Makale

MERHUM DİYANET İŞLERİ REİSİ AHMET HAMDİ AKSEKİ

MERHUM DİYANET İŞLERİ REİSİ AHMET HAMDİ AKSEKİ

(1887 — 1951)

Veli ERTAN

Ahmet Hamdi Akseki, Cumhuriyet devrinin Üçüncü Diyanet işleri Reisi olup, yazmış olduğu dînî, İçtimâi ve ahlâkî eserleri ile İslâm âleminde tanınmış değerli din âlim­ler indendir. Muharrir, müdekkik ve mütefekkir bir zattır.

1887 tarihinde Akseki’nin Güze Uy Nahiyesinde doğmuştur. Nahiye câmiİnin İmam- Hatibİ bulunan Mahmud Efendi isminde bir zâtın oğludur. Annesi de aslen Guzelsu’lu olan Cafer oğlu Mehmet AIİ adında bir zâtın kızı olan Hatice Hanımdır.

Ahmet Hamdi Akseki henüz 12 yaşında bulunduğu sırada kendisinden küçük bir kız kardeşi ile annesinden öksüz kalmıştır. •

Kur’ân-ı Kerîm’İ babasından ve Hatip Ali Efendi’den, tecvîdi de Sûfi İbrahim Efendi adında bir zattan öğrenmiş, Arapça, Sarf ve Nahiv derslerinin me bâd İsini de nâhiyede bulunan Mecidiye Medresesinde müderris Abdurrahman Efendi’den tahsil etmiştir.

Bu suretle ilk tahsilini memleketi olan Güzel su’da bitirdikten sonra, Ödemiş’e gitmiş, orada 3 sene’ kadar Gerçekli Umâil Hasip ve Aksekilİ Hacı Mustafa Efendilerden Arapça, Farsça, Fıkıh ve İslâm İ’tİkadına dâir dersler okumuştur. Tahsil müddetince iâşe ve ibâte- sini ancak haftanın tatil günlerinde mühür kazımakla te’mîn etmiştir. Memleketinde İken öğrendiği tâlik yazısını da epeyce geliştirmiştir. Mühür hâk etmeyi ilk defa hocası Ab­durrahman Efendi’den öğrenmiştir.

Ödemiş’te yaptığı tahsilden sonra İstanbul’a gelmiş ve meşhur Fâtih dersiamların­dan Bayındırlı Mehmet Şükrü Efendi’nln derslerine devamla İcâzet almıştır.

. İmtihanla girdiği Dâru’l-Fünûn Ulûm-u Âlİye-İ Diniye Fakültesine müdâvim bulun­duğu sıralarda mezkûr Fakültenin lâğvı üzerine bu defa Dâru’l-Hilâfeti’l-Âliye Medrese­sinin Âlî kısmına naklolunmuş ve burada tahsilini İkmâl ettikten sonra Medresetü’l- Mütehassisîn’in Felsefe, Kelâm ve Tasavvuf şubesine girmiştir. Muvaffakiyetle tahsilini tamamlamış,,doktorasını yapmış, İstanbul ruûs imtihânını da kazanmak sûretiyle dersiâm olmuştur. Merhumun matbuat sâ hasında ki çalışmaları da tetkike şayandır. 1908 sene­sinden i’tibâren yazı sahasına atılmış ve o zaman çıkmakta olan Sebilürreşad mecmua­sının en önemli muharrirleri arasına girmiştir. Bu mecmuada yazmış olduğu dîni, içtimâi, ahlâkî ve felsefî makalelerin blı- kısmı Beyrut ve Mısır gazeteleri tarafından İktibas olunmuştur.

ilk eserini henüz Dâru’E-Fünûn’da talebeliği sırasında Muhammed Reşit Rızâ el-Hü- seyni’den dilimize çevirdiği "Mezâhîbin telfîkl ve İslâm’ın bir noktaya cem’i" adındaki değerli ve olgun tercemesi ile hocalarının teveccühünü kazanmıştır. Hafta üstâdı İzmirli İsmâil Hakkı’nın bu eser hakkındaki ihtisaslarını şu tarzda tebârüz ettirmiştir:

"Dâru’l-Fünûn’un müdaviminden Aksekilİ Ahmet Hamdİ Efendi’nln bu eserini seve seve okudum." dedikten sonra yazısına devamla, "Boş vaktini kütüphanelerde, mütâlâa- hân elerde imrâr eden bu genç âlim bu sa’yi, bu tetebbuu mütâlâası sayesinde âtide en büyük âlimler sırasına geçecektir," demekle merhumun ilmî kudretini ifâdeye çalışmıştır.

