Makale

İslamın Evrenselliği ve Milenyum Çağı

İslâm’ın Evrenselliği ve
Milenyum Çağı

Doç. Dr. Fikret KARAMAN

İki bin yılı dünyanın her yerinde büyük coşkularla kutlandı. Kalkınmış ülkelerin sayılı kurum ve kuruluşlarınca özel tanıtım, gösteri toplantı ve konferans gibi programlar düzenlendi. Denilebilir ki dünya bu tarihi süreç içinde elde ettiği maddî ve manevf zenginliğin, mirasın, kültürün, teknolojinin kısaca her alandaki başarısının değerini kanıtlamaya çalıştı. Böylece ikinci bin yılın son senesi değerlendirme, tebrik ve övünmelerle geçti. Bu önemli zaman kavşağından geçen insanlık artık milenyum çağına göre yeni kavram, değer, espri, disiplin ve anlayış biçimleriyle karşı karşıyadır. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da olayların merkezinde insan unsuru olmaya devam edecektir. Bu durumda insanın tecrübe, birikim, din, inanç, kültür, sosyal adalet, temel hak ve özgürlüklere olan ihtiyacı ve bakış açısı önem arzetmektedir. Nitekim 21. asrın başında bütün dünya milletleri bu değerlerin omurgası olarak “Din" olgusuna dikkat çekmişlerdir. Çünkü evrensel değerler ancak din ve vahiy aracılığı ile insanlığa ulaştırılmıştır. İşte biz de bu yazımızda gelişen ve değişen dünya olayları karşısında İslâm’ın önemi ve onun evrensellik boyutu hakkında özet bir açıklama ve değerlendirme yapmaya çalışacağız.
Çağımızda "evrensellik" kavramı bir övünme ve ayrıcalık vasıtası olarak kullanılmaktadır. Nitekim “İnsan Haklan Beyannamesine de “Evrensellik" ile vurgu yapılarak metnine ve içeriğine güvence verilmek istenmiştir. Oysa ki ilâhı dinlerin özü durumunda olan İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’an’ın bütün içeriği evrenseldir. Bu yüce Kitap kendisini insanlığa gönderilmiş bir "hidayet kaynağı” olarak takdim eder. “Şüphesiz ki, bu Kur’an en doğru yola iletir, iyi davranışlarda bulunan mü’minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler” (isra, 9) O’nun gayesi, insana insanı tanıtmak, layık olduğu yere çıkarmak ve orada tutmaktır. Çünkü o yaratıcısının kudret elinden “Ahsen- i takvim" (Tin, 4) yani madde ve mana yönünden en güzel yapıya sahip olarak çıkmıştır. Ona akıl ve irade gücü vererek yarar sağlayan her iyi alanda kullanılması üzerinde ısrar eder. Çünkü önemli olan bu güçlere sahip olmak değil onları yerli yerine kullanmaktır. Akıl ve iradenin kullanılacağı alanların başında inanç alanı gelir. Böylece Kur’an’a gönül veren önce mü’min olacaktır. İç dünyasını yoklayacak, çevresinde olup bitenleri akıllıca değerlendirecek, tarihten dersler alacak ve mutlaka Yaratıcının varlığını kabul edecektir. Yüce Allah, zaten bu gözde varlığı hiçbir zaman yalnız bırakmamış, daima onu vahiyle beslemiş ve eğitmiştir. Kur’an’a göre iman değil, inançsızlık her türlü hastalığın kaynağıdır. Çünkü, inançsızlık, her şeyden önce insana topyekün varlıklar nezdindeki yerini kaybetmesinin yani nefsine zulmetmesinin en dikkat çekici başlangıç noktasını oluşturmaktadır “Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir." (Haşr, 19) Gerçekten unutma olgusu insanlarda farklı şekilde tezahür eder. Bazıları kendi hevâ ve heveslerine teslim olarak gurur ve kibre kapılır. Alemde işgal ettiği önemli makamı unutur. Kendi hayatlarını bir bitki veya hayvanın hayatından farklı görmemekte ve derin bir kötümserlik duygusuna kapılmaktadır. Psikoloji ve ruh hekimi Rollo May’e göre günümüzde ruhi bunalıma düşmüş insanların en büyük problemi, “kendilerini bir boşluk ve gayesizlik içinde hissetmeleridir." Bazı bilim adamları da insanın “irade dağınıklığından, makine gibi yaşamaktan, insan topluluklarının sürüleşmesin- den ve kalabalıklar içinde yalnız kalmaktan” da şikayet etmektedirler. Aslında bu şikayetleri, hayal değil benzer olumsuzlukları çevremizde en acı bir biçimde hissediyoruz. Oysa ki Yüce Allah kullarına merhametlidir. O’nun muradı ve rızası kullarının huzur ve mutluluğundan yanadır. Bu maksatla onları son ve evrensel din olan ’İslâm’ın prensipleri etrafında toplanmayı önermiştir. Bu nedenle onun ekmel ve evrenselliğine işaret eden şu hususları hatırlatmakta yarar vardır.
