Makale

DİN VE EĞİTİM

DİN VE EĞİTİM

Dr. Mehmet BULUT

Her yeni öğretim yılının açılışında eğitim konusunun ülkemizin en önemle gündem maddesi olması normal. Çünkü, nüfusunun büyük bir kısmı çocuk ve gençlerden oluşan bir ülkeyiz. Yuvarlak rakamlarla ifade edersek, nüfusumuzun üçte biri 14 yaşın altında. Yüksek öğretime devam eden gençlerimizi de katarsak 15 milyon civarında öğrencimiz var. Toplam nüfusumuzun neredeyse dörtte biri. Sadece ilköğretime devam eden öğrenci sayımız 10-12 milyon civarında. Tek başına bu rakam bile birçok ülkenin toplam nüfusuna denk veya daha fazla. Yalnız öğrenci sayımız bile ülkemiz açısından eğitim-öğretim olayının ne kadar mühim bir mesele olduğunu ortaya koyuyor. Hemen hemen her birimizin bir yönüyle (öğretmen-öğrenci-veli...) taraf olduğu bir dava bu. Bu genç nüfusumuzu geleceğe hazırlamak elbette en mühim uğraş alanımız, en önemli meselemiz.
2000’li yıllarda ülkemizin milletler camiasındaki yerini bu genç nüfusumuz belirleyecek. Ülkemizi geleceğe bunlar hazırlayacak; maddi ve manevi yönden müreffeh bir ülke için bunlar kafa patlatacak, sorumluluk üstlenecekler. Kutsal bir yüke olanca güçleriyle omuz vererek çağa Türk’ün damgasını vuracaklar. Meseleyi böyle düşündüğümüzde, heyecan ve şevkimiz elbette artıyor. Ama, ümidimizin gerçekleşmesi için bugün biz yetişkinlere düşen önemli görevler var. Onları geleceğe hazırlamak üzere, iyi bir eğitim-öğretim sürecinden geçirmemiz boynumuzun borcu. îşte şimdi onlar, yaklaşık 70 bin okulda, 500 binin üzerindeki öğretmenin nezaretinde ders başı yapıyorlar.
Genç bir nüfusa sahip oluşumuz, ülkemiz adına, geleceğimiz açısından çok önemli bir değer, bir öğünme vesilesi, bir zenginlik kaynağı. Ama nimetlerin külfetleri beraberinde getirdiği de malum. Eğitim-öğretim alanında katetmemiz gereken önemli mesafeler var. Mamafih, eğitim- öğretim konusu bütün ülkeler için de sancılı bir alandır. Çağımızda, toplumların ve ülkelerin üzerinde en fazla durduğu bir sorundur.
Gelişmiş ülkeler çağın ihtiyaçlarını da göz önünde tutarak, millî gelirlerinin önemli bir kısmını eğitim-öğretim alanına aktarıyorlar. İnsana yatırımı ön plânda tutuyorlar. Sürekli takviyede bulunuyorlar. Eğitim için sarfedilen her türlü emek ve masraf, insana yapılan bir yatırım olarak telakki ediliyor. Geleceğini düşünen, halkım ileri medeniyet düzeyine ulaştırmaya çalışan her ülke, eğitim ve öğretime son derece önem veriyor.
Okullarımızın açılmasıyla mevcut sıkıntılarımız, problemlerimiz de bir kez daha bizi derinden düşündürecek. Okulların fiziki sorunları; bina, derslikler, araç-gereç, laboratuvar, atölye durumu; öğretmen eksikliği, rehber ve branş öğretmeni yetersizliği, ders kitapları; üniversite kapısında yığılan, yüksek tahsil imkânı bulamayan gençler, yüksek öğrenime devam eden gençlerin sorunları; yurt, sosyal tesis ihtiyaçları, mezunlarının istihdamı sorunu... Öte yandan öğrencilerin aileye getirdiği maddî külfetler; kitap, kırtasiye, kıyafet, servis masrafları... Bunlara daha başkaları da ilave edilebilir. Ülkemizin genel eğitim sorunlarını aksettirmesi açısından bir de şu tespitlere göz atalım:
Büyük şehirlerde sınıf başına düşen öğrenci sayısı ortalama 70-75. Öte yandan 500 bin civarında öğretmen açığı var. Okula başlayan her 100 çocuktan sadece 12’si üniversiteye girebiliyor. 725 bin çocuk hiçbir eğitim-öğretim imkânından faydalanamıyor. Okuma-yazma bilmeyen çocukların oranı %21. 20 bin çocuk sokakta yaşıyor. (Necati Doğru, “İki yıl da bitti!”, Hürriyet 23.05.2000)
İlgililerimiz, yetkililerimiz ve uzmanlarımız tarafından bu sıkıntılarımız enine-boyuna tartışılacaktır.
Yeni bir eğitim-öğretim yılı vesilesiyle, biz de, Diyanet Aylık Dergi’nin bu sayısında, din ve eğitim, din eğitimi ve öğretimi konularını bir kez daha ele almak istiyoruz. Çünkü din eğitimi konusu, ülke gündeminde önemli bir mesele olmaya devam etmektedir.
