Makale

A.Ü.TÖMER Dil Öğretim Merkezi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Mehman MUSAOĞLU

RÖPORTAJ: Hasan YILDIRIM

Hasan YILDIRIM

A.Ü.TÖMER Dil Öğretim Merkezi Öğretim Görevlisi
Prof. Dr. Mehman MUSAOĞLU:

“Son yüzyıl içerisinde farklı coğrafyalarda farklı kaderlere sahip olduğumuzdan 20’nin üzerinde yazım dili ve lehçeler oluşmuştur. Tabii burada hepimize düşen görevler vardır. Aydınlara, tercümanlara, eğitimcilere, edebiyatçılara büyük görevler düşmektedir.”

Sayın Mehman Musaoğlu, Türk ve Müslüman dünyasının ortak millî ve manevî değerleri nelerdir?

Türk-Müslüman dünyasında ortak millî ve manevî değerlerin başında tabii din gelmektedir. Din deyince ilk önce aklımıza İslâm Dini geliyor. Türkler İslâm Dini’ni Yeniçağ’ın başlarında kabullenmişlerdir. Şu anda dünya Türklüğü içerisinde, Kazak Türkleri, Azerbaycan Türkleri, Özbek Türkleri, Türkmen Türkleri, Orta Asya’da yaşayan diğer Türkler ve Tatarlar, İslâm Dini’ni yaşamaktadırlar.
İkinci bir ortak değerimiz ise Türkçe’mizdir. Türk dili aşağı-yukarı 200 milyon insan tarafından konuşulmaktadır. Bu dil, yani Türk lehçeleri, farklı siyasal, kültürel, coğrafî alanlarda kullanıldığı için zamanla, özellikle yüz-yüzelli yıl içerisinde birbirinden farklı bir duruma gelmiştir. Gerek fonetik bakımından, gerek lehçe bakımından bazı farklı kelimeler oluşmuştur. Diller içerisinde diğer dil aileleri de vardır. Bu diğer dillerde karşılaştırmada Türk lehçeleri birbirine daha yakın seviyede olup, Türklerce anlaşılmaktadır. Bugünkü Türk İslâm dünyasında bütünleşen Avrasya çerçevesinde bir ortak Türkçe’ye ihtiyacımız vardır. Türkçe aracılığı ile sadece Türkiye değil Türkçeyi kullananlar bir asıllı olanlar bir ortak Türkçe’yi kullanarak birbirle- riyle anlaşmalıdırlar diye düşünüyorum.
Mesela ben 7-8 sene önce Türkiye’de bir Kazak, bir Türkmen, bir Kırgız gördüğümde onlarla Rus diliyle konuşuyordum. Ama artık onlarla Türkiye Türkçesiyle konuşabilirim. Bütün zorluklara rağmen Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinde ve Azerbaycan’da Türkçe kullananlar orada Türkiye Türkçesini konuşanlar arasında bir ortak Türkçe olma imkanı büyüktür. En büyük millî değerlerimizden olan Türkçemizi ortak bir dil haline getirmek Türk dünyasının dünya ile entegrasyonunu hızlandıracak bir olgudur.
Türk-Müslüman dünyasının daha birçok ortak değerleri vardır. Mesela kültür. Gerçi din de, dil de kültürün öğeleridir. Gelenek ve göreneklerimiz ortak bir kültür oluşturmaktadır. Bunlar da yine Türkçemize dayandığından farklı bir biçimde doğu medeniyetinin bir parçası olarak değerlendirilebilir. Türk kültürü demek Doğu medeniyeti demektir. Türk kültürü içerisinde edebiyat önemli bir yere sahiptir. Edebiyat konusunda Türk dünyasında bazı farklılıklarla birlikte bir çok ortak yönler vardır. Mesela; bu Türk dilli coğrafyada ortak olarak bir Divan Edebiyatı vardır. Divan Edebiyatı, Osmanlı döneminde, Orta Asya’da Çağatay döneminde yani, Yeniçağın başlarından itibaren büyük Türk devletlerinin oluştuğu bir dönemde ortaya çıkan bir edebiyattır. 11. ve 12. yüzyıllarda Türkçe, Arapça ve Farsça yazılmıştır. Yani o dönemlerde Divan Edebiyatı’nın etkinliği söz konusudur. Biçimi, ölçüsü aruzdur. Bu dönemde Türkçe yazılan şiirler ve büyük şâirler vardır. Bâkî, Fuzûlî, Nevâî ve daha niceleri...gibi. Divan Edebi- yatı’nın dışında bir de ortak Âşık (Halk) Edebiyatımız vardır. Hece ölçüsüyle yazılır, söylenir. Karacaoğlan, Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Dadaloğlu gibi büyükler, bu edebiyatın Anadolu’daki temsilcileri ve öncüleridir. Bunlara yakın; hem aruz, hem de hece ölçüsüne göre yazan, söyleyen Mahdumkulu gibi Türkmenlerin büyük edebiyatçıları vardır. Bir de yine hem Halk Edebiyatına, hem de Divan Edebiyatına benzer Tasavvuf Edebiyatı vardır. Ahmed Yese- vî gibi diğer büyük tasavvufçular Türk dünyasındaki ilk temsilcileridir.