1- Hz. Adem’den beri akıp gelen vahiy ırmağının devamı ve son halkası şüphesiz ki, “Kur’an Vahyi’dir” Artık “Allah katında hak din Islâm’dır.” (Ali İmran, 19) Hz. Peygamber, daha önce gelmiş geçmiş peygamberleri reddetmek için değil, onların getirdikleri aslî dini te’yid, tasdik ve te’kid için gelmiştir. Böylece tevhid esası, vahye dayalı dinlerin değişmez özü olmuştur. Dolayısıyla inanç ve ahlak anlayışına dayalı bir toplum vücuda getirmek de vahyin değişmez hedefi olmuştur. Vahyin semeresi Yüce Kitabın şu ana konuları üzerinde düşünüldüğünde onun evrenselliği ve insanlığın beklentilerine nasıl bir çözüm getirdiği daha iyi anlaşılmaktadır. “Allah inancı, ahlâk ilkeleri, aile düzeni, geçmiş toplumların dinleri, inançları iyi ve kötü yolları, ibadet, itaat ve dua anlayışı, mali iktisadi hayat ve çalışma, ilim, akıl, tefekkür ve ibret, insan karakteri, kevnî (Kozmolojik) ayetler, Kur’an’ın kendi kendini tasviri, önceden gönderilen İlâhî kitaplar, mü’min, müslüman, kâfir, münafık ve müşrik tipleri, ölüm ve sonrasına ilişkin açıklamalar, geçmiş peygamberler ve onların kavimleri, cereyan eden savaşlar, toplum düzeni, yer isimleri, tarihi kıssalar ve diğer konular vs...
2- İslâm bir ideoloji, ekol ve düşünce akımı değildir. Tam tersine onun yeterliliği tarihî tecrübe ve kamu vicdanında tescil edilmiş ekmel ve evrensel bir dindir. “Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a razı oldum” (Maide, 3) Zor günlerde insanları, toplamları, milletleri dağılmaktan ve çökmekten kurtaracak fikirlere, ideallare ihtiyaç vardır. İslâm dini de mensuplarını acı günlerinde onlara bu özelliğe sahip bir fikir bir ideal ve bir ufuk vermiştir. “Her alanda geriyiz ama din dünyamızda değil” inancı sadece itikadi ve dini bakımdan değil, İçtimaî ve siyasî bakımdan da önemli sonuçlar elde etmemizi sağlamıştır. Şan, şeref, hayır ve adaletle dolu İslâm tarihine şöyle bir dönüp bakıldığında, mü’minlerin Mekke ve Medine hayatı, Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarının sonuçları, Endülüs Kudüs ve İstanbul’un fethi ile Yavuz Sultan Selimin Haremeyn’e hizmetinden alın da, millî mücadele yıllarında Anadolu’nun düşman taarruzundan kurtarılması gibi ibret dolu olaylar, sosyal ve kültürel gelişmelerin tamamı bizi İslâm dininin evrenselliği ve değeri üzerinde birleştirmektedir. Çünkü İslâm kendi kendine yeterli olan bir birikim ve sistemdir. Onun var olması için herhangi bir “izm"e veya bir ideoloji kompleksine kapılmaya gerek yoktur.
3- İslâm’ın son ve evrensel bir din olması, onun tebliğcisi ve son peygamber olan Hz. Muhammed (s.a.s.) ile kopmaz bir münasebeti olduğu açıktır. Bu bütünlüğü şu şekilde ifade etmek mümkündür. “İslâm evrensel’ dir. Çünkü o tarih boyunca hep var olagelen hak inancın ve Allah katındaki yegane dinin ta kendisidir. O, kendi kendine yeterli olmak durumundadır. Çünkü son dindir. İnsan var oldukça bu din onun ihtiyacını karşılamaya yetecektir. Zaten evrenselliğin gerçek merkezi manası da budur. Daha önceki dinler, bildirdikleri mesaj açısından evrensel idiler, önlerindeki zaman ve mekan açısından değildi. Oysa İslâm bu açıdan da evrenseldir. Çünkü ondan sonra başka bir vahiy gelmeyecektir. “Başka vahiy yok” demek, artık dünya durdukça İslâm da duracaktır demektir.
