Makale

ORTA ASYA İNSANI HEP AYNI BİŞKEK

ORTA ASYA İNSANI HEP AYNI BİŞKEK

Halit GÜLER
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Öğle yemeğini Abdullah jZBEYin evinde yedikten sonra karayoluyla Bişkek’e gitmek üzere Almatı’dan aynldık. Tiyan-şan Dağlan boyunca uzanan asfalt yolda yolculuğumuz üç saate yakın sürdü.Bişkek Büyükelçiliğimizde Din Hizmetleri Müşavirimiz Orhan BALCI ile buluştuk. Büyükelçimiz Metin GÖKER’in yakın ilgisine ve desteğine mazhar olduk. O akşamı askeriyeye ait mütevazı bir misafirhanede istirahatla geçirdik.
Orhan BALCI’nın evinde sabah kahvaltısını yaptıktan sonra Koçkar’a gitmek üzere sabahın erken saatinde Bişkek’den aynldık. Otobanda ilerlerken küme küme ağaçların altında satıcılar görülüyordu. Sattıkları daha çok başta kavun, karpuz olmak üzere meyve türünden şeylerdi. Bir de maalesef her türden çokça rakı ve şarap görülüyordu. Buraların şu anda en büyük problemi alkole olan düşkünlükleri, komünizmin soydaşlanmıza bıraktığı büyük miras. Eğer miras sayılırsa. Soydaşlanmız reddi miras etseler de, bu felaketten kendilerini bir an önce kurtarmaları çok hayırlı bir iş olur.
Gideceğimiz şehir 20 km. mesafede olduğu için iki yerde durup dinlenmek ihtiyacını duyduk. Birinci durduğumuz yer hemen yol kenannda bir çeşme başı. Şimdiye kadar suyundan kimlerin içtiğini ancak Allah’ın bildiği bir çeşme başı. Çeşmenin sağ ve solunda yol boyunca uzanan ağaç dallarına bol miktarda çaput bağlamışlar. Aynca taş altlarına ve kaya kovuklanna kağıt paralar koymuşlar. O anda yanımıza gelen bir Kırkıza bütün bunlann ne ifade ettiğini sorduk. Bunlar dilek çaputları diye cevap verdi. Demek ki bu çeşme dilek çeşmesi. Çeşmenin böyle bir özelliği ve niyeti yok ama, insanlar bu işi ona münasip görmüşler. O serinlettiği ve susuzluğunu giderdiği insanlardan karşılık çaput görmüş. Böyle bir beklentisi yok aslında. Kabahat çeşmede değil, insanları dinî eğitimden yoksun bırakan rejimde.
İkinci durağımız bir park yeri oldu. Burada park edilmiş arabaların yanında cızbız köfte yiyen yolcular vardı. Bir de lokantamsı bir yer vardı. Yine çeşmeden billur gibi su akıyordu. Ama burada çaput yoktu.
Meyvelerimizi çeşmede yıkayarak temiz temiz yemeye başladık. Etrafımızda sofra açmış köfte yiyen Kırgızlar bizi de sofralarına davet ettiler. Çok misafirperver ve ikramsever insanlar. Misafirle beraber olmaktan Kazaklar gibi bunlar da hoşlanıyorlar. Kim ne derse desin, Orta Asya insanı çok konuksever. Hepsi de birbirine benziyor.
Yol boyunca dikkatimizi çeken bir başka şey de, tepe başla-nna yapılmış hayvan heykelleri oldu. Bir iki yerde de bozkurt heykeli gördük. Bozkurtun heykeli yerine canlısı olsaydı, şu anda her köşesi bir Ergenekon olan Türk illerinde yaşayanlara belki yine yol gösterebilirdi.
