Makale

Yokluğuna Bir Türlü Alışamadığımız Ahmet Gürtaş

Anı

Yokluğuna Bir Türlü Alışamadığımız
Ahmet Gürtaş

Halit GÜLER

Değerli kardeşim ve gönüldaşım Ahmet Gürtaş’ın ölümünün üzerinden bir yılı aşkın zaman geçti. Bu geçiş öyle gösteriyor ki, yıllara yıllar, ağıtlara ağıtlar, bekleşiylere bekleyişler ilave olacak GÜRTAŞ, yine de geri gelmeyecek. Bizim için acı olmasına rağmen bunun böyle netice vereceğini de biliyorum. Merhuma Allah’ın rahmetini dilemekten, ilahi kadere boyun eğmekten, yokluğuna tahammül etmekten başka çaremiz olmadığına da inanıyorum.
Şimdiye kadar merhum Gürtaş’la ilgili yazı yazmayı aklımdan geçiremediğim gibi, dost meclislerinde, yaren sohbetlerinde saygıdeğer ismini anmamaya da çalıştım. Elim varmadı yazamadım, kalemim kurudu, beyaz kağıdı renklendiremedim, dilim tutuldu konuşamadım ve ufkum karardı düşünemedim.
Çünkü Gürtaş’ı unutmak, hayal dünyamdan resmini indirmek ve onsuz nasıl yaşanır öğrenmek istiyordum.
Kim ki her hangi bir sebeple Ahmet Gürtaş’tan bahsediyor o anda gönül dünyamda bir hasret alevi yükseliyor, bunaltıcı sıcaklığı ile beynimi sarsıyor, hatırlama mekanizmamı ve vefa duygumu yok etmek istiyordu.
0, her anılışında benim nezdimde sanki yeniden ölüyor ve ben de ister istemez o hüzünlü anı leniden yaşıyordum. Hele hele ölümünü haber veren telefondaki üzgün sesi ve o telefonun farklı çalışını talihsiz kulaklarımdan söküp atamıyorum. Mübarek Ramazan ayının ilk günü çok sevdiği hocası adına inşa edilen Hacı Veyiszade Camii’nin bahçesinde son görevi ifa etmek için toplanan, binlerce oruçlu mü’minden oluşan muhteşem cemaatin omuzlarında ebedî istirahatgâhına taşınan tabutu, içerisinde kim olduğunu bildiğim için hiç unutamıyorum. Halbuki ben, Gürtaş’ın bir defa ölmesine daynamamıştım, on defa, yüz defa ve hatta her gün ölmesine nasıl dayanacaktım.
Ölüm gerçeğini biliyor ve ona şüphesiz . inanıyordum. Her nedense bu acı ayrılığın oluşuna kendimi ikna etmek için gösterdiğim çabada yoruldum, zorlandım, lâkin zaman ilerledikçe alışmaktan ve kabullenmekten başka çare olmadığına da inandım.
Acı da olsa, ayrılık zor da olsa öyle görünüyor ki, öbür aleme bu yolculuk devam edecek. Önemli olan gidenlerin yerini doldurabilmek, başlattıkları hizmetleri devam ettirebilmek. Hiç şüphemiz olmasın ki, eskilere yenileri eknelecek, İmam-Hatip neslinin ahiretteki temsilcileri, şu anda onlarla beraber olan hocaları Hacı Veyiszade Mustafaefendi, Tahir Elliiki, Konya Müftüsü Abdullah Ulubay, Tahir Mıhçı, Abdülmecit Ün- lükul, Şakir Oba, Hakkı Özçimi, Adnan Koç- bekar, Arif Etik, A. Hamdi Savlu, İbrahim Atay, Fatih Göktay ve Hüseyin Küçükka- lay.Jarla manevî varlıklarıyla dünyadaki ar- dakaşlarına ve arkadaşlarının omuzlarında taşıdıkları, yüreklerinde yaşattıkları davara- larına destek olacaklar ve güç kazanacaklardır.
Yeri gelmişken şunu da ifade edeyim ki, Gürtaş hakkında çok şey yazılabilir. Yazılması da lazım. Nitekim yazılacaktır da. Çok yönlü bir insandı. Kesinlikle sıradan bir İlahiyatçı değildi. Pek çok meziyetinin yanında iyi bir eğitimci, candan bir arkadaş, yorulmak bilmeyen bir mücadeleci, gurubunu sürükleyen bir lider ve yürekli bir dava adamı idi. Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Danışma Kurulu’nun Gürtaş’a armağan ismi altında bir kitap yayınlama hazırlığı içerisinde olduğunu memnuniyetle öğrenmiş bulunuyorum. Güzel bir vefa ve kadirşinaslık örneği olacak bu hazırlığın kısa zamanda tamamlanmasını, piyasaya çokça sürülmesini diliyorum. Onun hakkında yazılacaklar İmam- Hatip nesline yol gösterecek, eğitim çalışmalarına ışık tutacak, idealistleri yüreklendirecek, genç araştırmacıları azimli hale getirecektir. Gönül ve ömür verdiği İmam-Hatip nesline sağlığında vermiş olduğu hizmeti, ölümünden sonra da bu yolla devam ettirmesi sağlanmış olacak.
