Makale

GÜNAHKAR MÜMİNLER

GÜNAHKAR MÜMİNLER
Doç. Dr. Talât KOÇYİĞİT

( … )

Hiçbir mü’min, kalbinden îmânını söküp atmadıkça;

Basîretinî yitirip, kör ve şaşkın, çirkefler denizine saplanıp kalmadıkça;

Alnında hâlelenmiş İslâm nurunu, bu çirkeflerin yapışkan ve kokuşuk balçığı ile sıvamadıkça;

Kısacası, ’’mü’min" ve "müslim" lâfızlarının ifade ettiği gerçek mânâ­larından ve bu mânâların delâlet ettikleri üstün vasıflardan sıyrılıp, kendi­sini suflî sıfatların mevsûfu kılmadıkça, Allâhu Teâlâ’nın nehyettiği fiilleri işleyemez: Zinâ edemez; hırsızlık yapamaz; sekir veren içkiler kullanamaz.

Yukarıda zikrettiğimiz hadîs-i şerifinde Hazret-i Peygamber, İslâm ah­lâkının temelini teşkîl eden bu meseleyi vaz’ederken şöyle buyurmuştur:

"Zânî, zînâ ettiği sıra, mü’min olduğu halde zînâ edemez.

Hırsız, hırsızlık ettiği sıra, mü’min olduğu halde hırsızlık edemez.

İçki içen, içki içtiği zaman, mü’min olduğu halde içki içemez."

Aynı hadîsin değişik rivayetlerinde şu ibarelerin de yer aldığı görülür:

"Halkın gözü olan kıymeti büyük bir ganimeti çapulculukla yağma eden kişi, yağma ettiği esnada, mü’min olarak yağma edemez"1.

Hadîsin zahirî mânası şudur ki: Bir insan zinâya mâruz kaldığı sırada eğer mü’min ise zinâ edemez; îmânı, onu zinâ işlemekten alıkor. Eğer hırsızlık yapmak durumunda kalırsa ve kalbinde îmânı da varsa, hırsızlık yapamaz. Kezâ bu îman, onun içki içmesine engel olduğu gibi, dînin ya­sakladığı bütün kötülükleri işlemekten de alıkor.

Zânînin zinâ işlediği, hırsızın hırsızlık yaptığı, içki içenin şarap, şu veya bu içkiyi içtiği sıra, mü’min olduğu halde bu fiilleri işleyemediği gözönünde bulundurulursa, "işleyememek" fiilînin sebep veya illeti "îman"dır. Buna göre kişi, bu fiillerden birini işlediği anda, bu sebep veya illet ortadan kalkmıştır. Kısacası kişi, mü’min olma vasfını kaybetmiş; zânî bilfiil zinâ, hırsız bilfiil hırsızlık, içki içen bilfiil içmek vasfını iktisap etmiştir.

İşte hadîsin zâhirî mânâsı yanında dikkat edilmesi ve üzerinde titizlik­le durulması gereken yönü budur: Zânînın zinâ, hırsızın hırsızlık, içenin içmek fiilini işlediği zaman îman sahibi olmaması, yahut mü’min olma vas­fını kaybetmesi… Dînî meselelere biraz vâkıf olan herkes bilir ki, iman, insan kalbindeki tahtını terkedip gittiği zaman, bu tahtı küfür işgal eder ve sâhibine kendi hüviyetinin damgasını vurur: Kâfir.

Ancak burada, İslâm ulemâsının, hassaten ehl-i sünnetten olanların, günah sâhiplerine ferahlık veren, ümitlerini kâmilen yitirmemeleri için on­lara tevbe kapılarını açık tutan görüşlerini de hemen zikretmek gerekir. Bu ulemâya göre bahis konusu ettiğimiz hadîs, mânâsı yönünden müşkil olan, zâhiren muarızı bulunan ve bu sebeple tevil ve muârızıyla te’lîf edilmesi gereken bir hadîstir. Nitekim aynı hadîsin şerhinde İmam Nevevî şu görüşü ileri sürmüştür:

