Makale

Peygamberlerin Toplumlarla Olan Münasebetleri

PEYGAMBERLERİN
TOPLUMLARLA
OLAN MÜNASEBETLERİ

Doç. Dr. Osman CİLACI

Kur’an-ı Kerim birçok, ayetinde peygamberin görevlerini belirtirken onların toplumlarıyla olan ilişkilerine de dikkat çekmiştir.
Sosyal antropoloji verilerine göre “inanma” fenomeni insanın en temel, vazgeçilmez niteliklerinden biridir. Her ne kadar değişik kalıplara dökülmüş olsa da bu eğilim, şekil ve muhtevasını kolay kolay kaybetmez. Din sosyolojisinin de elde ettiği genel sonuçlara göre dini inanç açısından dejenerasyona uğrayan kavramların bütün toplumlarda aynı ölçüde yaygınlık gösterdiği söylenemez. Allah, peygamber adı verilen tebliğcileri bu tür toplumlara zaman zaman göndermek suretiyle onların saf ve doğru inanç çerçevesinde toplamıştır.
Peygamberler ve tebliğleri hakkında en sağlam bilgiler Kur’an-ı Kerim’den öğrenile- bilmektedir.
Dünyanın , medenî vasıf taşıyan ilk toplumlarından biri sayılan Mezopotamya’dan eski Mısır’a kadar değişik din ve dini cereyanlar hakkındaki bilgilere de Dinler Tarihi disiplini sayesinde ulaşmaktayız.
Tarih boyunca, görevleri sadece tebliğ olan Allah elçilerine karşı olumsuz tavır takınanlar çoğu zaman hükümdarlar olmuştur, onları eşraf zümresi takip etmiştir. Çünkü peygamber çağrısının kendi düzenlerini bozacağını düşünerek çevrelerindeki güçleri kullanarak bu davete karşı çıkmışlardır. Gerçekte, tartışmasız olan hakimiyetin Allah’a ait olduğunu vurgulayan peygamberler, tebliğlerini de bu istikamette yoğunlaştırmışlardır.
Peygamberlerin tebliğlerinde düğüm noktasını Allah’a iman teşkil etmektedir. Bütün peygamberlerin müşterek olan bu tebliğlerinin, toplumlarda tamamen unutulmuş olmadığını bize açıklayan Kur’an ayetleri çerçevesinde özel bir anlamı vardır. Bu bağlamda peygamberler öncelikle işin doğrusunu açıklamışlar, daha sonra ibadet ve diğer sosyal prensiplerin uygulanmasında onlara öncülük etmişlerdir.
Kur’an-ı Kerim, peygamberlerin, gönderildikleri toplumlarla giriştikleri münasebetlere dair uyarıcı ve yol gösterici ikazlarda bulunduklarını haber vermektedir. Kronolojik bir özellik taşımayan bu bilgiler, mitolojik unsurlardan uzak bulunduğu gibi, yer ve zaman belirtmeyişi açısından da ayrı bir önem taşımaktadır. Kur’an’ın bütün peygamberler bazında vurguladığı husus, peygamber-toplum diyalogu çerçevesinde belirgin bir şekilde görülen "tevhid” inancındaki dinamiktir. Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği peygamber- toplum diyaloglarından alınacak ibretli derslerden biri de esasen bu olmalıdır. Çünkü tarih boyunca insan da, mücadelede genellikle aynı çerçeve ve aynı anlayışta cereyan etmektedir. Değişiklik sadece zaman ve idrak açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir.
Hal böyle olmakla beraber peygamberler, üstün bir yaratılış ve bu yaratılışa müvazi bir görevle görevlendirilmiş de olsalar, onların birer İnsanî cevher taşıdıkları gerçeği gözardı edilmemelidir. Onlar da her insan gibi doğmuş, büyümüş, yemiş-içmiş, sonunda takdir edilen ömürleri bitince ölmüşlerdir. Peygamberler de gönderildikleri çevrenin insanlarıyla aynı sokakları paylaşmış, aynı pınardan su içmiş, aynı pazarda alış-veriş yapmış, aynı dili konuşmuştur. Cenab-ı Hakk’ın insanlara kendi cinslerinden bir elçi göndermesinin hikmeti öncelikle burada aranmalıdır.