Rahmetli Gürtaş, seri halde konferanslar vermek, Ramazan’da vaz’ü nasihatta bulunmak ve aynı zamanda bir camide imamlık yapmak üzere yurtdışına çıkma hazırlığı içerisinde idi. Günler öncesinden hazırlandığı bu yolculuğa Konya dönüşünden sonra gitmeyi düşünüyordu. Ne hazin tecelli ki, kendisine Konya’dan Ankara’ya dönmek nasip olmadı. İlahı takdir ve davet onun bu programını gerçekleştirmesine fırsat vermedi. Her zaman ve her yerde olduğu gibi İlahî tecelli Gürtaş üzerinde de hükmünü icra etti ve onu aramızdan alıp götürdü. Yurt- dışına çıkma heyecanı içerisinde olan rahmetlinin demek ki ahirette yolculuk biletinin kesilmek üzere olduğundan haberi yoktu.
Ölümü tadacak olan her canlı için değişmeyen akıbet. Gürtaş, hiç kimsenin beklemediği bir anda İlahî davete uyarak iman ve ihlasla Rabbine yürüdü, çalışma masasında bitirilmesi gereken bir hayli iş bıraktı. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, hemen ölecekmiş gibi ahiret için çalıştı. Başta mesleği olmak üzere dünya ile ilgili işleri bize göre eksik bırakmadığı gibi ahirette de hazırlıklı idi. O kadar uğraşın içerisinde çok küçük yaşta ezberlediği Kur’an-ı Kerim’i, hafızlığını, -hafızların tabiri ile- çürütmemiş, olgun bir kulluk anlayışı içerisinde ibadeteni de katiyen ihmal etmemişti.
Herkesin bildiği şekliyle Gürtaş, 1950’li yıllarda Konya İmam-Hatip Okulunun temiz güzel giyimli, atletik yapılı, sempatik ve başarılı bir öğrencisi, diğer öğrencilerden her yönü ile farklı. Ben rahmetli Gürtaş’ı Konya İmam-Hatip Okulunun tozlu -o yıllarda- bahçesinde böyle gördüm ve tanıdım. O yıllarda kendisini yakinen tanımadığım halde hal ve tavrıyla dikkatimi çekti. Başarılı ama mütevazi, güzel giyimli, sempatik, gurur ve gösterişten uzak, tutarlı ve çalışkan. Daha o yıllarda hocalarının takdirini, arkadaşlarının sevgisini kazanmış. İnsanları itmiyor, aksine kazanıyor ve çekiyor.
Tabi ki bu başarılı hayat grafiği ileriki yıllarda yükselerek devam etti. İzmir’de başladığı İmam-Hatip Okulu’nu Konya’da tamamladı. Döneminde İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nün seçkin ve parmakla gösterilen öğrencilerinden. Meşhur İzmir-Kes- tanepazarı tedrisatından ve hafızlık rahlesinden aldığı ruhu da kaybetmemiş. 0 günlerde bir taraftan Beşiktaş Cavit Ağa Ca- mii’nde imamlık yapıyor, diğer taraftan Fındıklı’da bir ilkokulun çatı katına sıkıştırılmış Yüksek İslâm Enstütüsü’ne devam ediyor. Bu arada Talebe Cemiyeti Başkanlığı, talebelik yıllarında Yüksek İslâm Enstitüsü’nü güzel bir binaya kavuşturmak ve arkadaşlarını çatı katından kurtarmak için İstanbul İlim Yayma Cemiyeti ile işbirliği yaparak boğaz sırtlarında bıkmadan usanmadan arsa arıyor. Gözü de hep şehrin en güzel yerlerinde. Ona göre Yüksek İslâm Enstitüsü binası boğazın serin sularında ferahlayacak ve sular gibi ışıl ışıl ilmi akışı sağlayacak, estetik güzelliğe sahip bir noktada inşa edilmeli.
