Makale

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz RÖPORTAJ

RÖPORTAJ:

Harun ÛZDEMİRCİ
Dini Yayınlar Dairesi Başkanı

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz:
"Hangi görevde olursa olsun, hangi sosyal ve ekonomik statüye sahip olursa olsun, bir kişinin mensup olduğu dinin öngördüğü ibadetleri yerine getirmesinin, ahlâk ilkelerine uygun davranmasının irticaî bir tezahür olarak değerlendirilmesi doğru değildir. "

Toplumu din konusunda aydınlatmak, Diyanet İşleri Başkanlığının anayasal bir görevidir. Dînî ve sosyal yönü ağırlıklı olan bir konuda üretilecek, oluşturulacak stratejilere bu kurumun önemli katkılarda bulunabileceği açıktır. Aslında bu katkılara her kesimin büyük ihtiyacı olmalıdır diye düşünmekteyiz. Bu düşünceden yola çıkarak Diyanet İşleri Başkanı Sayın Mehmet Nuri Yılmaz ile irticanın aslî boyutu ve irtica ile mücadele stratejileri üzerine bir söyleşide bulunduk. Sayın Başkan söyleşi esnasında oldukça ilginç bulacağınıza emin olduğumuz bazı tespitlerde bulunmuştur. İstifade edeceğinizi umuyoruz.
Sayın hocanı, ülkemiz tarihinde ve günümüzde üzerinde oldukça yoğun tartışmaların yapıldığı irtica konusunda Diyanet İşleri Başkanı olarak görüşlerinizi merak ediyoruz. Sizce irtica nedir? Bu olgunun gerçek boyutlarını ortaya koyar mısınız?
İrticanın aslî boyutunu tam olarak ortaya koymanın güçlüğü ortadadır. Çerçevesi objektif olarak çizilmemiş olan mezkur kavram, değişik kişi ve çevrelerce farklı farklı algılanmakta ve yorumlanmaktadır. Kimileri bu kelimenin siyasal boyutunu öne çıkarmakta, kimileri sosyal boyutuna ağırlık vermekte, kimileri de dînî anlamı üzerinde durmaktadır. Herkes bu kavramı kendi önceliklerine göre anlamlandırmaktadır. Bu durum ise irticanın anlaşılmasında doğal güçlüğü oluşturmaktadır.
İfade ettiğim gibi irticanın farklı boyutları üzerinde durulmakta ise de, bana göre, ilticanın esas itibarıyla göz önünde bulundurulması gereken yönü, sosyal boyutudur. Buna göre, bir hadisenin irticaî olarak vasıflandırılması için, bilinçli olarak planlanması, anormallik arz etmesi, kurulu düzeni yıkıp, onun yerine daha geri bir düzeni kurmayı hedeflemesi, temayül olmaktan çıkıp, eyleme dönüşmesi gerekir. Şu halde, Türkiye’de irtica tezahürü olarak algılanan düşünce ve eylemlerin bu açıdan yeniden ele alınarak sağlıklı bir şekilde değerlendirilmesinde zaruret bulunmaktadır. Bu da, toplumdaki gerginlikleri, kamplaşma ve kutuplaşmaları önleyecek ve toplumsal barışın tesisine büyük katkılarda bulunacaktır.
Ortaya koyduğunuz bu kriterleri dikkate aldığımızda Türkiye’deki mevcut durumu nasıl değerlendirmemiz gerekir?
Buradan hareketle şunları söylemek mümkündür. Hangi görevde olursa olsun, hangi sosyal ve ekonomik statüye sahip olursa olsun, bir kişinin mensup olduğu dinin öngördüğü ibadetleri yerine getirmesinin, ahlâk ilkelerine uygun davranmasının irticaî bir tezahür olarak değerlendirilmesi doğru değildir. Aksine, insanların dînî inançlarının gereğini yerine getirmelerinin irticaî faaliyet olarak değerlendirilerek mani olunması, temel insan hakları ve demokratik ilkeler bakımından toplumun ulaşmış olduğu seviyeden geri gidişi ifade edeceğinden, irtica olarak nitelendirilmesi mümkündür. Nitekim Anayasamız diğer yasalarımız da bu tür davranışı yasaklamaktadır. Aynı şekilde, toplumun kurulu düzenini yıkıp daha geri bir düzeni kurmayı hedeflemeye yönelik olmayan bireysel davranışların veya temayül olmaktan öteye geçmeyen düşüncelerin irtica olarak vasıflandırıl- ması da uygun değildir. Bu çerçeveden olmak üzere, bazı kişilerin sırf dinî inançlarının gereğini yerine getirmek için ortaya koyduğu her davranışı irticaî faaliyet olarak değer- lendirilmemelidir. İrtica ile yapılan mücadele sürdürülürken, bu husus titizlikle ayrılmalı ve bu ayrım da kamuoyuna mutlaka hissettirilmelidir.