Bu idrake ulaşamayan bazı toplumların "Allah bize bir melek indirseydi ya" vb. dilek ve itirazlarda bulunduklarını da yine Kur’an- ı Kerim’den öğrenmekteyiz. Halbuki iyi düşünseler kendi içlerinden kendileri gibi bir peygamber göndermesini Allah’ın lütfü olarak değerlendirmeleri gerekirdi. Bu tercih onlar için bir avantaj niteliğini taşıyordu. Nitekim peygamberler, ilettikleri tebliğlerinin bir insanın hayatında ne gibi tepkilere yol açacağının da canlı uygulayıcı ve temsilcileri olmaları itibariyle ayrı bir önem taşımakta idiler.
Peygamberler, gerek beden, gerek ruh yapıları itibariyle sağlıklı oldukları gibi, ahlâk ve faziletçe özür taşımayan insanlardır. Bu üstün meziyetlerin sahibi olan peygamberlerin görevlerinden birisi de tebliğ ve irşad, diğer bir görevi de idareciliktir. Nitekim bu bağlamda İsrailoğullarına gönderilen Hz. Da- vud ve Hz. Süleyman aynı zamanda birer hükümdar idiler. Cenabı-ı Hak Hz. Davud’a mülk yanında hikmet de vermiş, Hz. Süleyman’ı da saltanatla mükâfatlandırmıştır.
Her ne kadar bu vasıflar, başlıbaşına birer gaye değilse de onların peygamberlik görevlerini zamanın şartlarına göre daha iyi bir şekilde yerine getirmeleri için birer vasıta olarak değerlendirilmelidir. Bunun gibi Cenab-ı Hakk her peygamberi kavminin temayülleri doğrultusunda birtakım üstünlükler ve mucizelerle desteklemiştir.
Kur’an-ı Kerim’den, mucize kavramının Hz. Musa’dan itibaren kesif bir hal aldığı anlaşılmaktadır. Asasının ejder, koynundan çıkardığı elinin bembeyaz nur halini alışı, O’nun en belirgin mucizelerindendir. Beşikte iken konuşması, kuş şeklindeki çamura üflemesiyle onun kuş halini alması, anadan doğma körü iyileştirmesi, ölüleri diritmesi vb. Hz. İsa’nın en fazla bilinen mucizelerindendir. Hz. Peygamber’in en büyük mucizesi olan Kur’an-ı Kerim, gerek muhteva gerek şekil yönünden bugüne kadar bir benzerinin ortaya konulamaması bakımından herkesi aciz bırakan ilahi bir kitaptır.
Peygamberler, inanç ve yaşam tarzı itibariyle normal çizgiden sapmış toplumlara Allah tarafından gönderilmişlerdir ve toplumlar mutlak surette ıslaha muhtaçtırlar. Bu noktada peygamberlerin görevleri iki fonksiyona sahiptin
1- O toplumların Allah ile münasebetlerinin düzenlenmesi:
2- O toplumların sosyal hayat tarzları itibariyle düzenlenmesi.
Kur’an-ı Kerim, sosyal münasebetlerdeki haksızlıklar üzerinde özellikle durmuştur. Bu tür toplumlar genellikle ölçü ve tartıya karşı hassas olmayan toplumlardır. Bilindiği üzere peygamberlerin asıl görevleri, gönderildikleri toplumları kötü düşünce ve davranışlardan arındırarak iyi bir çizgiye getirmektir.
" Gururlanıp şımarma, çünkü Allah şımaranları sevmez. Allah’ın sana verdikleriyle ahiret yurdunu ara, fakat dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği şeylerden sen de başkalarına ihsanda bulun. Yeryüzünde bozgunculuk yapma, çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez." (Kasas, 76-83.) ayetlerindeki vurgular hep ıslaha yöneliktir.
Şu hususu da belirtelim ki, ıslaha muhtaç olan bu toplumların iyi yönleri de bulunabilir. Bu bakımdan peygamberler, her zaman, içinde yaşadıkları cemiyetleri sil baştan kuran insanlar olarak algılanmamalıdır. Nitekim Hz. Peygamber, "Arapların cahiliyye döneminde hayırlı olanları ilim üzere hereket ederlerse, İslâm döneminde de en hayırlılarıdır." (Buhari, Tecrid tere. IX, 141) buyurmuştur.
Bir diğer önemli nokta, peygamberlerin, Allah’tan aldıkları mesajları insanlara anlatabilmek için eğitimin bütün unsurlarını, psikolojik ve pedagojik verilerini kullanmış olmalarıdır.