Saat 14.40’da Koçgar Belediye Reisinin makamında idik. Koçgar’ın nüfusu 40 bin. Koçgar, tepeleri karla kaplı dağların eteklerinde kurulmuş. Gördüğümüz çaylar herhalde bu kar sularından oluşuyordu. Yazın sıcaklık + 30°’nin altına düşmemesine rağmen yine de bu tepelerden kar hiç eksik olmuyormuş. Buraya cami için uygun görülen arsayı görmeye gelmiştik. Nitekim ilgililerle arsayı gördük. Ve cami inşaası için uygun bulduk. Bizi misafir eden Kırgızlar ikramda bulunmadan bırakmadılar. Yemekten sonra izin aldık ve ayrıldık. Yolumuzu biraz saptırarak Kırgızistan’ın önemli turistik yerlerinden ve dinlenme merkezlerinden birisi olan Işık Göle uğradık Göl değil sanki deniz. Işık göl denmesinin sebebi her yer buzlarla kaplı olduğu mevsimde bile suyun donmaması. Hatta etraf dağlardan göle akan suların yataklarında buzlanma olduğu halde göl yine de donmuyormuş. Gölün kenarı ile ormanlık arazi arasında bir şerit gibi uzanan ve üzerinde şişe kırıklarından başka bir şey görülmeyen yeşillikte biraz dinlendikten sonra ayrıldık.
SEKSEN YAŞINDAKİ EZANCI
Balıkçı şehrine uğradık ve sorarak bulduğumuz camiye gittik. Namaz vakti olmadığı için camide kimseler yoktu. Yalnız isimleri Nurcan, Nurgül, Yıldız ve Gülzâde olan talebe kızlar vardı. Yabancı olduğumuzu anlayınca bizimle ilgilendi- Balıkçı ler. Geleceğin annesi bu yavrular Kur’an-ı Kerim okuyorlarmış. Cami görevlilerini ve mütevellisini bulup gelmeye çalıştılar. Mütevelliyi bulamadılar ama ezancıyı bulup getirdiler. Burada müezzine ezancı diyorlar. Ezancı Sabır Ağabeyoğlu 87 yaşında. Bu cami biraz eski. Hemen yakınında daha müsait bir yere yeni bir cami yapılıyor. Ezancı ile birlikte gidip o cami inşaatını da gördük. İnşaat garip, inşaallah cami olarak ibadete açıldığı zaman gariplikten kurtulur.
Cami inşaatları para temin edildiği ölçüde devam ediyor. Para birince inşaat ta duruyor. Para temin edilince tekrar başlıyor. İşte bu güzel caminin inşaatı da mütevellinin temin edeceği parayı bekliyor.
Mütevelliyi göremediğimiz için inşaat hakkında bilgi alamadık. Tekrar eski camiye döndük. Bahçesindeki kirişlerin üzerinde otururken talebe kızların en küçüğü yanımıza gelerek bize işaretlerle birşeyler söylemek istiyordu. Sonra çaya davet edildiğimizi anladık. İçeri girdiğimiz zaman dershanenin bir köşesine temiz bir örtü serildiğini gördük. Çay hazırlanmış ve serginin üzerine ekmekler konmuştu. Ne yapsınlar, başka ikram edecek bir şey bulamadıkları için ekmek koymuşlardı. Esasen buralarda misafirlerin önüne parçalanmış ekmekler koymak adetti. Ezancı ve kızlarla birlikte o mütevazı ama, anlamlı sofraya oturmak bizleri mutlu etti. Ne kadar mutlu olduğumuzu kağıt üzerine dökmek mümkün değil. İsteğimiz Üzerine kızların en küçüğü Yıldız’ın okuduğu Kur’an-ı Kerim’i, nazil olduğu ilk günü Hıra Dağı’nın eteklerinde uyandırdığı mutlulukla S dinledik. Caminin mütevellisi ile görüşemeyerek t ve kız öğrencilerin gözle-I rinde parlayan Kur’an nurundan feyz alarak mescitten ayrıldık.
Bişkek’e dönerken şehre 20 km. mesafedeki Kant reyonuna uğradık. Orada inşa edilmekte olan camiyi gördük. Çalışmalar, yapılmakta olan eserin cami olacağını belirleyecek bir noktaya gelmiş. Biz oraya vardığımız zaman inşaatta çalışan kimse görülmüyordu.