Verildiği kurumlar bağlamında din eğitimi ve öğretimi konusu, şu madde başlıklarıyla ele alınıp incelenilebilir: Halkın geneline sunulan yaygın (informel) din eğitimi faaliyetleri ki, Diyanet İşleri Başkanlığımızın hizmetleri çerçevesinde önemli bir yer tutmaktadır; örgün (formel) eğitimde din öğretimi, yani ilköğretimin dördüncü sınıfından itibaren liselerin son sınıfına kadar yer alan Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi öğretimi; meslekî din eğitimi kurumumuz olan İmam-Hatip Liselerinde din eğitimi ve yüksek öğretim kurumu olarak İlahiyat Fakültelerimizde yüksek din eğitimi. Bunların her biri ayrı ayrı gündem konusu teşkil edecek önemdedir. (İmkan olursa, dergimizin bir sayısında İmam-Hatip Liseleri ve mesleki din eğitimi konusunu ayrı bir gündem konusu yapmak istiyorum.) Biz bu yazımızda genel olarak ve ana hatlarıyla din ve eğitim konusu üzerinde duracağız
İnsan, Din ve Eğitim
“Her konuda insanları, akıllarını, irade ve isteklerini kullanarak hayır olan şeylere götüren, böylece dünya ve ahiret saadetine ulaşmalarını sağlayan, Peygamberler aracılığıyla Allah’ın gönderdiği İlâhî esasların biitiinü” (A. Hamdi Akseki, İslâm, Diyanet yayını, İstanbul 1943, s. 33) diye tanımladığımız “Din” ile, “kişinin zihni, bedeni, duygusal, toplumsal yeteneklerinin, davranışlarının, istenilen doğrultuda geliştirilmesi ya da ona birtakım amaçlara dönük yeni yetenekler, davranışlar, bilgiler kazandırılması yolundaki çalışmaların tümü ” (Yahya Ak- yüz, Türk Eğitim Tarihi, Ankara, 1989, s. 2) şeklinde tanımladığımız “Eğitim ” kadar birbirleıiy- le yakından ilgili başka iki mefhum düşünülemez.
Din, toplumun en duyarlı olduğu bir alan. Kitleleri biraraya getirme, belli değerler etrafında birleştirme gücüne sahip.
Din fıtrîdir, doğuştan gelen bir yöneliş ve duygudur. Hem fert hem de toplum için zorunlu bir ihtiyaçtır. Tarih boyunca inançsız, dinsiz toplamlara rastlanmamıştır.
Dinin konusu, insanın da içinde bulunduğu evren ve Allah’tır.
Din, insana yüce yaratıcı Allah’a bağlanmayı, yücelmeyi öğrettiği gibi iyiye, güzele yönelmeyi de öğretir.
İlâhî kanunlar mecmuası olan din, insanların dünya ve ahiret saadetlerini tekeffül eder.
Bilindiği gibi, evrensel dinlerin temel vasıflarından biri “kitabî din ”ler olmaları, İlâhî bir kitaba dayanmalarıdır.
Hz. Peygambere vahyolunan Kur’an-ı Kerim’in ilk âyeti “Oku” emriyle başlar. Okumanın, öğrenmenin aracı olan “Kalem” de müstakil bir sûrenin adıdır. Ayrıca bir çok âyette, geçmiş semavî din mensuplarına, Hıristiyan ve Yahudilere; "Ey ehl-i kitap” diye hitap edilerek, onların bir kitaba mensubiyetleri ön plâna çıkarılır.
Kitabî dinlerde dinin esasları kitapla insanlara bildirilmiştir. Bunların bellenmesi ve hayata tatbiki belli bir öğretim ve eğitimi gerektirir.
Dinin esasını, yani kutsal mesajı insanlara sahih bir şekilde anlatarak, onlarda dinin amacına uygun yönlendirmeyi temin etmek, böylece ferdin ve toplumun huzur ve istikrarına katkıda bulunmak, toplum düzeninde dinin müspet etkisini ortaya çıkarmak gibi hususlar, dinin öğretim ve eğitiminin yapılması zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Sağlam ve sistemli bir din eğitimi, öğretim ve öğrenim işidir.
Geçmişten devralman kültür mirasının, yenilerinin eklenmesiyle yeni kuşaklara aktarılması eğitim marifetiyle olur. Her toplumun kültürel mirası içinde dinî olanı önemli bir yer tutar. Din, diğer kültür unsarları üzerinde de etkili olur. Türk toplumu için bu daha da belirgindir. Türk dili, san’atı ve kültür öğelerinde bu etkileri görmek mümkündür. Öte yandan, toplumun bugünkü ve gelecekteki ihtiyaçlarına cevap vermek, onun sürekliliğini ve devamını temin etmek üzere oluşturulmuş sistem olan eğitimle, insanlığın sulh ve saadetini hedef alan din, birbirinin yardımcısıdır. İnsanlığa gönderilmiş son evrensel din İslâmiyet de insanlığı cehaletin karanlığından kurtarmak için gönderilmiştir.
Eğitim ve Din Eğitimi
Günümüzde kullandığımız “öğretim ve eğitim" terimleri karşılığında eskiden talim ve terbiye terimleri kullanılıyordu.
Terbiye, ‘‘Rab’’ kökünden gelen bir kelimedir. Bir şeyi büyütmek, yetiştirmek anlamına gelir. Efendi, sahip anlamlarını da içermektedir. Ayrıca Allah’ın isimlerinden biridir. Allah’ın bir ismi olarak Rab; bir şeyi derece derece, halden hale, nitelikten niteliğe geçirerek olgunlaştıran mutlak kudret sahibi demektir. Eğitme anlamında kullanıldığında terbiye, insanın insanı efendileştirmek, olgun insan haline getirmek üzere faaliyetlerde bulunması anlamına gelir. M. Hamdi Yazır, terbiye kelimesini, bir şeyi basamak basamak, yavaş yavaş olgunluğuna ulaştırmaktır ki, bunun alameti seçme ve olgunlaşmadır (Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1960,1/64), şeklinde açıklamaktadır.
Kültür verme çabalarının tümünü içeren terbiye, bu özelliğiyle “eğitim” mefhumundan daha kapsamlı bir anlam ifade etmektedir.
Öğretim (talim), eğitim işinin düzenli çalışmalarla plânlı ve kontrollü bir biçimde, kurumlaştırılarak gerçekleştirilmesidir. Teşkilâtlı ve düzenli olarak genellikle bir öğretim kuru- munda öğretmenler tarafından öğrencilere bilgi aktarılması çalışmalarının tümünü içerir. Öğretim, eğitim kapsamına giren bütün konular hakkında fertlere teker teker veya toplu halde, gerektiğinde mantikî deliller de gösterilerek bilgi vermektir.