Sayın hocam, bir de ülkemizde faaliyet gösteren bir takım tarikat ve dînî cemaatlar vardı. Gerek basın yayın organlarında ve gerekse diğer mahfillerde yapılan tartışmalarda bu oluşumların varlığı ve faaliyetlerinin irtica ile doğrudan ilişkilendirildiğini görmekteyiz. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de mevcut tarikatlar yeknesak olmadığı için, bu kurumu belli bir kavram zaviyesinden değerlendirmek mümkün olmamaktadır. Bir kısım tarikatlar, insan eğitimi gibi, aslî fonksiyonundan uzaklaşıp, istismar unsuru haline geldiğinden bunların faaliyetlerini irtica yerine yobaz (softa) kavramıyla tavsif etmek daha uygun olacaktır. Bir kısım tarikatlar da, açıktan olmasa da, gizlice, Devletin kurulu düzenini yıkmaya matuf sinsice faaliyetlere yönelmektedirler. Bu hususta, dînî amacının dışına çıkararak, kendi maksatları doğrultusunda kullanmaktan çekinmemektedirler. Bu tür tarikatların varlığı ve faaliyetlerini irticaî olarak nitelendirmek mümkündür. Bunun yanında, sistemle bir problemi olmaksızın, sırf insanlar arasında hayır ve iyilik duygularını geliştirmeyi kendine hedef seçmiş bazı grupların varlığı ve faaliyetleri, irtica ile ilişkilendirilmemeli, mücadele esnasında bu ayrım iyi yapılmalıdır. Diğer taraftan irticaî eylemlerle irtibatı kesin olarak tespit edilmeyen kişilerin ticarî faaliyetlerinin, yeşil sermayenin oluşturulmasına yönelik bir faaliyet olarak takdim edilmesi, hem ülke ekonomisine zarar verecek hem de bu insanların Devletle aralarındaki mesafenin açılmasına sebebiyet verecektir. Ayrıca bu vesile ile şu hususun da altının çizilmesinde fayda mülahaza ediyorum:
Devletin kendi kontrolünde din eğitimi vermesi Anayasal bir görevdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren Devletimiz Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle bu hizmeti vermektedir.
Bu da halkımızın teveccühüne mazhar olmaktadır. Bu alanda yapılan birtakım düzenlemelerin irtica ile mücadele görüntüsü altında yapılmaması önem arz etmektedir.
Sayın hocam, size göre bir olgu haline gelmiş olduğu anlaşılan irtica ile mücadele etkin bir şekilde nasıl yürütülmelidir? Bu konuda özellikle dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Anlatır mısınız?
İrtica hareketlerinin önlenmesi konusunda, Merhum Ziya GÖKALP’in, Prof. Dr. İsmayıl Hakkı BALTACIOĞLU’na söylediği, "Eğer biz münevverler din meselesine vaz-ı yed edemeyecek olursak, softalar vaz-ı yed ederler." sözü çok manidardır. Gökalp’in dediği gibi dînî meselelere münevver insanlar gerektiği ölçüde ilgi duymalı ve halkı bu konuda doğru bilgilerle aydınlatma görevini üstlenmelidir.
Din, din devlet, din siyaset alanındaki yanlış telakkiler süratle giderilmelidir. Bu konuya temel eğitim kuramlarında ağırlık verilmelidir.
Mütedeyyin insanlar dînî yaşantılarından dolayı kesinlikle rahatsız ve mağdur edilmemelidir. Bu bağlamda sade vatandaşlarımızın, sırf inançları, örf ve adetleri gereği olarak başlarını örtmeleri, irtica belirtisi olarak yorumlanmamalı, bu kişilerle türbanı bir siyasî simge olarak kullananların ayrımı iyi yapılmalı ve bu kamuoyuna hissettirilmeli- dir.
Diyanet İşleri Başkanlığı, halkı din konusunda aydınlatmak görevini basılı, sesli ve görüntülü yayınlarla yerine getirmeye çalışmaktadır. Başkanlığımız yayınlarının, halkımızın dînî taleplerini karşılama hususunda önemli katkılarda bulunduğu muhakkaktır. Ayrıca, ülkemizde dînî yayın ve programların artması sağlıklı bir gelişme olarak telakki edilmelidir. Zira, din gibi çok hassas bir konuda, vatandaşların çağın en etkili vasıtalarıyla aydınlatılması son derece müspet bir hadisedir. Ayrıca, irticanın sebebinin din alanındaki bilgi noksanlığı olduğu da unutulmamalıdır. Ancak, dînî yayın ve programların, mutlaka ehil ve yetkili kişiler tarafından yapılması ve yetkili makamların yanı sıra, Diyanet İşleri Başkanlığınca da denetlenmesinde zaruret bulunmaktadır. Denetimsiz dînî yayın ve programların, irticanın yaygınlaşmasına vesile olacağı izahtan varestedir. Ayrıca milletçe kutsal sayılan değerlere saldırır mahiyetteki neşriyat önlenmelidir.