19.8.1993 günü sabahı bir mağazaya uğradık. Seyahatimiz boyunca alışveriş yeri olarak ilk ve son uğradığımız mağaza burası oldu. Mağazanın önüne geldiğimiz zaman müşterileri kuyrukta bekler vaziyette bulduk. Ne hikmetse buralarda alıcı satıcıdan hep önde. Saatin 9 olmasını bekliyorlar. Çünkü saat 9 dan önce mağazalar açılmıyor. Kaç tane mağaza var ki. Mağazalar demektense mağaza demek daha uygun düşer. Mağazalar 9 dan önce açılmıyor ama, hayat saat 6 da başlıyor. Güya Komünizm yıkılmış. Komünizm yıkılmış ama, getirdiği prensipler halen yürürlükte. Bakalım o köhnemiş prensipler ne zaman yıkılacak?
Saat 11.00’de Bişkek Devlet Dili ve Sosyal Bilimler Üniversitesi Rektörü Kadir Ali Beyi makamında ziyaret ettik. Kırgızistan’da bir İlahiyat Fakültesi açılması düşüncemiz vardı. İlahiyat fakültesinin OSH’da açılmasının daha uygun olacağı neticesine varıldı. Oranın insanlarının bu işe daha yatkın oldukları söylendi. Binanın hazır olduğu belirtildi Resmi işlemler tamamlandığı takdirde vakıf olarak üzerimize düşeni yapacağımızı söyledik.
Üniversiteden Bişkek’e 20 km. mesafedeki Salto Camii’ne gittik. Cami bir emekli öğretmen tarafından yaptırılıyormuş. Alt katı Kur’an kursu, üst kat cami, ibadete açılabilecek duruma gelmiş.
İbadete açıldığını öğrendiğimiz İmam Azam Camii’ni ziyaret etmekte programımızda vardı. Buradan oraya gittik. Kırkı yatılı olmak üzere 100 öğrenci okuyor. Kız öğrenciler için de ayrı bir bina var.
Kız öğrencilerin yaptıkları işle uyum sağlayan sempatik görünümleri var. Bir grup kız öğrencinin camiye doğru gelmekte olduklarını gördüm. Kıyafetleri ve nezaketle yürüyüşleri çok hoşuma gitti. Resimlerini çekmek istedim, izin vermediler. O davranışları da bir başka açıdan hoşuma gitti.
Cami mütevellisi ve cemaattan bazıları ile görüştük. Cuma namazında bin kişiye yakın cemaat olur dediler. Öğrencilerden birisinden Kur’an-ı Kerim dinledik. Güzel okuyordu. Harcanan emek boşa gitmemiş diye sevindik. Bu camiyi yaptıranlara ve çevresinde oturanlara "Turga-ni" diyorlar. Güya bunların babalan Arap, anaları Çinliymiş. Öyle bir aileden çoğalmışlar. Belki öyle değiller ama, Ruslar tarafından öyle olduklarına inandırılmışlar. Nasıl bir anne babadan çoğaldıkları bizi ilgilendirmez. Şu anda çok sempatik ve cana yakın görünüyorlar. Bu fedekâr insanların suratlarına baktığınız zaman içinizde bir rahatlama hissediyorsunuz. Bize en büyük ikramları da o oldu.
Buradan Ahıska Türklerinin çoğunlukta oldukları bir köye gittik. Güzel bir cami inşa etmişler ve ibadete açmışlar. Bahçeye icabederse Kur’an kursu olarak ta kullanılabilecek bir ek bina yapmışlar. Uğradığımız zaman namaz vakti olmadığı için caminin etrafında kimseyi göremedik. Fergana Vadisi’ndeki korkunç katliamdan kurtulmayı başaran bir aile bu camiye sığınmış. Kur’an kursu olarak düşünülen binanın bir köşesinde kalıyorlar. Hemşehrileri himaye ediyorlar. Onlar da camiyi bekliyorlar. Kadıncağız bize yardımcı oldu ve caminin içini de görmemizi sağladı. Kadıncağıza daha fazla bir şey soramadık. Çünkü yüzündeki ızdırap dolu ifade her şeyi söylüyor veya bizim her şeyi anlamamıza yetiyordu. Bu kadıncağızın dünyası caminin bir köşesinde yetiştirdiği ve belki de geçimini onunla sağladığı sebzelikten ibaretti. Komünizmin bu insanlara yaptığını, bilmiyorum dünya unutabilecek mi? İnsanlığın gayreti o korkunç zulmün izlerini yok etmeye yetebilecek mi? Kadıncağıza caminin cemaatını sorduk. Cuma günü çok gelirler dedi. Ya-nn Cuma gelecekler. Kadıncağız yarın benim dünyam da biraz şenlenecek demek istiyordu.