Eğitim, davranış değişimi, yeteneklerin yönlendirilmesi ve bireyin gelişmesine yönelik amaçlı bir faaliyettir. Bilgi ve değer aktarımını, beceri kazandırmayı, bunların geliştirilmesini, gerektiğinde yenilenmesini içerir.
Eğitim, hayat boyu olgunluğa doğru devam eden bir süreçtir. İnsanın yükseltilebileceği en son düzeye/noktaya ulaştırılması demektir. Nasıl ağaç için nihai gaye meyve ise, eğitim için de nihai gaye insanı yetiştirip kemale ulaştırmaktır.
Eğitim, insanlığın var olageldiği zamandan itibaren günümüze kadar elde ettikleri her türlü birikimlerine yenilerini eklemek ve bunları gelecek kuşaklara aktarmakla görevlidir.
Eğitimin amacı insanı yetiştirmektir; insanı “insan-ı kâmil" haline getirmektir. Belirli değerleri kazanmış insan mertebesine çıkarmaktır.
Eğitim öğretim faaliyetlerinin iki yönlü amacı vardır. Bunlardan biri insana, sahip olduğu bütün kabiliyetleriyle birlikte gelişebileceği bir ortam sağlamaktır. Diğeri onu, içinde bulunduğu topluma uyum sağlayan iyi vatandaş olarak yetiştirmektir. Kısacası amaç bir yönü ile insanın kendine, bir yönü ile topluma dönüktür. Bunlar birbirini tamamlamak durumundadır. İnsanlık, geçmiş asırlarda elde ettikleri her türlü birikimlerine yenilerini eklemek ve gelecek kuşaklara bu birikimleri daha da zenginleştirilmiş olarak aktarmak emelindedir.
Fertlerdeki imkân ve kabiliyetlerin ortaya çıkması eğitim vasıtasıyladır. İnsan eğitim vasıtasıyla yaratılışındaki imkân ve kaabiliyetlerden en iyi ve en geniş bir şekilde faydalanma yollarını öğrenir.
Eğitimin amaçlarından biri de ülkenin kalkınmışlığı ve ülke insanının mutluluğudur.
İnsana öğretim yoluyla kazandırılan bilgiler, onu iyiye, güzele, doğruya yönlendirmişse, hedeflenen eğitim olayı gerçekeşirilmiştir.
Din eğitimine gelince:
Din eğitimi, insanın yaratılışında (fıtrat) olan dini duygu ve yetenekleri yönlendirmek suretiyle ve genel eğitim kurallarını uygulayarak ona dini bilgiler kazandırmak ve kazandıklarıyla istenilen davranışların ortaya çıkmasına katkıda bulunmak için yapılan etkinliklerdir.
Din eğitimi, din kültürünün verilmesi, dini kişiliğin kazandırılması doğrultusundaki faaliyetlerdir. Okulda öğretmenler, ailede aile büyükleri, camilerde din görevlileri ve diğer ortamlarda bu konuda yeterli kişiler marifetiyle gerçekleştirilmektedir.
Bireyin olduğu kadar toplumun da sosyal kontrolünü sağlayan vasıtaların önde gelenlerinden olan din, kendi prensiplerini, inanç sistemini, dünya görüşünü yaşadığı toplumda kabul ettirme eğilimindedir.
Din hakkındaki bilgilerimiz, dini inancımız ve din konusuna yaklaşımımız ne olursa olsun, yaşadığımız her çevrede din olgusunu inkâr edemeyiz.
Din konusundan halka öğüt verme, dini ibadetlerin öğretim ve eğitimi, dini emir ve yasakların belletimi, Kur’an’ın okutulması ve ezberletil- mesi, ahlâkın dini olan temellerinin yerleştirilmesi... olarak ele alınan din eğitimi, yüzyıllar boyu değişik ortamlarda, değişik kurumlarda, muhtelif elemanlarca ve farklı yöntemlerle veri- legelmiştir. Günümüzde de bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de din eğitimi ve öğretimi önem verilen bir uğraş alanıdır.
Niçin Din Eğitimi ve Öğretimi?
Din, insan hayatının her safhasında ve ömür boyu ilişki içerisinde olduğu bir müessese. Dinin bu özelliği onun eğitimini de önemli kılmıştır.
Dini bilgi, aşkın (müteâl) varlıkla olan ilişkinin bilgisi. Dinin esasını aşkın varlık olan Allah’ın bilgisi teşkil eder. Mutlak varlık olan Allah’ın bilgisi de mutlaktır ve değişmez. Din içinde insan eseri olan bilgiler, Allah’ın bilgisinin yorumu ve açıklamalarıdır. Dinde farklı görüş ve inanışların bulunması, din içindeki insana ait bilgilerden kaynaklanır. Örneğin, Kur’an-ı Kerim, Allah’ın kelâmı ve bilgisidir; hükümleri mutlak doğrudur, değişmez.
Bu hükümlerin yorumu insan eseridir (Necati Öner, “Niçin Din Öğretimi?”, Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Diyanet yayını, Ankara 1991, s. 23).
Dini bilgi diğer bilgilerin karşıtı bir bilgi türü, bir meslek değil; onlarla içiçe, onlarla beraber yoğrulan ve onlardan yararlanan bir bilgi türüdür. İnsanın hayat boyu kullandığı bir kültürdür.
“Dinde asıl olan Allah’ın bildiklerini doğru anlamak ve bu anlayış içinde O’nıın emirlerini yerine getirmektir. İnsanın bilgi seviyesi yükseldikçe, anlayış ve kavrayışı da o derece gerçeğe yakın olur. Öyle ise insan ne ölçüde geniş ve derinliğine bilgi sahibi olursa Allah’ın kelamını da o ölçüde doğru anlar. İnsanın her alcında sağlam ve sistemli bilgi edinmesi öğretim ve öğrenim işidir. Bu açıdan bakınca din öğretiminin gerekliliği ortaya çıkar." (N. Öner, s. 23.)
