Makale

İSRAF VE CİMRİLİK

İSRAF VE CİMRİLİK

Halil KARLIK
Din Öğretimi Genel Müdür Yardımcısı

Yüce Allah, bütün güzellikleri ve nimetleri kullan için yaratmıştır. Hatta bu dünya nimetlerinden yararlanmak, ilâh! bir arzu ve istektir. Çünkü Kur’an’da; "Ey insanoğulları, her mescide güzel elbiselerinizi giyinerek gidin; yiyin için, fakat israf etmeyin, çünkü Allah müsrifleri sevmez" (1) buyrul- maktadır.
İsraf, lüzumsuz ve gereksiz harcama anlamına gelen bir kavramdır. Harcama ve tüketimde ölçünün aşıldığını belirten bu kavram, günlük hayatımızın her alanındaki savurganlığın ve lüzumsuz yapılan harcamaların ifadesi için kullanılır. Bunun tam aksi tutum içinde olmak ise cimriliktir. Gerektiği yer ve hallerde harcama yapmamaktır. Her ikisi de İslâm’a uygun olmayan davranışlardır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de, "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma, yoksa pişman olur, açıkta kalırsın "(2) buyrulmaktadır.
Hiç şüphesiz her insan bu dünyada yaşadığı sürece yiyecek, içecek ve Yüce Allah’ın biz insanlara ihsan ettiği sonsuz nimetlerden çeşitli şekillerde yararlanacaktır. Bunun için tarımda, ziraatte, ticarette, sanayide ve kısaca iş hayatının değişik alanlarından birinde çalışarak üretimde bulunmak suretiyle hem maişetini (rızkını) temin edecek, hem de birbirlerinin ihtiyacını gidermiş olacaktır. Başka bir deyişle insan, ihtiyaçlarını karşılayabilmek için toprağı ekecek, sulama kanalları açacak, fabrikalar kuracak ve sanayileşme alanında bir çok çalışmalar yapacaktır. Bütün bu çalışmalar sonunda elde ettiği ürünü de çeşitli ihtiyaçlarını karşılayabilmek için tüketime dönüştürecektir. Bu, hayatın ve yaşamının bir gereğidir. Toplum halinde yaşamanın zaruri kıldığı bir çalışma düzenidir. Bu düzeni de üretimi ve tüketimi de belirli kurallar, yani değer hükümleri tayin eder. Bunları gözardı etmek veya bilmemek, fitne ve düşmanlıklara zemin hazırlamak demek olur.
İsraf, ekonomik bir kavram olarak, her ne kadar mal ve para tüketimimizin gereksiz veya lüzumsuz yapıldığını ortaya koymak için daha çok kullanılıyorsa da, hayatımızın diğer alanlarında sosyal ve ekonomik ihtiyaçların temininde gereksiz yapılan her çeşit tüketimi de içine alır. Bu, bir insan gücü israfı olduğu gibi, zaman israfı da olabilir. Hatta konuyu biraz geniş açıdan alırsak, israf, günlük hayatta kullandımız su ile elektriğin ve akar-yakıtın gereksiz tüketiminden, diğer yiyecek, içeceklerin israfı ile, aynı nisbette hayati önemi olan yeraltı ve yerüstü tabii kaynakların tahribatına kadar uzanır gider.
Bütün bunlar, sosyoekonomik hayatın dengesini bozan kötü davranışlardır. Çünkü bu denge bozulunca gerek fert, gerekse toplum olarak ekonomik bir kriz ile karşılaşılması tabii oluyor. Bundan da toplumun her kesimi büyük ölçüde etkilenip, güç duruma düşer. Böyle sıkıntılı ve zor dönemleri de, ancak uygulanan tasarruf tedbirleri ile aşılmaya çalışılır. Halbuki tüketimde önemli olan işi bu safhaya getirmemektir.
Unutulmamalıdır ki tüketim de ölçüyü aşmak, ya israftır, ya da cimriliktir. İsraf da, cimrilik de Yüce Rabbimizin sevmediği hareketlerdendir, huylardandır. Nitekim, Sevgili Peygamberimiz de, "Müsriflerle cimrilerin cennete giremeyeceklerini "(3) bir hadislerinde beyan buyurmuştur.
