Makale

TOPLUMSAL BARIŞIN TEMİNATI ZEKAT

TOPLUMSAL BARIŞIN TEMİNATI
ZEKAT

Hasan ARAL

Cenab-ı Hakk’ın yeryüzünde ah- sen-i takvim suretinde yarattığı güzide varlık insan, psiko- sosyal bir ihtiyaç olarak toplu halde yaşamak mecburiyetindedir. Sağlıklı ve mutlu bir cemiyet oluşturmanın yolu ise, toplum bilincine ulaşmış insanlardan geçer. Bu bilinç, aynı zamanda birlikteliği de oluşturur. Sevinç ve tasada bir ve beraber olmak, yardımlaşma ve dayanışma, toplumu oluşturan bireylerin ortak inanç ve hareketlerinin bir sonucu olarak tezahür eder. Bu olgu, aynı kültürün halden istikbale- bugünden geleceğe- aktarılıp yaşatılmasında önemli bir soyal realitedir.
Evreni yaratan ve yöneten Allah’tır. Dolayısıyla o, mutlak hakim olarak dilediği şekilde tasarruf eder, rızkı belirli bir ölçüye göre verir, daraltır, genişletir, çünkü mülkün sahibi O’dur. İnsan için dünya hayatını bir imtihan sahası kılmıştır. Bu nedenle bütün insanların aynı imkân ve hayat standardına sahip olmalarını hikmetine uygun görmemiştir. Bir çok İlâhî hikmetlerinin yanında belki de bir tanesi; toplumu oluşturan bireyler arası birlik ve beraberliği sağlamak, dayanışma ve kaynaşmayı, sevgi ve saygıyı oluşturacak bir ortamı hazırlamaktır. Bunun için de insana, gücü ölçüsünde birtakım ibadetleri farz kılmış, bazı görev ve sorumluluklar yüklemiştir.
Varlıkların -özellikle insanlığın-iyiliğini istemek, merhamet ederek yardımlarına koşmak, dertleriyle dertlenmek, sıkıntı ve kederlerine çare olmak- olabilmek-, insan hayatına anlam kazandıran güzel duygu ve iyi ahlâk örneklerini oluşturur. Bu aynı zamanda olgun mü’min olmanın da temel şartları anlamındadır.
Nitekim Yüce Allah meâlen; “Allah’a kulluk edin, O’na herhangi bir şeyi ortak koşmayın, Ana-babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip övünenleri elbette sevmez” buyurmuştur.
Âyet-i kerimede iyilik ve yardımlaşmanın Allah’a iman ve kulluk ile yanyana zikredilmesi, konunun önemini açıkça göstermektedir. Diğer taraftan insanı iyilik yapmaktan alıkoyan kibir, gurur, böbürlenme ve kendini beğenme gibi özelliklerin, mii’minin hayatında yeri olmadığı net bir şekilde vurgulanmıştır. İnsanın bu durumu bir başka âyet-i kerîmede meâlen şöyle anlatılmıştır:
“İnsan gerçekten pek huysuz, yaratılmıştır. Başına bir fenalık gelince feryad eder. Bir iyiliğe uğrarsa onu herkesten kıskanır. Ancak namaz kılıp namazlarında devamlı olanlar, mallarından yoksul ve yoksuna belirli bir hak tanıyanlar, ceza gününü doğrulayanlar, Rablerinin azabından korkanlar böyle değildir.”2
Âyet-i kerîmede geçen “belirli bir hak” tan maksat; zenginler üzerine farz olan zekâttır. Zira sadakalar içerisinde Kur’an-ı Kerîm’in fakir ve yoksullar için belirlediği hisse sadece zekâttır. Çünkü zekâtın dışındaki diğer sadakalar belirli bir pay değil, mal sahibinin isteğine bağlıdır. İster çok, ister az verir, kimse karışamaz.3
Zekât, sözlükte; bereket nemâ, artma, çoğalma, temizlik, kurtuluş..4 vb. anlamlara gelmektedir. Bir hukuk terimi olarak ise; mal varlığından bir kısmını dinin fakir olarak kabul ettiği bir müslümana Allah rızası için karşılıksız olarak temlik etmek (zekâtı olan kimsenin malı haline getirmek) manasını ifade eder.’5
Kur’an-ı Kerim’de bu ve benzeri anlamlara mealen şöyle işaret edilmiştir: “(Ey Muhammed) Mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak bir sadaka olarak al, onlara dua et, senin duan onlar için bir güvendir. Allah işitir ve bilir.” 6
“İnsanların malları içinde artsın diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz; fakat Allah’ın rızasını dileyerek verdiğiniz bir sadaka (zekât) böyle değildir. İşte onlar sevaplarım kat kat artıranlardır.7
