Makale

NSAN HAKLARI BAĞLAMINDA VEDA HUTBESİ

İNSAN HAKLARI
BAĞLAMINDA VEDA HUTBESİ

Prof. Dr. Yunus APAYDIN

Vedâ hutbesinin muhtevası:
Mekke’nin fethinden sonra müslümanlık Arap yarımadasında iyice yayılmıştı. Hicret’in 9. yılı Zilhicce ayında Hz. peygamber Ebu Bekir’i hac emiri olarak görevlendirmişti. O yıl Ebu Bekir, hac ibadetinin nasıl yapılacağını göstermiş, Ali de müşriklere dört ay içinde Mekke’yi terketmeleri gerektiğini duyurmuştu.
Ertesi sene Hz. Peygamber hac farizasını yerine getirmek maksadıyla 25 Zilkade 10 (22 Şubat 632) günü öğle namazını kıldıktan sonra arkadaşları ile birlikte Medine’den hareket etti. Zilhicce’nin dördüncü günü (pazar) Mekke’ye ulaşıldı. Pazartesi, salı ve çarşamba günlerini (57 Zilhicce) Mekke’de geçiren Hz. Peygamber perşembe günü Mina’ya, cuma günü de (9 Zilhicce) Müzdelife üzerinden Arafat’a gitti ve aynı gün yüzbini aşkın müslümana burada hitap etti.
7 Mart 632 tarihinde irad edilen Veda Hutbesi, Hz. Peygamberin 23 yıldan beri yaptığı ilahi duyurunun ana noktalarını bir kez daha vurgulayan, hatta denilebilir ki ilahi mesajın özünü dile getiren tarihi konuşmanın adıdır. Fazlurrah- man’ın değerlendirimesi ile Veda Hutbesi “Hz. Peygamberin başarılmış temel hedefleri ifade eden 23 yıllık çabasının ana noktalarını özetleyen bir konuşmadır.
Vedâ Hutbesi’nin içeriğini, iç içe geçmiş gittikçe genişleyen daireler biçiminde tasvir edecek olursak, birinci ve merkezdeki dairede birey yer alır. Onu kuşatan dairelerde ise, “aile”, “toplum” (müminler toplumu) ve “bütün insanlık” bulunmaktadır.
Allah’a hamd, O’ndan yardım ve mağfiret talebinin ifade edildiği başlangıç cümlelerinin devamında Hz. Peygamber “Ey Allah’ın kulları, sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye eder, hepinizi O’na itaat etmeye teşvik ederim” demiştir. Bu başlangıç cümlelerinde kulluk bilincine işaret edilmekte ve bir bakıma Allah’ı tanıma ve O’na itaat etmenin kişinin kendine karşı olan haklarından olduğu vurgulanmaktadır; kişi ancak bu suretle kendine karşı görevini yerine getirmiş ve gerçek değerini bulmuş olacaktır.
Şubat’2000
Gündem
Hz. Peygamber kendisini dikkatle dinlemelerini, belki de bu yıldan sonra bir daha buluşanı ı- yacaklarım söyledikten sonra, temel insani, ahlâki değerlerin saygınlığını işaret eden şu sözleri söyler: “Ey insanlar! Kanlarınız (canlarınız), mallarınız, ırz ve namusunuz, tıpkı şu gününüzün, şu ayınızın ve şu beldenizin mukaddesliği gibi mukaddes ve dokunulmazdır.” Hutbenin geri kalan kısmı büyük oranda bu evrensel duyurunun açıklanması