Sonradan Süleymâniye’ye tahvil edilen Medresetü’l-Mütehassisîn’in son sınıfında bu­lunduğu sırada Şeyhu’l-İslâm Mustafa Hayrİ Efendİ’nin tensibiyle, hocası İzmirli İsmâil Hakkı’nın himmetiyle Heybeliada’da Mekteb-İ Bahri ye-İ Şahine’ye din dersleri, din fel­sefesi ve ahlâk dersleri muallimliğine tayin olunmuştur, 1916 târihinde de bu vazifesi­ne mümtaz olarak Medresetü’l-İrşâd Târih, Felsefe, yine aynı sene içinde Dâru’l-HIlâfe

Medresesi Felsefe dersleri uhdesine verilmiştir. 1918’de felsefe derslerinin kaİdırıİması üzertne içtimâ! ilimler müderrisliğine tâyin edilmiştir. Mekteb-Î Bahriye-İ Şâhâne’de din derslerini eskilerin takip ettiği sıkıcı bir usûlle değil, yepyeni bir tarzda derslerine baş­lamış, mektebin müdür ve muallimlerinin arasında mümtaz bir mevki ihraz etmiş, bu suretle aydın gençlerin ahlâkı ve rûhu üzerinde derin tesirler yapmağa muvaffak ol­muştur. Gençlerin vicdanlarındaki din duygusunun samimiyet içinde inkişâfına vesile olmuş, gönülden çalışmış ve öğrencileri arasında da üstün bir saygıya mazhar olmuştur.

Merhum Ahmet Hamdi Akseki Heybelİada’da Mekteb-i Bahriye.i Şâhâne’de takrir etmiş olduğu derslerini "Dîni Dersler" nâmı altında üç kitap hâlinde toplamıştır.

Bİrtnci kitap birinci kısım zarûriyât-ı dîni yy e, İ’tİkâd-ı İsi i mi yay i muhtevi ’16 ‘ders­ten ibarettir. ’

Birinci kitap ikinci kısım ise, ibâdet ve hİkmet-î şer’iyye ve mesâlih-i îçtlmâlyye- sini muhtevi 21 dersten müteşekkildir.

Bu eserin üçüncü kısmı ise, 4 dersten ibâret İslâm ahlâkını muhtevidir.

Üçüncü kitap birinci kısım, din hakkında mütâlâat-ı umûmlyye olup 16 derstir.

Dînî dersler nâmını taşıyan bu üç kitap Sebil ü’r-Reşâd K ütüp hân esi tarafından İki defa tab’ı yapılmış ve o zamanın umum mekteplerinde ve medreselerinde tedris edil­mesi Maârif ve Şer’¡ye vekâletlerince kabul edilmiştir. 8u sûretle bu ’ mühim eser mem­leketin her tarafında İrfan müesses el erinde tanınmış ve genç nesil üzerinde derin tesir­ler İcrâ etmiştir.

Merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin Balkan muhârebesinden önce Seb i i ü’r-Reşâd mecmuasının Bulgaristan ve Romanya muhabirliği de çok dikkate şayandır. Bulgarların şiddet ve tazyiklerine rağmen her türlü tehlikeyi gözönüne alan merhum üstad Bulga­ristan’ı dolaşmış , ve burada bulunan Müslümanları tenvir ve irşada çalışmıştır, Oradan mecmuaya gönderdiği "Bulgaristan Mektupları" serîsi mühim bir eser mâhiyetini taşı­maktadır. Bu yazılarında burada bulunan Müslümanların yaşayış tarzlarını ve Bulgarla­rın Müslümanlara yapmış oldukları zulüm ve .cefâları etraflıca izah etmiştir. Bilhassa son yazmış olduğu mektubunda Bulgarların muhakkak harbe gireceklerine dâir verdiği ma­lûmat ileriyi görebildiğini İfâde etmiştir. Miiiî mücâdele sırasındaki hizmeti de olduk­ça büyüktür. -

Millî, mücâdelenin başlaması üzerine İstanbul’daki vazifesini bırakmış, Anadolu’ya geçmiş ve 1922 târihinde Ankara Mekteb-i Sultânî ulûm-ı diniye muallimliğine tâyin olunmuştur. Bir taraftan da yazıları ile, va’z ve irşadlariyle halkı, dînî konferanslariyle de gençleri tenvir ve ikaza çalışmıştır.

