Makale

HADÎS-İ ŞERİFLERE GÖRE MÜ'MİN

HADÎS-İ ŞERİFLERE GÖRE MÜ’MİN

— II —

Osman KESKİOĞLU

Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

(88-89 uncu sayıdan devam)

8 – (…)

Tercemesi:

Abdullâh b. Ömer (R.A.) Hazretlerinin rivayet ettiği bu Hadîs-i Şerîfte Peygamber Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Mü’mîn sırf menfaattir, her yandan faydalıdır: Onunla berâber yü­rürsen sana faydalı olur, ona danışsan sana fayda verir. Onunla ortaklık yapsan sana faydası dokunur; onun her işi faydadır."

Resûl-i Ekrem, mü’minî işte böyle târif ediyorlar. Mü’mîn dâimâ fayda­lıdır; herkese yararlı olmaya çalışır, çevresindekilere faydası dokunur. Yol­culuk yapsan sana iyi bir yol arkadaşı olur. Yolda kılavuzluk eder, emin yolu gösterir. Bir şeye ihtiyâcın olursa, hemen yardıma koşar. Ona bir şey danışsan sana iyi olanı söyler, güzel öğüt verir. Seni şaşırtmaz, kötülüğe sürüklemez, çıkmaza sokmaz, çamura atıp seyre bakmaz. Aklının erdiği ka­dar iyi olanı gösterir, Müşâvereden maksat zâten budur. Danışmak, her bakıma faydalıdır. Danışan dağları aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış, derler. Ortaklığa gelince: Mü’mîn emindir, ortağına aslâ hıyânet etmez, hile yapıp aldatmaz, dalavere yoluna sapmaz, ortağına faydalı olur, işte mü’minin hâli budur. Cemiyyette birbirinin kuyusunu kazanlar, ortağını batırmağa bakanlar, birbirinin aleyhinde çalışanlar bu Hadîs-i Şerîfi oku­sunlar da kendilerinin durumunu anlasınlar. Bir şâirimizin dediği gibi:

"Adem olanın hayr olur âdemlere kasdı,

İnsanlığa insanda budur işte delâlet."

Tercemesi:

Hazret-i Câbir’in rivayet ettiği bu Hadîs-i Şerîfte Peygamberimiz şöyle buyuruyorlar:

"Mü’min ülfet eder, iyi geçinir. Başkasiyle ülfet etmeyen, geçimsiz olan kimsede hayır yoktur. İnsanların en hayırlısı, insanlara en faydalı olanıdır."

Mü’minin vasıflarından biri de iyi huylu, uysal olmaktır. İyi geçinmek, güzel ahlâkla olur. Geçimsiz ve huysuz kimselerden hayır gelmez ve beklenmez. O gibilerden herkes nefret eder. Çünkü onların îmânı zayıftır, imanları kuvvetli olsa, ahlakları güzel olurdu. Güzel ahlâkın icâbına uyar­lardı, insanlarla güzel geçinirlerdi, Hazret-i Peygamber’i kendilerine örnek tutarlardı. Muâşeret âdabına göre hareket ederler, beşerî münâsebet kai­delerine riâyet eylerlerdi. İnsanlara güleryüz gösterirler, tatlı söz söylerler, geçimli ve sevimli olurlardı. Yanlış bir davranışta bulununca özür dilerler, gönül alırlar, fazilet sahibi olurlardı. İşte cemiyeti bu ruh ayakta tutar. Millet bu gibi hayırlı kişiler sâyesînde mutlu olur. Yoksa huysuz, geçimsiz kişiler içinde yaşamak azaptır. Bu gibilerin şerrinden Allah korusun.

Tercemesi:

Enes b. Mâlik (R.A.) fen rivâyet olunan bu Hadîs-i Şerîfte Hazret-i Peygamber buyuruyorlar ki:

"Mü’min çok akıllı, zeki ve ihtiyatlı olur."

Burada sayılan vasıflar ne güzeldir, bunlar mü’mine ne kadar iyi ya­raşan şeylerdir. Mü’min akıllıdır. Her işte akıllı davranır. Bir şeyin gereğini düşünür, öyle yapar. Her şeyi ölçülüdür. Dünyâsı için âhiretini, âhireti için dünyâsını yıkıp harâb etmez. Aklının ışığı, îmânının nuru onu aydınlatır. Akıllıca hareket eder, ihtiyatlı davranır. Korunmasını bilir. Aptalca iş tut­maz, deli-dolu hareket etmez. Gaflete düşmez, gâfıl avlanmaz, faka bas­maz, tuzağa düşmez, gaf yapmaz. Söyleyeceğini, yapacağını bilir. Hakîmâne davranır, temkinli, ihtiyatlı hareketi elden bırakmaz.

Tercemesi:

Abdullah b. Ömer (R.A.) den rivayet olunan bu Hadîs-i Şerîfte Resûl-i Ekrem (S.A.S.) buyuruyorlar ki:

"İnsanların arasına karışıp onların ezasına katlanan mü’mîn, insanların arasına katılmayıp onların verdikleri eziyyete katlanmayan mü’mînden da­ha hayırlıdır.”

