Makale

İRTİFAK HAKLARI

İRTİFAK HAKLARI

Yazan: Dr. M. Yûsuf MÛSA
Çeviren: Dr. M. Esad KILIÇER

Mecrâ Hakkı:

Bu hak, suyun aktığı yerden uzakta bulunan arâzi sâhibinin, kendi arâzisini sulamak için suyu komşusunun mülkünden akıtma hakkıdır. Suyun mecrası, bazen bizzat komşunun mülkiyetinde olur, bazen de suya muhtaç olan arâzi sâhibinin mülkiyetinde veya her ikisinin mülkiyetinde olur, veyâhut da onlarla başkaları arasında müşterek olabilir. Bütün bu sayılan hal­lerde bir komşu, kendi komşusunun arazisine suyun akmasını men edemez, eğer akıtmayacak olursa, o komşunun zorla suyu akıtma hakkı vardır.

Yahya İbn-u Âdem el-Kureşî şöyle rivayet etmiştir: Bir kimsenin arazisi ile su arasında başka bir kimsenin arazisi vardı. Bu kimse, birincinin suyu arazisinden götürmesine müsâade etmedi. O kimseye, Ömer ibnü’l-Hattâb (R.A.) şöyle dedi: "Eğer su için senin karnından başka bir akıtacak yer bulamasaydım, suyu oradan akıtırdım"1. Daha önce de3 bunun gibi bir olayı anlatmış ve bu konuda Dahhak İbn-u Halîfe el-Ensâri ile Muhammed İbn-u Mesleme arasında ihtilâf olduğunu görmüştük.

Eğer suyun mecrası müteaddit kimseler arasında ortak ise, onlardan herhangi birinin, kendisinden sonrakine suyun ulaşamayacağı şekilde onu kapamak hakkı yoktur. Ancak herbirinin kendi nöbeti esnasında onu ka­paması konusunda aralarında anlaşabilirler. Veyâhut sadece suyu kendi normal yolunda akmaya terk ettiğinde, yüksek olan arazisine su ulaşma­yan kimsenin nöbetinde onu kapamasına rıza gösterebilirler. Eğer diğer­leri bu halde onun mecrâyı kapatmasına rıza göstermezlerse, arazisi yük­sekte olan kimsenin, suyu oraya çıkartmak için su üzerine bir alet yap­ması gerekir. Bunda ve benzeri durumlarda umûmî kaide, “Zarar ve mukabil-i bizzarar yoktur.” ( … ) esasıdır. Gerçek şudur ki, büyük bir zararı uzaklaştırmak için az bir zarara tahammül etmek gereklidir3.

Böylece, umûmî nehirler, su yolları ve su kanallarının ıslâhı beytülmal (şimdiki dilde mâliye vekâleti)’ın vazifesidir. Bizde (Mısır’da) bu iş ile Çalışma Bakanlığı uğraşmaktadır. Bu nehirlerin ıslâh edilmesi beytülmâlin vazifesidir. Çünkü onlardan bütün Müslümanlar faydalanmaktadır. Pey­gamberimiz (S.A.S.)’in ( … ) “Harac (vergi) beytülmalın masrafları mukabilindedir."4 hadîs-i şerifleri gereğince, bu nehirlerin ıslâhı için harcanacak paraları beytülmalın ödemesi gerekmektedir.

Husûsî şahıslara âit olan nehirler ve su yollarının ıslâhı ise onlardan faydalanan mâliklerine âittir. Çünkü her faydalanma bir borçluluğu gerek­tirir ve her hak karşılığında da bir mükellefiyet vardır5. Mâliklerden ıslâh işinden imtina edenler bu işi yapmaya zorlanır. Eğer ortakların hepsi bir­den vazifelerini yapmazlarsa, ıslâh işini yapmaları için onları zorlamaya kimsenin hakkı yoktur. Çünkü ihmâl sonucunda meydana gelen zarar —baş­kalarına değil— sâdece onlara râci olmaktadır.

İşte eski fukahânın ve bir kısım müteahhirînîn görüşleri bu şekildedir6. Ama bizim görüşümüz şöyledir: Eğer bu iş bir tehlike arzediyorsa, akarsu­larını ıslâh etmeyen mâlikleri, devlet başkanının, bu işe zorlamaya hakkı olmalıdır. Çünkü milletin zenginliği ve fakirliği, o milletin fertlerinin zen­ginliği ve fakirliğinden gelmektedir. Nehir ve sulama kanalları mâliklerinin, onları ıslâh işini terk etmeleriyle büyük bir zarara uğrayacakları âşikârdır. Böyle bir durumda milletin umûmî servetinden bir bölümünün elden çık­ması da bahis konusudur.