Aşık Edebiyatı dediğimiz Tüıkler’in sözlü edebiyatı, 19. yüzyıldan bu yana Avrupalı bilim adamlarını ilgilendirmiştir. W. Radlof adlı Alman asıllı sosyolog 1958 yılında Rusya’ya gelmiş, o zaman ki Türk topraklarını, boylarını gezmiş, Tiirklerin Halk Edebiyatı örneklerini tümüyle derlemiştir. O zaman Rusça ve çeşitli Türk lehçelerinde ve Almanca olarak yayınlanmıştır. Yabancı bir bir bilim adamı, Türklerin ortak manevî bir değeri ve öz kültürünün eseri olan Türk Halk Edebiyatı’nın örneklerini derleyerek Türk Dünyasından bir bilim adamının yapması gerekeni yapmıştır. Biz henüz Rad- lof’un yayınladığı “Türklerin Kökleri” adlı derlemeyi çeviriyoruz. Diğer bilimsel kaynaklara ve yapılmış uygun çalışmalara dayanarak Türkiye Tiirkçesine çeviriyoruz. Türk Halk Edebiyatı ilk ağızdan böylece derlenmiş oluyor, ^.yüzyıllarda teknolojinin gelişmediği, imkanların kısıtlı olduğu bir dönemde Avrupalı bir bilim adamı, Türklerin ortak manevî bir değeri olan konu üzerinde çalışma yapmıştır.
Bundan sonra bütün Türk dünyası edebiyatında, bir Tanzimat dönemi sözkonusudur. Avrupa tipi bir Divan Edebiyatı türleri oluşmaya başlamıştır. Roman ve tiyatro gibi edebi türlere yönelme başlamıştır. Bunların Türkiye’de öncüleri de vatan şâiri Namık Kemâl vs. Azerbaycan’daki çağdaş temsilcisi ise Bahtiyar Vahap- zâde ve Cengiz Aytmatov gibi büyük edebiyatçılardır.
Şu anda Türk dünyasında Halk Edebiyatının değişik türlerinde eserler verilmektedir ve Avrupa tipi bir edebiyat olan serbest vezin yeni kuşakların şiiri diye nitelendirilebilir.
Son yüzyıl içerisinde farklı coğrafyalarda farklı kaderlere sahip olduğumuzdan 20’ııin üzerinde yazım dili ve lehçeler oluşmuştur. Tabii burada hepimize düşen görevler vardır. Aydınlara, tercümanlara, eğitimcilere, edebiyatçılara büyük görevler düşmektedir. Ortak değerimiz olan Türkçe- nin her coğrafyadaki Türklerin hatta Türkçe konuşmayanların dahi net bir şekilde anlayabilmesi için bütün lehçelerdeki Türk yazını dilini yüksek düzeyde öğrenmeliyiz. Eğer biz Türkiye Türkçesini dünyada Türkçe konuşanlar için bir ortak dil durumuna getirmek istiyorsak bunu yapmalıyız. Edebiyat, bir aktarma işidir. Dil ile olur. Diğer Türk lehçelerinde yazılanları Türkiye Türk- çesine aktarmalıyız. Önceleri Türk dünyasındaki önemli eserleri İngilizce aracılığı ile çeviriyorduk. Şimdilerde ise direkt Türkiye Türkçesi ile yapılıyor. Tabi bu da sevindirici bir gelişmedir.
Sayın Hocam, belli dönem millî ve manevî değerlerin baskı altında tutulduğu bir Türk coğrafyasında yaşadınız. Bu değerlerin kısıtlandığı, o dönemin günümüze etkileri nasıl olmuştur?
Söz konusu dönem, Sovyetler Birliği dönemidir. Yani aşağı-yukarı bu 70 seneyi içine almaktadır. Bu dönemde dinî eğitim gören okullar, camiler, kiliseler ve diğer dinî ibâdet ve eğitim-öğretim yapılan müessese ve kuramların çoğunluğu faaliyetsiz bir durumda olmuştur. O zamanki Türk-İs- lâın dünyasında sadece bir halk İslâm’ı olmuştur. Yani İslâm Dininin temelleri belli başlı bir biçimde öğretilememiştir. İşte dinî bilgilerin öğretilememesi ve dinî okulların olmayışı dünyanın üçte birini içine alan muazzam bir kara alanında din işlerini çoğu zaman ilgisi olmayan dinî bir eğitim görmemiş kimselerin üstlenmesine neden olmuştur.
