KUR’AN-I KERÎM’İ, TECVİD KAİDELERİNE RİÂYET EDEREK OKUMAK
Demirhan ÜNLÜ
A. Ü. İlâhiyat Fakültesi
Kur’ân-ı Kerîm Okutmanı
Allah’ımızın, Hz. Muhammed sallâ’llâhu aleyhi ve sellem vâsıtasıyla gönderdiği ve bize, anlayarak hayâtımızın her safhasında talbîkitini emrettiği Kur’ân-ı Kerîm’i kırâat etmek yâni okumak, apayrı bir özellik arzeder. Bu okuyuş, herkesin istediği ve kolayına geldiği şekilde bir okuyuş dernek değildir. Kur’ân-ı Kerîm’i kırâat etmek, yâni okumak; bize bu konuda gerekli esasları öğreten tecvîd ilmine riâyet ederek okumak demektir. Bu ilmin konusu olan med harflerini, sebeb-i medd’i ve bütün med çeşitlerini, İdgâm, ihfâ, iklâb, izhâr, kalkale... gibi diğer kaideleri bilmek ve Kur’ân-ı Kerîm’i okurken göstermek ve tatbik etmektir.
Tecvîd ilminin konularına riâyet etmeyerek Kur’ân-ı Kerîm’i okumak. Cenâb-ı Allâh’ın El-Müzzemmil Sûresinde geçen[1] (…) âyetindeki emre uygun düşmez. Muhâlefet edilmiş olur. Bu âyet-i kerîme, "Kur’ân’ı açık açık, tane tane, tertîl ile oku." mânâsına gelmektedir.
Tertîl, aslında âhenk ve nizam olup Kur’ân’da her harfin hakkını vermek, belli etmek ve acele etmemek suretiyle okumaktır. Yâni, her harfi tilâvet etmektir.[2]
Hz. Ali Radiya’llahu anh’e (…) kavl-i kerimindeki tertîl’in manası sorulduğunda, (…) “=Tertil, durakların blnmesi ve harflerin tecvididir.” buyurmuştur.[3]
Kur’ân-ı Kerîm’i tertîl ile okumaktan maksat, tecvîd kaidelerine riâyet ederek okumak demektir. Tertîl ile okumayı, Allâhu Teâlâ emrettiğine göre tecvîd ile okumanın farz olduğu ortaya çıkmaktadır. Binâenaleyh; Kur’ân-ı Kerîm’i tertîl ile yâni tecvîd ile okumak farzdır. Bunu inkâr etmek de küfrü îcabettirir, yani bir kimse ‘Kur’an’da tertîl lâzım değildir’ dese inkarcı olur.
Burada şunu söylemek çok yerinde olur: Tecvîd ¡İmini bilmek Farz-ı tecvîd ile amel etmek her mükellef üzerine farz-ı ayındır.
Her harfin zâtından ayrılması mümkün olmayan sıfatlara sıfât-ı lâzime Kur’ân-ı Kerîmi lâhn-i hafî’den kurtaracak kadar tecvîd bilmek hususunda da bazıları vâcib, bâzıları da müstehabdır demişlerdir. Lâhn-i hafî (…) ise harfin kendisinden ayılması mümkün olabilen arızî sıfatların (sonradan herhangi bir sebeple kazanılan sıfatlar) değiştirilerek okunmasına denir.
Tecvîdin hükmü ile ilgili Cezerî’nin aşağıdaki beytini, Celâleddin Karakılıç Tecvîd İlmi adlı eserinde zikreder:
(…)
"Tecvîd kaidelerini öğrenmek Kur’ân okuyan herkese lâzımdır (farzdır).
Kur’ân’ı tecvîd ile okumayan bir kimse, âsim (günahkâr) olur.
Çünkü Kur’ân înd-i ilâhîden tecvîd ile nâzil oldu.