1922 târihinde Ramazan ayı münâsebetiyle Ankara Dâru’l-Muallimîn konferans sa­lonunda dînî konferanslar vermiştir. Bilâhare konferanslarını "İslâm Dîni fıtrîdir" nâmı altında neşret m işti. Yine aynı târihlerde mülga B. M. Meclisi Hükümeti ve Umûr-i Şer’iyye ve Evkaf Vekâleti Tedrisat Müdür-i Umumîliği uhdesine verilmiştir. Bu vazîfeye başla­dıktan sonra âzâlıklara da yakın ve tahsil arkadaşlarından eski Diyânet İşleri Reisi Ha­şan Hüsnü Erdem’i ve diğer arJtadaşt Mustafa Sahib’f getirmişti.

Mülga Dâru’l-Hilâfe medreselerinin müfredat programlarının yeni baştan ele alınmış yeni metodlar dâhilinde tâdilini yaptırmıştır. Nizâmnâmesi de tümüyle gözden geçirilmiş, zamâmn ihtiyâcına göre hazırlanmıştı.

Merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin 1923 târihinde Medresetü’l-VâEzîn ve Dârü’l-Hİ- lâfa Medreseleri hakkında zamânın Şer’İye ve Evkaf Vekiline takdim etmiş olduğu lâyi­hası cidden tedkike şayandır. Bu lâyihalar üzerine Anadolu Dâru’l-HIlâfeleri için Evkaf­tan o zaman 60.000 lira alınmış, kısa bir zaman içinde medreseler ıslâh edilmiş ve İyem­den programlar tanzim edilmiştir. Dâru’l-Hilâfe medreselerinin sayıst 13’ten 38’© yüksel­miştir. .

Atatürk 5 Şubat 1923’t* Konya’ya geldikleri sırada Dârü’l-HIlâfe Medresesini tefti; et m ¡t, Fransızca, Hadis, Fıkıh, Kelim, Coğrafya derslerinde bulunmuş ve talebelerle uzun uzadıya meşgul olmuşlardır. Medreseden ayrılırken şöyle demişlerdir:

"Memnuniyetle görüyorum ki, tedris ve tederrüs cidden ha k İka t-1 dıniyye dâiresi fi­dedir. İnşallah memleketimizi ve miIIetimizi İhyâ edecek asrî ve hakikî ulemâ fazilet* kâr müderrislerimiz sâyeslnde siz olacaksınız. Kıymetli ve hakîki ulemâmızın mevkii yük* sektir. Ulemâmızın ve erb&b-ı ilim v* İrfânımızın hizmeti ve İrşatları ile inşallah İbn.i Rüşd’ler, ibn-i Sinâ’lar, Fârlbî’ier, İmam Gazllî’ler milletimizin içinden çıkacak ve bu asrın tekâmülâtiyle mücehhez alarak Ihyâ-yı hakîkat-ı dîniyye eyliyeceklerdir. Ak sek i ti Ahmet Hamdİ Efendi’yi tebrik ve kendisine teşekkür ederim"1.

UmOr-İ Şer’lyye ve Evkaf Vekâleti’nin lâğvı üzerine merhum Ahmed Hamdi Akseki Tedrisat Müdür-i Umumiliğinden İstanbul İlâhiyat Fakültesi Hadîs ve Târİh-i Hadis Mü* derristlğlne, sonra da Dİyânet İşleri Reisl’ntn talep ve tensibiyle Dİyânet İşleri Heyet-i Müşâvere Azâlığına tâyin olunmuştur.

Heyet-l Müşâvere Azâlığında İken, vaktiyle Mekteb-i Bahriye-i Şâhâne’de takrir et­miş olduğu Dinî Dersler İkinci Kitabı olması lâzım gelen notlarını bu defa "Ahlâk Ders* leri" nâmiyle Dİyânet İşleri Reisliği neşriyatı meyânında çıkarmıştır.