İnsana değer veriyorsak, onu “insan-ı kâmil” haline getirmek istiyorsak, onun eğitimine de önem vermeliyiz.
Bir yerde din, dini inanç varsa, onun eğitimi- nin-öğretiminin de yapılacağı ve sonraki nesillere aktarılacağı şüphesizdir. Bir toplumda din yaşanıyorsa, onu yok sayamayacağımız, görmemezlikten gelemeyeceğimiz için, onun eğitim ve öğretimine de bigane kalamayız. Dinin vaz ettiği inanç sisteminin, dünya görüşünün fert ve topluma kazandırılması eğitim vasıtasıyla olacaktır. Birey inandığı dinin vecibelerini yerine getirebilmesi, ibadet hayatını düzenleyebilmesi, ahlâkî erdemlerini davranışlarına yansıtabilmesi, kr- saca dini yaşayabilmesi için onu asli şekliyle öğrenmesi gerekir. Örneğin Kur’an’ı öğrenme ve anlama imkânı bulamazsak ondan nasıl istifade edebiliriz? Bilinmeden yaşanamaz. Yaşanmayan dinin müsbet tezahürleri de toplumsal hayatta hissedilemez.
İslâm’ın, Kur’an’ın idealize ettiği bir cemiyetin oluşumu da ancak onun eğitimi yoluyla gerçekleşebilir.
“Din eğitimi, bir dinin taşıdığı kültürü, telkin ettiği hayat biçimini veya önerdiği ibadeti yerine getirmek isteyenler veya bunu istemeyenler için aynı değerdedir, diyebiliriz." (Saffet Bilhan, “Din Eğitimi, Ahlak Eğitimi, Laiklik”, Türk Aile Ansiklopedisi, c. 2, s. 431) Her iki tarafın birbirlerini daha kolay anlamaları ve birbirlerine hasım kesilmemeleri için dini kültüre ihtiyaç vardır.
Dinin ve özellikle içinde yaşadığı toplumun mensup olduğu dinin, kültür düzeyinde dahi olsun öğrenilmesi, dini yaşama kaygısı bulunmayan, hatta inanmayanlar için de gerekli ve zorunludur. İçinde bulunduğumuz toplumun yaşadığı bir inanç manzumesi varsa -ki vardır-, en azından insanımızı ve değerlerini tanıma açısından onun dini inançlarını ve dini hassasiyetlerini bilmemiz gerekiyor. Mazimizi, kültürel mirasımızı öğrenip anlamamız da bizi buna mecbur ediyor. Özellikle toplumu yönlendirmek, bilgilendirmek mevkiinde olanların, entellektüel bir kimlik taşıyanların, yöneten, düşünen kişilerin toplumun mensup olduğu dini bilmesi zaruret derecesinde mühimdir. Birlikte, barış içinde, birbirimizi anlayarak yaşamak da, birbirimizin inancını ve hassasiyetlerini tanımak ve ona saygı duymakla olur. Halkın değerlerini paylaşabilmek adına Kur’an’dan ve dinin temel esaslarından haberdar olmamız gerekir. Unutulmamalı ki, Türk Milleti bin yıldır Kur’an’la yüz yüzedir. Kur’an’a karşı bir duyarlılığı, hürmete dayanan bir ilişkisi vardır. Bunu göz ardı etmemeliyiz.
Kitle iletişiminin baş döndürücü hızla geliştiği günümüz dünyasında, sadece kendi dini hakkında bilgi sahibi olmak da yetmemektedir. Başka din ve kültürleri tanıma zarureti doğmuştur. Biraz sonra da değineceğim gibi, devlet okullarında din öğretimi yapılsın mı, yapılmasın mı, tartışmasına girerken bu gerçeği göz önünde tutmamız gerekecektir.
Biraz gayretle edinilebilecek bir dini kültüre lakayt kalmak, çağımız insanı için en hafif tabiriyle gerçekten üzücüdür. Örneğin, çok sevdiği bir yakınının cenazesi için cami avlusuna kadar gelip de cenaze namazına iştirak etmeyen, bir kenarda büzülüp duran insanların bu mahcup tavırları, bana göre, çoğunlukla, o basit işlemi, cenaze namazını bilmeyişinden kaynaklanmaktadır.
Öte yandan, belli bir bilgi derinliğine sahip olmayanların din konusunda tartışmaya girmeleri, görüş beyan etmeye kalkışmaları da, bilmemenin verdiği tuhaf bir cesarettir.
Din konusunda birşeyler söylemek ihtiyacını duyanların, konuştuklarında düştükleri trajikomik durum, yetkili kişilerin dini konuda verdiği beyanatın hatalı veya anlamsız bir şekilde gazete sütunlarında çıkması, düşündürücüdür.

Evrensel Hak ve Hürriyetler Çerçevesinde Din Eğitimi ve Öğretimi
Çağdaş hukuk sistemlerinde, uluslararası sözleşmelerde din ve vicdan hürriyeti nasıl evrensel insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde mütalaa ediliyorsa, dinin eğitim ve öğretimi, fertlerin dinden gelen değer yargılarını öğrenmeleri ve bunları kendilerini izleyen kuşaklara aktarmalarına imkan sağlanması da din ve vicdan hürriyetinin bir gereği kabul edilmiştir. Yine genel eğitim ve öğretim nasıl insan hak ve hürriyetleri çerçevesinde ele alınmışsa, din eğitimi ve öğretimi de aynı çerçevede düşünülmüştür.
Bilindiği gibi çağımız dünyasında dine ve dolayısıyle dini bilgilenmeye ilgi daha da artmış, buna paralel olarak dini müesseselerin hizmet ve faaliyetlerine yeni yeni imkânlar ve kolaylıklar sağlanmıştır. Toplundan ahlâkî çöküntülerden, sefaletlerden kurtarmak için dinin sağladığı imkânlardan istifade edilmek istenmekte, insanların dindar yetişmeleri için özendirici yollara başvurulmaktadır.
