Makale

KUTLU DOĞUMU KARŞILARKEN

AYTEKİN YILMAZ

KUTLU DOĞUMU KARŞILARKEN

Evet bugün Hz. Muhammed (s.a.v.) doğumunun 1427. seneyi devriyesine yaklaşıyoruz.
0, M. 20 NİSAN 571 yılında dünyayı şereflendirmiştir. O’nun bu doğum gününe Şemsi Mevlid-i Nebevi denmektedir.
O’nun doğum gününü kutlamak O’na karşı saygı, sevgi ve getirdiği mesajları daha iyi anlamanın bir ifadesidir. Böyle programların, kutlama şeklinde XIII. yy. da Muzafferüddin Gökbûrû tarafından başlatıldığı rivayet edilmektedir. Osmanlı döneminde de kendine has üslupla ihya edilen Kutlu Doğum 1910 yılında resmi kutlama haline geldi. 1951 yılında resmi devlet radyosunda ilk defa Mevlid-i Şerif okunmaya başlanmıştır.
Rabi’ül Evvel ayının 12. Pazartesi günü Kameri olarak hangi ay ve güne rast geliyorsa o gün Mevlid kandili olarak ihya ediliyordu. Ancak bu merasimlerin topluma daha faydalı olması, Peygamberimiz (s.a.v.)’nin her yönü ile tanıtılabilmesi için, Diyanet İşleri Başkanlığımız 1989 yılında çok isabetli bir karar alarak her yıl 20-26 NİSAN tarihleri arasını “Kutlu Doğum Haftası" olarak ilan etti.
Önce Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyük illerde yapılan bu program, bugün bütün il ve ilçelerde büyük bir heyecan ve sevgi ile kutlanmaktadır. Bu vesile ile Na’t, Siret-i Nebi, Münâcât, Şiir, Kompozisyon yarışmaları yapılmaktadır. Yurtiçi ve yurtdışından katılan, sahanın uzmanı yüzlerce araştırmacı ve ilim ehli konferans ve ’ tebliğ sunmaktadır. "’(1-a)
Bu cümleden olarak yine bu yıl Milletçe böyle mutlu ve kutlu bir günün manevi havasını teneffüs ediyoruz. Temennimiz her zaman çeşitli zeminlerde bütün yönleri ile, çeşitli faaliyetler ile, en az canı kadar sevdiği, Peygamberimizin, insanımıza daha iyi tanıtılmasıdır.
Peygamberler; Allah’ın fazlı olarak, emanet, fetanet, ismet, tebliğ vb... sıfatları taşıyan, tebliğ vazifesini , eksiksiz yapacak toplumların irşad ve tenviri için seçtiği kişilerdir. Pey, gambere hem Nebi, hem Rasül denir. (1-b)
Peygamberlik ise, Allah’ın emir ve nehiylerini, aldığını vahiy aracılığı ile eksiltme veya artırmada bulunma’ dan insanlara ulaştırmaktır. İnsanlar çalışmaları amelleri, gayretleri ile peygamber olamazlar. Çünkü risalet ‘ Allah vergisidir. Peygambere niçin lüzum vardır. Bunu 5 maddede özetlemek mümkündür.
1. Cemiyette gerçek nizam ve adaletin tesisi; cemiyet hayatında ni- ’ zam ve asayişin sağlanması, fertlerde huzur ve saadetin temini ve tecavüz ve haksızlıkların önlenmesi için; insanların birbirleriyle olan münasebetlerinde, insanın fıtratındaki bu sınırsız duyguların bir kayıt altına alınarak adaletin tatbik edilmesi şarttır. Fakat her ferdin aklı gerçek adalet ve hakkaniyeti idrakten aciz olduğundan, külli bir akla ihtiyaç vardır. İşte bu külli akıl da ancak ilahi dinlerdir.’2 Onu da peygamberler tebliğ eder.
2. İnsana yaradılış gayesini öğretmek; akıl, insanın bu yaratılış gayesini tek başına idrakten acizdir. Kendisinin ve bu kainatın bir yaratıcısı bulunduğunu, ne için yaratıldığını kendisinden beklenen vazifelerin neler olduğunu kendi kendine anlayamaz. İşte Peygamberlere bunun için zaruret derecesinde ihtiyaç vardır.3
3. Kulluğun ezeli ahdi ve misakını gönüllere yerleştirmek.