Peygamber-toplum münasebetlerini, onların tebliğ konularını ve gönderdikleri toplumların sosyal yapıları arasındaki fonksiyonel bağ açısından ele alan araştırıcılar, tebliğ problemini üç ana grupta toplamışlardın
1- İmanla ilgili olan konular.
2- İbadetle ilgili olan konular.
3- Sosyal münasebetlerle ilgili olan konular.
Peygamberler tebliğlerinde Allah’ın yegane Tanrı olduğu gerçeğini vurgulamışlar, ancak insanlar bu mesajı her zaman tam algılayamamışlardır. Nitekim bazı toplumlar Tanrı ve Rabbı ayrı varlıklar şeklinde tasavvur etmişlerdir. Nemrut veya Firavun, "Biz yerin ve göklerin yaratıcısıyız, ayı ve güneşi biz hareket ettiririz" dememişler, buna karşılık Firavun, “Mısır mülkü ve altından akan şu ırmaklar benim değil mi? Demek ki ben sizin Rabbinizim" diyebilmiştir. Ancak Nemrud’a karşı mücadele veren Hz. İbrahim, "Ben sadece Âlemlerin Rabbına taparım. O, beni yaratan ve doğru yolu gösterendir. Beni yediren içiren O’dur. Beni öldürüp diriltecek O’dur. Ceza günü günahlarımı bağışlamasını umduğum da O’dur." sözleriyle Rab kavramının gerçek manasını vurgulamış oluyordu.
İnsanın Allah’a inanışının en belirgin ölçüsü, o kişinin ibadete verdiği önemle ölçülür. Bundan dolayıdır ki, bütün peygamberler, kemiyet ve keyfiyetini fazla irdelemeksizin ibadet vakıası üzerinde durmuşlardır. Evet bütün peygamberler, “Allah’a kulluk edin"i yerleştirmeye çalışmışlardır. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" şeklinde uyarı hemen bütün peygamberlerin tekrarladığı bir sözdür. Bu tür ikazların hepsini kapsaması bakımından Hz. Lokman’ın Kur’an diliyle oğluna yaptığı nasihati çok manalıdır:
“Oğulcağızım, Allah’a şirk koşma, çünkü o büyük bir zulümdür. İyi veya kötü işlediğin her şeyi Allah bilir. Namaz kıl, iyiliği emret, kötülüğü de nehyet. Başına gelen musibetlere sabret. Bir de kibirlenip başını halktan çevirme. İtidalli ol, salına salına yürüme..." (Lokman, 11-18)
Kur’an-ı Kerim ve sağlam kaynaklardan elde edilen bilgilere göre tarih boyunca toplumlar, kendilerine uyarıcı ve yol gösterici olarak gönderilen peygamberlerine karşı başlangıçta genellikle şu tepkileri göstermişlerdir.
1- Susmak, susmaya çağırmak,
2- Sözlü itirazlarda bulunmak,
3- İftira ve alay etmek,
4- Öldürmek için komplo kurmak.
Netice olarak diyebiliriz ki, peygamberlerle ilgili Kur’an kıssaları, masal olmadığı gibi, herhangi bir tarih olayı olarak da değerlendirilmemelidir. Peygamber-toplum münasebetleri diyalog çerçevesinde değerlendirilmesi gereken bir iman-imansızlık mücadelesidir. Bir diğer açıdan bu münasebetler inanç tarihinin belgeleridir.
Tarih boyunca insanın çevresini algılayışı ile toplumlara bakış tarzı pek fazla farklılık göstermez. Hz. Nuh’un çağrısına karşı çıkan kavim ne ise, Hz. Muhammed’e karşı çıkan cahiliye toplumu da odur. Çünkü, istekleri ve zaaflarıyla insan aynı insandır, peygamberlerin mesajları bile büyük benzerlikler arzeder. Bütün bu tesbitler günümüz insanını düşünmeye ve inanca sarılmaya sevketmelidir.

1- Mevdudi, el-Mustalahatü’l-erbaa, Beyrut, 1972.
2- Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, Çev. A. Asrar, İst. 1983, l-ll.
3- Takiyyettirı Mengüçoğlu, Felsefeye Giriş, İst. 1983.
4- Sahih-i Buhari, Çev. Kamil Miras, Arık. 1981.
5- Osman Cilacı, Günümüz Dünya Dinleri, Ank. 1998.
6- Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Ank. 1996.
7- Hazreti Peygamberin Hayatından Davranış Modelleri, (Haz. Recep Kılıç) Ank. 1988.
8- M. Kamil Hatte, Muhammed Aleyhisselam’ın Peygamberliği, Çev. i. Ezherli, Ank. 1967.
9- Bünyamin Duran, İslam Tarihinin Değişimi, İst. 1997.