Ülkemize gelince: 1982 Anayasası’nda, hem ilk ve orta öğretimde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi zorunlu ders olarak kabül edilmiş, hem de isteğe bağlı din eğitimine müsade edilmiştir. Anayasa’nın 24. maddesinin 4. fıkrası şöyle:
“Din ve ahlak eğitimi ve öğretimi devletin denetim ve gözetimi altında yapılır. Din Kültürü ve Ahlak öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır. Bunun dışında Din Eğitimi ve Öğretimi ancak kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kanuni temsilcilerinin talebine bağlıdır.”
Görüldüğü gibi madde, din ve ahlâk öğretiminin devletin gözetimi altında yapılacağını, ilk ve orta öğretim kurumlarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin zorunlu olduğunu, okul dışındaki din eğitim ve öğretiminin ise kişilerin kendi isteğine ve çocukların da velilerinin talebine bağlı olarak yapılabileceğini hükme bağlamıştır.
Bilindiği gibi 633 sayılı Kanun da, Diyanet İşleri Başkanlığı’na toplumu din konusunda aydınlatma görevi vermiştir.
Laik-demokratik ülkelerde de toplumun din eğitimi talebi dikkate alınmakta, gerekli imkân ve kolaylıklar sağlanarak destek olunmaktadır. Bu imkânlardan, Avrupa’da çalışan işçilerimizin de yakinen tanık oldukları gibi, başka din mensupları da, kendi dinleri çerçevesinde faydalana bilmektedirler. Devlet-toplum kaynaşmasını sağlamada bu kolaylıklar son derece etkili olmaktadır.
Din özgürlüğünden bahsettiğimizde onun eğitim özgürlüğünü de söz konusu etmiş olacağımızı; din eğitiminin inanç özgürlüğünün doğal bir gereği olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu noktadan hareketle şunu söyleyebiliriz: Gerçek anlamda din özgürlüğünün sağlanmadığı ülkelerde, din eğitimi ve öğretimi gereği gibi yapılamaz. Bu durumda din asli haliyle öğretilemeye- ceği için, çoğu kez dine aykırı düşünce ve inanışlar, din adına gizli gizli telkin edilebilir. Bu durumda hem din, hem de ülke ve toplum için zararlı oluşumlar meydana gelebilir. Dine yönelme ihtiyacında olan insanlardan bir kısmı bu yanlış akımlara kapılabilir. Bu durumlara yer vermemenin en pratik yolu, legal yollardan ve gerçekçi bir din öğretimine imkân tanınmasıdır.
Burada bir hususa daha yer vermek gerekiyor:
Din eğitimi kamusal alanın dışında kalan bir mesele midir? Kişilerin hususî bir problemi midir? Konu, devlet idaresinin dışında mı tutulmalıdır? Laikliği benimsemiş devletin maneviyat alanını düzenleme ve bu çerçevede belli bir dinin eğitimini gerçekleştirme görevi var mıdır? Bu husus tartışılmıştır ve halen de tartışılmaktadır.
Cevap nasıl olursa olsun, bilinen bir gerçek vardır ki, günümüz dünyasında sonuç itibariyle toplumun ihtiyacı ve devletin âli menfaatleri neyi gerektiriyorsa -ki uygulamada Batı ülkelerinin tamamına yakınında dini alana hizmet ve devlet olarak destek olma şiar edinilmiştir- o yapılmaktadır. Ülkemizde de, halkın kahir ekseriyeti, devletin din hizmetlerine ve çocuklarının din eğitimlerine müzaheretini beklemektedir. Türk toplumunun devlet anlayışında nasıl devletten ayrı bir din hizmeti teşkilatı anlam taşımıyorsa, devletin desteğinde olmayan bir din eğitim öğretim anlayışına da sıcak bakılmıyor. Kanaatimce, geçmiş yıllarda halkın İmam-Hatip okullarına gösterdiği yakın ilginin temel nedenlerinden biri, buraların devletin açtığı ve ilgi gösterdiği, destek olduğu birer okul oluşudur.
Bilindiği gibi Cumhuriyet’in kuruluşundan hemen sonra 1924’te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat kanunu ile, din eğitim kuramları da dahil bütün öğretim kuramları tek elde toplanarak Maarife bağlanmıştır. Yürürlükteki Anayasa’mızda ve Milli Eğitim Temel Kanunu’nunda mesleki din eğitiminin de devlet eliyle verileceği hükme bağlanmıştır. Realite de budur. Din eğitimi, insanlarımızın ferden ferda baş başa bırakılacakları bir alan değildir. Toplumsal bir ihtiyaç olarak, bir kamu hizmeti çerçevesinde devletin yardım ve desteğine ihtiyaç vardır. Vakıa geçmişte öyle olmuştur, günümüzde de böyle olmak durumundadır.
İnanç özgürlüğü çerçevesinde din eğitimi ile laik eğitim birbirine ters düşer mi? Prof. Dr. Saffet Bilhan’m da belirttiği gibi, inanç özgürlüğü bağlamında bu iki eğitim birbirine ters düşmezler; aksine ikisi bir arada var oldukları sürece, laik eğitim tarafsız olarak herkese, din eğitimi ise taraftarlara istenilen hizmeti sunacaktır (S. Bil- han, s. 429).
Bir din eğitimi ihtiyacı olduğu kesindir ve bu eğitim ehil, yetkili kişilerce okullarda verilmelidir. Bu bakımdan, verilecek din eğitiminde kaliteyi yükseltmek için en uygun yol ve yöntemler araştırılmalı, metodlar geliştirilmeli. Bu da başta Milli Eğitimimize ve İlahiyat Fakültelerimize düşmektedir. Çünkü ne öğreteceğimiz yanında nasıl öğreteceğimiz de önemlidir. Öğrencilerin dini bilgilenmeye ilgisini çekmek, dersi cazip kılmak biraz da öğretmenlerimizin ve hocalarımızın gayret ve başarısına bağlı olacaktır.