"Bu hadîs, ulemânın, mânâsı üzerinde ihtilâf ettiği hadîslerdendir. Muhakkiklerin sahîh olan görüşlerine göre hadîsin mânâsı şudur: İmân-ı kâ­mil sâhibî olan hiç kimse bu günahları işlemez. Hadîsin elfâzı ise bir şeyin nefyine ıtlak olunan, fakat bununla kemâlinin nefyî murâd olunan elfazdandır. Nitekim bu maksatla kullanılan birçok elfaz vardır ve meselâ denir ki: ’Faydalı olan ilimden başka ilim yoktur’, ’Ahiret hayâtından başka ha­yat yoktur’, ’Deveden başka mal yoktur’".2

Nevevî’nîn bu sözünden anlaşılıyor ki, aslında nefyedilen bu şeylerin hepsi vardır; fakat istisna edilenlerin üstünlüğü diğerlerinin hiçbirisinde yoktur. Bunun gibi, yukarıda zikrolunan günahlardan herhangi birini işle­yen kimsenin imânı, hadîsin elfâzı ile nefyedilmekte ise de, hakikatte nefyedilen şey, bu imânın kemâli veya üstün olan vasfıdır. Bir başka ifâde ile günahkâr kişi mü’min vasfına sâhiptir; fakat îmânı, kâmil bir iman değildir.

Hadîsin müşkil hadislerden olarak cem’ veya te’lîf edilmesi keyfiye­tine gelince:

Usûlcüler arasında ma’rûf olduğu üzere, sahîh rivâyetle gelen iki ha­disin zâhirî, mânâ yönünden birbirine muhâlîf olursa, ya bu iki hadîsin cem’ veya te’lîfî cihetine gidilir; yâhut bu mümkün olmazsa, hadîslerden birinin nâsih, diğerinin mensûh olduğuna hükmedilir. Ancak nâsih ve mensûh olanın tesbitinde, hadislerin vürûd tarihlerinin bilinmesi lâzımdır. Bu bilindiği takdirde tarih yönünden vürûdu muahhar olan hadis nâsihtir; diğeri ise mensûhtur. Şu var ki, burada üzerinde durduğumuz hadîste nesh keyfiyeti bahis konusu olmadığı ve hadîsçiler arasında müşkil hadîslerden olduğunun ileri sürüldüğü gözönünde bulundurularak, zâhirî mânâsı buna muarız olan diğer hadîsleri ve bunlar arasındaki cem’ ve te’lîf yollarını incelemek gerekmektedir.

Müslim’in rivayet ettiği bir hadisin râvisi olan Sahâbi Ebû Zerr el-Gıfârî şöyle der:

"Bir gün Hazret-i Peygamber’in yanına gitmiştim; uyuyordu ve üzerin­de beyaz bir elbise vardı. Sonra tekrar gittim; yine uyuyordu. Üçüncü de­fa gittiğimde uyanmış buldum ve yanına oturdum. (O zaman) bana dedi ki: ’Hiçbir kul yoktur ki, lâ ilahe illa’llâh deyip de bu hal üzere öldüğünde Cennet’e girmesin.’ Bunun üzerine Hazret-i Peygamber’e şöyle dedim: Zi­na işlese ve hırsızlık yapsa da mı? Hazret-i Peygamber, ’Zinâ işlese ve hırsızlık yapsada.’ diye cevap verdi. Ben sözümü tekrarladım: Zinâ işle­se ve hırsızlık yapsa da mı? O yine, ’Zinâ işlese ve hırsızlık yapsa da.’ dedi. Üçüncü defa da aynı cevâbı verdi ve dördüncüde şunu söyledi: ’Ebû Zerr’in burnu toprakta sürtülse (hakîr ve zelîl olsa) bile/ dedi"3.

Zikrettiğimiz bu hadîsin zâhiri ile bahsimize konu teşkîl eden hadîsin zahiri arasındaki teâruz açıkça görülmektedir. Birincisinde zinâ ve sirkat gibi ma’siyetlerin ancak imansızlık hâlinde irtikâb edilebileceği ifâde olun­muş, Ebû Zerr hadisinde ise, lâ ilahe illa’llâh diyenlerin, bu fiilleri irtikâb etseler bile Cennet’e girecekleri belirtilmiştir; hattâ bunu mümkün görme­yen ve hayretini ısrarla ortaya koyan Ebû Zerr de, görüşü dolayısıyla red ve inkâr edilmiştir.