Umûmun menfaatini gözeterek ulaşmış olduğumuz bu görüşü, Medenî Kanun tamamen gerçekleştirememiştir; yeni kanunun 811. maddesi şöyledir: "Sulama tesisi veya su kanallarından faydalananlar, yapılması gerekli ıslâhat konusunda anlaşamazlarsa, onlardan herhangi birisinin ta­lebi üzerine, yapılan masrafa katılmaları için hepsinin birden zorlanması câizdir." Bunun mânâsı şudur: Eğer adı geçen tesisleri ıslâh etmekten hepsi birden imtina eder ve onlardan bir kişi bile talepte bulunmazsa, devletin gerekli ıslâhat için onları zorlama hakkı yoktur.

Mesîl Hakkı:

Daha önce de zikretmiş olduğumuz gibi, mecrâ hakkı ile mesîl hakkı arasında yalnız bir fark vardır: Mecrâ hakkı; arazîye faydalı olan suyu akıtmak hakkı olup, mesîl hakkı İse; araziye faydası olmayan suyun veya bîr evin kullanılmış suyunun dışarıya akıtılması hakkıdır. Bu sebepten, he­men hemen bu iki hakkın hükümleri birbirinin aynıdır. Mesîl hakkını anlatırken tekrar kaynakların adını zikrederek konuyu uzatmaya ihtiyaç yoktur.

Mesîl hakkı; açık veya kapalı kanallar, borular veya bu maksat için hazırlanmış oluklar vasıtasıyla ihtiyaçtan fazla olan suyun umûmî kanal­lara veya mecrâlara akıtılması hakkıdır, diye tarif edilebilir. Akıtılması is­tenilen bu suyun geldiği yer bâzen, ziraat yapılan bir toprak, bâzen bir ev, veyâhut da bir yazlık veya kahve ve lokanta ve benzeri gibi umûmî bir yer olabilir. Bâzı hallerde suyun aktığı yer, ondan faydalanan kimsenin mülkü olabilir, yalnız bu yol, o kimsenin komşusunun mülkünden geçer. Bâzen de suyun geçtiği ev veya toprak mesîl hakkı sahibinin mülkü olabilir.

Ne şekilde olursa olsun, bu hak, bir akâr lehinde tahakkuk ettiğinde, kanaldan akâr sâhibinin faydalanmasına mesîl sâhibi mümânaat edemez. Ancak bu faydalanma, mesîl sahibini açıkça zarara sokuyorsa, o zaman akâr sâhibini men etmek hakkı vardır. Bu hak, bir kere herhangi bir akâr lehi­ne terettüp ettikten sonra, o akârın sıfatının değişmesiyle bâtıl olmaz. Akâr önce ziraat yapılan arazi iken sonra ev veya fabrika hâline gelse veya aksi olsa durum aynıdır.

Mecrâ hakkında olduğu gibi, mesîl hakkında da suyolunun ıslâh edil­mesi masrafları hak sâhibi üzerine terettüp eder. Çünkü oradan faydalanan kendisidir. Mülkünden suyolu geçen kimse üzerine de, hak sâhibinin o mülke girmesine ve suyolunu ıslâh etmesine müsâade etmesi gereklidir. Eğer ona giriş müsâadesi vermezse, bu ıslâh işini mesîl hakkı sâhibi hesabına kendisinin yapması îcâbeder.7

__________________________________________

(1) Bak. Kitâbü’l-Harâc, s. 11; Malik ibn Enes, Muvatta’, c. 2, s. 122-123.

(2) İslam fıkhının tabiatı ve özellikleri bahsinde.

(3) el-Bedâyi, c. 6, s. 190-191.

(4) el-Bedâyi, c. 6, s. 192; İbn Âbidin, c. 5, s. 293.

(5) el-Bedâyi, c. 6, s. 191-192; el-Muğnî, c. 5, s. 527.

(6) İbn Âbidin, c. 5, s. 293.

(7) Bu makale, merhum Prof. Dr. M. Yûsuf Mûsâ’nın et-Fıkhü’l-İslâmî adlı eserinin

266-268. sayfalarından dilimize çevrilmiştir.