“Dini Doğru Öğrenmek ve Doğru Öğretmek”
Eksik ve yetersiz bir din eğitiminin menfi sonuçlarının da ortaya çıktığı her dönemde yükselen bir talep ve bir çağrı olmuştur: “Din doğru öğretilmelidir! ”
Bu çağrımın yerinde olduğu, toplumun her kesimince kabul edildiği bir gerçek. Gençler arasında Hıristiyan mezheplerine ilginin artması, Satanistlik gibi sapkın akımlara yönelmeler, Hizbullah olayı, alkol ve uyuşturucu bağımlılığının gençler arasında hızla yaygınlaşması, sağlıklı bir din eğitimi ve öğretiminin ne kadar zaruri olduğunu son yıllarda bir kez daha ortaya koydu. Ve bu gerçek, üst düzey devlet görevlilerimizce de dile getirildi.
Din hassas bir konıı olduğu için onun eğitimi de özen isteyen bir uğraş alanıdır. Din, genel hüviyetiyle öğretilmediğinde, istismara, zararlı oluşumlara zemin teşkil edebilir. Din söz konusu olduğunda, doğru bilginin olmadığı yer boş kalmaz; orayı yanlış bilgiler doldurur. Bu bakımdan, verilecek eğitim kademe kademe her yaş ve kültür düzeyindeki insanı tatmin etmeli, zihinlerde boşluk bırakmayacak yeterlikte olmalı.
Konuya bu zaviyeden bakarsak, din eğitim ve öğretimini sınırlandırmak bir yana, hem örgün hem de yaygın eğitimde din eğitim ve öğretimini yeterli düzeye çıkarma zaruretinin olduğunu görürüz. Dini öğretme hususunda kısıtlama cihetine gittiğimizde, toplumda genel kabul gören ve yukarıdan beri üzerinde durduğumuz “Dini doğru öğrenmek ve öğretmek” gerçeğiyle çelişkili duruma düşeriz. Kısıtlama, yetersizliğe yol açar ki, o da, boşlukların doğmasına neden olur. İzah etmeye çalıştığımız gibi, insanların dine olan ihtiyaçları devam ettiği sürece sağlıklı din eğitimine olan ihtiyaç da devam edecektir.
Toplumumuza gerçek anlamda İslam’ı öğretemediğimiz, halkımızı sağlıklı dini bilgi ile kucaklaştırmadığımız bir realitedir. Halkımızın din hakkındaki bilgileri sığdır. Bu gerçeği tespit için tek tek kendi gözlemlerimiz yeterlidir sanırım. İnsanların din hakkındaki konuşmalarına kulak misafiri olursanız, davranışlarını incelerseniz, bu gerçeği hemen tespit edebilirsiniz. Yanlız şu var ki, bu gerçeği sadece sözle dile getirmek bir anlam ifade etmiyor. Yetkili ve sorumluluk mevkiindeki herkesin bu babda kafa yorması, meselinin bir ucundan tutması, bu alanda el ve gönül birliği etmesi ve nihayetinde çözüme kavuşturulması gerekiyor. Bu konuda yardımını isteyebileceğimiz şahıs, kurum ve kuruluşların çok geniş bir yelpaze oluşturacağını düşünüyorum.
Eksik ve yetersiz din öğretiminden kaynaklanan problemlerin üzerine nasıl gitmeli? Cevap basittir: Doğru dini bilgiyi toplumun bütün katmanlarına yeteri kadar ulaştırmak. Bir de, toplumda görülen hata ve eksiklikleri gidermeye çalışırken itidali, hoşgörüyü, şefkat ve merhameti bir kenara bırakmamak gerekiyor. Hataları düzeltmenin de bir yolu yordamı olduğunu unutmamak lazım. Bir yanlışlığı düzeltmeye çalışırken başka hatalara düşülmemeli.
Öyle inanıyorum ki, yakın zamanda ülkemizde din ve eğitim konusu, ilgili kurumlar ve yetkinlerimizce yeniden ele alınacak, hepimizi tatmin edecek yeni tedbirlere başvurulacaktır. Yirmibirinci yüzyılın başında, aklın, ilmin ve dinin ışığında, Türk toplumunun istek ve beklentileri doğrultusunda mesele ele alınacak ve din eğitimi ve öğretimi konusu köklü çözüme kavuşturulacaktır. Buna ihtiyacımız vardır.
Din Eğitiminde Önceliklerimizi Tespit
Mevcut imkanlarımızla halka dini öğretirken, öğreteceğimiz şeylerde önceliklerimizi tespit etmemiz gerekiyor. Neyi, ne zaman, nerede ve nasıl öğreteceğimizi belirlemeliyiz. Muhatabımızı ve yöneldiğimiz kitlenin genel durumunu dikkate almalıyız. Söylemek istediğimi açmak için bir hatıramı sizinle paylaşmak istiyorum.

UZMAN GÖRÜŞÜ

Terbiye-Eğitim-Öğretim
“Terbiye”, “rab” kökünden gelen Arapça bir kavramdır. Rab; efendi, sahip, baba anlamında kullanılmıştır. Rab aynı zamanda Allah’ın en çok kullanılan isim- lerindendir. Terbiye böylece rab kelimesinin kök anlamındaki, sahipliği, babalığı, efendiliği, meydana getirme çabası anlamına gelmektedir. Kelime Allah için kullanıldığında, Allah’ın varlıkları var edip, büyütüp geliştirmesi, halden hale geçirerek mükemmel leştirme- si demek olmaktadır. Hz. Peygamberin “Beni Rabbim terbiye etti” demesi bu anlamdadır. İnsanlar için kullanıldığında terbiye, insanın Allah’ın vekili olarak bu işi üzerine alması, yani insanın insanı terbiye etmek üzere faliyetlerde bulunması demek olmaktadır. (...)
