Makale

TÜRK’E ÖZGÜ BİR KURUM OLAN AHÎLİK

Mustafa BEKTAŞOĞLU

TÜRK’E ÖZGÜ BİR KURUM OLAN
A H İ L İ K

13 -19 Ekim günleri Ahilik Haftası olarak kabul edilen ve Ahi Evran adına Kırşehir’de 1965’ten beri Ahilik ve Esnaf Bayramı düzenlenen bu önemli kurum, XIII. yüzyılda Anadolu’da görülmeye başlayan ve bir süre sonra Osmanlı Devleti’nin kurulmasında önemli rol oynayan dini-içtimai bir teşkilattır.
Bu yazımızda, Ahi nedir, Ahi Evran kimdir, Anadolu’da ahiliğin ortaya çıkısını hazırlayan etkenler nelerdir, ahiliğin Osmanlı sosyal hayatını düzenlemedeki rolü ne olmuştur? konularını ele alacağız.
Ahiler, Anadolu’da devlet otoritesinin zayıfladığı bir dönemde yalnızca İktisadî değil, siyasî yönden de önemli faaliyetlerde bulunmuşlardır. Merkezi otoritenin zayıfladığı, anarşi ve kargaşanın ortaya çıktığı dönemlerde siyasî ve askerî güçlerini göstermişler ve önemli fonksiyonlar üstlenmişlerdir. Osmanlı dönemlerinde günümüzde kooperatif, sendika, sigorta ve bankaların oynadığı rolü oynamış, İslam ahlâkını yayan kuruluş olarak da dikkati çekmiştir.
“Ahi” kelimesinin sözlük, terim ve örgüt olarak türlü anlamları vardır.
Sözlük Olarak Ahilik: "ahi” kelimesi arapçadır ve "kardeşim” demektir. Arapça alsında “ahi” biçimi ile tam olarak ahiliğin Anadolu’da anlaşıldığı anlama gelmemiş ve “akı” sözcüğünün Divan-ı Lügati’t-Türk’te ve “Hibetü’l-Hayık’ta” aynı anlamda kullanılmış olması, bu iddiayı eski kaynaklar olarak sağlamlaştırmaktadır.
İste bu nedenle bu “ahi” sözcüğünün başka kökenden olup bu kalıba girmiş olabileceği hatıra gelmiş, ilk kez ünlü Fransız Türkoloğu J. Deny, eski ve orta Türkçede "eli açık, cömert, yiğit” anlamlarına gelen “akı" sözcüğünün söyleniş ve anlam bakımından benzeri Arapça "ahi” sözcüğüne çevrildiğini ileri sürmüştür.
Terim Olarak Ahilik: Anadolu’da XIII. yüzyılda kurulup belli bir süre içinde belli kuralılarla islenmiş esnaf ve sanatkarlar birliğini ifade eder.
Örgüt Olarak Ahilik: Bu konu üzerinde ciddi incelemeler yapan batılı oriyantalistler bugüne dek yaptıkları yayınlarda ahiliğin kökenlerini, doğuda özellikle Araplar arasında XI. Yüzyıldan başlayarak gelişmiş olan fütüvvet örgütüne dayarlar. Ama gene de onun, fütüvvetten farklı ve Anadolu Türklerinin biçimlendirip kendi damgalarını vurarak geliştirdiklerinde yani Anadolu Türklerine özgü bir kuruluş olduğunda birleşirler. Gerçekten de mesleki-ahlâki bir örgüt olan ahilik, Anadolu’ya özgü bir kuruluştur.

Ahiliğin Anadolu’da Kurulup Gelişmesinde Büyük Rolü
Olan Ahi Evran Kimdir?