mahiyetindedir. Hz. Peygamber devamla, emanetlere riayet etmeyi emretmiş, cahiliye riba’sının kaldırılmış olduğunu, yine cahiliyede ki kan davalarının kaldırılmış olduğunu ilan ederek can ve mal güvenliğini sarsan, tehdit eden iki kemikleşmiş hastalığa dikkat çekmiştir. (Burada Hz. Peygamber ilk kaldırdığı riba’nın amcası Abbas’ın ve ilk kaldırdığı kan davasının da kuzeni Rebia’nın kan davası olduğunu belirtmiş olması gözden kaçırılmamalıdır. Kuralların uygulanmasına bizzat kendi yakınlarından başlaması, kuralların yakın uzak ayırımı olmaksızın herkes için aynı şekilde geçerli olduğunun ve herkesi aynı şekilde bağladığının vurgulu bir anlatımıdır. Serahsi’nin yorumuna göre Hz. Peygamber böyle yapmakla kendi davranışının kralların davranışından farklı olduğunu göstermiştir.)
Hutbede adam öldürme suçuna uygulanacak cezalardan, haram aylara riayet gerekliliğinden ve şeytanın küçümsenen tuzaklarının tehlikesinden bahseden kısımdan sonra kadın ve aileye ilişkin tavsiyeler gelmektedir.
“Ey insanlar, eşlerinizin sizin üzerinizde, sizin de onlar üzerinde hakkınız vardır. Sizin onlar üzerindeki hakkınız, yataklarınızı sizden başkasına çiğnetmemeleri, izniniz olmadıkça hoşlanmadığınız kimseleri evlerinize sokmamaları ve ar-namusa dokunan bir çirkinlik yapmamalarıdır. Bunları yapacak olurlarsa Allah onları sıkıştırmanıza, yataklarda terketmenize ve hafifçe dövmenize izin vermiştir. Durumlarını düzeltmeleri halinde onların yiyecek ve giyecek giderlerini maruf bir şekilde karşılamak sizin göreviniz- dir. Size kadınlar hakkında yaptığım tavsiyeleri tutun. Siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız ve Allah’ın kelimesiyle onları kendinize helal yaptınız. Kadınlar hususunda Allah’tan korkun ve onlar hakkındaki tavsiyeleri tutun ve onlara iyi davranın.”
İzleyen kısımda müminlerin kardeş olduğu, gönül rızası olmadıkça kimsenin malının kimseye helal olmayacağını belirtip Allah’ın kitabına tutundukları sürece müminlerin sapmayacakları ifade edildikten sonra hutbe evrensel bir boyuta çekilmiştir: “Ey İnsanlar Rabbiniz birdir, babanız da birdir; hepiniz Adem’densiniz Adem de topraktan. Allah katında en değerliniz, en muttaki olanınız yani tavsiyeleri yerine getirmekte en titiz davrananınızdır. Takva dışında kimsenin kimseye üstünlüğü yoktur.”
Hutbe, miras hisseleri belirlendiği için artık varise vasiyet etmeye gerek kalmadığı, varislerden başkasına üçte birden fazla vasiyette bulunulmayacağı, çocuğun yatağa ait olduğu ve babası dışında birine nesep iddiasında bulunmanın çirkinliği belirtilerek son bulmaktadır.