İnsan terbiye olmaya müsait bir yaradılıştadır, fakat terbiye edilmeye ihtiyacı vardır. Terbiye, insanı içinde bulunduğu daha aşağı bir durumdan daha üstün bir duruma, bir seviyeden veya seviyesizlikten üstün bir seviyeye ulaştırma çabasıdır. Terbiye kavramında daima olumlu bir anlam vardır.
Eğitim yeni bir kavramdır ve terbiye kavramının yerini almış gibi görünmektedir. Fakat eğitim henüz terbiyenin bütün anlamlarını karşılayacak derecede zengin bir yük ile yüklenmiş değildir. Bununla birlikte eğitim, terbiye kavramının aıtık ifade etmediği anlamlara da sahip çıkmıştır. Böylece her iki kavram, değişik amaçlarla, birbirini tamamlayıcı bir biçimde kullanılmaktadır.(...)
Öğretim, eğitim işinin, düzenli çalışmalarla planlı ve kontrollü bir biçimde, kurumlaştırılarak geçekleştir- ilmesidir. Öğretim, ağırlık okullarda olmak üzere, bütün diğer kurumların içinde bulunabilmektedir.
İstenilen davranış biçiminin kazandırılması yolundaki çalışmada terbiye, eğitim ve öğretim kavramlarını, olayın bütünlüğü içinde içiçe buluruz.
Terbiye, Eğitim, Öğretim, kişiyi ve toplumu aynı derecede ilgilendiren olaylardır. İnsan sadece bugünde yaşamaz, yalnız kendi hayatı ile ilgilenmez. İnsan tarihi bir varlıktır. O geçmişte de yaşar, geleceğe de uzanır. Ona böyle geçmişte, halde ve gelecekte bir bütün olarak yaşamayı sağlayan eğitim-öğretimdir, terbiyedir. İnsanın doğuştan getirdiği kabiliyetler, onun içinde doğduğu ortama ve aldığı çok yönlü terbiyeye, eğitime ve öğretime göre şekillenir. Bunun içindir ki, her toplumda bir nesil diğer neslin terbiyesi ile uğraşır.
Terbiye, eğitim, öğretim kişiye, içinde yaşadığı toplumun hayat görüşüne, bilgi ve kültür seviyesine göre kişilik kazandırır. İnsan, tabiatı gereği iyiliği ve mutluluğu sürdürmek, kötlüğü ve mutsuzluğu bertaraf etmek ister. İsteğine erişmesi onun bu kavramlardan neyi anladığına bağlıdır. Her toplumda anlayış ve bilgi seviyesine göre terbiye idealleri vardır.(...)
(Prof. Dr. Beyza Bilgin, Eğitim Bilimi ve Din Eğtimi, Yeni Çizgi Yayını, Ank. ts„ s. 18-19)

Almanya’da din görevlisi bulunduğum sırada, bir cuma günü, cuma namazı için mescide girmek üzere iken iki arkadaş beraberinde getirdikleri Uzak Doğulu bir genç mülteciyi bana takdim ederek onıın müslüman olmak istediğini söylediler. Namazdan sonra görüşelim diyerek camiye girdim. Hutbe için minbere çıktığımda o iki arkadaşın ihtida etmek isteyen genci aralarına alarak saf tuttuklarını gördüm. Asıl ilginci namaz sonrasında yaşandı. Tesbihat yapılırken göz ucuyla takip ettim; bizim arkadaşlardan biri, müslümanlıkla ilgili hiçbir şey bilmeyen ve henüz usulünce İslam’a girmemiş bulunan bu gencin iki elinin parmakları arasına 99’luk bir teşbih yerleştirmişti. Davranışlarından öyle anlaşılıyordu ki, bu adama teşbihin nasıl tutulacağını, tanelerin sağ elin parmakları arasından nasıl süzdürüleceğim öğretmeye çalışıyordu.
Dinin asıl meselelerini konuşmak dururken, tali derecede olanların ön plana çıkartıldığına şahit olduğum her durumda bu olayı hatırlarım. Sanıyorum günümüzde eğitim ve din eğitimi alanında yaşadığımız sıkıntıların bir kısmının temelinde bu zaafımız yatıyor. Eğitimde ve öğretimde öncelikleri tespit edemeyişimiz, programlarımızda bir tercih yapabilme becerisini göstereme- y işimiz.
Hz. Peygamber’in hayatını ve insanları eğitimde takip ettiği metodu iyi tetkik ve tahlil etmek durumundayız. İnsanlara dini nasıl öğretmiş, tebliğ ve irşadda hangi kıstasları ön planda tutmuş; bunlar bilinmelidir. Ayrıca çağdaş eği- tim-öğretim metodlarından faydalanılmalıdır.

Sorular ve Sorular
Halkımıza İslam’ı gerçek anlamda öğretemediğimizi yukarıda belirtmiştim. Acaba niçin öğretemiyoruz? Bu temel soru bağlamında, burada daha başka sorularla dikkatlerimizi eğitim noktasına çekmek istiyorum. Ne var ki, bu soruların cevabını burada tartışmayacak, cevaplarını hep beraber düşünmeye davet edeceğim.
Sorulardan birisi şu:
Miktarı ve mahiyeti ne olursa olsun, yıllardan beri ülkemizin okullarında Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi okutuluyor. Yüzlerce İmam-Hatip Lisesinde mesleki din eğitimi veriliyor. Binlerce Kur’an Kursunda Kur’an-ı Kerim ve dini bilgiler öğretiliyor. Yirmiden fazla İlahiyat Fakültemizde, yüksek din eğitimi yapılıyor, yüzlerce bilimsel araştırma yapılıyor. Diyanet İşleri Başkanlığımız, din görevlileri aracılığıyla ve ağırlıklı olarak camilerimizde hutbe ve vaaz yoluyla, ülkemizin en ücra köşelerine varıncaya kadar, yaygın bir şekilde halka İslam’ı anlatıyor. Dini mahiyette birçok konferans, seminer şûra gerçekleştiriliyor. Her yıl yüzlerce dini yayın piyasaya çıkartılıyor, şehirlerin en mutena yerlerinde açılan dini yayınevi ve kitapçılarda dini eserler satılıyor, okuyucuya ulaştırılıyor. Resmi ve özel TV kanallarında dini yayınlara da yer veriliyor. Gazete ve dergilerde dini konular yazılıyor... Bütün bunlara rağmen, neden halkımızın genelde dini kültürü arzu edilen düzeyde değil?