"Askere Din Dersleri", "Köylüye Din Dersleri", "Ve’l-Asrİ Sûresinin Tefsiri”, "Pey­gamberimiz Hz. Muhammed A.S. ve Müslümanlık", "Peygamberimiz’in Vecîzelerî" ve "Yeni Hutbelerim" adlarındaki eserlerini neşretmiştir. _

Merhum Üstad 1939 târihinde Dİyânet İşleri Reisi Rıfat Hoca’nm tasvip ve tenzih­leriyle Reis Muâvinliğine getirilmiştir. Bu zamanda 656 sayfa tutan "İslâm Fıtrî, Tabiî ve Umûmi Bİr Dindir" adındaki hazırlamış olduğu dört ciltlik muazzam eserinin birinci cildini ve 4 kitap hdlİnd« "Yavrularımıza Din Dersteri"rıl yazmıştır.

Ahmed Hamdi Akseki 1947 yılında Dİyânet İşleri Reisliğine tâyin olunmuştur. Reisliği zamânında da "İslâm Dîni" adlı eserini —ki, İ’tikat, İbâdet ve ahlâk mevzûlarını hâvi­dir—, öğretmen ve öğrencilere yardımcı açıklamalı din dersleri birinci ve ikinci kitabı ve namaz sürelerinin Türkçe tercüme ve tefsîri’nl yazmıştır.

Merhûmun din’ tedrisâtı ve din müesseseler! hakkında zamânın Başvekiline vermiş olduğu rapor tedkîke şâyandır, aynt zamanda bir eser mâhiyetindedir.

10 Aralık 1950 târihinde Kore şehitleri için İstanbul’da SüleymSntye Camiinde oku­tulan muazzam târihî mevlidde mühim bir hİtâbede bulunmuştur. Bu hitabe şöyle baş- “ lamak tadır:

"Aziz cemâat;

Bugün okunacak mevtld ve hatimler Kore şehitlerinin ruhların* ta’zlz, mü bâr ek ve kahraman gazilerimizi tebcil için bu muhteşem mâbedde toplanmış bulunuyoruz. Uzak­tan ve yakından binlerce din kardeşlerimiz ve vatandaşlarımız da buraya gelmiş bulun­maktadır." sözü ite başlayıp, devamla: "Allâh’ın son Peygamberi Hazret-i Muhammed (S.A.V.) tonüç sene Mekke’de, on sene Medine’de bâtıl bir zulüm, istibdatla küfür ve şirk ile beşer rûhunu tezlîl eden her türlü hurafelerle savaşmıştı. Bu yirmiüç sene için­de şirkin, bâtılın müthiş savletleri olmuşsa da sonunda hak bâtıla, İman küfre galebe etmiştir. Bütün bunlar. Onun Allâh’a olan İmânı, mümtaz vasıflarından olan şecâat, ce- sâret, kahramanlık, sarsılmaz azim, kuvvetli irâde, kat’î hürriyetle olmuştur.

Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (S.A.V.) yüksek bir mefkûre, hak bir da’vâ uğ­runda, Allah yolunda yürürken Arabistan çölünün her zerresi onu yolundan alıkoymak İÇİn karşısına bir dağ gibi dikilmiş, fakat bütün dağlar Onun sarsılmaz azmi, kuvvetli irâdesi karşısında erimişti, öbür taraftan sulh, barış ve İnsânİyet dîni olan Müslüman­lığı bütün beşeriyete tebliğ ederken diğer taraftan da hurifeleri İnsanların kalbinden

(1) Şubat 1341 târihli, 771 numaralı Hâkîmİyet-i Milliye gazetesi.

söküp atmağa çalışıyordu. Bu yoldaki azim, sabır, sebat, çevresindekilere her zaman bitmek tükenmek bilmeyen bir kuvvet, bir azim ve irâde kaynağı olmuştur.

Muhterem cemâat!

İşte biz de, Peygamberimizin izinde yürümek ve dâimâ Onun İzinden ayrılmaya­cağımıza azmetmiş bir milletiz. Biz Türk ve Müslümânız. Türklük ve Müslümanlık gibi İki vasfı nefsinde cem’etmiş bulunan bir millet elbette hârikalar vücûde getirecektir.

Kore’de bulunan bir avuç askerimizin üstün kuvvetlerle nasıl çarpıştıklarını ve insan kuvveti dışında neler yaptıklarını, yabancı matbuat yaza yaza bitiremiyorlar. Bilmeyenler varsa bilsinler ki; bu, bizim için çok tabiîdir.

Onbeş bin kahraman ile 300 bin düşmana saldıran, "Nefsimi Allah yolunda fedâ edip ecir beklİyeceğim. Şehit olmak saâdetİne erişebilirsem bu toz yığınından teşekkül eden kabrim Cennettedir. Eğer galip olursam, ne bahtiyarım ki, bugünün dünden hayırlı olarak geceye girmiş olurum." dtyen Alp Arslan’daki kan ve ruh da İşte bu ruhtur.

