Makale

SORUMLULUK DUYGUSU

Abdullah ŞAHİN / Musahhih

SORUMLULUK DUYGUSU

Sorumluluk: Kişinin, hem yaradanıyla, hem de yaradılanlarla ilgili yükümlülüklerine karsı gösterdiği duyarlılıktır. Bu duygu insanın vazgeçilmez bir hasletidir. Buna kısaca kişinin görev anlayışındaki samimiyeti de denilebilir.
Halk arasındaki meşhur olan tanımı ise, üzerine düşen görevden kaçmamak şeklinde ifade edilen mesuliyet duygusudur ki, hem dini hem de içtimai [toplumsal) alanı kapsar. Dini vecibelere karşı sorumluluk, akıllı olmak kaydıyla buluğ (ergenlik) çağında baslar.
Bu cümleden olarak mükellef de, dini ve içtimai sorumluluk taşıyan kişi demektir.
Binaenaleyh akıl sahibi her insan, içtimai ve dini vecibelerden, gücü nisbetinde sorumlu tutulmuştur. 1
Sorumluluk dendiğinde hemen akla gelen canlı, tabiatıyla insandır. Çünkü insanoğlu, emanet gibi ağır bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu da, insanın akıl gibi üstün bir nimete, fikrini ifade edebilme gibi de, önemli bir meziyete sahip olusundan kaynaklanmaktadır. Binaenaleyh insanoğlu, yaptığı her işten ve ürettiği fikirlerinden sorumlu olduğu gibi, iyi ya da kötü, yapmış olduğu her amelinin de karşılığını mutlaka görecektir.2
Ayrıca yerde, gökte ve denizlerde mevcut olan, sayısının tesbiti ise mümkün olmayan bunca ni’met, insan emrine musahhar kılınmış, yani onun beceri ve yeteneğine boyun eğ- dirilmiştir.3
Binaenaleyh insanoğlu, bilgi ve yeteneğini harekete geçirmek kaydıyla, bu nimetlerden, kısmetine takdir edildiği kadar yararlanma imkanına sahiptir. İnsan, bu imkanı değerlendirip değerlendirmediğinden sorumlu olduğu gibi, nimetlere karsı Şükür yolu mu tutuldu, yoksa nankörlük ve isyan yolu mu tutuldu, işte bütün bunlardan da sorumlu tutulmuştur.141
Kısaca ifade edecek olursak, insan seçkin bir konumda yaratılmış olup, en güzel olan her şey ona layıktır, ancak bası boş değil sorumluluk taşıyan bir varlıktır.
Bu kısa girişten sonra, konuyu ana hatlarıyla şöyle özetleyebiliriz:

