Makale

YÜKSEK TEMAYÜLLER VE AHLAK TERBİYESİ

YÜKSEK TEMAYÜLLER VE AHLAK TERBİYESİ

Ömer ÇAM
Marmara Üniv. İlahiyat Fak. Emekli
Öğretim Görevlisi

Hakikat, iyilik ve güzelliğe ait olan temayüllere "Yüksek Temayüller" denir.
İnsan, eşref-i mahlûkattır. Yani, yaratılmışların en şereflisidir:
"Gerçekten biz âdemoğullannı şerefli kıldık. Karada ve denizde gezmesini sağladık. Temiz şeylerle onlan nzıklandır- dık. Yarattıklarımızın pek çoğundan üstün kıldık. "(İsra:70)
İnsan, Descartes’in dediği gibi: "Kâinatın en mükemmel sentezidir." Çünkü, insanda, kâinatta mevcut elamanların hepsi vardır. Bu elemanları şöyle sıralayabiliriz:
1. Madde, 2. Hayat, 3. Ruh, 4. Sosyete (İçtimailik ve İçtimaî tefekkür).
1. Madde: Bütün cansız varlıklarda mevcuttur. Ayrıca canlı varlıkların bedensel yapılarını da oluşturur.
2. Hayat: Bitkilerden itibaren bütün canlı alemin sahip olduğu enerji ve dinamizimdir.
3. Ruh: Hayvanlardan itibaren daha yukarıdaki canlılarda mevcuttur. Bitkilerde ruhî bir yapı olduğunu ispatlayamayız. Ancak, bazı kimseler, bitkilerde de ruhî bir yaşantının bulunduğunu savunurlar.
4. Sosyete (İçtimailik) : Cemiyet kurmak ve o cemiyeti belli bir nizam içinde yönetmek, yalnız insanlara mahsustur. Bu itibarla insan, kâinatta mevcud bütün değerlerin bir oluşumu, sentezidir.
İyilik temayülleri, ahlâkî hareketlerimizin esasını teşkil eden meyillerden (tendance) oluşur:
Ahlâkî duygu; içinde yaşadığımız toplumda iyi görülen ve herkesçe beğenilen hareketleri yapma; toplumun beğenmediği, çekindiği, özellikle İslâmiyet’in red ettiği hareketleri yapmama şeklinde beliren temayüldür. İslâmiyet, bizi her türlü haramdan men eder. Meselâ; Haram yemek domuz eti yemek, zina etmek... Ahlâkî hissin hudutları dışındadır.
Ahlâkî hareketler, bizde bir sezgi halinde mevcuttur. Yahut da okuduğumuz kitaplardan, dinimizin ilmihalinden öğrendiklerimizi yaşantımıza uygularız.
Ahlâkî hareketlerimizin başlıca iki unsuru vardır:
İyilik, 2. Kötülük
Bazıları, insanda iyiliği ve kötülüğü yayılmadan bildiren, idare ve kontrol eden "Vicdan" adlı bir meleke bulunduğunu savunurlar. Yani bunlara göre, ahlâkî duygular bizim ruhumuzda mevcuttur veya sağlam yaratılmış olmanın bir gereğidir. Gerçekten de davranışlarımız, doğuştan var olan şahsiyetimize uygundur. Nitekim, Kur’an-ı Kerim’de şöyle beyan olunur:
"De ki, herkes yaratılışına göre davranır. Rabbiniz kimin en doğru yolda olduğunu bilir" (İsra: 84)
Ayet-i kerimeden öğrendiğimize göre; ahlâkî his, yaratılıştan kişiliğimizde mevcuttur. Ancak, dış etkenler veya zihnimize ânz olan (türlü şekilde bulaşan) kavramlar ahlâkî duyguyu ifsad edebilir. Dolayısıyla, gerçekte iyilik ve kötülük, zihnimizdeki aklî oluşumun bi, icabıdır.