Şanlı târihimizde ’Sırp Sındığı’ diye ün almış olan muazzam hâdise cihânın malû­mudur. Tuğyân edip taşmış bir sel gibi Meriç ovasını kaplayan yüz bin kişilik bir düş­man ordusuna dört bin süvari ile karşı çıkan kahraman komutan Hacı II Bay, bire yir­miden de fazla olan bu üstün kuvvet karşısında yılgınlık göstermeden geceleyin düşü­nüp hemen tatbîke geçtiği bir plânla bu muntazam ordunun her tarafından tâ arş-ı âlâ’ya yükselen ’Allah Allah’ sadâlariyle birden hücûma geçmiş ve birkaç saat içinde,

o muazzam ve mağrur ordudan leşlerle çadırlardan başka blrşey kalmamıştır.

Kalbini Allah’ına bağlamış dinli, imanlı ve itâatlı olan bu kahramanlara karşı koy­mak isteyenler, kılıçtan; davranıp kaçabilenler de Meriç’ten geçmişlerdi. Hacı İl Bay bu muazzam kuvvet karşısında geri dönmeyi aklına bile getirmedi. Çünkü düşmanı çok görüp de kaçmak, T ürk I erin mertlik şiârına ve Müslümanlığın emirlerine uygun değildi. .

Bir misâl daha: Birinci Cihan Harbinde Bağdat cephesinde Yüzbaşı Muzaffer Bey, üstün düşman kuvvetleriyle savaşırken yaralanıp düşüyor. Artık Muzaffer Bey son ne­feslerini yaşıyor ve konuşamıyor. Bu anda cebinden bir zarf çıkarıp kanı ile bir tarafına yazryor: ’Kıble ne tarafta?’ Kahraman erler bununla ne demek istediğini anlayarak he. men kıbleye çeviriyorlar. Bundan sonra zarfın öbür tarafına yazıyor: ’Bölük, savaştan vtlmasın, intikamımı alsın.’ Altına da: ’Eşhedü en lâ i 13he illâ’llah ve eşhedü enne Mu- hammeden Abdühû ve Resûtühû’ kelime-i şah âdetini yazıyor ve rûhunu Allâh’a teslim ediyor.

Bu gibi misâlleri çoğaltmaya vaktimiz müsâif değildir. Uzaklara gitmeğe ne hâcet: Otuz sene evvel korkunç bir haksızlığa şâhît olmadık mı?

O zaman da bâtıl hakka savlet etmiş, durup dururken mukaddes yurdumuza düş­man hücûm etmiş, haksızın bu savleti bütün şiddetiyle ilerlemiş, önüne gelen mukad- desâtı zâlimlere has bir şekilde tahrip etmiş, kirli ayaklarını kalbgâhımıza kadar uzat­mıştı. Lâkin sonu ne oldu? Ne olacak: Tam bir azim ve irâde ile ’Allah Allah!’ diyerek süngüsünü takan, silâha sarılan kahraman mîlletimizin karşısına çıkmak isteyenler kılıç­tan geçirilmiş, kaçmakla kurtuluruz sananlar da denize dökülmüştür. Bunlar bizim .için her vakit ve dâimâ olacak bir şeydir. ■

Bu azîz millete dokunmağa gelmez. Hele onun vatanına, onun hürriyetine, onun mukaddesâtına kem gözle bakanlar, bunlara karşı kötü bir fikir besleyenler varsa, onlara şu muazzam ve muhteşem mâbedin kürsüsünden ihtar edelim ki: Böyle bir şeyi hayâl­lerinden dahî silsinler, yoksa evvelkilerin yuvarlandığı Gayyâ kuyusunun dibîni bulurlar."

"Aziz cemâat, muhterem dinleyicilerim!" hltâbından sonra devamla:

"Şurasını da hatırdan çıkarmamak lâzımdır ki; asker harbe, ölmek için değil, öldür­mek için girer. Ve öldürürken kendisi de ölürse şehit düşer. Eğer bu niyetle beklerken de ölse yine şehittir.

55

Muhterem cemâat!