Ve bu Kur’ân da bize bu tecvîd ile beraber vâsıl oldu.[4]
Şeyh Cezerî, En-Neşr’inde Ebû Abdullâh Nasr bin Ali İbn-i Muhammed Eş-Şîrâzî’den şunu nakleder: "Kırâatta edanın güzelliği farzdır. Her okuyucu üzerine de hakkiyle Kur’ân-ı Kerîmi okumak, ’O’nu tecvidin kabûl etmediği lahin ve değişikliklerden korumak vâciptir." Cezerî devam ederek şu bilgiyi verir:
Bâzı âlimler, Kur’ân’da edinin güzelliğinin vücûbiyyetinde ihtilâf etmişlerdir, Bir kısmı; kırâatîn farz olduğu yerlerde mükellef üzerine lâfzın tecvîdi, harflerin hakkıyla okunması ve edanın güzelliği vaciptir, der. Bir kısmı da; kim ne maksatla okursa okusun Kur’ân’dan okuyacağı bir şeyi tecvîd üzere okuması vâciptir. Onda yapılacak değişiklik ve hatâya izin yoktur. Allah (C.C) (…) "(Onu her türlü) tenakuz ve ihtilâftan âzâde, dosdoğru, Arabça bir Kur’ân olarak (indirdik). Tâ kî (küfürden) sakınsınlar."[5] buyurdu, demektedirler.
Es-Seyyid eş-Şeyh Muhammed el-Mahmûd, Hidâyetü’l-Müstefîd fî Ahkâmi’t-Tecvîd adlı eserinde:
Tecvîd ilminde Şâri’in hükmü nedir? sorusuna şu cevâbı veriyor: "Tecvidin farz-ı kifâye oluşunda hilaf yoktur. Onunla amel etmek ise mükellef ve Müslüman olan her erkek ve kadına farz-ı ayındır".[6]
Bizlere, her konuda olduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’in kırâati konusunda da en güzel örnek teşkîl eden Hz. Peygamber (S.A.V.) e tabi’ olmak düşer. Peygamberimiz her işinde ve her sözünde Allâhu Teâlâ’nın emirlerine uyduğu gibi Kur’ân-ı Kerîm’i okuma hususunda da Allâh’ın emrine uymuştur. Kur’ân’ı tertîl üzere okumuş, Sahâbe-i Kirâm’a da aynı tarzı emir buyurmuştur.
Prof. M. Tayyip Okiç, "Hz. Peygamber’in, Kur’ân-ı Kerîm’i okuyuş tarzı tertîl idi. Esasen bu husustaki vahiy de öylece emretmektedir." der.[7]
Zeyd İbn-i Sâbit (R.A.) ten gelen rivâyete göre Peygamber sallâ’llâhu aleyhi ve sellem, (…) Muhakkak Allah (C.C.) Kur’ân’ı indirildiği gibi okumayı sever."[8] buyurmuştur. Allâhu Teâlâ’nın seveceği okuyuş tarzı şüphesiz "TERTÎL"dir.
Ya’lâ İbn-i Mâlîk’in ricâsı üzerine Hz. Peygamber’in kıraati hakkında Ümmü Seleme şunu söylemiştir: (…) “=Onun kırâati harf harf üzeredir.”
Hz. Peygamber (S.A.V.) Kur’ân-ı Kerîm’i okurken uzatmalara (medlere) bilhassa riâyet ederdi. Enes ibn-i Mâlik, Katâde’nin bir sorusuna, (…) Peygamber uzatılması îcâbeden harfleri uzatırdı." demiştir.[9]
Demek oluyor ki, Kur’ân-ı Kerîm’i kırâat ederken, yâni okurken, Hz. Peygamber’i örnek alacağız. O’nun riâyet ettiği TERTÎL esaslarına biz de riâyet edeceğiz.
Bu konuda Peygamberimiz’e uymak demek, bize kadar tevâtüren gelen Kırâat-ı Aşere dediğimiz on kıraati bilmektir. Şâyet bu mümkün değilse, yazılı veya sözlü olarak yine bize kadar aktarılan tecvîd esas ve kaidelerine vâkıf olarak Kur’ân’ı okumaktır.
Kıraat ilmi, diğer konularıyla beraber tecvîd ilmini de bünyesine alarak esaslarını incelemeye çalışır.
Tecvîd ilmi ise, ancak kendisini ilgilendiren kaideleriyle bir cüz olarak ktrâaf ilminden ayrılabilmektedir. Bu husus şöyle de ifade edilebilir: Tecvîd İlmi, kıraat ilminin bir dalı sayılabilirse de ehemmiyetine binâen ayrı bir ilim olarak mütalâa edilmiştir.