SORUMLULUK DUYGUSU

İnsan kendi tarihi süreci içinde, irili ufaklı topluluklar halinde yasam mücadelesi vere- gelmiş, halen de bir topluluk içinde yaşamak durumundadır. Çünkü varlığını devam ettirebilmesi için lüzumlu olan çeşitli ihtiyaçlarını temin edebilmesi de, bu toplu yaşam şeklini zorunlu kılmaktadır. Yaratılış kanununa göre de bunun böyle olması gerekmektedir. Zira yüce Allah (c.c.): “Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışmanız için de, sizi ka- vimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki, Allah yanında en değerli olanınız, Ondan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.”5 buyurmuştur. Ve yine, “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” 6 buyurmuştur.
Konumuza ışık tutan bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere hem fertler arasında bireysel ilişkiler, hem de toplumsal ilişkiler tarih boyunca sürekli bir şekilde devam edegelmiştir. Bu ilişkilerin iyi ve düzenli yürütülebilmesi için de, herkesin kendi durumuyla mütenasip genel ve özel yükümlülüklere katkıda bulunması zorunlu olmuştur. işte içtimai sorumluluk, herkesin bu müşterek sorunlardan payına düşeni yerine getirmesidir, şeklinde ifade edilebilir.
Örneğin, her ferdin kendi kabiliyetine göre bir meslek dalında yükselmesi vs. gibi. Bu görev paylaşımında yer alan her ferde sorumlu insan denir ki, görevini kötüye kullanmadığı sürece, insanlar arasında itibara layık bir yer alır. Görevden kaçan ve hazıra konmayı seven veya gayri meşru yollara sapan kişilere de sorumsuz insan denir. Böyleleri de toplum içinde hiçbir kimse tarafından itibar görmezler. Bu itibarla sorumluluk duygusu taşıyan insanlar, toplum için ne kadar yararlı ise, sorumsuzlar da toplum için o derece zararlı unsurlardır. Zira bunlardan, ne dünyaya, ne de ahirete yarar hayırlı bir iş beklenemez. Bu nedenle yüce dinimiz böyle sorumsuzca, başıboş bir yaşam sekline asla müsade etmemiştir. Nitekim yüce Allah (c.c.) Kur an da: “Sizi gerçekten boş yere yarattığımızı ve işin doğrusu huzurumuza da geri getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” 171 buyurmuştur..
Allah Rasûlü de cehennem adayı beş sınıfı sayarken, bunların içinde ilk sıranın; başı boş ve sorumsuz bir yaşam tarzı seçerek, boş şeyler peşinde koşan, dünya ve ahiretle ilgili hiçbir kaygısı olmayan, zayıf meşrepli ve kıt akıllı kimselerden oluşacağım...8 haber vermektedir.
Binaenaleyh gerek fakirlik, gerekse zenginlik nedeniyle ve özellikle de genç nesil, böyle başıboş ve sorumsuz veya kaygısız ve azgın bir yaşam içine itilme- melidir. Bu tehlikeli durumdan - baştan ayağa- tabiriyle toplumun her kesimi kendi konumuna ve gücüne göre ayrı ayrı sorumludurlar. Nitekim Allah Rasûlü (s.a.s.) bir başka hadis-i şeriflerinde bu hususu veciz bir şekilde dile getirmiştir. Söyle ki: Abdullah ibn-i Ömer (r.a.)’den gelen rivayette, adı geçen şöyle demiştir: Rasûlüllah (s.a.s.)’dan işittim, buyurdular ki: “Sizden herbiriniz rai” (eline teslim edilen herşeyi koruyup kollamakla mükellefjdir. Ve yine herbiriniz eli altındakilerden mes’uldür...9 diye sözlerine başladıkları bu hadis-i şeriflerinde, devletin en üst kademesindeki şahıstan, toplumun en sade ferdine kadar herkesin, mevki ve durumlarına göre sorumluluk taşıdıklarını, açık bir şekilde ve herkesin de kavrayabileceği bir tarzda ifade buyurmuşlardır.
Ancak bu konuda önemine binaen altı çizilerek ifade edilmesi gereken şu hususu, ihmal edip şansa bırakmanın yeri yoktur ki, bu önemli husus, birey ve toplumu, böyle bir sorumluluk duygusunu idrak edebilecek düzeyde bilinçlendirmektir.
Bunun tartışılmaz yolu ise, dini içtimai ve ahlâki terbiyedir. Bu hususta yaş sınırı olmamakla beraber, ilmi ve tecrubi verilere göre, en verimli çağ, erken yaşlardır.
“Ağaç yaş iken eğilir”, ata sözündeki uyarı ve ihtar da, meseleye açık ve net bir şekilde ışık tutmaktadır. Zaten bu konuda insan tabiatına uygun olan da, kendisine doğuştan İhsan edilen manevi otoritedir ki, bu otoritenin ağır bastığı bir toplumda, zabıtai kuvvetlerin asgariye ineceği doğaldır.
Bu itibarla evladımız ve gözümüzün biricik nuru, gününü gün etsin de sonrası Allah kerimdir seklindeki sakat anlayış, sorumluluk adına çok tehlikelidir. Bu yanlış tutum, ana-baba için büyük bir sorumsuzluk örneğidir.