Kişiliği üzerinde gerçek mi? Hayal mi? diye tartışmaların yapıldığı Ahi Evran’ın hayatı ve kişiliği tarih boyunda karanlıkta kalmıştır. Kırşehir’de kendi adını taşıyan mahalledeki Ahi Evran Camii’ne bitişik olan türbesinde yattığı bilinen Ahi Evran Seyh Nasırüddin Mahmud’un 200 seneye varan zaman farkı içinde yaşadığı devir daha saptanamamıştır. Tarihi bir hüviyete sahip bulunmasına rağmen gerçek kişiliği menkıbeler içinde kaybolmuştur.
Tam adı Seyh Nasırüddin Ebu’l-Hakayık Mahmud b. Ahmed olup, Anadolu’da Ahi Evran diye bilinir (d. 1172 Hoy, İran- ö. 12B2 Kırşehir).
İlk tasavvufi terbiyeyi de Horasan ve Maveraünnehir’de iken Ahmet Yesevi’nin talebelerinden aldığı muhakkak olan Ahi Evran, daha sonra bir Hac seyahatine çıktığı ve bu seyahatleri sırasında Türk asıllı gezgin bir sofi olan Evhadüddin Kirmani ile tanıştığı ve O’na intisap ettiği anlaşılmaktadır. 12Ü5 yılında Sadrüddin Konevi’nin babası Mecdüddin ishak’ın delaletiyle Evhadüddin, Muhyid- din İbnü’l-Arabilerle birlikte Anadolu’ya gelen Ahi Evran, 1206 yılında da Kayseri’ye yerleşmiş ve burada bir deri atölyesi kurarak debbağlık yapmıştır. Bu yüzden, tarih boyunca Debbağların Piri olarak tanınmıştır.
Ahi Evran, ahlâk, sanat ve konukseverliğin uyumlu bir birleşimi olan ahiliği kurmuş ve o denli saygın bir duruma getirmiştir ki bu kurum, yüzyıllar süresince bütün esnaf ve sanatlara yön vermiş, onların işleyişini düzenlemiş’, yeniçeriliğin kuruluşunda, Hacı Bektas törenleriyle birlikte önemli rol oynamış, devlet adamları bu kuruluşa girmeyi onur saymışlardır.
Anadolu’da Ahiliğin Ortaya
Çıkışını Hazırlayan Etkenler