ŞImdİ siz« şehitliğin nasıl bir türbe olduğundan bahsetmek İsterim. Fakat buna dilr ne söylersem yine onu anlatmış olamıyacağım. Onu hakkiyle anlayıp anlatabilmek için şehidin yükseldiği bu mertebeye çıkmış olmak lâzımdır. Şehitlik, Peygamberlik merte­besinden sonra gelen bir mertebedir. Bunun en güzel, en doğru ifâdesini yine Kur’ân-ı Kerîm’de bulabileceğiz.

Cenâb-ı Hak, Kur’ân’da şöyle buyuruyor: ’Hak uğrunda, Allah yolunda öldürülenler tçln sakın ölü demeyiniz. Onlar ölü değil, diridirler. Lâkin o yüksek hayâtın farkında de­ğilsiniz/

Evet; onlar yaşayan ve Allah yanında istedikleri saâdeti bulan, bize göre ululardır. Ne mutlu böyle bir ölüme! Peygamber Efendimiz de şehitliğin ne yüksek bir mertebe olduğunu şu mübârek sözleriyle anlatmışlardır:

’Ne olaydı hak yolunda, Allah yolunda şehit olaydım, tekrar dirilip tekrar şehîd olsaydım.’ Şehidin bütün günahları mağfurdur. Hısım ve akrabâsından yetmiş kişiye şefâat edecektir. Allah cümlemizi onların şefâatına nâil eylesin.

Şehitliğin bu derece yüksek bir mertebe olduğunu bilen İstiklâl Marşı şâiri rahmetli Mehmet Âkif, şehide hitaben; şehide karşı ne yapılsa az geleceğini, çok yüksek bir be Ilgat! e İfâde ettikten sonra şöyle der:

’Ey şehîd oğlu şehîd, İsteme benden makber

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.’

Allah ve Peygamber yanında rütbesi bu kadar yüksek olan şehidin rûhu hatimlerle, mevtidlerle, fâtihalarla ta’zîz olunmaz mı?

Hak yolunda, Allah yolunda savaşan böyle kahraman bir ordu tebcil ve gazâst teb­rik olunmaz mı? İşte bunun için toplanmış bulunuyoruz."- cümlesiyle hitabesini bitir­miştir. -

Ahmed Hamdi Akseki İstanbul’da Süleymânlye Câmli Şerifinde vermiş olduğu hi- tâbeden henüz bir ay geçmeden vazifesi başında aniden rahatsızlanmış ve derhal Nü- mûne Hastahânesine kaldırılmıştır. Nihayet hastahânede üç gün yattıktan sonra 9 Ocak 1951 târihinde Allâh’ın rahmetine kavuşmuştur.

Merhum üstâdın basılmış ve basılmamış olmak üzere 70’İ mütecâvİz eseri vardır. Yukarıda zikredilen eserlerinden başka basılmış ve basılmamış eserlerinden başlıcaları şunlardır:

1 — Hâtemü’l-Enbiyâ Hakkında En Çirkin bir İsnâdın Reddiyesi

2 — İmâm-ı Gazâlt’nİn Ruh Nazariye si

3 — Akâid-i İslâmtyye

4 — Ölüm Nedir?

5 — İbn-i Sînâ Felsefesi .

6 — İhlâs Tefsiri

7 — îman ve irâd« Kudreti

■ 8 — Terâvih Namazı

9 — İslâm’da Resim ve Suretin Mâhiyeti

10 — İslâm’da Ahlâk Umdeleri .

11 — Tâcü’l-Arus Tercümesi

12 — Kur’ân-ı Kerîm ve Radyo-Gromofon

13 — Tayyare ve Kuvvet

14 — Namaz ve Kur’ân

15 — İslâm’da Ahlâkın Mâhiyeti

(2) Veli Ertan; Ahmed Hamdi Akseki’nin Hayâtı, Eserleri ve Tesirleri, S. 80-84.

56

16 — Medeni Dünyânın Dîne Dönüşü f7 — Kudret-Î İlâhİyye

IS — Bilinmesi Elzem Olan Hakikatler 19 — İrâde-i Cüz’jyye vs. eserleri gibi.

Merhûmun 3000 cilde yakın bir kitaplığı vardır. 6u kitaplık vârisleri tarafından Di­yanet İşleri Reisliğine satılmıştır. Orada çelik dolaplar içinde topluca muhafaza olunmak­ta ve faydalanılmaktadır.

