Makale

AVRUPADA’Kİ TÜRK TOPLUMUNUN KİMLİK ARAYIŞI

AVRUPADA’Kİ TÜRK TOPLUMUNUN KİMLİK ARAYIŞI

Talip KÜÇÜKCAN

1-GÖÇ SERÜVENİ
Tarihin hemen her döneminde siyasî, sosyal veya ekonomik nedenlerden dolayı ferd ya da gruplar halinde, insanların kendi yurtlarından ayrılıp başka ülkelere veya bölgelere göç ettiklerini görmek mümkündür. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Avrupa ülkelerindeki hızlı sanayileşme hareketi, bu ülkelerde iş gücü ihtiyacı doğurmuştur. Kendi insan gücü kaynaklarından bu açığı kapatamayan sanayileşmiş ülkeler, başka ülkelerden işçi getirmek suretiyle hızlı sanayileşmenin neticesi insan gücü ihtiyacını gidermeye yönelmişlerdir. Yugoslav, Yunan, İtalyan ve İspanyol örneklerinde olduğu gibi, yeni bir iş bulma ümidi, daha çok gelir elde etme ve maddî refahı artırmaya yönelik düşünceler, birtakım ekonomik sıkıntılarla yüz yüze olan Türk insanını da etkilemiş ve bu ekonomik göç dalgasına katılmaya zorlamıştır. 19501i yılların sonlarında başlayan Avrupa’ya Türk işçi göçü, 19601ı yılların başından itibaren ivme kazanarak devam etmiştir. Önceleri Almanya’ya yönelik olan Türk işçi akımının yönü sadece bu ülkeyle sınırlı kalmamış, zamanla Fransa .Belçika, Hollanda ve hatta İngiltere’de Türk insan gücü göçünden nasibini almıştır. Türk işçi göçünün bir başka coğrafi yönü de Orta Doğu ülkeleri olmuştur. Yurt dışındaki Türk işçi sayısının 2,5-3 milyon civarında olduğu tahmin edilmekte olup, bu sayının yaklaşık beşyüz bini Orta Doğu ülkelerinde, iki milyondan fazlası ise çeşitli Avrupa ülkelerinde çalışan Türk işçilerinden oluşmaktadır.

2-DÖNÜŞ ÜMİDİ
"Geçim kaygısı" uğruna Avrupa’nın çeşitli ülkelerine gelen Türk işçilerinin başlangıçtaki fikirleri, belirli bir refah düzeyine ulaştıktan sonra tekrar ülkelerine dönmekti. Bu nedenle Türk işçilerinin büyük bir çoğunluğu eşlerini ve çocuklarını Türkye’de bırakmış ve dönüş planları yaparak canla başla çalışmaya başlamışlardı. Ancak geçen zaman içinde tekrar Türkiye’ye dönüş plânı sadece teoride kalmıştır. Yurt dışındaki Türk işçileri yalnızlıklarına bir son vermek, hasret gidermek ve daha da önemlisi aile bütünlüğünü koruyabilmek için, eşlerini ve çocuklarını yanlarına almaya başladılar. Bu vesileyle, işçi göçü ile başlayan aile bütünlüğünün bozulması bir ölçüde engellenmiş oldu. Ancak Avrupa ülkelerinde aile ferdlerinin tekrar biraraya gelmesiyle başlayan vetire içinde, Türkiye’ye dönüş planları unutulmaya başlandı. Toplumsal hayata yavaş yavaş uyum sağlaması ve Avrupa’daki hayat standartlarına alışması, çocukların ve genç neslin bu ülkelerdeki okullara başlaması gibi çok yönlü etkenler Türk işçilerini, Avrupa nüfusunun devamlı bir unsuru haline getirmiştir.
Yurt dışına işçi göçünün başladığı ilk günden itibaren bu serüvene katılan Türk işçileri, irili ufaklı sayısız problemle karşı karşıya kalmıştır. Ne zaman ki Türk işçilerinin artık çalıştıkları bu ülkeleri terkedip tekrar Türkiye’ye dönmeyeceği gün yüzüne çıkmıştır, işte o zaman bu çok yönlü problemlerin derinliği ve ciddiyeti hem Türkler, hem de Avrupa ülkelerince anlaşılmıştır. Hukukî, sosyal, kültürel ve zaman zaman siyasi problemler, Avrupa’da geçimini temin etmeye çalışan Türk işçilerini ve ailelerini rahatsız edegelmiştir ve hâlâ da rahatsız etmeye devam etmektedir.
3 -TEMEL SORUNLAR
Avrupa ülkelerine ilk gelen Türk işçilerinin karşılaştığı en ciddi problemlerden birisi, hiç şüphesiz farklı bir dilin konuşulduğu ve farklı sosyo - kültürel değerlerin hakim olduğu bir içtimaî yapıyla karşılaşmaları olmuştur. Son derece farklı bir ortama gelmenin şaşkınlığı içinde, dil bilmemenin yanında şimdi mevcut olan birçok müessesenin olmayışı, Türk işçilerinin yalnızlığını artırmıştır. Avrupa’da yerleşme eğiliminin başlaması ile beraber, tabii olarak buradaki Türk toplumunun ihtiyaçlarını gidermeye yönelik bir takım resmi veya gönüllü müesseselerin ilk kuruluş temelleri atılmaya başlanmıştır. Bugün gelinen nokta, başarısı ve başarısızlığı ile işte bu ilk gayretlerin ürünüdür ve sonuçta takdire şayandır. Eğer bu ilk gayretler olmasaydı; Avrupa’daki Türk toplumunun bugün sahip olduğu birçok müesseseden söz etmek mümkün olmayacaktı.
Ancak hemen ilave etmek gerekir ki, Avrupa’daki mevcut Türk toplumunun ve sonraki (ikinci, üçüncü nesillerin) sosyal, kültürel ve dinî ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik daha birçok eğitim müessesesine ihtiyaç vardır.
Yukarıda da kısaca işaret edildiği gibi, Avrupa’da yaşayan Türk işçi aileleri ve çocukları gerçekten ciddi problemlerle karşıkarşıyadır. Bu gün bu problemleri tek tek ele alıp tahlil etmek bu yazının sınırlarını aşacağından dolayı, ciddi boyutlarda olduğunu düşündüğümüz bir problem üzerinde özellikle durmak istiyorum. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde yaşayan işçilerimiz, övülmeye değer bir ekonomik başarıya ulaşmakla beraber, eğitim ve küftür alanındaki problemlerin çoğunun üstesinden gelememişlerdir. Önemle üzerinde durulması ve açıklıkla, vurgulanması gerekir ki, Avrupalılar Türklerden son derece farklı sosyal, kültürel, lengüistik ve dinî değerler bütününe sahiptir. Batılıların Hristiyanlıktan kaynaklanan hayat anlayışları ile, Türklerin İslâmî inançlarından beslenen hayat anlayışları arasında derin farklılıklar vardır." Kültür çatışması" diyebileceğimiz bu farklılıklardan en çok etkilenen ve yara alanlar ise, ikinci ya da üçüncü nesil olarak belirtilen Türk işçi çocuklarıdır.