İnsan hakları açısından veda hutbesinin değeri:
Veda hutbesi politik olmaktan çok, dînî ahlâki bir içerik ve niteliğe sahip olduğu için, teknik anlamıyla bireyin siyasal iktidar karşısında haklarının korunması yönünde doğrudan bir mesajı yoktur. Hutbe yine batıda olduğu gibi bir dînî özgürlük talebini de ima etmez. Yaygın olarak belirtildiği gibi, Batıda dînî özgürlük talebi, diğer hak ve özgürlüklerin önünü açmıştır. Avrupa tarihinin her iki anlamda da, gerek dinî özgürlüklerin kazanılması gerekse siyasal otorite karşısında bireyin haklarının koruması anlamında- bir insan hakları mücadelesinden ibaret olduğu söylenebilir. Bu sebepledir ki, Mağna Carta’dan itibaren ilan edilen tüm bildirgeler Batı için insan haklan açısından oldukça önemli gelişmelerdir. İdealist düşünürlerin yön verdiği tüm çabalara rağmen batı toplumu insan hakları konusunda ancak son iki yüzyılda ilerleme kaydedebilmiş- tir.
İslâm toplumlarında insan haklarına ilişkin bildirgelere rastlanmaması, İslâm toplumlarında insan haklarının ihlal ve ihmal edildiği anlamına değil, belki bugünkü anlamda olmasa bile genel anlamda insan haklarının gözetildiği anlamına gelir. İslâm toplumlarmın bağlı bulunduğu Kur’an-ı Kerim ayrıntılı ve teknik olmasa bile insan hakları kapsamına giren noktalara değinmiş ve bunların korunmasını değişik boyutlarda müeyyidelendirmiştir. Tabiatiyle insan haklarının yazılıp çerçeveye sokulmasının tek başına bir şey ifade etmediğini geçmişte ve hali hazırda yaşanan örneklerde görmek mümkündür. Önemli olan bunun hayata geçirilmesi, “yaşam biçimi” haline getirilmesidir.
Günümüzde insan hakları söyleminin temelini insanların eşitliliği düşüncesi oluşturmaktadır. Hz. Peygamber’in veda hutbesinde yer alan; insanların kardeşliğini ve insan olmak bakımından eşitliğini vurgulayan cümleleri bu bakımdan son derece önemlidir.
Bu nokta Kur’an-ı Kerim’de de oldukça vurgulu şekilde ifade edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’de bireysel ve toplumsal hayatın düzeni için üç temel konu üzerinde ısrarla durulmuştur. Bunlar tevhid esası ile can ve namus dokunulmazlığıdır (el-Furkan 25/68-69). Bu ve benzeri diğer vurgulardan hareketle fakihler dinin, canın ve namusun korunmasına Şâri’in temel amaçları arasında ilk sıraları vermişlerdir.
Adam öldürme, masum cana kıyma, Kur’an-ı Kerim’de adeta bir insanlık suçu olarak tasvir edilmiştir. İnsanlar bir nefisten yaratıldıkları için (en-Nisâ 4/1, el-En’âm 6/98) birine karşı yapılan bir saldırı adeta hepsine yapılmış gibi kabul edilir. Nitekim “Kim bir can karşılığı ya da yer- yüziindeki bir fesat sebebiyle olmaksızın bir insanı öldürürse, adeta bütün insanları öldürmüş gibi olur; kim de bir insanı yaşatırsa, o da bütün insanları yaşatmış gibi olur.” (Maide 5/32) âyeti bu noktayı işaretlemektedir. Bu anlam çerçevesi Kur’an-ı Kerim’in insan hayatına atfettiği önemin ve değerin bir göstergesi olarak yorumlanmalıdır.
Bir çok ayette “Allah’ın saygın (muhterem, saygıdeğer) kıldığı canı katletmeyin” (el- En’âm 6/151, el-İsrâ 17/33) denilerek canın saygınlığı dile getirilerek masum cana kıyma şiddetle yasaklanmakta ve bir can karşılığı olmaksızın birini öldürmenin akıl ve fıtrata aykırı bir iş olduğu ifade edilmektedir (el-Kehf 18/74). Bu ayetler ve özellikle bir mümini kasten öldürmenin cezasının cehennemde sürekli kalış olduğunu belirten ayet cana kıymanın İslâm dininde ne büyük bir günah olduğunu da göstermektedir. Hz. Peygamber’in “İnsan, Rabbin binasıdır, onu yıkan mel’undur.” sözü insan hayatının önemini vurgulamaktadır.
Veda hutbesi açısından üzerinde durulması gereken bir konu da kadın haklan meselesidir. Kadın hakları konusu öteden beri İslâm’a saldırı malzemesi olarak da kullanılan hassas bir konudur. Hemen belirtelim ki “kadın hakları”, söylemin kalkış noktası açısından, tekrar “insan haklan” söyleminin sıcaklığından ve bütünleştiriciliğinden biraz uzak ve ideolojik yönü daha ağır basan “devrimci” bir nitelik taşıyor gibi gözükmektedir. Zaten, “insan hakları” söyleminden ayrı bir kadın hakları söyleminin ortalarda dolaşması da bir bakıma bunu teyit eder. Ancak kadın hakları söylemi, insan haklarının felsefi temellendirmesi çerçevesinde, özellikle kadınların kadın oldukları için insan olarak sahip olmaları gereken bazı haklardan mahrum bulundukları iddiasıyla bu mahrumiyet ve mağduriyetin öncelikle giderilmesi yönünde bir talep içermesi durumunda daha sıcak ve anlamlı olabilir.
Kadınların tarihin akışı içerisinde erkeklerden daha mahrum ve daha mağdur bir görüntü çizdikleri aşikardır. Bunun sebeplerini tahlil etmek bu yazının amacını ve sınırlarını aşar.
Günümüzde insan hakları temeline dayanmayan bir söylemin evrensel düzeyde kabul ve başarı şansı neredeyse hiç yoktur. İnsan haklarına ilişkin talepler temelde, insanın değerinin korunmasıyla ilgili taleplerdir. Kendi kutsal metinlerinde insan haklarına ilişkin referansın bulunması müslümanlar açısından bir şans ve bir imtiyaz olarak değerlendirilebilir.