Merhum Ahmed Hartıdi Akseki büyük bir din âlimidir. Fazilet, ferâgat, ahlâk ve seciye sâhİbİ mümtaz bir şahsiyettir. Şarkın ilim ve felsefesi kadar garbın da kültür ve felsefesinin birçok taraflarını benimsemiş, bundan dolayı da birçok yerti ve yabancı ansiklopedilerde biyografisi yazılmıştır.

Mefhûmun en büyük düşüncesi, Müslümanlık her türlü terakki ve tekâmülü emre­den bir din olduğu halde niçin Müslümanların geri kaldığı mes’elesi olmuştur. İşte bu­nun içindir ki, merhum, Müslümanları dinleriyle mütenâsip olarak bir terakkiye ve te­kâmüle ulaştırmanın yollarını araştırmış ve bu nokta ile hayli uğraşmıştır. İslâm Dininin ebedi ve umûmî olduğunu ve bütün beşeriyetin dîni bulunduğunu müdâfaa etmiş ve dünyâ milletlerinin ıstıraptan kurtulabilmesini ancak bütün peygamberlerin de dinî otan Ulâm’a dönmekle mümkün olabileceğini delilleriyle ayrı ayrı isbat ve izah etmiştir.

Merhum, beşerin terakki yat-t ilmiye sâ hasında atmakta olduğu her hatve edyân-ı sâ i reden tebâud, fakat bizim fıtrî olan dînimize bir tekarübdür, tezini müdâfaa etmiştir. İş nihayet oraya varacak ki İslâm’ın fıtri ve İlâhî bir din olduğu bütün âlimler tara­fından İkrar .edilecektir. Yazmış olduğu bir eserinde hükmün gerçekleşmede olduğunu, "Medenî dünyânın dîne dönüşü’’ adlı diğer bir eserinde de, İslâm ulemâsı içinde ilk defa bugünkü Avrupa’nın (stâm’a dönüş hakkında gösterdiği tahkik ve tetkik neticesi, Almanya ve Amerika’da Müslüman olan ilim ve fert adamlarının gün be-gün artması ile neticenin o hükme muvâfık bir hal alacağı kanâatini izhar etmek suretiyle teferrüd etmiş bir şahsiyettir.

Merhûmun sözü tesirli olduğu kadar kalemi de kuvvetlidir. Üslûbu gâyet sâdedir. En çetin mevzûları en açık bir şekilde yazmağa muktedirdir. Geniş görüşlü faklh bir din âlimi idi. Bulunduğu mevkiin şerefini dâimâ muhafaza etmiş, âmirlerinin te’sîrlnden uzak kalmıştır. Mesleğinde samîmiydi, müfevâzî ve olgundu. Dâimâ Aiiâh’a bağlı kalmış ve îmânından asla fedakârlık yapmamıştır. Vatanperverdi, yakınlarına düşkündü, memleke­tine bağlı İdi. Halkı çalışmaya teşvîk ederdi. İyilik yapmayı severdi, ilmiyle ve temiz giyinmesiyle herkesin sevgi ve saygısını kazanmıştı. ,

Merhum Arapça, Farsça, İngilizce bilirdi.

BİBLİYOGRAFYA:

1 — Kendi el yazısı ile yazmış ofdıjğu tercüme-i hâli,

2 — Sebîlü’r-Reşad mecmuasında neşredilen hal tercümesi,

3 — Diyânet İşleri Reisi Merhum Ahmed Hamdİ Akseki’nin Hayâtı, Eserleri ve Tesirleri

(Veli Ertan).

4 — Yakın arkadaşlarından emekli Diyânet İşleri Reisi H. Hüsnü Erdem’den alman notlar.

5 — Oğlu Cevat Akseki’den alman özel notlar,

6 — Ve dînî müesseseler hakkında bir rapor (Başvekâlet’e takdim olunmuştur),

7 —Türkiye Anıt/ar Derneği İstanbul ŞObesi bülteninde Kore şehitleri için İstanbul Sü-

leymâniye Câmünde îrad buyurdukları târihî hîtâbe (Derleyen: Ali Rıza Cansu).

8 — Hâkimİyet-i Milliye, 5 Şubat 1341 târih ve 771 sayılı günlük gazete.

9 — H. 1366 (M. 1947) yılı Ramazân-ı Şerîf münâsebetiyle dînî bir konuşma (Diyânet

işleri Başkanlığı yayınlarından), 1947 Ankara, Sakarya Basımevi.

10 — Sicil dosyası (Diyânet İşleri Başkanlığı).