Din işlerinin, ibadetlerin ve diğer dinî etkinliklerin hâlâ çoğu zaman dinî bilgisi olmayan kişilerce yürütülmesi; din işlerinin özellikle İslâm’ın temellerini gereğince bilmemeye bağlı olarak bazı hallerde bundan belli güç odaklarının yararlanmasına, istismara, fanatizme ve üfürükçülük gibi bazı sapıklıklara neden olmuştur. Ayrıca, çeşitli tarikatlara ve misyonerlik faaliyetlerine meydan açılmış ve bunlardan da genel ahlâk zedelenmiş, toplum tedirgin ve huzursuz olmuştur.
Sağlıklı bir faaliyet üç bakımdan ele alınmalıdır. Birincisi “retrospektif bakış” yani geçmişe göre, İkincisi “prospektif bakış” yani şimdiye göre, üçüncüsü de “perspektif bakış” yani geleceğe göre bakış.
Yaşadığımız bilgi çağında da millî ve manevî değerlerimizin kısıtlandığı dönemin günümüze etkileri sözkonusu bakımlardan değerlendirilmelidir. Bu değerlendirmede geçmişe baktığımızda söz konusu 70 sene bütün olarak, etkileriyle ortadadır. İşte dünyanın giderek bütünleştiği ve internet iletişiminin artık bir dünya ağına çevrildiği günümüzde millî ve manevî değerlerimizin gereğince yaşanmaması, evrensel kültürün içerisinde Türk-İslâm uygarlığının tanınmasını, onun yerinin belirlenmesini zorlaştırmaktadır.
Sonuç olarak gerek inanç ve gerekse dil bakımından millî ve mânevî değerlerimizin yaşanmaması, bir İslâm ilmi, irfanı ve dünya genel dil bilimi ve dil, din özgürlüğü temelleri üzerinde yaşanmasının ortaya çıkardığı sonuçlardan bazılarına örnekler verilebilir.
Mesela: Çok büyük bir geleneğe sahip ve çeşitli özelliklere sahip olan genel Türk sözlü edebiyatının halen herhangi bir Türk yazı dilinde, özellikle de Türkiye Türkçesinde olmayışı, daha önce de bahsettiğim gibi bir Alman bilim adamı Türk Halk Edebiyatını derliyor, irdeliyor.
Biz daha yeni yeni Batılı bir bilim adamının yaptığını çözmeye çalışıyoruz. Daha önce Türk dünyasında bir aydının yapması gereken şeyleri başka kültürden olan kimselerden aktarılmaya çalışılması gerçekten düşündürücüdür.
Türkçe’nin kendi kurallarına (ses uyumuna) eklemeli yapısına, değişmez söz dizimine, dil bilgisine) göre yapılmış bir çalışmanın olmayışı.
Bütün Türk-İslâm dünyasında ve Türkçe konuşan diğer ülkelerde (Arap-İslâm dünyasında fasih bir Arapça’nın olduğu gibi) bir ortak yazı dilinin ortak bir Türkçe’nin olmayışı.
Türk-İslâm dünyasının Kur’an-ı Kerim’e İslâm’ın temel kurallarına dayanan ve bunun yanı sıra İslâm’ın kabulünden bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün gelişmeleri değerlendirebilen; hem şimdiye, hem geçmişe yönelen bir Türk-İslâm kültürünün yaşanması ve gelişimine ilişkin araştırma projeler üretebilen bir dinî-kültürel merkezin hâlâ olmayışı vs.
70-80 yıl içerisinde Türk Cumhuriyetlerinde İslâm’ın sadece bir halk dini biçiminde yaşanması bir ibadet ortamının olmayışı, dinî eğitimin gereğince yapılmamış olması bugün Türk Cumhuriyetlerinde bağımsızlığın getirdiği din, dil, ekonomik vs. özgürlüklerin yaşanmasında, genellikle gereken ibadetlerin yapılmasında, birtakım zorlukları oluşturmaktadır. Mesela şimdi bir kişi ibadet yapmak istiyor ama nasıl yapacağını bilemiyor. Belli bir yaştan sonra da öğrenmek kolay olmuyor.
Millî ve manevi değerlerin kısıtlanması ya da özgür bir şekilde ya- şanmamasınm ekonomik, maddî boyutu var mıdır?
Bilindiği gibi genel evrensel medeniyet, milli kültürlerin oluşturduğu büyük medeniyetlerin bir bütünüdür. Uzakdoğu, Kafkaslar, Ortadoğu ve Ortaasya kültürlerinin merkezi genel Asya kültürünü, bir Doğu kültürünü oluşturmaktadır.