İnsan medeni tabiatlı bir varlıktır. Toplu halde, insanlarla bir arada yaşamak zorundadır. Bir köşeye çekilip insanlardan uzak dağ başında tek başına yaşayamaz, yaşasa da rahat edemez. Bu cemiyyette doğmuş bir ferd olarak, hayâtın içine gireceksin, çeşitli insanlarla karşılaşacaksın, hayâtın potasında eriyeceksin, dünyâda pişeceksin. İşte o zaman olgunlaşmış olur­sun. İmtihânı kazanıp ahlâkın yükselir. İrâden çelikleşir. İnsanlardan kaça­rak tek başına, kendi için yaşamak olamaz. İslâm’da ruhbanlık yoktur, in­sanların içine girerek onların sevinçleriyle sevinmek, elemlerinden acı duy­mak lâzımdır. Hayat ve insanlık budur. Kendi kabuğuna çekilip yalnız ken­di için yaşama, hayat bu değildir.

Tercemesi:

Câbir (R.A.) Hazretlerinin Peygamber Efendimiz’den rivayet ettiği bu Hadîs-i Şerîfte buyuruluyor ki:

"Mü’min, mü’minin kardeşidir, hiçbir halde ona nasihati bırakmaz, her hususta onun hayrına çalışır."

Mü’minlerin, birbirinin kardeşi oldukları şüphesizdir. Öyleyse birbirle­rine kardeş muamelesi yapmaları gerekir. Nasihat, iyiliğini istemek, hayrı­na çalışmak demektir. Doğruyu göstermek, İrşâd etmek sûretiyle bu yapıl­mış olur. Bunu yaparken dikkat edilecek bir husus vardır ki, o da gönlünü kırmadan, incitmeden yapmaktır. Mü’mînler arasındaki kardeşliğin en bü­yük örneğini Hazret-i Peygamber, Mekke’den Medine’ye hicrette vermiş­lerdir. Medine’li yerlilerle Mekke’den gelen Muhâcirler arasında gâyet sa­mîmi bir kardeşlik kurmuştur. Müslümanlar bundan ibret ve ders almalıdırlar.

Tercemesi:

Ebû Hüreyre (R,A.) Hazretlerinin rivayet ettiği bu Hadîs-i Şerîfte Pey­gamber Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

"Kâmil mü’min, Allah katında bâzı meleklerden daha şereflidir." Meleklerde kötülük arzusu yoktur, insanda ise hayır ve şer meyilleri birbiriyle çarpışma hâlindedir. Şeytan, nefs-i emmâre, onu azdırmak için çalışmaktadır. İmânın kuvvetiyle bunları yenip, nefsine hâkim olarak şer kuvvetini yere seren mü’min kişi, Allah nezdinde yüksek mertebelere yük­selir. İnsanlık hâli, yanılarak İşlediği hatâlardan tevbe edince, Allah bunları affeder. Hasan-ı Basrî; mü’min eğer hiç günah işlemeseydi melekût âle­minde uçardı, diyor.[1] Mü’min her hâlinde Allâh’ına dayanır ve güvenir. Zik­ri, fikri Allah’tır. Bu yolda devam ede ede vilâyet mertebesine ulaşır, er­mişlerden olur. İnsanın mevkii pek yüksektir. Bilhassa tasavvufta bu çok işlenmiştir, insana Âlem-i Asgar denilmiştir. Hazret-i Ali (Kerremallâhu veçhehu şöyle demiştir: (…)

“Sen kendini küçücük bir cisim mi sanırsın?

Halbuki sende büyük bir alem toplanmış, dürülmüştür.”

İnsanın bu değeri Allah’ına kulluk etmesinden gelir.

(…) “Allah katında en şerefli olanınız, en müttakî olanınızdır." (Hücûrât: 13).

İnsan, İlâhî emânetleri üzerine almıştır. Ve bu sâyede yüksek mertebe kazanmıştır: (…)

"Biz âdem-oğullarını mükerrem kıldık."

Şeyh Galîb, meşhur Terci-i Bend’inde bu husûsu şöyle ifâde eder:

"Ademe muttasıl ol, tâ ki cüdâ olmayasın.

Secdeler eyle ki, merdûd-i Hudâ olmayasın.

Hoşça bak zâtına kim, zübde-i âlemsin sen,

Merdüm-i dîde-î ekvân olan âdemsin sen."

İnsanın bu kadr ü kıymeti, şeref ve mertebesi, Hâlık’ına kulluğunu îfâ etmesinden doğar, öyleyse insan bu gerçeği düşünüp Ulu Yaradan’a kul­luğunda kusur etmemeli. Aksi halde, hayvanlık derekesine İner, öyleyse davranışlarını buna göre ayarlaması gereklidir. İslâm şâiri merhum Akif, bu gerçeği (insan) başlıklı şi’rinde gâyet canlı bir şekilde ifâde eder. Sö­zümüzü oradan birkaç beytle bitirelim:

"Meleklerden büyük, hem çok büyük tebcile mazharsın,

Tekâlifin emânet-gâhısın, bir başka cevhersin.

Senin bir nüsha-i kübrâ-yı hilkat olduğun elbet.

Tecellî etti artık; dur, düşün öyleyse bir hükmet:

Nasıl olmak gerektir şimdi ef’âlin ki, hem-pâyen

Behâyim olmasın, kadrin melâikten muazzezken”



[1] Abdurraüf Münâvî, Feyzu’l-Kadir Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, c. VI, s. 256.