Her Müslümânın veya hassaten her hafızın kırâat ilmi ile uğraşması, onu tahsile çalışması mümkün olmayabilir. Fakat o ilmin bir parçası durumunda olan tecvîdi bilmesi şarttır. Hele müezzin, İmam, vâîz, müftü ve Kur’ân öğretmeni olmak niyetinde olanlar için tecvîdi öğrenmeleri (farz-ı ayn) durumundadır.
(…) kelimesi, (…) fiilinden mastardır. Lûgatta; bir şeyi güzel etmek, hoşça ve lâtîf bir şekilde yapmak demektir. Istılâhî bakımdan, mânâ i’tibâriyle birbirine yakın tarifler yapılmaktadır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
"Tecvîd: Zât ve sıfât haysîyyetiyle hurûfu hecâ’nın (hece harflerinin) ahvâlinden bahseden ilmü Kur’ân’dır (Kur’ân ilmidir)."[10]
Hafızlarımızın, anlaşılması kolay olması hasebiyle her zaman mürâcaat ettikleri Karabaş Tecvîdi’nde şu târîf yer almaktadır:
"O (tecvîd), harflere sıfâtın herbirinden lâzım gelen hakkım ve müstehakkını vermek ve herbir harfi aslına reddetmektir".[11]
(…) dan maksat harflerin lâzım sıfatlarıdır. (…) dan maksat ârızî sıfatlardır. (…) ise harflerin mahrecini ifâde etmektedir.
Bu târife göre tecvîdi öğrenen bir kimse tecvîdin mevzuu olan hece harflerine âit hakîkî sıfatlarını, ârızî (sonradan hâsıl olan) sıfatlarını ve mahreçlerini yerli yerince veren ve tatbik eden kimse durumuna girer.
Celâlettin Karakılıç, Birgivî’nin Dürrü Yetîm adlı eserinin birinci sahifesinden aldığı şu tarifi eserinde zikreder:
"Tecvîd; öyle bir meleke ve öyle bir kuvvettir ki, o kuvvet ve meleke ile insan, herbir harfe lâzım olan hakkını ve müstehakkını suhûletle vermeye kâdir olur."
(…) dan maksat sıfat-ı lazime; (…) dan maksat sıfat-ı arızadır.[12]
Diğer bir tecvîd kitabında ıstılâhî olarak şu târîf yapılmaktadır; Tecvîd, mahâric-i hurûfa (harflerin mahreçlerine) dikkatle her harfin hakkını vererek vasi, vâkıf, med, kasr gibi kavâid-i tilâvete (tilâvet kaidelerine) riâyet ederek Kur’ân-ı Azîmü’ş-Şârn güzel okumaktır.[13]
Hâfız Ahmed Ziyâüddin, Vesiletü’l-Gufrân (…) adlı eserinde şu tarife yer verir:
"Tecvîd: Kur’ân-ı Kerîm’i güzelce okumayı bildiren ilimdir. Kur’ân-ı Kerîm’i güzelce okumak, her bir harfin çıkacak yerini bilmek ve harflerin lâyık olan sıfât-ı lâzime ve ârızasını yâni tamâmen hakkını vermekle olur".[14]
Anlaşıldığı veçhile tecvîd ilminin tek gâyesi, Kur’ân-ı Kerîm’i güzelce okuyabilmek için lâzım gelen yolu göstermektir.
Esâsen Kur’ân-ı Kerîm’in tilâvetine dâir gerekli usûl ve kaideler tecvîd ilminde tafsilâtıyla gösterilmiştir. Bu usûllere göre her harfin tam kıymetini vermek (mahâricu’l-hurûf), yâni fonetik icaplara göre her harfi doğru bir şekilde telâffuz etmek ilk plânda gelir. Sesli harfleri lüzûmuna göre uzatmak (med), lâzım gelen yerlerde durmak (vakf), sesleri birbirine mezcetmek (idgâm) veya kesmek (sekte), titretmek (kalkale) ve ayırmak (izhâr) gibi mevzûları içine alan ve bu husustaki kaidelerden bahseden tecvîd ilminin asıl maksadı, Kelâmu’llâh’ı hatâsız okumayı te’mîn etmektir.[15]
Bu yüzden tecvîde tilâvetin süsü (hılyetü’t-tilâveh), kırâatın zîneti (zînetü’l-kırâat) denilmiştir. Tecvîd; harflerin hakkını vermek, onların mertebelerini düzenlemek, mahrecine ve asliyetîne reddetmek, yâni oturtmaktır.
