
(9) Tevbe Suresi: 9/17-18.
(10) Daha geniş bilgi için bk. M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, IV, 293-294.
(11) bk. M. Hamdi Yazır, age., IV, 292.
(12) Tevbe Sûresi: 9/18; Tirmizî, Tefsir, Sûre 2, H. no: 3092.
(13) Haşan Hüsnü Erdem, İlâhî Hadisler, DİB Yayınları, Ankara 1982, s. 28.
(14)Buhârî, Salât, 74.
(15) Bakara Sûresi: 2/222.
(16) Müslim, Tahâre, 1.
(17) Tirmizî, Edeb, 41.
(18) Ebû Dâvûd, Salât, 13.
(19) Ibn Mâce, Cenâiz, 32. Ayrıca bk. Buhârî, Cenâiz, 67; Salât, 72, 74; Müslim; Cenâiz, 71; Ebû Davud, Cenaiz, 57; Ahmed b. Hanbel, Müsned II, 353, 388.
(20) bk. Ahmed Naîm, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, II, 400.
(21) Ali Imran Sûresi: 3/103.
(22) en-Nebhânî, el-Fethu’l-Kebîr, 1, 539.
(23) Menâhilü’l-lrfân, I, 234, Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 324.
(24) Câmiu’l-Usûl, I, 199.
(25) Mecmeu’z-Zevâid, 7/162-166
(26) Ibn Mâce, Mukaddime, 17.
(27) Menâhilü’l-lrfân, I, 321.