Bâzı terbiyeciler ise, vicdan dediğimiz faziletli enerjinin veya ahlâkî ölçünün, hayat boyunca aldığımız eğitimin sonucu olduğunu ileri sürerler. Yani vicdan, fıtrî değil mükteseb (sonradan kazanılmış) ahlâkî bir cevherdir. Filhakika, iyi bir yönde eğitim görenler, İslâmi gerçekler ve telkinlerle temasa geçenler, zengin ve aydınlık bir ruh terbiyesine, mükemmel bir vicdan özelliğine sahiptir.
Ahlâkî düşünce iyi bir eğitim ile gelişebilir. Özellikle sosyal çevre, ahlâkî düşünceye egemen olabilir. Eğer çevre ifsad edilmiş (bozulmuş) ise, yetişen nesil bu ortamda çürüyebilir. Çevre sağlam ise ahlâkî düşünce, vicdan dediğimiz faziletli cevher, iyi bir şekilde gelişir.
Bazı düşünürler (Stuart Mill) ahlâkî hareketlerimizin ve vicdanın; zihnî, hissî, iradî bir oluşumun sonucu olduğunu ileri sürerler. Bu görüşte isabetli bir düşüncenin egemen olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekten de duygu, düşünce ve irade vicdanın yapısını ortaklaşa etkiler. Meselâ; Allah’a kulluk görevini ihmal eden bir Müslümandan, ahlâkî bir tutum, vicdan muhasebesi beklemek boşunadır.
Sonuçta; ahlâk tandansı, toplum hayatındaki âdetlerden, örneklerden meydana gelmekle birlikte; bu meylin insanda doğuştan var olduğunu da kabul etmek gerekir.
Buraya kadar belirttiklerimizi üç madde halinde özetleyebiliriz:
1. İyilik ve kötülük duygusu yani ahlâk rasyoneldir. Akıldan gelir ve aklî bir düşünce ile inkişaf eder.
2. İyilik ve kötülük duygusu eğitimle, tecrübe ile kazanılır ve gelişir.
3. Ahlâk, vicdan; doğal bir duygudur. Yaratılıştan, bir içgüdü gibi kişiliğimize egemendir ve genellikle sosyal nitelikli devingen bir süreçtir.
AHLÂKIN
GAYESİ
Ahlâkın gayesi, "Yüksek iyilik" olarak tanımlanmıştır. Yüksek iyilik ise, saadetin kaynağıdır veya doğrudan doğruya saadettir.
Bazı düşünürlere göre saadet; ferdin mükemmeliyeti, huzuru, rahatlığıdır. Bir toplumda fertler mutlu olursa, o toplumun tümü mutlu olur. Bununla beraber, ferdin mutluluğunu ölçü olarak almak; egoistliğe (bencilliğe), aşın menfaat hırsına sebep olur. Ferdin gözü kendisinden başkasını görmez hale gelir. Bu sebepledir ki ferdin saadetini öngören ahlâk anlayışına "Egoist Eudemonisme" (Egoist Yöneliş) denilmiştir.
Diğer bazı düşünürler ise saadeti; grubun veya toplumun, yâni ferdin bağlı olduğu çevrenin, daha geniş anlamı ile de ülkenin ve hatta bütün beşeriyetin huzuru, sukûnu ve refahı olarak düşünmüşlerdir. Bu anlayışa "Gayrın saadeti"de denir.
Bu yüzdendir ki bu görüşü öngören ahlâk anlayışına "Altrüist Eudemonisme’ (Diğer- gamlık) adı verilmiştir.
Gerçekten de, kültür tarihimizde üstün derecede sosyal vasıflı insanlar yetişmiştir: Mevlânâ, Yunus Emre, Mehmet Akif gibi... Bu büyük insanlar, dünyadan göçtüklerinde çocuklarına maddi bir servet bırakmamışlardır. Ancak bu ulu insanların çizdikleri ahlâk yolu ve düşüncelerini yansıtan şiirleri, kitaplan bir sadaka-i cariye olarak sonsuza kadar bütün topluma miras kalmıştır. Bu sebeple, ahlâkî gayelerinde kendilerini topluma veren kişiler daima hayırla yad edilmektedirler.
Bu itibarla, büyük insanlarda mal hırsı, mevki ve makam hissi yoktur. Ancak, toplumun huzur ve saadetine hizmet etmenin, ışık tutmanın şerefiyle yetinmişlerdir...