Tecvîd’in vazifesini ve ehemmiyetini düşünebilen, bunun yanında kendi mes’ûüyetini müdrik olan her hâfız-ı Kur’ân, âyetleri okurken gerekli kaidelerden inhirâf etmemelidir. Sesine yakışıklılık kazandırmak için lüzumundan fazla medleri uzatmamalı; idgam ihfâ, iklâb ve kalkale... gibi esasları tatbîk ederken mübalâğa etmemelidir. Kur’ân-ı Kerîm’in okunuş tarzını, sesinin seyrine değil, sesinin çıkışını ve seyrini Kur’ân’ın kırâatına uydurmalıdır. Tegannîden uzak kalmak şartiyle okuyuşta makamları uygulamak yerinde olur kanaatindeyim.
Tam hakkını vererek Kur’ân-ı Kerîm’i okuyan ve dinleten hâfızlarımız olmakla berâber; Kur’ân’ın kıraatini mahallî melodilerle karıştırarak âhengi bozan ve kıraati adetâ şarkı ve gazellere benzetenler de maâlesef mevcuttur. İslâmîyyette bu türlü kırâata aslâ cevaz verilmez.
Kur’ân kıraatinin bu şekilde şarkı melodileriyle karıştırılması neticesinde,
a) Kırâat esnasında sesi titretmek, (…) ter’id;
b) Sesi kaldırmak ve indirmek suretiyle med yerlerini fazlasiyle uzatmak veyâ meddin bulunmadığı yerde med yapmak, (…) tatrîb;
c) Tabiî ve mûtad tilâvet tarzını bırakıp, sanki huşûdan ağlayacak gibi bir tarza geçmek, (…) tahzîn;
d) Lüzumsuz yerde şedde yapmak, harflerin mahrecine dikkat etmemek gibi aslâ tasvip görmeyen haller ortaya çıkmıştır. Bunlardan mutlaka kaçınılmalıdır.[16]
Kırâat ve tecvfd konusunda otorite olan İmam Cezerî, Kur’ân-ı Kerîm’in okunuş tarzını tecvîd kaidelerine bağlı kalmak şartıyla üç şekilde mütalâa edildiğini kaydeder:
1 — Tahkîk (…) : Bir şeyi eksiksiz ve ziyâdesiz hakkiyle yapmakta mübalâğa etmektir. Bir şeyin hakîkatına ermek, künhüne vâkıf olmak, nihâyetine erişmek demektir. Kurrâ indinde tahkîk; her harfin hakkını vermek, uzatılacak yerleri gerektiği kadar uzatmak; hareke, izhar ve gunneleri okuyuş hassâsiyetinin en son imkânını kullanarak okumaktır. Bir harfi diğerine karıştırmadan tâne tâne okumaktır. Buradaki mübâlâğa; Kur’ân-ı Kerîm’i okurken riâyet edilmesi îcâbeden kâide ve esasların dışına çıkmak değildir. Sâkin olan harflere hareke verircesine, gunne yapılması icâbeden nun harflerinde gunne ölçüsünü aşarak gunne yapmak değildir. Buradaki mübâlâğa Kur’ân-ı Kerîm’i okurken gerekli kaidelere, en son noktasına kadar dikkat etmek ve hakkını vermek demektir.
Cezerî, “Tahkîk; tertilden bir nevîdir. Her tertîl tahkîk demek değildir. Kıraat İmamlarından İmam Hamza, bir rivayete göre Verş, Kuteybe, bâzı Mısır ve ekseri Irak okuyucuları bu yolu seçmişlerdir” der.
2 — Hadr (…) Sür’atli okumak demektir. Tahkîk şeklinin tam zıddıdır. Tertîlin hududunu aşmamaktır. Anlaşıldığına göre Kur’ân-ı Kerîm’i hadr usûlü ile okumak, kırâat kaidelerine asgarî hakkını vererek okumaktır. Meselâ, medd-i munfasılları (ayrı med) bir elif; medd- muttasılları (bitişik med.) iki elif uzatarak okumak. Diğer hususları da bu sür’ate münâsip kılmak gibi.