Muhammed İkbal’e göre, vahiy insanı eğite eğite bir dereceye ulaştırmış ve artık onu kendi son halkası ile baş- başa bırakmıştır. Son vahiy, insanı kendisine tevdi olunan İlâhî emanetle tam anlamıyla yüz yüze getirmiştir. Artık o hilafetinin mânâ ve seviyesini muhafaza etmek durumundadır. Konunun bütünlüğüne uygun düştüğü için ünlü Alman şairi Goet- he’nin şu tesbitini de buraya almakta yarar vardır: "Hz. Peygamber bir pınardan fışkıran suya benzer. Öyle bir ırmak ki, sahip olduğu manevi güç sayesinde öteki bütün akarsuları sinesinde toplar ve onları muazzam bir zaferle ummana kavuşturur." Nitekim Kur’an-ı Kerim de Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bi’setinin özel olmayıp genel ve bütün peygamberlik halkasının sonuncusu olduğunu vurgulamaktadır: “Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. Fakat, o Allah’ın Rasulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 40)
4- İslâm’ın evrenselliğini te’yid eden diğer bir diğer husus da onun fert ve toplum hayatının bütün kesitlerini aydınlatmak istemesidir. Bu evrensellik özellikle günümüzde kendi bünyesine uymayan başka değişmelere de direnmektedir. Örneğin batı toplu- munda gelişmekte olan dünyevileşme anlayışına, İslâm dünyasında mekan tutmasına razı olmamaktadır. İnançtan ahlaktan ve sosyal adaletten güç, çerçeve ve gaye almayan İktisadî ve siyasî hayatta daima rahatsız olmuştur. Ruhu takva olmayan değişmeyi sağlıklı bir gelişme saymamıştır. Meselenin bu yüzünü göremeyenler İslâm’ın,
“zamana yeniliklere ve teknolojiye uymakta güçlük çektiğini söyleyebilirler. Tam tersine İslâm zaman ile tam diyalog içindedir. Düne göre bugün, bugüne göre de yarın daha ilerde olmayı ve çok çalışmayı önermiştir. Bu nedenle İslâm modern hayatın karşısında değildir. Tam tersine saf, temiz, dürüst, adil, dinamik, şefkat ve acıma hisleriyle yoğrulmuş, gelişmeyi, teknolojiyi, sanatı, ziraatı ve her türlü insani ilişkileri teşvik etmiştir. Ancak "modernlik" zarfı içinde ambalajlanan sömürgecilik, katı ideolojiler, ahlaksız ve yüzsüz bir dünyevileşme, aşktan ve aşkınlık- tan yoksun bir modernliğe de itibar etmemiştir. Bozulan aile hayatına, ferdî ilişkilerdeki gerilemeye, korkunç boyutlara varan müstehcenlik, İktisadî hayatı alt üst eden yolsuzluk, rüşvet hırsızlık ve ihaleye fesat karıştırma gibi eylemleri tasvip etmesi de mümkün değildir. Zaten İslâm ilk günden itibaren bu tür olumsuzlukları yok etmek ya da düzeltmek yolundaki tavrını ve kararlılığını ortaya koymuştur.
Bugün İslâmiyetten beklenen, modern hayata körü körüne teslim olup böylece kendi kendini emekliye sevketmek değil, evrensel mânâ ve ruhunu modern hayata geçirerek ona, hem muhteva hem de gaye vermektir. Bu nedenle müslümanların İslâm üzerinde yeniden düşünmek onun fikri yapımını modern bilim ve tefekkürü de dikkate alarak yeniden kurmak gibi zor ama şerefli bir görev ve sorumlulukları vardır. Unutulmaması gerekir ki, evrensel olan Kur’an vahyinin bizatihi kendisidir. Onun belli şartlar altında yapılmış yorumu, belli durumlar için uygulanan tatbikatı değildir. Esasen bugün İslâm’ın mükemmel ve evrensel bir din olduğu anlatılmaya çalışılırken sıkıntısı çekilen konu da budur. Yoksa İslâm’ın modern hayatın önünü açtığını, ona değer ve katkıda bulunduğunu söylemek, bazı kimselerin ön yargılı olarak dedikleri gibi; “İslâm’ın ruhunu asrîliğe satmak” değildir. Belki de M. Akif Ersoy’un dediği gibi: "İlhamı doğrudan doğruya Kur’arı’dan alıp, asrın idrakına İslâm’ı söyletmektir." Bu başarılırsa milenyum başında bütün insanlık bir kez daha evrenselliğin şahidi olacaktır. Unutulmamalıdır ki istenen bu süre, imkan ve şartların hazırlanmasında bütün mü’minler tedrici olarak sorumludur.