İslâm, adaletli olmayı, tasarrufu, üretimi, kalkınmayı, birliği sağlayacak, "Tevhîd İnancını” emrediyor. Bir takım değer hükümlerle, bu inanç şemsiyesi altında toplanılmasını istiyor. Bunun için de, takibedilmesi gereken metod olarak orta yolu gösteriyor Nitekim Peygamberimizin, "işlerin hayırlısı orta olanıdır." (4), "Ben her hususta orta yolu gösteren ve tatbiki kolay bir dini ile emrolundum"(5) şeklinde olan beyanları da, bunun açık bir delilidir. Bütün bunlar, hayatımızın her alanında ölçülü hareket etmenin gerektiğini göstermektedir.
Hiç şüphe yoktur ki sosyal hayatın temel unsuru, üretim ve tüketimdir. Üretim olmadan tüketim, tüketim de olmadan üretim olmaz. Ancak, burada önemli olan tüketimi hangi alanda olursa olsun onu normal bir ölçü dahilinde yapabilmektir. "Mal benim, para benim... kime ne?
Onu ben kazandım. Öyle ise istediğim gibi harcarım" şeklinde düşünmek ve bu anlayışla hiç bir değer tanımadan ölçüsüz bir şekilde savurganlık yapmak, yangına körükle gitmek gibi tehlikeli bir davranış olur. Onun için gerek fert ve gerekse toplum olarak böyle tutum ve davranışlardan şiddetle kaçınmak zorundayız. Çünkü israf, insanı sefâlete sürükleyen, toplum hayatını kemiren korkunç hastalıklardan biridir. O, öyle bir hastalık ki, onun bir toplumda yaygın olması, her şeyden önce üretim ve tüketim dengesini bozarak o toplumun geleceğini tehlikeye düşürebilmektedir. Bunun bir çok örnekleri, tarihimizin çeşitli devrelerinde görülür.
Tarihin çok gerilerine gitmeye gerek yok. Daha 40-50 yıl öncesine kadar yakınımızda, çevremizde, ülkemizde ve dünyada olan bitenleri, radyo ve gazete haberlerinden duyup öğrenirdik. Hiç şüphesiz bir çok şeylerden etkilenirdik. Ancak, "gözün görmediğine gönül katlanır" derler ya. Onun için bu etki, bugün ki kadar olmazdı. Toplumda kargaşa ve anlaşmazlıklara sebep olacak kadar bir motivasyona sahip değildi.
Çağımızda ise, günün 24 saatinde hem yurtiçi, hem de yurtdışı olmak üzere her tarafta meydana gelen olaylar, anında gözler önüne seriliyor. Kimi zaman seviniyor, kimi zaman da üzülüyoruz. Çünkü günümüzdeki hızlı teknolojik gelişmeler dünyayı olduğundan daha küçültmüştür.
"Biri yer, diğeri bakar, ondan kıyamet kopar" diye söylenen yaygın bir söz var ya Anadolu’muzda. Sanki bu söz, bugünler için söylenmiş gibidir adeta. İşaret etmek istediği gerçek, sanki günümüzde tezahür ediyor gibidir. Bir tarafta lüks tüketim, alabildiğine israflar, ardı arkası kesilmeyen savurganlıklar. Diğer tarafta geçimini temin edemeyen, açlıktan kırılan ve barsakları birbirine geçmiş insanları görürsünüz ekranlarda. Buna kalbiniz cız der, burkulur ve üzülürsünüz derinden derine. Ancak, bununla neyi halletmiş olursunuz? Böyle bir tutum içinde olmak, sorumluluktan kurtarır mı insanı.
Bütün bunlar, yakın çevreden başlayarak uzak çevreye ve hatta insanlığa kadar uzanan bir takım sorumluluklar yükler insana. Bunların başında, yine ekonomik istikrar ve tasarruf tedbirlerine herkesin kendi gücü ve imkanı nisbetinde uyması yer alır. Hele günümüzde dünya çocuklarının, savaşın, uyuşturucu maddelerin kullanılmasının, fakirliğin, kronik açlığın, felaketlerin ve diğer hastalıkların kurbanı oldukları düşünülürse, açlık ve israfın önüne geçmek için çalışmak, gündemimizin önemli bir konusu olduğu açıkça görülür. Çünkü bu konuda yapılan çalışmalarda, her yıl dünyada beş yaşın altında yaklaşık 15 milyon çocuğun öldüğünü ortaya koymaktadır. (6)
