Makale

ÇANAKKALE’DE DESTANLAŞANLAR

Gaffar TETİK / Sorumlu Yazı işleri Müdürü

ÇANAKKALE’DE DESTANLAŞANLAR

Çanakkale deyince hep yüreğim coşar, gözlerim dolar; hatta tüylerim diken diken olur. Dalar giderim aklara... Yerlerin kan fışkırdığı, göklerin ölüm indirdiği; kol-gövde-bacakların havalara uçuşup dağları ve denizleri kapladığı-, babamın babası Hasan dedemin şehid olduğu "Kanlı Tepeyi," Conk Bayırını, "Seddülbahir’i, "Kilitbahir’i," Ya Allah Bismillah, Allâhüekber" diyerek 270 kiloluk top mermisini kaldırıp topun namlusuna süren Cerme’li "Seyid Onbaşı" yi; taa İngiltere’den vatanını, canını almaya gelmiş İngiliz Yüzbaşı’sı yaralanınca onu kucağında taşıyarak hayatını kurtaran Türk askerini hayal ederim...
253 bin diyoruz hep. Böyle durumlarda tam tespit yapmak elbette-ki zor. 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Abdurrahman Güzel’in: "500 bin şehidimiz var bizim; onların ise birbuçuk milyon ölüsü" sözlerinin doğruluğunu kabul etmemek elde değil.
Akıllara durgunluk veren bir olay. Yoksul, yorgun bir millet. Elinde çaka-ralmaz tüfek, eski top.. .Nasıl yerle bir etti yedi düvelin o muazzam donanmasını, en modern silahlarla donanmış ordularını?..
Fazla yoruma ne hacet!.. Sözün özünü Atatürk söylemiş:
"Müteakip siperler arasında mesafeniz sekiz metre. Yani ölüm muhakkak... Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulamamacasına Kamilen (topyekün) düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıpta bir itidal ve tevekkülle biliyor musunuz? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur (çekinme) bile göstermiyor; sarsılmak yok! Okumak bilenler, ellerinde Kuran-ı Kerim cennete girmeye hazırlanıyorlar. (Kur’an-ı Kerim okumasını) bilmeyenler kelime-i şehâdet getirerek yürüyorlar. Bu, Türk askerinde-ki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesi’ni kazandıran, işte bu yüksek ruhtur." (Ruşen Eşref Ünaydın, Mustafa Kemal Paşa ile Mülakat, Yeni Mecmua, 5-18 Mart 1915 Çanakkale Nüsha-i Fevkalâde, 1918.S.121-143.)
Atatürk bunu gördü, içinde yaşadı, aynı duygular içinde ve kendisine layık şekilde cephede, askerlerinin başında Gazi oldu.
Lider, Milletin aynasıdır, örneğidir. Liderde zaaf işaretleri görülürse eğer, bu.millete de bulaşır ve o milletin de başarıya ulaşması imkansızdır. İşte Atatürk sarsılmaz imanıyla, iradesiyle, azmi ve cesaretiyle zaaf göstermedi, şüpheye düşmedi; cephede yattı, cephede kalktı, milletine örnek oldu. Onun aynasında kendini gören Türk Milleti de bir gül bahçesine girercesine ölüme atıldı ve bu vatanı bizlere emanet etti. Emanete ihanet edene bizde "Hain" denir. Hainlerin ise hem bu dünyada, hem de Ahiret’te sonları felakettir.
Çanakkale İl Müftülüğünde Personel Müdürü ve çok da iyi bir turizm rehbercisi olan Mustafa Ertekin anlattı:
"İngiliz’ler, Anzak’ları ve diğer milletlerin insanlarını savaşa getirebilmek için": Orada (Türkiye) Hrıstiyanları yiyorlar" Propogandasını yapmışlar. Savaşa gelen Anzak’ların en uzun boyluları Kanlıtepe mevziilerinin en ön saflarındaymış. 8 metrenin ortası sınırmış. İki taraf mevziilerinde bazen göğüs göğüse çarpışıyorlarmış ve mevziilerin önlerinde insan boyunu aşan cesetler yığılıyormuş üst üste. İki taraf da ölülerini almak için tüfeklerinin uçlarına taktıkları beyaz bezleri kaldırıp "Ateşkes" ilan ediyorlarmış ve bu sürede kimse kimseye ateş etmiyormuş. Fakat Anzak’lar ölülerini geri çekmekten daha çok, kalkıp Türk tarafını seyrediyorlarmış Türk sınırından içeri düşen Hrıstiyanları yiyorlar mı diye! Türk askerleri de, onların ölülerini kendi taraflarından onların tarafına taşımaya yardım ediyorlarmış kendilerine. Bunu gören Anzak’larda İngiliz propogandasına karşı şüphe uyanmış ve: "Ne işimiz vardı bizim buralarda?" diye düşünmeye başlamışlar.
Yine böyle bir çarpışmada bir İngiliz yüzbaşısı iki bacağından yaralanmış, ayağa kalkıp geri gidemiyor ve yerde kıvranıyormuş. Anzak’lar ve İngiliz’ler şokta, gelip alamıyorlarmış yüzbaşıyı insan yiyenlerin eline düşme korkusundan. Türk mevziilerinden tüfeklerin ucunda beyaz ateşkes bezleri yükselmiş yukarıya, onlar da ateşi kesmişler. Türk askerleri, "Alın yaralınızı" diye haykırıyorlarmış Türkçe olarak ve el-kol işaretleriyle de bunu ifade ediyorlarmış. Nihayet bir Türk askeri tüfeğini omuzuna almış olarak kalkmış mevziisinden, İngiliz yüzbaşıyı kucağına almış, vakur adımlarla onların tarafına getirip yavaşça yere bırakmış. Dönüp, tüfeğini eline alıp mevziisine girmiş ve çatışma tekrar başlamış."
Dünya tarihleri bunun bir başka örneğini daha gösteremez. Türk’e "Barbar" diyenler; Preveze Deniz Savaşı’nın galip Komutanı Hayrettin Paşa’ya Haçlıların, "Kızıl Sakardan türettikleri "Barbar Ros" lakabına sarılanlar utansın...
Türk Tarihinin üç dönüm noktası var: Biri, işte anlattığım Çanakkale Savaşı; biri İstanbul’un Fethi; bir diğeri de Malazgirt Savaşıdır. Türk’ün merhametinin, insanlığının, medeniyetinin doruk noktasındaki örneğini Çanakkale ile verdim. İstanbul’un fethinde de durum aynı. Fatih Sultan Mehmet Komutasında Bizans’a (İstanbul) giren Türk askeri tek bir gayri müslimin canına, malına, ibadethanesine dokunmamış, herkesi ibadetinde serbest bırakmış-, Malazgirt Savaşı’nda da esir Bizans İmparatoru Romanos Diyejenos’a Sultan Alparslan kendi sofrasında yemek yedirmiştir. Söyler misiniz Allah aşkına!... Başka hangi milletin tarihinde doruklaşmış bu insanlık, bu medeniyet?...
Neden öyleyse hâlâ bu tertemiz geçmişle çekiş, bu tertemiz geçmişle kavga?.. Dur ve düşün... Övün... İbret al da bu aziz vatanı, bu aziz milleti 21. yüzyılda ilimde, fende, teknikte, sanatta, sporda ileri götürmenin kavgasını yap, mücadelesini ver... Bu, daha güzel değil mi?