Gürtaş, Cavit Ağa Camii’nde imamlık yaparken meşruta da oturuyordu. Henüz bekardı. Konya Yüksek İslam Enstitüsü’nün giriş mülakatı İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde yapılacaktı. Bu münasebetle İstanbul’a giden kalabalık bir arkadaş grubunun içerisinde ben de vardım. Pek çoğumuz belki İstanbul’u ilk defa görüyorduk. Konya’dan mülakata gelenlerin bir çoğu Gür- taş’ın evinde misafir kalmışlardı. Evinde arkadaşlarını ağırlamış, sıkışıklığa rağmen ufacık bir rahatsızlık alamati göstermemişti. Sanki o arkadaşlarını evinde değil, gönül konağında ağırlamıştı. O nasıl bir arkadaşlık ve İmam-Hatiplik duygusu idi ki inanın beş yıldızlı -bilmiyorum o yıllarda İstanbul’da var mıydı- otelde kalsak bu kadar memnun kalmaz ve huzur duymazdık.
Rahmetli kardeşim Gürtaş’ta öyle bir vefa duygusu vardı ki, imamlık yaptığı yıllarda mahalle komşularından tanıştığı mütevazi bir aile ile münasebetini kesmemiş ve o aileye maddî-manevî desteğini ölünceye kadar devam ettirmiştir. O kısa ve köksüz dostlukların değil, samimi ahbaplıkların adamı idi. Değişik çevrelerden tanıdıkları vardı. Konuştuğu her insanı İmam-Hatip neslinin ihtiyaçlarını, çıkmazlarını düşünmeye yönlendirirdi. Vatanını, milletini çok sever, millî değerlerimize derin saygı duyar, devletine bağlı idi. Bu değerleri zedelemeden İmam-Hatip Okullarının önü nasıl açılır, Kur’an Kursları kapanmaktan nasıl kurtarılır çabası içerisinde idi. Ruhunu teslim ederken bile bunları düşündüğü inancındayım.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’nü başarı ve takdirle bitirdikten sonra, Balıkesir İmam-Hatip Okulu’nda öğretmenlik ve takiben yedek subay olarak askerlik, askerlikten sonra Konya Yüksek İslam Enstitüsünde Arap Dili ve Edebiyatı hocalığı görevlerinde bulundu.
Rahmetli Gürtaş’ın hocalığı da farklı ve ilginç. Öğrencilerini de en az kendisi kadar yetiştirmek ve alacakları görevleri eksiksiz yerine getirmelerini sağlamak için idealist bir çabanın içerisinde, okul idarecileriyle ve bazı meslektaşlarıyla arasının açılması ve kırgınlıkların olması pahasına. O günlerde İmam-Hatip neslinden öne çıkanları, varlık gösterenleri suçlama gayreti de vardı. Her dönemde iyi niyetli, gayretli, Anadolu’ya bağlı insanları suçlamak için moda tabirler piyasaya sürülür, o günün moda suçlama tabiri mezhepsizlikti. Rahmetli Gürtaş’ın meslekî başarısına bir şey söyleyemeyenler kendisini mezhepsizlikle suçluyorlardı.
Gürtaş, üzerine düşen hocalık görevini eksiksiz yerine getirdikten sonra çalışmadan sınıf geçmek isteyen öğrencilerine karşı acımasız, hakkı olan sınıfını geçer, hakkı olmayan geçemez. Gürtaş hakkında bunun aksini söyleyecek veya bu durumu belgeleyecek bir kimsenin çıkacağına da ihtimal vermiyorum. Gürtaş’ın eğitim ve öğretim konularındaki gayret ve ciddiyetini öğrencilerinin daha iyi anlatacakları kanatindeyim. Çünkü öğrencileri arasında bürokraside ve eğitim kurumlarında önemli mevkilere gelmiş, akademik ünvan sahibi olmuş, telif ve tercüme eserlere imzasını atmış çok seçkin şahsiyetler var.
Gürtaş’a göre yetişmiş olmak herşeyden önce gelirdi. Yetişmemiş insanlarla, inancı ve niyeti ne olursa olsun, bir yere varmak ve hizmet bayrağını ilim burçlarına dikmek mümkün değildi.
Bu arada rahmetli Gürtaş’ın kısa bir dönem M.E.B. Talim Terbiye Kurulu Üyeliği var. Sonra Diyanet İşleri Başkanlığı nda Başkan Yardımcılığı ve bu görevden emeklilik. Emekli olduktan sonra sadece işaret etmekle yetindiğimiz bu önemli görevlere Türkiye Diyanet Vakfı’nca büyük bir isabetle neşredilmeye başlanan, İslâm Ansiklopedisi Genel Müdürlüğü ekleniyor. Dalında tek telif eser olan İslam Ansiklopedisinin alt yapısının oluşmasında ve ilim heyetinin teşkilinde büyük emeği geçen ve bu güzel teşebbüsün çevresinde bir sempati havası meydana getiren Gürtaş, bazı sebeplerle, istemeyerek bu görevden ayrılıyor. Konya İlahiyat Fakültesindeki hocalığına dönüyor ve çok sevdiği öğrencilerine tekrar kavuşuyor. İkinci evliliği sebebiyle Ankara’da ikamet etmek zorunda olduğu için kendisine Türkiye Diyanet Vakfı Yayın Kurulu nda Danışmanlık görevi veriliyor. Bu hizmeti de başarı ile sürdürüyor.