Bunun yanısıra Avrupa ve yeni Amerika kültürlerinin oluşturduğu bir Batı uygarlığı da vardır. Dünya uygarlığı bu iki, medeniyetin (Asya ve Avrupa medeniyetlerinin) karşılıklı etkileşimler ve bütünleşmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır. İşte dünya uygarlığı bileşimlerinden olan ve Batı ve Doğu medeniyetlerinin önemli bir kısmının komünist rejimi sonucunda uzun bir süre yaşanamaması, gerek kültürel, gerekse ekonomik gelişimi olumsuz etkilemiştir.
İşte dünyadaki Türklerin büyük bir kısmının bu rejim sonucunda kendi kültürlerini gereğince yaşayamamış olmaları, onların gerek bilimsel teknoloji ve gerekse ekonomik gelişimini bir ölçüde engellemiştir. Mesela; bugün Türk Dünyasında kendi doğal kaynaklarının pazarlanmasın- da ortaya çıkan zorluklar, serbest pazar ekonomisinin yerleşmesini engelleyen şartlar bir millet olarak kendi özbenliğini yaşamasına da bağlıdır.
Türkiye ile Türk-Müslüman dünyasının ortak değerler etrafında biraraya gelmesi nasıl bir sonuç getirir?
Türkiye ile Türk-Müslüman dünyasının ortak millî ve manevî değerlerini yaşaması, aşağıdaki sonuçları ortaya çıkarabilir:
1- Batı ile Doğu arasındaki kültürel, ekonomik ve siyasal dengelerin yeni gündemlerini oluşturur.
2- “Avrasya” kavramının bir coğrafi anlamdan çok sosyo-kültürel ve ekonomik bir oluşuma çevrilebilir.
3- Avrasya’da ve dünyanın diğer Türkçe konuşulan bölgelerinde ve yaygın konuşulan diğer dünya dilleriyle (Rusça, İngilizce, İspanyolca. Arapça) birlikte Türkçenin de ortak bir dünya iletişim dili olmasını sağlar.
4- Gerek Ortadoğu, Kafkaslarda ve gerekse tüm Avrasya’da mahallî ve bölgesel savaşları ortadan kaldırır.
5- Giderek bütünleşen ve küçülen dünyanın kültürel, sosyal ve tarihsel mozayiğini muhafaza ederek, bilimsel ve teknolojik gelişiminin siyasal baskı ve ekonomik sömürüye çevrilmesini önler.
Her millet kendi varlığının bekası için çalışmaktadır. Ortak millî ve manevî değerlerimizin yeni nesillere aktarılması için Türk Müslüman dünyasına ne gibi görevler düşmektedir?
Bu konuda şunları vurgulamak isterim:
-Kur’an’a ve sünnete dayanan bir İslâm Dininin öğretimi, yere ve mekana göre uygulamasının yapılması için çalışmalar yapılmalıdır.
-Türkiye Türkçesinin dil bilimine ve Türko- lojik kronolojiye ve Türkçenin temel kurallarına (ses uyumu, eklemeli yazı ve değişmez söz dizimi) göre Türk dünyasında ve dünyada öğretimi yaygınlaştırılmalı.
-Türk uygarlığının çeşitli (gelenek ve görenek) öğelerinin genel dünya medeniyeti ekseninde tanımlanması, karşılaştırmalı, senkronik, diyakronik çalışmalar yapılmalı.
-İslâm’ın temellerine, Türk dili ve edebiyatına, genel Türk uygarlığına ilişkin bütün temel eserler, günümüz yaygın genel dünya ileşitim dillerine (İngilizce, Rusça, İspanyolca) gerekse de diğer bölgesel ve millî yazı dillerine tercüme edilmeli.
Konuyla ilgili açıklamak istediğiniz başka bir husus var mıdır?
Birkaç hususa daha değinmek istiyorum. Şöyle ki:
Şair Genceli Nizamî der ki:
“Guvvet ilimdedir. Başkaca kimse kimseye üstünlük eyleyebilmez.”
Türk dünyasına ve dünyaya İslâm Dini’nin temel kurallarını açıklamalı, dinî eğitim, ibadet ve İslâm’ın tarihiyle, Türk uygarlığını oluşturan diğer temel unsurların karşılıklı etkileşimini tanımlamak için bilimsel, popüler bir düşünceyle Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanması planlanan “Diyanet Avrasya” veya başka bir kurum tarafından yayınlanması düşünülen “İslâm Bugün” dergilerinin bir an önce yayınlanmasına ihtiyaç vardır. Ayrıca Türk Dil Bilimi Dergisi Projesi de hayata geçirilmelidir.

Teşekkür ederim.

Verdiğiniz bilgilerden dolayı biz teşekkür ederiz.