4-GENÇ NESİLLERİN DRAMI: KİMLİK ÇATIŞMASI
Avrupa’da doğup büyüyen Türk çocukları ve gençleri iki kültür arasında bocalamak durumunda bırakılmıştır. Bir yanda anne-babanın sahip olduğu Türk kültürü ve Islâmî değerler, diğer tarafta ise unsurları ve paradigmaları farklı Batı kültürü ve Hristiyan değerler iki uçlu, çift yönlü-sosyalleşmeye neden olmaktadır. Evde Türkçe konuşan ve geleneksel Türk terbiyesi alan çocuk, okulda başka bir dil konuşmak zorunda kalıyor. Dil ve kültürel değerlerdeki çelişki, Türk çocuk ve gençlerinin davranışına da yansıyor. Ne Türkçeyi, ne de bulundukları ülkenin dilini yeterli düzeyde kavramayan genç nesil.sosyal hayata olduğu gibi eğitim kurumlarına da uyum sağlamıyor. Bu uyumsuzluğun temel nedeni, hiç şüphesiz Türk çocuklarının kabiliyetsizliği değildir. Anne-babaların çocuklarıyla yakından ilgilenmemeleri, yabancı ülkelerdeki yetkili kurumların Türk çocuklarının ihtiyaçlarını gözönünde bulundurmadan eğitim faaliyetlerini sürdürmeleri, Türk Eğitim Müşavirliğinin imkanlarının sınırlı olması ve Avrupa’daki Türk toplumunun kurduğu müesseselerin yeterli olmayışı, yukarıda bahsettiğimiz uyumsuzluğun temel nedenleri arasındadır.
Önemli gayretler sarfedilmesine rağmen, Avrupa’da yetişen Türkler kendi dil, din, tarih, kültür ve medeniyetini öğrenmekten mahrum kalmaktadır. Bir yandan böyle bir kültür erozyonuna maruz kalan genç Türk nesli, diğer yandan post-modem dönemin en güçlü silahları olan TV, gazete ve dergi gibi medya’nın yıkıcı saldırılarıyla karşılaşmaktadır. Bütün bunlar, gelişme döneminin sancısını yaşayan Türk gençlerinin benliğinde derin yaralar açmakta ve onları, "kimlik boşluğu" veya "kimlik çatışması "şeklinde kendini gösteren "kimlik bunalımı" na sürüklemektedir. Yani mevcut şartların olumsuz etkileri ve bunlarla mücadele etmesi gereken müesseselerin yeterli olmayışı, Avrupa’da yaşayan Türk çocuk ve gençlerinin derûnî ve tutarlı motiflerden mahrum kalmasına veya birden çok kimlik modelleri arasında seçim yapamamasına neden olmaktadır. Böyle bir kimlik bunalımı yaşayan Türk neslinin, kendini tanımlama şekli birçok formlar almakta ve farklı kimlik un-surlan onların iç dünyasında çatışmalara neden olmaktadır.