Biz oradan ayrılmadan şiddetli bir yağmur başladı. Yağmur bütün şiddetiyle şehre gelinceye kadar devam etti. Kendimizi Büyükelçiliğimize zor attık. Haftada en az bir defa böyle yağmur ya-ğarmış. Demek ki, yeşilliği böylesine besleyen ve coşturan bu yağmurlardı. Tabii ki dağlann tepesindeki karları da unutmamak gerekir. Yağmur dininceye kadar Büyükelçiliğimizden çıkmadık. Gurbette büyükelçiliklerimiz sanki evlerimiz gibi. Yağmur dinip güneş görününce Büyükelçiliğimizden dışan çıktık. İstanbullu iş adamlanndan Ömer YILMAZ tarafından inşa ettirilmekte olan camiyi görmek istiyorduk, oraya gittik. Caminin kaba inşaatı kubbe seviyesine kadar yükselmiş. Arsası müsait. Çabuk bitirilirse müslümanlar güzel bir mabede, otoban da güzel bir manzaraya kavuşmuş olur.
Yağmur yeniden şiddetlendi.
Ertesi günü Bişkek’ten ayrılacağımız için Büyükelçimiz Metin GÖKER’e veda ettik. Sonra Merkez Camii’ne uğradık. Maksadımız şu ana kadar misafirleri olması ve bizim de programımızın çok yüklü bulunması sebebiyle görüşemediğimiz Kadı Kimsen-beğ ABDURRAHMANOĞLU’nu ziyaret etmekti. Nitekim Kadı Efendiyi ve mes’ul katibi Düşönbek ACIOTONBEYOĞLU’nu makamlarında bulduk. Müşterek yapabileceğimiz hizmetleri kısaca değerlendirdik. Akşam namazını kılmak için camiye geçtik. Yağmur olduğu gibi tavandan içeriye geçtiği için kilimler toplanmış ve sanki camide namaz kılacak yer kalmamıştı. Yağmur durmuştu ama, çatıdan sızıntı devam ediyordu. Demek ki her yağmur yağdığında bu cami böyle oluyordu. Bir köşede namazımızı kıldık. Ski cami böyle. Yeni caminin inşaatı da olduğu yerde sayıyor.
Türkiye’de 300 metre ara ile cami yaptıranların kulakları çınlasın. Bu şartlan ortadan kaldıracak yeni caminin inşaatının bir an önce tamamlanmasını temenni ederek Kadı Efendiye veda ettik.
Camide namaz kılanlar arasında Afganistanlı kardeşlerimiz de vardı.
Bişkek’ten Türkiye’ye uçak seferleri henüz başlamamış. O sebeple uçağa Almatı’dan binecektik. Uçağımız 6.40’da kalkacaktı. Gece 3 saatlik bir kara yolculuğu yaparak Almaatı’ya geldik. Biz zamanında geldik ama uçak 1,5 saat gecikmeli kalktı. Taşkent üzerinden İstanbul’a uçtuk. Saat 12.00’de İstanbul’da idik. Tabii ki Türkiye ile Özbekistan arasında 4 saat zaman farkı var. Bizim burada saat 12.00 iken orada 16.00 oluyor.
Böylece 11 günlük Özbekistan. Kazakistan ve Kırgızistan seyahatimiz son bulmuş oldu.