Kabul etmek gerekir ki insan, yaratılış özelliği itibariyle bilinçli bir şekilde etkilenmeye, davranış kazanmaya ve davranışlarını değiştirmeye elverişli bir varlıktır. Bununla birlikte insan, çevresini ve çevresinde olan diğer yaratıkları, kendi cinsinden olanları da dahil olmak üzere etkileyerek geliştirme kabiliyetine sahiptir. Başka bir deyişle, etki ve tepkilere açık olan insan, bu özelliği ile toplumda birbirlerine yeni davranışlar kazandırmakta ve birbirinde mevcut olan davranışları yönlendirerek, yeni davranışlar oluşturabilmektedir. Bu durum ise sürekli olarak insanın eğitime ihtiyacı olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır. İsraf ve açlığın önüne geçilmesine ilişkin davranışları, insana kazandırmak da eğitim yolu ile olur.
İnsan, nerede ve nasıl olursa olsun hayatın her alanındaki harcamaları ve tüketimleri belirli ölçüler dahilinde yapmak zorundadır. Aksi bir tutum içinde olanlar, hem kendilerine, hem de başkalarına (çevresine) telâfisi güç, hatta imkansız olan büyük bir zarar vermiş olurlar. Bazen bu zarar, uzak çevre ve insanlığı içine alacak ölçüde geniş kitleleri de içine alır. Çünkü; hiçbir şey bitmeyecek ve son bulmayacak değildir insan hayatında. Mesela hiç bitmeyecek sandığımız gücümüz ve enerjimiz zamanla azalarak, ansızın, bilinmeyen bir günde sona ermektedir. Hesapsız, kitapsız gelişi güzel kullanılarak savurganlık yapılması halinde mal, mülk ve para da, aynı biçimde bitivermektedir. Hele ülkemizi tabii kaynaklannın tahribedilmesi, ülkenin güzelliği ile zenginliğinden pek çok şeyler alıp götürmektedir. Bunu yapanlar, menfaatlerini ve çıkarlannı temin ederek, belki kendi nefislerini büyük ölçüde tatmin etmektedir. Ancak, kendisine, içinde yaşadığı topluma ve insanlığa karşıbüyük bir suç işlediklerinin farkında bile değildirler. Çünkü bu dünyada her şey tabii bir denge üzerine kurulmuştur. Üretim ve tüketim de aynı şekilde bir denge üzerinde tezahür etmektedir. Onun için, böyle israfa kaçan davranışlarda bulunanlar, insanlığa en büyük kötülüğü etmiş olurlar.
O halde aklı başında ve karakterli, şahsiyet sahibi olan her insan, israfa zemin hazırlayan böyle davranışlardan kaçınmalıdır. Bu, millî, dinî ve İnsanî görevlerimizin başında gelir.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, sosya ekonomik hayatın temelini üretim ve tüketim faaliyeti oluşturur. Bunun için de hem üretimde, hem de tüketim de riayet etmek zorunda olduğumuz pek çok kurallar vardır. Bunların başlıcalan şöyledir:
-Hangi
meslekte ve iş kolunda çalışıyorsak görevimizi hakkıyla en iyi şekilde yapmak,
- O işten veya konumdan yararlanarak normal alınan ücretin veya kazancın dışında bir menfaat temini yönüne gitmemek,
- Amir veya iş veren isek, mahiyetimizde çalışanların her türlü haklannı gözetmek,
- İşçi veya memursak, işimizi en iyi şekilde zaman israfına meydan vemeden yapmaya çalışmak, kazancımızın helâl olmasına özen göstermek,
- Ticaretle uğraşıyorsak, ticaretin belirli kurallarına riayet etmek,
- Ne işte ve hangi meslekte olursa olsun, gayemiz köşeyi dönmek olmamalıdır, köşeyi dönmek marifet sayılmamalıdır,
- Hergün, günün bitiminde o gün yapılan çalışmaların, oto kritiği yapılarak bir değerlendirmeye gidilmelidir. Bunu biraz daha açacak olursak;
Bugün ne yaptım?
• Kime ne faydam oldu,
• Daha neler yapabilirdim de yapamadım ve niçin?
• Kimi kırdım, kime ne zararım dokundu?
• Nerede hata yaptım ve bunu nasıl telâfi edebilirim?
• Bu ve benzeri sorulan kendine sorarak, vicdanî bir muhasebe yapılabilir.

KAYNAKLAR
Araf: 31
İsrâ: 29
3-Büluğul-meram (ter. ve şerh), A. Davutoğlu, C. 4, s. 411
4-İhyau Ulumi’d-Din, Gazali (ter: A. Serdaroğlu), C. 1, s. 218
5-A. H.Akseki, Yeni Hutbelerim, C. 1, s. 191
6-20-24 Ağustos 1991 Dünyanın 60 ülkesinden gençlik temsilcilerinin katUdığı, Dünya Gençlik Konferansı; KYOTO BİLDİRGESİ
* * *