Bu iki hadis arasındaki teâruz, yukarıda da işâret ettiğimiz gibi, birin­cisinde iman nefyedilmiş olsa bile, bu nefyin hakikatte kemâle râci’ olmasıyla, ikincisinde ise, imânın esâsını ortaya koymak gâyesinin güdülmesiyle te’lîf edilmiştir. Bir başka deyişle, birinci hadîste, mezkûr ma’siyetleri irtikâb edenlerin mü’min-i kâmîl olmadıkları ifâde edilmek istenmiş, diğer hadiste ise, mü’min-i kâmil olmayanların da Cennet’e girecekleri tasrîh olunmuştur. Ancak bunların Cennet’e girmelerinin hangi yolla ola­cağı burada belirtilmemiştir. Bu, ya Allâhü Teâlâ’nın bu ma’siyetleri affet­mesiyle doğrudan doğruya olacaktır; yahut da günahkârlar, günahlarının karşılığını gördükten sonra Cennet’e girebileceklerdir.

Bu keyfiyet, Hazret-i Peygamber’in bir başka hadîsinde şöyle açıklan­mıştır; bu hadis, aynı zamanda, yukarıda zikrolunan iki hadis arasındaki zâhiri teâruzu izâle eden bir mânâya sâhiptir, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur:

"Allah’a hiçbir şeyi şirk koşmamak, zina işlememek, hırsızlık etmemek, hak yolla olmadıkça Allah’ın haram kıldığı insanı öldürmemek üzere bana biat ediniz. Kim bu bîatında sâdık kalırsa, ecri Allah üzerinedir. Fakat kim bunlardan bir günah irtikâb ederse, onunla cezalandırılır ve bu onun için keffâret olur. Her kim bunlardan bir şey irtîkâb eder ve Allah da bunu örterse, onun işi artık Allah’a kalmıştır. Dilerse affeder; dilerse azâb eder"4.

Bu hadîsle birlikte, Allâhu Teâlâ’nın;

( … )

"Allah, kendisine şirk koşulmayı affetmez. Bunun dışında (diğer gü­nahları) dilediği kimse için affeder."5 ayeti de gözönünde bulundurulursa, bahis konusu hadisin mânâsı daha iyi anlaşılmış olur.

Buna göre diyebiliriz ki, zânî zinâ işlediği, hırsız hırsızlık yaptığı, şârib içki içtiği zaman tam ve gerçek bir mü’mîn değiIdir; bu fiillerinden dolayı Allâh’a isyan etmiş ve O’nun ıkabına müstehak olmuştur. Ancak Allâhü Teâlâ dilerse onu cezâlandırır; dilerse affeder.

Burada, ulemânın bu hadisle ilgili diğer bâzı görüşlerine de işaret et­mek yerinde olur. Bazıları demişlerdir ki:

Bu hadis, Allâhü Teâlâ’nın işlenmesini haram kıldığı fiilleri, haram kılındığını bilerek helâl gören ve tahrimini inkâr eden kimseler hakkında vârid olmuştur.6 Bu takdirde hadisi, mânâsını te’vîl ve muârızlarıyla te’lîf etmeğe lüzum kalmaksızın zâhirî mânâsıyla kabul etmek gerekir ve bu fiil­leri onların tahrîmini inkâr ederek irtikâb eden kimsenin gerçek mânâda mü’min olmadığına hükmedilir. Daha açık ifâde ile, inkârı ona kâfir vas­fını kazandırır.

Diğer bâzı ulemâya göre de, hadisin mânâsı şudur: Bu fiilleri işleyen kimseler, bir medih ismi olan ve Evliyâu’llâh’ın isimlendirilmesinde kullanı­lan "mü’min" ismini kaybederler ve zânî, sârik (hırsız), fâdr, fâsık gibi zemm isimlerine müstehak olurlar.

Allah, bütün Müslümanları, haram kıldığı fiilleri işlemekten, zânî, sâ­rik, şârib, fâcir ve fâsık isimlerine müstehak olmaktan muhâfaza buyursun.

Amin.

__________________________________________________

(1) Buhârî, Kitâbü’l-Eşribe; Müslim, Kitâbü’l-Îman.

(2) Nevevî, Müslim Şerhi, II. 41.

(3) Müslim, Kitâbü’l-İman, Hadîs No. 94.

(4) Müslim, Kitâbu’l-Hudûd, Hadîs No. 41.

(5) Nisâ Sûresi, Ayet: 47.

(6) Nevevî, Müslim Şerhi, II. 42.