Kanuni Sultan Süleyman bir beytinde dünya hayatının fani olduğunu, sabır ve taatin bâki olduğunu şöyle belirtir:
"Ko bu iyş-û işreti çün kim fenadır akibet;
Yar-ı bâki ister isen olmaya taat gibi..."
Ziya Paşa’da "Terkib-i Bcnd"inde şöyle sesleniyor:
"Dehrin ne safâ var acaba sîm-ü zerinde;
İnsan bırakır hepsini, hîn-i seferinde.
Bir reng-i vefa var mı nazar kıl şu sipihrin
Ne leyl-ü nehannda, ne şems-ü kamerinde
Seyretti heva üzre denir TAHT I SÜLEYMAN
Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde..."
Bazı düşünürlere göre de en yüksek iyilik, mükemmeliyettir. Yani, ferdin terbiye edilmesi, bilgi sahibi olması, ruhî ve bedenî gücünün geliştirilmesi, duygu, düşünce ve irade bütünlüğü içinde dengenin sağlanmasıdır.
Gerçekten de, iyi terbiye görmüş bir insan, kız olsun erkek olsun, mesut olma şansına sahiptir: İyi düşünür ve dengeli hareket eder.
Bilgi edinme aynı zamanda, ilahî bir emirdir; Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulmuştur:
"De ki! Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?"
(Zümer: 9)
Büyük şair, düşünürümüz Mehmet Akif, bu âyet-i kerimenin altında yer alan açıklamasında şöyle diyor:
"Olmaz ya... Tabiî...
Biri insan, biri hayvan!
Öyleyse, "Cehalet" denilen yüz karasından
Kurtulmaya azmetmeli baştan başa millet.
Kafi mi değil, yoksa bu son ders-i felaket?”
Bilgi, Allah’ın kelâmına yaklaştığı nisbette fazilettir; haktır ve gerçektir. Allah korkusu da, gerçek bilgi sayesinde oluşur. Zira, gerçekten Allah’tan korkan alimlerdir.
AHLÂK
MÜEYYİDELERİ
(Sanction)
Ahlâk, amacına başlıca üç kaynağa dayalı olarak ulaşır:
— 1) Dînî Müeyyideler: Emir ve nehiyler (Buyruklar ve yasaklar). Bunlar dînî sistemin içinde yer alır. Emirler genellikle dinin akaidini (kurallarını) ve ibadet sistemini ortaya koyar. Yüce dinimizde esaslar beş temelden oluşur:
1- Kelime-i Şehadet
2- Savm (Oruç)
3- Salât (Namaz)
4- Hac
5- Zekât
2) Siyasi Müeyyideler: Bir toplumun tarihi boyunca varlığını pekiştiren ve o toplumun ahlâkına yön veren genel anlayıştır. Bizim cemiyetimizin ve devlet düzenimizin temelinde adalet duygusu vardır: Devletin Temeli Adalettir.
Adalet, Allah’ın rızasını sağlamakla mümkündür. Adalet ve Allah’ın rızası müeyyidelerini, Fatih Sultan Mehmet Han meşhur beytinde şöyle formüle etmiştir:
"Yok-dürur zulme rızamız, adle biz mailleriz;
Gözleriz Hakk’ın rızasın, emrine kailleriz."
Bu beytin anlamında, ebede müddet bir devletin felsefesi vardır. Şöyle ki:
Zulüm yok; adalet var!
Keyif yok; Allah’ın rızası var!
3) Sosyal Müeyyideler: Bir toplumda; giyim-kuşamdan, yi- yip-içmeden, düğün demeklere, toplantı ve eğlencelere kadar çeşitli davranış biçimleri vardır. Mesela, evlerde, camilerde mevlid okumak ve okutmak; mübarek gecelerde fazladan namaz kılmak, sürekli Kur’an okumak; bayramlarda yiyecek giyecek gibi çeşitli ikramlarda bulunmak..,! tarihî geleneklerimizdir. Kutsallık kazanmış, sosyal miras haline gelmiş davranış düzenlerimizdir...