1071 Malazgirt savasında Anadolu Türkler tarafından ele geçirildikten sonra, Drta Asya’dan kalkarak Horasan ve İran’da yerleşmiş olan Türkler kitleler halinde Anadolu’ya göç etmişlerdir.
Anadolu’nun Urfa’dan başlayarak Adana’ya dek giden sınırlarından zaman zaman giren Abbasiler ordusu Niğde, Nevşehir, Kırşehir, Kayseri, Yozgat ve Ankara bölgelerine akınlar yapmış, burularda yerleşmişlerdir. Kırşehir yöresi çok eskiden beri Türklerin hoşuna gitmiş ve yerleşme bölgesi olarak seçilmiştir.
Orta Asya, Horasan ve İran bölgeleri, engelsiz ve kesiksiz olarak Türklerin elinde bulunduğundan Türk halkının Anadolu’ya göçü normal bir hızla sürdü.
Bunların 1225’lere dek yapılanı, Türk savaşçılarının burada kendi alplik, yiğitlik vasıf ve heyecanları için uygulama alanı, Türk göçebelerinin, daha iyi bir iklime gelme, otlak, yaylak ve kışlak aramaları yüzündendi.
1225’lerden sonraki göçlerin nedeni ise, Moğol saldırısından kaçıştı. Yani ilk göçlerde çoğu savaşçı, hayvan yetiştirici göçebe halk olduğu halde, Moğol saldırısından kaçıp gelenler, zengin tüccar ve sanatkâr idi. Moğol saldırısı o denli ani ve kanlı oldu ki, bunlar daha uzaklara, emniyetli yerlere ulaşmak için İran’da eylenmeyip Anadolu’ya koştular, her şeylerini, maddi manevi bütün varlıklarını buraya getirdiler. Burada da sanat ve ticaretlerini sürdüreceklerdi. Asya’nın uygar büyük Türk şehirlerinden gelme bu sanatkâr ve tüccarlar yerli Bizanslı meslektaşlarına rekabet edebilmek için aralarında birliğe, dayanışmaya muhtaçtılar. Bu dayanışma ve birlik önce Türk halkının çok muhtaç bulunduğu, çok kullandığı eşyayı üreten sanat kolları mensupları arasında oldu. Bunlar deri işçiliğine ait şeyler olmalı idi.
Anadolu halkının içinde bulunduğu kritik devrede Ahi Evran, Baba İlyas, Hacı Bektaş, Mevlâna Celâleddin Rûmi gibi Türk büyükleri, her biri bir başka yönden halkın maneviyatını yükseltmek, milli duygularını ayakta tutmak için büyük çabalar harcadılar.
Baba İlyas, yönetime karşı kritikleriyle, Mevlana Konya’da saray ve yöneticilerine ahlâk ve hoşgörü telkinleriyle, Hacı Bektaş, köylü ve göçebe halk arasına girerek onların her türlü davranış ve gerekleri ile, dilleriyle, şiirleriyle, müzikleriyle, ahlâklarıyla ilgilenerek, Ahi Evran esnaf ve sanatkârları bir birlik altında toplayarak sanat ve ticaret ahlâkını, üretici ve tüketici çıkarlarını güven altına almak suretiyle bu kötü politik ve ekonomik atmosfer içinde onlara yasama ve direnme gücü verdiler.
Ahi örgütüne giren esnaf ve sanatkârlar meslekî, dini ve ahlâkı, eğitimden ayrı olarak askerî talim, terbiye de görüyorlar, gerektiğinde ordu ile savaşlara katılarak düşmanla yiğitçe çarpışıyorlardı.
Ahi Evran, zaten yüzyıllardır savaşçılık ve dini, ahlâki, bilgiler vermekte büyük ve önemli görevler yerine getirmiş bulunan
fütüvvet teşkilâtından ve fütüvvetnamelerden faydalanarak ahi örgütünü kurdu.
Ahi Evran, Türk halkının ekonomik durumunu yükseltmek, baskasına el açmadan, alın teriyle, şerefle yasamanın yollarını, bir sanat veya meslek sahibi yaparak göstermek, aynı zamanda, dini hisler sömürücüsü çıkarcıların sarkıntılıklarından da korumak istiyordu. O ise, deb- bağ, ayakkabıcı ve saraç esnafını toplayıp örgütlemekle başladı. Üstün becerisi, ahlâki sağlamlığı ve hakseverliği ile büyük bir şöhret ve saygı topladı, kurduğu örgütün başkanı, "ahi babası” oldu.
Anadolu’da sanatkârlardan kumlu ahi topluluklarının başkanı bulunan ahi şeyhlerinin bunlar üzerindeki davranışları, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair fütüvvetnâmelerde bir kayıt yoktur. Yalnız, Kırşehir’de Ahi Evran zaviyesi postnisinlerinden (ahi baba) ve Ahi Evran torunlarından Seyyid Seyh Musa tarafından 1818 yılında Tosya’daki esnaflar, debbağlar ve sanatkârlar üzerinde duacı atanan, Seyh İsmail Rûmi evladından Tefsirci Seyh Mustafa Efendi tekkesinde postnisin Seyyid Seyh Hacı Ahmet Efendi’ye verilen icazetnamede: Memâlik-i Mahrusede vaki ehl-i sanayi ve debbağlar hırfetlerinin, hattı hu- mayun ile şeyhleri olan ahi Evran zaviyesi postnisinleri bulunan Ahi Evran evladının, bu zümre üzerine seyh olup duacı, ahi baba, kethüda, yiğitbaşı, halife ve usta oğulları nasbinin babadan dededen kendilerine ait olduğu, kimsenin müdahale etmediği ve bu sebeple adete göre gelirinin adı geçen zaviyenin onarılmasına, bakımına ve buraya gelip gidenlere yemek verilmeye sarfedildiği... kaydediliyor.
1787 yılında Abdülhamit I tuğrasıyla Muhammed adında birine, Tosya’daki bedesten du- acılığı için verilen beratta, bu şehrin bedestan duacılığı ile iplik pazarı kantarcılığının ve sofcu, demirci, semerci ve mutab (mutaf: çulcu ve keçeciler) esnaflarının ahi babalığının, ortaklasa üç kisi üzerinde bulunduğu, bunlardan birinin, çocuksuz ölmesiyle yerinin, bu isi ortaklasa yapanlardan birine tevcih edildiği kaydedilmektedir ki, bundan önce zikredilen icazatnamede, bu görevler üzerinde babadan dededen Ahi Evran zaviyesinde postnisin Ahi Evran evlatlarını tasarrufta bulundukları kaydedilmesine rağmen bu berat tarihinde, yani 1787 yılında, bu sanatkârlar üzerinde ahi babalar ve duacı tayin etme rnüsade- sinin, Ahi Evran zâviyesi postni- sinlerine henüz verilmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