Rahmetli Gürtaş’ın yaptığı işleri unutmadan veya atlamadan sıralamak mümkün değil ki. Örneğin bir müddet Başbakanlıkta Devlet Bakanlığı Müşaviri olarak çalıştığını, Diyanet İşleri Başkanlığı Konya Selçuk Eğitim Merkezinde Arapça derslerini verdiğini, meslekî konularda makalelerinin ve eserlerinin bulunduğunu, İmam-Hatip neslinin eğitimi ile ilgili konularda yüksek makamlar nezdinde ve televizyonlardaki açık oturumlarda verdiği mücadelesinin pek meşhur olduğunu yerlerinde belirtmeyi unutmuştum. Burada ifade ediyorum.
Gürtaş’ın ikameti üç gün Ankara, üç gün Konya idi. Bir günü de yollarda geçerdi. Çok önemli bir sebep olmazsa bu rakamlar ka- tiyyen değişmezdi. Eğer Konya’da elinde olmayarak 4 gün kalmış ise Ankara’ya bir gün ilave ederek bunu mutlaka telafi ederdi. Bu işin zahmetleri olduğu gibi faydalarıda vardı. Mesela birisi Gürtaş’a bir kitap hediye etmek isterse bana iki tane imzalayacaksınız. Çünkü benim evim ve kütüphanem iki yerde derdi. Ankara’daki kütüphanesi evinin dışındaydı. Gece yarılarına kadar orada çalışır, aklına bir şey gelmişse gecenin ikisinde, üçünde evinden kalkar ve kütüphanesine giderdi. Gürtaş’ın burada şu veya bu görevleri yaptığını yazmak kolay da, bu özelliklerini dile getirmek zor. Böyle- sine hareketli ve olayların önünde koşan bir ömür yıllarca bıkmadan, usanmadan, yorulmadan ve korkmadan bu tempo ile böyle devam etti. Devam etti ama fazla gitmedi ve Gürtaş bu hızlı yaşayışta kadere yenik düştü.
Gürtaş’ın meziyetlerini sayarken korkmadan kelimesini bilerek ilave ettim. Gerçekten , korku diye bir şey bilmezdi. Her meselenin üzerine cesaretle gider ve medenî ölçüler içerisinde mücadelesini sürdürürdü.
Rahmetli Gürtaş, bu yoğun işleri ve görevleri arasında sosyal konularla da ilgilenirdi. İmam-Hatip neslinden, din eğitimi ile ilgili resmî ve fahrî teşebbüslerden desteğini hiç eksik etmezdi. Gürtaş, bu tür çalışmalara sanki fikir üretim merkezi ve enerji kaynağı idi.
Gürtaş’ı, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevinde iken ve müteakip yıllarda daha yakından tanıma imkanı buldum. O yıllarda ben de Diyanet İşleri Başkanlığında Din Hizmetleri Dairesi Başkanı idim. Beraber çalışıyorduk, aynı lojmanda oturuyorduk. Gördüm ki çok iyi bir mesai arkadaşı ve amir, unutulmayacak derecede değerli bir komşu, örnek bir aile reisi. Çocuklarıyla arkadaş, komşularıyla dost, herkese yardımcı olmak isteyen bir karakter yapısına sahipti. Gürtaş’la dolaşmak, çarşı pazara alış-verişe gitmek bir zevkti. Hep ileriye bakar, olacakları önceden sezmeye ve görmeye çalışır. Arkadaşları ile bir araya geldiği zaman hemen bir gündem yapar, sohbetimiz bu gündem çerçevesinde devam edecek derdi.
Gerçekten Gürtaş’ın ölümüne dayanamayan, alışama- yan çok insan var. Köyünün mezarlığının hoş bir tepesinde yer alan mezarını ziyarete gittiğim zaman mezarın üzerinde güller açmış, çevresinde çınar ağaçları yükselmiş olarak, gördüm. Bu mezarın dışı kadar içinin de güzel ve rahat olduğuna inanıyorum.
Mezarında rahat uyu. Çünkü sen mezarında değil, gönüllerimizdesin.