4. İnsanlara hidayet ve yol göstermek4
5. İdareye taalluk eden konulardaki mesajları, insanlara tebliğ ederek onların Allah’a olan itiraz yolunun kapatılması.5
Bu Dünyada felah bulmak yalnız itidal ile mümkündür. İnsanların mizacı bir çok unsurlardan teşekkül etmiştir. Bu insanlar arasında ifrat-tefrit olursa fesad zuhura gelir, insanın toplulukları, cemaatler ve akvam üzerinde bu terazi daima doğru ve teâdül üzere olmalıdır.161 işte peygamberler bu prensipleri yerleştirmek ve uygulamak için gönderilmiştir.
Sevgili Peygamberimiz bunların en sonuncusudur. Getirdiği mesajlarda kıyamete kadar geçerlidir. Öyle mesajlar ki dünya ihtiyarladıkça onlar gençleşmekte, teknoloji ilerledikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Çünkü o dünya ve ahiretde mutlu olmanın formülünü getirmiştir. İnsan tabii olarak dünya ve ahiretinin mutlu olmasını isteyen bir varlıktır. Mutlu olmak vicdanın, kalbin, manevi duyguların sesine kulak vermekle elde edilir. Her insan vicdanın sesini duyduğu zaman yüzünde mutluluk emareleri hissedilmeye başlar. Fakat bu dünya gezegeninde öyle zamanlar olmuştur ki; vicdan tefessüh ettirilmiş, fıtrat bozulmuş doğrular yanlış, yanlışlar doğru, hak batıl, batıl hak, mazlum zâlim, zâlim mazlum gösterilmeye başlamış-, vicdanın yerini nefsi arzular; aklın yerini his, hoşgörünün yerini taassup, kardeşliğin yerini adavet, teavünün yerini gasp ve cimrilik almış, öyle bir atmosferde, mutlu yaşamak için yaratılan insanlara cennet gibi şu güzel dünyamız zindana çevrilmiş; savaş ve tehcirden sıkılıp bunalıma giren birçok insan böyle yaşamaktansa ölmem iyidir (dinen haram olmasına rağmen) diye ya intiharı seçmiş veya kendisini unutturacak uyuşturucuya kapılmış, mutluluk hüzne dönüşmüştür.
Dünyadaki yaşanan bu trajediden kurtulup tekrar mutluluğa ermek, ancak Peygamber Efendimizin ve onun kutlu mesajını anlamakla mümkün olabilir. Yıllar önce "Doğrudan doğruya Kur’an dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslâmî" diyen İstiklâl şairimiz Merhum Akif herhalde bunu söylemek istemişti. Kur’an’ı, Kur’an ve onun tefsiri olan hadislerden öğrenmek, Peygamber Efendimizi yine Kur’an ve onun kendi sahih hadisleri onunla beraber yaşayıp bir gölge gibi takip eden ashabının sözlerinden tanımalıyız. Kur’an "Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir. Üstünüze çok düşkündür. Müminleri cidden esirgeyicidir. Bağışlayıcıdır 0’,7< buyurarak onun bize olan sevgisini ifade eder. O’nu gerçek manada tanıyan bilen, öğrenen zaten onsuz hayatından lezzet alamaz ki.
Efendimiz (s.a.v.) bir manada manevi hayatımız için hava, su, gıda gibi vazgeçilmez bir unsurdur. Nasıl olmasın ki peygamberler halkası içinde sevginin en yüksek ifadesi olan muhabbete ermiş-, Allah (cc) kendisinin sevildiğinin ifadesini O’nu sevmeye bağlamış bu sebeple Allah’ı sevmek isteyen Muhammed (s.a.v.)’i sevmeli 181 yani onun muhabbet kapısını çal- malı ki muhabbetullah’a ulaşabilsin.
Neden sevilmesin ki, O’nun için yeryüzü mescit, Mekke bir mihrab, Medine bir minber, bütün insanlık onun arkasında saf tutan bir cemaat olarak söylediklerini tasdiken "Evet ya Rab! O’nun dedikleri doğrudur; saddakna diyorlar."