Bâzı hafızlarımız Kur’ân’ı başından sonuna kadar okumak istediklerinde çoğu kere bu yolu tercîh ederler. Fakat okuyuşun sür’atinden tertîlin veya tecvidin hudûdu ekseriya aşılıyor ve kıraat haysiyyeti yok oluyor. Bu durumda mânevî mes’ûliyetinin derecesi ne olur siz takdir ediniz.
Hadr usûlünü, kırâat İmamlarından İbn-i Kesîr, Ebû Câfer, Ebû Amr, Yâkup Kâlun, Isbahânî ve birçok Irak okuyucuları seçmişlerdir.
3 — Tedvîr (…) Bu okuyuş tarzı da tahkîk ile hadr şekillerinin ortasında bir tarzdır. Her iki yöndeki mübalâğayı bırakıp orta yolu tercîh ederek okumaktır. Bu yol kırâat imamlarının ekserisinin seçtiği ve beğendiği bir yoldur. Medd-i munfasıl veya muttasılları üç yahut dört elif uzatarak okumak gibi.[17]
Netice olarak diyebiliriz ki, bir kimse tam hakkını vererek Kur’ân-ı okumak arzu ediyorsa; ister bir üstadın ağzından dinleyerek öğrensin, ister kitabını okuyarak öğrensin, tecvîd kaidelerini bilerek ve tatbîk ederek okusun.
Şunu üzülerek i’tiraf edelim ki, bugün Müslümanların Kur’ân’ı okuyabilenlerinin yüzde doksanı tecvîdi bilmezler. Taklîdî olarak da düzgün okuma imkânına sâhip değildirler. Bu durumda Müslüman, Kitâbını okumasın mı? Elbette okusun. Fakat yaptığı ve yapması muhtemel hatâlarının affı için de Cenâb-ı Allâh’a dua ve niyazda bulunsun.
[1] El-Müzzemmil Sûresi, Âyet: 4.
[2] Prof. M. Tayyip Okiç, Kur’ân-ı Kerîm’in Üslûp ve Kırâati, Ankara 1963, s. 21.
[3] Mehmet Zihnî, El-Kavlü’s-Sedîd fî İlmi’t-Tecvîd, 1328, s. 21; Ebu’l-Hayr Muhammed İbn-i Muhammed el-Cezerî, Eş-Şâfiî En-Neşr fi’l-Kırâati’l-Aşr, Mısır, c. I, s. 209.
[4] Celâleddin Karakılıç, Tecvîd İlmi, Ankara 1963, s. 17-18, 23-24.
[5] En-Neşr, c. I, s. 211-212.
[6] El-Seyyid Eş-Şeyh Muhammed El-Mahmûd, Hidâyetü’l-Müstefîd fî Ahkâmi’t-Tecvîd, Kahire, s. 5.
[7] Kur’ân-ı Kerîm’in Üslûb ve Kırâati, s. 21.
[8] En-Neşr fi’l-Kırâati’l-Aşr, c. I, s. 208.
[9] En-Neşr fi’l-Kırâati’l-Aşr, c. I, s. 208; Kur’ân-ı Kerîm’in Üslûb ve Krrâati, s, 21.
[10] Hâfız Mehmet Nuri, Sualli ve Cevaplı Tecvîd, 1331, s. 3.
[11] Şeyh Abdurrahmân Karabâşî, Karabaş Tecvîdi, s. 4 (kenar not).
[12] Tecvîd İlmi, s. 12.
[13] EI-Kavlü’s-Sedîd fî İlmi’t-Tecvîd, s. 22.
[14] Hâfız Ahmed Ziyâüddin Vesiletü’l-Gufrân, Kastamonu 1327, s. 2 (yazma).
[15] Kur’ân-ı Kerîm’in Uslûb ve Kırâati, s. 23.
[16] (Bunlar için bak.) Kur’ân-ı Kerîm’in Uslûb ve Kırâati, s. 20
[17] (Bütün bunlar için bak.) En-Neşr, c. I, s. 205-207.