Ebu Umâme (r.a.)’den rivayet edilmiştir, diyor ki: Veda Haccı’nda Peygamber (s.a.s.)’i hutbe okurken dinledim, buyurdu ki: “Rabbiniz Allah’tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, mallarınızın zekâtını verin... Bu takdirde Rabbinizin cennetine girersiniz.” 8
Öyle ise zekât, mü’minin mal ve servetini bereketlendiren, tertemiz kılan, onu cennetle şereflendirecek olan, Allah’ın sevgili bir kulu, Rasûl- i Ekrem’in övünebileceği bir ümmet makamına yükselten ulvî bir ibadettir. Zira kainat mülkünün sahibi Yüce Allah’tır. Dilediği kimsenin mal ve servetini bereketlendirecek, her türlü kötülük ve felâketlerden koruyacaktır. İşe zekât, bu artış ve korumaya lâyık olmanın adıdır. Onu terket- mek ise; iki cihanda hüsrana uğramanın sebebini teşkil edeceğini Kur’an ve Hz. Peygamber (s.a.s.) haber veriyor. Zira Yüce Allah’ın bereket ve korumasından yoksun, O’nun rızası dışında kazanılıp kullanılan servetin, insan ve toplumu mutlu etmediği gayet açık bir hakikattir.
Zekât, şartlarını taşıyan varlıklı müslümanın Kur’an-ı Kerîm Tevbe sûresi 60. âyette belirtilen yerlere yine belirli miktarda vermesi gereken bir ibadettir, yükümlülüktür, sorumluluktur. Öyle ise müslüman, bir namaz, oruç, hac gibi yerine getirdiği zekât ibadetini yoksulun başına kakarak, gurur ve kibir içerisinde ya da çıkar duygularına kapılıp inşalara yukarılardan bakarak onları rencide edecek davranışlara girmesi, sevabını heder etmesi elbette mümkün değildir.
İbadetlerde aslolan Allah’ın rızasını gözetmektir. O’nun rızası dışında gerçekleştirilen hiçbir davranış ibadet niteliği kazanamaz. Tam tersine ibadet adı altında gerçekleştirilse bile bu, Cenab-ı Hakk’m şiddetli ikazından uzak kalamaz, ahirette de karşılığı elbette ceza olarak şekillenecek, sevabın mükâfâtı yerine, günahın cezası çekilecektir. Nitekim Yüce Allah meâlen şöyle uyarıda bulunur: “Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar kıldıkları namazın farkında bile değillerdir, onlar gösteriş meraklısıdırlar ve çok küçük şeyleri bile ödünç vermeye yanaşmazlar.” (9)
Zekât zenginden yoksula bir şefkat ve merhamet; fakirden varlıklı kesime bir hürmet, saygı ve sevgi köprüsünü oluşturacak, toplumsal huzur ve emniyetin, birlik ve beraberliğin teminatı olması açısından müslümanın dünya hayatında önemli bir yere sahiptir.
Zekât, veriliş amacı itibariyle toplumda başkalarının sırtından geçinen asalak insanların türemesine değil, bilâkis sosyal adaletin sağlanarak fakirliğin, yoksulluğun, dilenciliğin sona erdirilmesi, elbirliği ile herkesin kendi işi ve aşına sahip olması, zekât alanların zekât verebilecek hayat standardına, geçim düzeyine ulaşmasına yönelik olarak gerçekleştirilen bir ibadettir. Böylece huzurlu, güven dolu, mutlu bir toplum yapısının oluşturulması hedeflenmiştir. İslâm tarihinden bir örnek arzedelim:
Emevîler devrinde Tunus ve Cezayir’in zekât memuru olan kişi, âdil halife Ömer b. Abdülaziz’e bir mektup göndererek; herkesin bolluk içerisinde olduğunu, zekat verecek kimseyi bulamadığını söylüyor, ne yapması gerektiğini soruyordu. Halife, verdiği cevapta “borçluların borçlarını öde!” diyordu. Zekât memuru emredileni yapmış, fakat bir müddet sonra zekât hâzinesi yine dolmuş, şimdi ne yapacağını soran memura, Ömer b. Abdülaziz şu emri göndermişti: “Köle satın al ve âzat et.” ‘
Bencilliği, çıkarcılığı, egoizmi frenleyip paylaşımı, bölüşümü, dayanışmayı, diğergamlığı gerçekleştirebilen toplumlar, yarınlara daha bir ümitle bakacak, mutluluk yolunda ilerleme hakkına sahip olacaklardır.

1- Nisa, 36.
2- Meâric, 19-27.
3- Konyalı Mehmed Vehbi, Biiyiik Kur’arı Tefsiri, c.15, s.6138.
4- Mu’cemu’l-Vasit, Arapça Lügat, Hey’et, s.397-Zekât Maddesi.
5- Prof. H.Cin, Prof. A. Akgündiiz, Tiirk- İslâm Hukuk Tarihi, c.l, s. 352.
6- Tevbe, 103.
7- Rûm, 39.
8- Tirtnîzi, Tere. O. Zeki Mallamehmetoğlıı, c.l, s.412, h.no: 611.
9- Maıin, 4-6.
10- M.Yaşar Kandemir, İslâm Ahlâkı, s.192.