Ayrıca bu yavrucağız yedinci dipnotlu hadis-i şerifte zikredilen, cehennemlik taifenin basında yer alacak olursa, bundan sadece bu aday sorumlu değil, onun anası babası da sorumludur. Zira Yüce Allah, “Ey iman edenler! Kendinizi ve ehli i’yalinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. O (ateşin) başında; acımasız, güçlü, Allah’ın emirlerine karşı gelmeyen ve emredildikleri görevi yerine getiren melekler bulunmaktadır.” ayetiyle bu hususa dikkat çekmektedir.
İste Hz. Ömer’in, “Dicle kenarında otlayan bir koyunun bile sorumluluğunun Hz. Ömer’e ait olduğu”, tarzında dile getirdiği duyarlılık, bu anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Binaenaleyh bu konuda veliler kadar, yöneticiler de sorumludurlar. Zaten yukarda -bastan ayağa- tabiriyle vurgulanmak istenen husus da budur. Yine Allah Rasûlü [s.a.sj’nün su hadisi şerifteki uyarıları da, konunun ciddiyetini ve toplumun her ferdinin bu hususta duyarlı olmalarını, açık bir şekilde belirlemektedir. Söyle ki:
“Benden evvelki ümmetlerde Allah’ın gönderdiği hiçbir peygamber yoktur ki, ümmetinden ona uyan havarileri, sünnetini kabul eden ve emirlerine uyan ashabı olmasın. Sonra bunların peşinden de, doğrusu kendileri uygulamadıkları halde başkalarına öğüt veren, emrolunmadıkları işlerle uğraşan kimseler gelir.
Kim ki, bunlarla eli ile mücadele ederse, o kimse mü’mindir. Kim ki, bunlarla dili ile mücadele ederse, o kimse de mü’mindir. Ve yine kim ki, bunlarla kalbiyle mücadele ederse, (yani muhabbet duymazsa) o kimse de mü’mindir. Bundan öteye ise, imandan hardal tanesi miktarı (nasip) yoktur.” 11buyurmuşlardır.
Ancak hadis-i şerifte geçen, elinden geldiğince mücadele, yöneticilere, diliyle mücadele de daha ziyade ilim ve fikir otoritesine aittir. Kalbiyle mücadelede ise, her aklı selimin üzerine düsen bir sorumluluk payı söz konusudur. Nitekim ehl-i ilim de hadisi, bu doğrultuda yorumlamıştır ki, isin tabiatına en uygun düşeni ve en sağlıklı görüleni de bu anlayıştır. Aksi takdirde sorumluluk adına, huzursuzluğa ve kargaşa ortamının doğmasına zemin hazırlanmış olur ki, böyle bir tutum içine girmeye yüce dinimiz izin vermez.
Sonuç olarak, sorumluluk ilkesi, insana yüklenen, insan hayatını anlamlı kılan ve onu en yüce değere ulaştıran temel bir haslettir, insan için, dünyada huzurun, ebedi alemde mutluluğun gerçekleşmesi, bu temel ilke doğrultusunda göstereceği özveriye bağlıdır. 0 da, her mükellefin, dini ve içtimai sahada yerine getirmekle yükümlü olduğu dini ve beşeri görevleridir.
Bunlardan bir kısmı, yerine getirilmesi zorunlu olan görevlerdir ki, farzları yerine getirme ve haramlardan sakınma bu gruba girer. Diğer bir kısmı da, zamanın akışı içinde gündeme gelen, yapılması veya yapılmaması hususunda riayet edilmesi gereken hususlardır.
Örneğin trafik kuralları, çevre kuralları vs. gibi.
Bu itibarla söz konusu görevleri ihmal eden ve sorumsuz bir hayat yasayan insanlar, gerçek anlamda insanlık değerlerini yitirmiş olurlar.
Ayrıca bu dünyada, şu veya bu şekilde sorumlulukdan kaçmak mümkün olabilir, ancak Allah’ın huzurunda verilecek hesaptan kaçmak mümkün değildir. Bunun aksini düşünmek ise, mutlak adaleti inkâr etmek sonucunu doğurur. Binaenaleyh İslâm’da, başıboşluğa yani gelişigüzel ve sorumsuz bir yaşam tarzı seçeneğine yer yoktur. Zira böyle bir yasamın sonucu, dünyada hakirlik ve zillet, ahiret- te ise hüsran ve nedamettir. Son sözler, Allah Rasûlü (s.a.s.)’nden. Bir hadis-i şerifte:
“Kıyamet gününde insan beş şeyden sorguya çekilmedikçe, Rabbinin huzurundan ayrılmaz. Bunlar:
Ömrünü nasıl tükettiğinden,
Gençliğini ne şekilde yıprattığından,
Malını nasıl kazanıp, nereye harcadığından,
Bildiğiyle ne gibi amel yaptığından, 12 ve yine:
“Her kim kıyamet gününde sıkı bir sorgulamaya tabi tutulursa, o kişi helak olur.”13 buyurulmustur.


1. Bakara, 2/286: En’am, 6/152; A’raf, 7/42 Müminun, 23/62.
2. Nahl, 16/93: Zilzal, 99/7-8.
3. İbrahim, 14/32-34; Casiye, 45/13.
4. Tekasür, 102/8.
5. Hııcurat, 49/13.
6. Nisa, 4/1.
7. Mü’minun, 23/115.
8. et-Tac, 5/79, Kahire 1935.
9. Buhari, Muht. Tecr. Sar. Trc. 3/40. 1D. Tahrim, 66/6.
11. Müslim Sahih, 1/50, 1st. 1329.
12. Tirmizi, Kıyamet, 1.
13. Müslim, Cum’a 79.