Ahiliğin Osmanlı Sosyal Hayatını Düzenlemede Rolü

Ahilik, Orta Çağlarda Anadolu’nun sosyal yaşantısının düzenlenmesinde büyük rol oynamıştır. Türk gençleri aylak kalmaktan ve türlü kötü akımların etkisinden kurtarmak, aynı zamanda o zamanlar devletin çok ihtiyacı bulunan askerî güce katkıda bulunmak için organize edilmiş olan Ahi kurulusu çok yönlü sosyal yapılara sahipti.
Belli süre bir kademede kalarak pişirilen yamak-çırak, kal- fa-usta hiyerarsisi kurmak, baba evlat iliskisi gibi candan bağlarla bağlamak suretiyle sanatı, sağlam ahlâki ve mesleki temellere oturtmuştur.
İkincisi, esnaf ve sanatkârlıkta önemli bir sorun olan üretici tüketici çıkar ve ilişkilerini, bir- birleriyle bir sürtüşmeye düşmeyecek biçimde ayarlamıştır.
Üçüncüsü, şehirlerden köylere, ülkenin en ücra köselerine, dağ baslarına kadar yayılan bir zaviye, yani toplantı ve konuk evleri örgütü kurulmuştur ki, Orta Asya’dan Anadolu’nun en uzak köselerine kadar yüzyıllar boyu süren Türk göçü ile gelenlere her türlü konuğa sıkıntılı günlerinde kucak açan bu konuk evlerinin, yolların güvensiz, tasıma araçlarının ilkel, han ve başka konaklama yerlerinin nâdir bulunduğu bir devirde ne büyük bir sosyal fonksiyon yerine getirdiklerini söylemeye gerek yoktur.
Ülkenin zengin ve saygılı kişileri olan ahilik kurucuları, bütün güçlerini ve çabalarını, ülkenin türlü sanat erbâbını bir örgüt etrafında toplayıp onları zaviyelere bağlayarak manevî ve ahlâkî yönden yüceltmek istemişler, bunda da çok başarılı olmuşlardır.
Ahilerin toplantı yeri ve konuk evi olarak kullandıkları ahi zaviyelerine işçi ve çıraklardan başka, öğretmenler, müderrisler, kadılar, hatipler, vâizler, emirler yani bölgenin faziletli, saygılı ve ulu kişileri devam ederdi. Ahiliğe kabul şartı, iyi ahlâklılık, yardım severlik ve cömertlik olduğundan bu örgüte girenler, temiz ahlâklı ve iyilik sever kişilerdi.
Son zamanlara kadar hemen hemen istisnasız her Anadolu köyünde bir konuk odası bulunur, bu odanın yüklük denen yerinde, oda sahibinin mali gücüne göre 5-10 kişiye yetecek yatak, yorgan, yastık, kilerinde odun, su testisi, bardağı, oturulan yerin oymalarında kahve kavurma, soğutma, çekme, pişirme araçları ve fincanlar bulunurdu. Böylesine yaygın bir sosyal örgüt ve bunun devam ettirilmesi için gerekli ahlâki duygunun, hizmet eğitim ve alışkanlığının yerleştirilmiş olması dünyanın başka hiç bir ülkesinde yoktur.
ibn-i Batuta Kastamonu çevresindeki bir köy ahi zaviyesini, bunun ne kadar zengin bir vakfı bulunduğunu bize anlatıyor:
“Kastamonu’dan yola çıkarak bu çevre köylerinin birinde, bu bölgede gördüğüm zaviyelerin en güzellerinden biri olan büyük bir zaviyeye indik. Bunu, Fahrettin adında ulu bir emir yaptırmış. Bu kişi bu yapı ile içinde oturacağı yoksullar hakkında bakım ve denetleme işine oğlunu görevlendirmiş ve köyün gelirini bu zaviyeye vakfetmiş, zaviyenin karşısında bir hamam yaptırmış, gelip geçenler hiç bir para ödemeden yıkanırlar. Köyde bir de çarşı kurdurup gelirini camiye vakfetmiş. Mekke, Medine ya da Sam, Mısır, Irakeyn, Horasan vb. yerlerden gelecek her yoksul için zaviyenin evkafından bir kat elbise ile geldiği gün 100 dirhem, ayrılırken 300 dirhem ve kaldığı günlerde geçimi için ekmek, et, yağ ile pirinç pilavı ve tatlılar ve Anadolu halkından her fakire 100 dirhem ile üç gün ziyafet tayin etmiş.
Ahi örgütünün kendine mahsus terimleri, Esnaf ve Sanatkârların faaliyetlerini düzenlemesi, Esnafın gelenek, töre ve törenleri, yaran odaları, odanın iç düzeni ve gelenekleri, köyde sosyal yardım çalışmaları gibi her biri başlı başına bir konuyu teşkil edecek hacimdedirler. Biz burada Ahiliğin Anadolu’da kurulup gelişmesinde büyük rolü olan Ahi Evran kimdir, Türk milletine özgü bir kurum olan Anadolu Ahiliği ve ortaya çıkışını hazırlayan etkenleri, ahiliğin Osmanlı sosyal hayatını düzenlemekteki rolünü izah etmeye çalıştık.
Hülâsa edecek olursak;
Ahi kuruluşu, İslâm ahlâkını esas alan, mensuplarına İslâm terbiyesini telkin eden, ticaretinde dürüst olmayı, sattığı malın eksiksiz ve hilesiz olmasını şart koşan bize mahsus bir teşkilattır.
Bu teşkilatta haftanın belli günleri Peygamberlerin yaşantısına, ibadet ve İslâm kurallarına dair eserler okunur ve bilgiler verilir. Misafirlere nasıl hizmet edileceği öğretilir, 1361’lerden önce ordu gücünün yetmediği zamanlarda ahiler silahlarını atlarını alıp savaşa koşarlardı.
Büyük Türk ekonomisi, Nasırüddin Ahi Evran, ahlâk, konukseverlik, yardımseverlik ve sanatın uyumlu bir birleşimi olan ahiliği örgütleyerek onu, o denli saygın bir duruma getirmiştir ki, o zamanki ya da daha sonraki hükümdarlar bile bu kuruma üye olmayı onur saymışlardır.
Ahilik, Anadolu Türküne alın- teri ile geçinme, başı dik kendine güvenli ve minnetsiz yaşama yeteneği kazandırmış, bu ruhu aşılamıştır. Yardımseverliğin ve ahlâkın uyumlu bir alaşımı ile sosyal ve ekonomik toplum ilişkileri böylesine mükemmel bir biçimde düzenleyen bir kurum ya da örgüt, dünyanın ve İslam aleminin hiç bir yerinde bugün bile görülmez. Bu özelliklerinden dolayı da Türk zekâsının ve dehasının şaheser bir ürünüdür.

***
Prof. Dr. Neşet ÇAĞATAY’ın, “Bir Türk Kurumu Olan Ahilik” adlı eserinden özetlenmiştir.