AHLÂK
EĞİTİMİNİN
İMKÂNLARI
Ahlâk eğitimi kolay bir iş değildir. İmkânlarını bir araya getirmek ve etkili olmasını sağlamak tecrübe ve sabır ister.
Ahlâk eğitiminin etkili olması konusunda eğitimcilerin öngördüğü başlıca imkân ve tavsiyeleri şöyle sıralayabiliriz:
1) Çocuk, özellikle küçük yaşlarda, temiz bir çevrede yaşamalı ve çocuğun ailesi de temiz ve namuslu olmalıdır. Bilhassa çocuğu yetiştiren anne; namus, iffet ve şeref sahibi olmalı ve İslâmî âdâba bağlı bulunmalıdır. Çocuk üzerinde kişilik özelliklerini oluşturan daha ziyade annedir. Aile terbiyesi,i özel manasıyle "Ana Terbiyesi" demektir.
Türk asıllı Mısırlı eğitimci ve Emir-üş-Şuarâ Ahmet Şevki bir beytinde, şöyle diyor:
"Anne okuldur. Onu hazırladığın zaman, temiz bir nesil (güzel bir millet) yetiştirmiş olursun."
2) Çocuğun örnek edinme çağlarında kötü arkadaşlardan uzak bulunması, iyi kimselerle arkadaşlık kurması çok önemlidir. Atalarımız;
"Kazan yanına varma, karası bulaşır..."
"Kişi refikinden azar..."
"Körle yatan, şaşı kalkar."
"Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim." demişlerdir.
Gerçekten de çocuk küçük yaşlarda (1-12 yaşlar arasında) arkadaşına uyum sağlar ve onları taklit eder. Dolayısıyle iyi arkadaş iyi örnek, kötü arkadaş kötü örnek demektir. Bu oluşum; bir çeşit benzeme, özümseme, onun gibi olma tutkusu oluşturur ki buna pedagojide "Identification" (İdantifikasyon) denilmiştir. İdantifikasyon, önemli bir mekanizmadır. İnsan, küçük olsun büyük olsun, bir örnek bulma ve örnek edinme ihtiyacındadır.
İslâm ahlâkında en büyük ve en sağlam örnek Hz. Muhammed (SAS)’ dir. Ve O’nun ashabıdır. Bu itibarla, en başta Peygamber Efendimiz olmak üzere, İslâm’ın ahlâk örneği büyük insanlarını çocuklarımıza öğretmeliyiz. Hz. Resul-i Ekrem (SAS) Efendimiz bütün yüce değerlerin nümune-i imtisali (izinden gidilecek en büyük örneği) dir:
"Dünya neye sahipse, O’nun vergisi elbet;
Medyun O’na cemiyeti, medyun O’na her fert.
Medyundur O masuma bütün bir beşeriyet...
Yârab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret."
(Mehmet Akif Ersoy, Safahat, Yeni Matbaa, 1963, Sf.: 50)
Diğer taraftan Hz. Ebubekir (RA) sadakatin, Hz. Ömer (RA) adaletin, Hz. Osman (RA) hilim ve faziletin, Hz. Ali (RA) de ilim şeceat ve hamasetin sembolleri, imagolan (hayal edilen önderleredir. Kültür ve ahlâk tarihimizin bu yüce insanlarının hayatları, ahlâkî şahsiyetleri hakkında yeterince bilgi verilmelidir.
3) Görev duygusu harekete getirilmeli, sorumluluk fikri kavratılmalıdır. Allah’a (cc) karşı, çevremizdeki insanlara ve bütün beşeriyete karşı görevlerimiz olduğu öğretilmelidir.
4) Doğru hareketler telkin edilmeli, hatalı hareketler eleştirilmelidir. Genellikle hatalar, çocuğa buldurulup sakınması sağlanmalıdır. Hatalarını bilmeyenler, anlamayanlar nefislerini ıslah edemezler.
5) Şefkat, merhamet, nezaket, hizmet, hayırhahlık (iyilikseverlik), misafirperverlik duygulan her fırsatta harekete geçirilmeli ve canlı tutulmalıdır.