Bununla birlikte, zaman zaman şuurlu veya şuursuz, çeşitli irticaî hareketlerle halkımızın rahatsız olduğu da bir gerçektir. Ancak, bir cahilin veya bir meczubun, din perdesi arkasında, yapmış olduğu dinin tasvip etmediği bir hareketinden dolayı, sade dindarlar rahatsız edilmemeli, bunlardan dindarlar sorumlu tutulmamalıdır. Böyle bir hareketten en çok yine dindarlar zarar görmektedir. Tıpkı, şairlerden bir vatan haini çıkıp da, şiirini şerre alet etmesi halinde, bundan dolayı diğer şairlerin lekelenmesi gerekmediği gibi, aynı şekilde, din perdesi arkasında meydana gelen müessif irticai hareketlerden de, ne din, ne de dindarlar sorumludurlar.
İrtica konusunu bütün yönleriyle ele alan bilimsel araştırmalar yaptırılmalıdır. İrticaî düşünce yapısının kökleri, tarihî ve unsurları önce ortaya konulmalı, bilahare irticaî unsurların rehabilite edilmesi cihetine gidilmelidir.
Her ne suretle olursa olsun din istismarı önlenmeli, bunun yanında ülke gündeminden istifade ederek kendi dünyevî görüş ve hayat tarzlarını Devletin resmî görüşüymüş gibi ortaya koymaya çalışan bazı kesim ve sivil toplum örgütlerinin dinsizlik istismarının da önüne geçilmelidir.
Devletin milletiyle bölünmez bütünlüğü, milletin birlik ve beraberliğini tehlikeye düşürücü hareket ve faaliyetlerle yapılan mücadelenin hayatî önem arz ettiği her fırsatta vurgulanmalı, bu mücadelenin toplumun dînî inançlarına ve mukaddes saydığı değerlerine karşı olmadığı hususunda kamuoyu yetkililerce devamlı olarak aydınlatılmalıdır. Devlet bünyesinde bulunan her kurum ve kuruluşun bu bilinç ve sorumluluk duygusu içinde hareket etmesini sağlamalıdır.
İmam-Hatip Liselerinin program ve müfredatları yeniden gözden geçirilmeli, daha yoğun dînî ve meslekî eğitim programları hazırlanmalı, bu arada toplum psikolojisi eğitimine de gereken önem verilmelidir.
Temel eğitimin her kademesinde din, sevdirici nitelikte işlenmeli ve dinin, insanı sevgi, doğruluk, adalet, dayanışma, hoşgörü ve samimiyete, sağlam bir vatandaşlık anlayışına götüren bir kurum olduğu vurgulanmalıdır. Böylece çocuk daha başlangıçtan itibaren din kurumunu ve onu takdim edenleri dokunulmaz, mutlaka uyulması gerekli varlıklar olarak değil, sadece doğruyu, sevgiyi, adaleti, dayanışmayı öğreten araçlar olduklarını kavrar. O zaman da onların davranışlarına göre doğru, ya da sahtelikleri hakkında bizzat karar verme gücüne kavuşur.
İrtica ve yobazlıkla mücadele kesintisiz olarak sürdürülmeli, ancak gündemdeki sürekliliğine son verilmelidir. Çeşitli basın ve yayın organlarında konunun gündemde tutulması gayesiyle maksadını aşan yorum ve yayınlar kamuoyunda yanlış algılanmalara sebebiyet vermekte, bu da irtica taraftarlarının çoğalmasına sebep olmaktadır.
Ülkemizin temel kurumlan ile halk arasındaki sıcak ilişkiyi zedeleyecek, her türlü davranıştan sakınılmalıdır. Özellikle ülkemizin en hassas kurumu olan ordumuzun, gerçek dışı haberlerle yıpratılmamasına özen gösterilmelidir. Ordunun milletin inançlarına saygılı olduğu, hatta inançlarının teminatı olduğu hususu kamuoyuna hissettirilmelidir.
Hiç şüphesiz ki yüce dinimiz İslâmiyet, irticanın, yobazlığın, kör taassubun ve şiddetin her türlüsünü reddeder. Bu cereyanlarla mücadelenin en etkili yolu, ilmi rehber ederek topluma dini aslî kaynaklarından öğrenme fırsatını sağlamaktır. Bu imkanlar toplumun bütün fertlerine süratle hazırlan- malıdır.
Sayın hocam, son olarak okuyucularımıza mesajınız ne olacaktır?
İrtica, mürtecilik, tutuculuk, taassup konusunun; eninde sonunda demokrasimiz ve Devletimizin alacağı akılcı tedbirler sayesinde ülkemizin meselesi olmaktan çıkacağına inancım tamdır.