5- NE YAPMALI?
ALTERNATİF BİRKİMLİK ÇÖZÜMLEMESİ VE MÜESSESELEŞME
Yarının Avrupası’ndaki Türk toplumunun çekirdeğini, bugünün gençleri teşkil etmektedir. Artık Avrupa’da yaşayan Türkleri, sadece "misafir" ve "geçici" bir işçi grubu olarak görmek mümkün değildir. Çünkü sayılan 2,5 milyona yaklaşan bu insanların çoğu, Avrupa’nın çeşitli Ökelerinde hayatlarını sürdürmeye karar vermişlerdir. Bu insanlar aynı zamanda yaşadıkları ülkelerde Türk kültür ve medeniyetinin de temsilcileri durumundadırlar. Dolayısıyla Avrupa’da yetişen Türk neslinin, Türk kültür ve medeniyetine ait değerleri, etkili bir şekilde temsil etmelerini sağlamak gerekir. Bunun için yapılacak ilk önemli iş, genç Türk neslini çıkmaza sürükleyen "kimlik bunalımından "kurtarmak olmalıdır. Kültürel değerlerin çatışmasından dolayı çift yönlü sosyalleşmeye maruz kalan Türk çocuklarını, özellikle gençlik döneminde kıskacına alan kimlik bunalımından kurtarmanın yolu, onlara İslâmî-Türk kültür değerlerinin mührünü taşıyan alternatif ve kalıcı bir Türk kimliği modeli kazandırmaktan geçer. Bu noktada İslamî değerleri vurgulamamızın nedeni, gençlik dönemindeki kimlik oluşumu sürecinde dinî inancın son derece önemli etkilerinin olmasıdır. İlmî araştırma verilerine göre kuvvetli bir dinî inanç, gençlerin ferdî tecrübe ve yaşantılarını, dinî değer ve semboller vasıtası ile yorumlamalarına yardımcı olur. Dolayısıyla hayatını yabancı ülkelerde geçiren Türk gençlerine, tutarlı bir İslâmî-Türk kimlik modeli göstermek ve bu modeli benimsemelerine yardımcı olmak gerekir. Böyle bir program geliştirmek çok kolay olmamakla beraber mevcut müesseselere yenilerini eklemek, faaliyet alanlarını genişletmek suretiyle problemleri hafifletmek mümkündür. Bu nedenle hukukî düzenlemeler gözönünde bulundurularak, Avrupa’da Türk insanının ihtiyaçlarına yönelik özel okullar, üniversiteler, araştırma enstitüleri, televizyon istasyonları kurulmalıdır. Yani yoğun bir müesseseleşme faaliyetine girişilmelidir. Aksi halde gelecekte karşılaşılacak problemleri tesbit etmek ve bu problemlere köklü çözümler bulmak kolay olmayacaktır. Müesseseleşme konusunda Türk Büyükelçiliklerine, Konsolosluklarına ve Eğitim Müşavirliklerine önemli sorumluluklar düşmekle beraber, Avrupa’da yaşayan Türklerin herşeyi devletten beklemeleri de doğru değildir. Avrupa’daki yetişkin neslin, resmi makamların yetişemediği veya tesbit etmekte güçlük çektiği noktalarda, kendi insiyatif ve imkânlarını seferber ederek, Avrupa’da yaşayacak olan genç Türk nesline hizmet götürecek müesseseleri kurmaları gerekir.

6- ÖNEMLİ BİR HATIRLATMA
Avrupa’da yaşayan Türk toplumunun fertlerine Türk dili, kültürü, tarihi ve gelenekleri kazandırılırken unutulmaması gereken ve son derece önemli olduğunu düşündüğümüz bir konuya değinerek bu kısa kompozisyonu noktalamak istiyorum. Yurt dışındaki Türk içşi çocuklarının çoğunluğu, doğdukları ve büyüdükleri bu ülkelerde hayatlarını devam ettirme eğiliminde oldukları için, eğitimcilerimizin, yeni yetişe nesli marjinallikten kurtaracak bir program geliştirmelerine ihtiyaç vardır. Yani bir yandan Avrupa’daki Türk toplumuna İslâmî-Türk kültür değerleri kazandırılırken, diğer taraftan da içinde yaşadıkları toplumdaki mevcut kurallarla çatışmaları önlenmelidir. Böylece gençlerimizin hem kendi öz değerlerine bağlı kalmaları sağlanmış olacak, hem de toplumun diğer kesimleri ile uyum içinde yaşamaları temin edilmiş olacaktır.