6) Çocuğun izzetinefsine saygı göstermeli, onurunu korumalı ve yüceltmelidir.
7) Güzelliğe, güzel şeylere karşı ilgi uyandırmali; özellikle tabiat güzelliklerini sevdirmelidir. Süs bitkileri yetiştirmek, kuş beslemek, akvaryum gibi tesisler kurmak ve bunların bakımını sağlamak çok olumlu sonuçlar verir.
8) Kitaplar, biyografiler, sanat eserleri vasıtatısiyle ahlâkî telkinler yapılmalıdır. (Çocuğun okuyacağı kitaplar, mutlaka denetimden geçirilmeli; ahlâkî değeri olanlar tercih edilmelidir.)
9) Çocuğun çamaşırlarının ve elbiselerinin daima temiz olması, düzenli giyinmesi sağlanmalıdır.
10) Çocuğa küçük yaşlardan itibaren abdest alma, gusül etme alışkanlığı kazandırılmalıdır.
11) Küçüklere sevgi, büyüklere saygı geleneği her fırsatta pekiştirilmelidir.
12) İnatçılık, yalancılık, zarar verme, zulüm, hırsızlık gibi davranışlara asla müsamaha edilmemelidir.
13) Keyif verici maddelere, sigaraya hatta kahveye alıştırılmamalı, her hangi bir içkinin tiryakisi olması önlenmelidir. Özellikle alkollü içkilerden uzak bulundurmalı, tabii içecekler tercih edilmelidir.
14) Yemek seçme, yemek yerme gibi davranışlar kazanması hoş görülmemelidir. Sofrada ne bulunuyorsa onunla yetinip Allah’a (cc) şükretmesi öğretilmelidir.
15) Oyunlarında serbest bırakılmalı, oyuncakları seçilerek alınmalı, israftan sakınılmalı, şımarmasına, fazla nazlanmasına müsaade edilmemelidir.
* * *

AYETLERDE EĞİTİM ve ÖĞRETİM

"Yaratan Rabbin in adıyla oku.
O, insanı kan pıhtısından yarattı."
(Alak Suresi, ayet: 1-2)
"De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu
(Zünıer. Suresi, ayet: 9)
"Allah’dan, kulları ifinde
an t ak ilim sahibi olanlar korkar."
(Fatır suresi, ayet: 28)
"Allah, itin izden iman edenlerle ilme nail
olanların deretelerini yükseltir..."
(Mücadele Suresi,ayet: 11)
"Andolsun size bir kitap indirdik ki, onda sizin if in gerekli olan öğüt varJır.
Hala akıllanmayatak mısınız?
(Enbiya Suresi ayet: 10)
"De ki:Ya Rablİlmimi artır."
(Ta-ha Suresi,ayet: 114)

HADİSLERDE EĞİTİM ve ÖĞRETİM

"Yalnız iki insan gıpta edilmeye değer.Bunlar da: Allah’ın "kendisine ihsan buyurduğu malı hak uğrunda sarf ve intaka muvaffak olan kimse ile Allah’ın kendisine vermiş olduğu ilim ve hikmetle hükmeden ve onu halka öğreten adamdır."
(Buhari ve Müslim rivayet ediyor) (R.Salihin, CJ,Hadis no: 1406)
"Her kim ilim tahsili if in bir yola giderse, bu yüzden Allah Teala ona Cennet’e giretek yolu kolaylaştırır."
(Mitilim rivayet ediyor) R.Salihin, C.3,Hadis no: 1410)
"İlim tahsili if in sefere fi kan kimse, evine dönünteye kadar Allah yolundadır."
(Timıizi rivayet ediyor) (R.Salihin ,C.3, Hadis no: 1414)
"Bir âlimin âbid üzerine üstünlüğü, Ay’ın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Alimler, ’ nebilerin varisleridir. Peygamberler, ne bir altın ve ne de bir aümüf miras bırakmamışlar, ancak ilmi miras bırakmışlardır. İşte o mirasa konan, sonsuz bir haz ve nasib almış demektir
(Ebu Davud ve Tinnizi rivayet ediyor) (R.Salihin C.3,Hadis no: 1417)