Öyle bir Resul ki, Allah (c.c.) O’na habibim demiş, âlemlere rahmet olarak göndermiş, büyük şefaati ona vermiş, âlemi onun nuru ile yaratmıştır. Öyle bir Nebi ki, Mevlâna Cela- lettin Er-Rumf O’na "Ya Resülellah, Allah Ashab-ı Kehf’in köpeğini cennete koymayı vaad etmiş-, ne olur bende senin Ashabının köpeği olmaya razıyım" demiş.
Öyle bir nebi ki, Habeş Kralı Necaşi “Allah’a yemin ederim ki, eğer O bu ülkemde olsaydı ayakkabılarını taşır, ayaklarını yıkardım" demiştir.
O öyle bir Peygamber ki, Prens Bismark "Sana muasır bir vücud olamadığım için mütessirim Ey Muhammed!" demiştir.
O öyle bir Resuldür ki, herkes nefsini düşünürken o ümmetini düşünmüş, herkes kuvvetlinin yanında yer alırken O, haklının ve zayıfın yanında yer almış, herkes hedef olarak menfaatini alırken O, Allah’ın rızasını ve fazileti esas almış-, döneminden önce ve sonra genel manada bütün topluluklar-, kadında ruh varmıdır, insan- mıdır, değilmidir tartışmasını yaparken m kız çocuğu yetiştirmenin utanç vesilesi olduğunu kabul edip onları diri diri toprağa gömerken"® O, bir iki veya üç kız çocuğu yetiştirip evlendiren anne veya babayı cennetle müjdelemiş, "Cennet annelerin ayağı altındadır" prensibini getirmiştir. Yine O, öyle bir Nebi ki, şairlerin ediplerin ilham kaynağı, şiir ve nesirlerin konusu olmuştur. Bu meyanda:
"Arayı arayı bulsam izini, izinin tozuna sürsem yüzümü; Hakk nasip eylese görsem yüzünü, Ya Muhammed canım arzular seni’’ diyen Yu- nus’un; "Sen Ahmed-ü Mahmud’u Muhammedsin Efendim, Hakdan bize Suitan-ı Müeyyedsin Efendim" diyen Şeyh Galib’in; "Yıllar geçti Ya Muhammed aylar bize hep muharrem oldu, akşam ne güneşli bir gece idi, eyvah oda Leyle-i matem oldu" diyen Akif’in; "Bahiradan süzülen bir yaş da ben olsaydım, Okşadığın bir parça kumaşta ben olsaydım, senin için görülen bir düşte ben olsaydım" diyen Nurullah Genç’in ve daha nicelerinin gönül ve hülyalarını süslemiştir.
• Evet O, öyle bir Resül ki-, “Siz birbirinizi sevmedikçe gerçek mümin olamazsınız, gerçek mümin olmayınca da Cennete giremezsiniz, ""prensibiyle kardeşlik, birlik ve beraberliğin harcını koymuş-, kendi canına kasdetmiş düşmanlarını fırsat elinde iken affetmiş, büyüklüğün, hoşgörünün, müsamahanın örneğini sergilemiştir. Bize emanet bıraktığı iki şeye (Kur’an ve Hadis) sarıldığımız "Jl zaman; fakirlikten zenginliğe, kavgadan kardeşliğe, kin ve adavetten hoşgörüye, cehaletten ilme, dalaletten hidayete kavuşacağımızı vaad etmiştir.
Bu gün fert olarak, aile olarak, toplum olarak o sevgiliye, onun manevi iklimine, getirdiği hoşgörüye, insanlığı dünya ve ahirette terakkiye götürecek mesajlar topluluğuna ne kadar muhtacız.

Nice Kutlu Doğumlara...

1-a Diyanet Dergisi, Eylül 1992-Sayi: 21, S.8. 1-b Akseki Ahmet Hamdi, İslam Dini Sh. 84, Bünyamin, Ateş Pey. Tar. Sh. 34 vd.
2. Ateş a.g.e. S.38.
3. Ateş a.g.e. S.39.
4. Nedvi Seyyid Süleyman Asr-ı Saadet Ter. Ali Genceli C.1, S.244.
5. Nisa 4/165, Kasas 28/47.
6. Nedvi a.g.e. C.1, S.246.
7. Tevbe 9/128.
8. Al’i imran 3/31.
9. Topaloğlu,Bekir, Prof. Dr., İslam’da Kadın S. 16 vd.
10. Nahl 16/58-59, Tekvir 81/8-9.
11. Müslim, Tâc 5/244.
12. Canan, İbrahim, Prof. Dr. Kütüb’i Sitte Ter. ve Şerhi C. 1/179.