Yer vermek istediğim diğer soruları da şöyle sıralamak istiyorum:
Başta entelektüellerimiz olmak üzere halkımız İslam hakkında köklü bir malumat edinmek için neden gayret göstermiyorlar? Toplumu yöhlendirmek, kamu oyu oluşturmak mevkiindeki yazar ve çizerlerimiz, ülkelerinde müslümanların da yaşadığını göz önünde tutarak İslam dini hakkında malumat edinme ihtiyacı duyan bir Alman Cumhurbaşkanı, bir İngiliz Başbakanı kadar olsun Kur’an’a neden ilgi duymuyorlar?
Bilebildiğim kadarıyla günümüzde insanlara türbeye gidip mum yakmalarını, çaput bağlamalarını telkin eden ve benzeri hurafeleri öğreten; hastalanınca doktor yerine, muska yazdırmayı tavsiye eden gerçek dindara ve din görevlisine rastlayamayız. Buna rağmen insanlar, sayılan şeylere neden rağbet gösteriyorlar?
Camilerimizde ve daha başka ortamlarda, söz gelimi, içkinin, uyuşturucunun dini hükmü, bunların ferdi ve toplumsal zararları anlatılır. Yine mesela ağaç dikmenin ve çevreyi korumanın önemi hutbelerde, vaazlarda işlenir. Buna rağmen olayların gelişimi niçin aksi yöndedir?
Dini anlatmak durumunda olan kişiler, öteden beri sürdürdükleri anlatım metodlarını neden geliştirmezler, niçin yeni arayışlar içinde olmazlar?
Ülkemizde ilahiyat alanında gerçek anlamda din ve bilim adamalarımız, çok değerli din görevlilerimiz de vardır. Buna rağmen insanlarımız neden ehil ve yetkili olmayan, bazen de dini kişisel çıkarlarına alet eden insanları kendilerine rehber edinirler?
Soruları çoğaltabiliriz, ama burada bir soruya daha yer vererek konuyu bağlamak istiyorum.
Yukarıdan beri dini doğru öğrenmek ve öğretmekten söz ettik. Pekala, diyelim ki bir üniversite öğrencisi veya bir öğrenci grubu, bize müracaat ederek, dini doğru öğrenmek istediğini/istediklerini iletti/ilettiler; yardımcı olmamızı istediler. Resmi-sivil hiçbir kurum, kuruluş, yetkili, sorumlu ayrımı yapmadan hepimiz, ama hepimiz kendi kendimize soralım; çağdaş insanımızın bu tür taleplerini yerine getirmeye hazır mıyız? Öyle ya, günümüzün insanı elli yıl, yüz yıl öncesinin insanı değil; sorgulamadan, tatmin olmadan inanmak, kabul etmek, yaşamak istemiyor. İslam’ı sistematik bir şekilde muhatabımıza sunabileceğimiz programlarımız, etiidlerimiz var mı, böyle bir donanıma sahip miyiz? Hayır kuruluşlarımızın bu istikamette çalışmaları bulunuyor mu? Yoksa söz gelimi muhatabımızın eline dini bir kitap sıkıştırıp bunu okumasını tavsiye etmekle görevimizi yapmış olacağımızı mı sanıyoruz? Belki de bu paragraftaki soruların cevabı, daha öncekilerini cevaplandırmaya yardımcı olabilecektir.
Görülüyor ki, eğitim davamız, sadece eksik ve kusurları sayıp dökmekle geçiştirilebilecek bir dava değildir. Gençlik başta olmak üzere, her kesimden insanımızın din eğitimi ihtiyacını karşılayabilmek için çok yönlü çalışmalara ihtiyacımız vardır. Bu alanda herkes, birşeyler yapma gayreti içinde olmalı, elindeki imkanları seferber etmeli. Daha önemlisi de, bu alanda sorumluluk üstlenmiş şahıs ve müesseselerin bir araya gelerek ciddi projeler geliştirmeleri, köklü çözüm yollarım bulmalarıdır.
Yeni bir öğretim yılının başında, zihinlerimiz eğitim konusuna odaklanmışken, bu soruların cevaplarını da düşünmeliyiz.
Öğrencilerimize ve öğretmenlerimize başarı dileklerimizle.


UZMAN CİÖRÜŞÜ

Din Eğitimi
Din eğitimi bir olgudur, şöyle ki, eğer bir din varsa ve yaşıyorsa bu demektir ki bu din, kurallarını, kurallarının oluşturduğu inanç sistemini öğretmiş, tanıtmış, kabul ettirmiş, yani eğitimini, gerçekleştirmiştir. Doğal olarak verilmiş bulunan eğitimin ciddiyetine veya yüzeyselliğine göre kişilerin din hakkında değişik ölçüde bilgileri kültürleri vardır.(...)
Eğitim denilince belleğimize yapılan çağrışımlar arasında “din eğitimi" kavramları da vardır, Aynı biçimde özgürlük denilince, birçok çağrışımlar arasında “din ve inanç özgürlüğü”nün hem de ağırlıklı olarak bulunduğu inkar edilemez.(...)
Din eğitimi olayına, insanın insana tarih boyunca aktardığı değerleri ve değer yargıları açısından bakabiliriz. Her insanın veya her toplumun kendi değerlerini ve değer yargılarını, kendilerini izleyen kuşaklarına aktarmaları, hem hakları, hem görevleridir. Bu değer yargıları arasında dini inanç ve dinî hayatın bütün öğelerini içeren değer yargıları vardır. Bunlar öğrenilir, öğretilir, aktarılır, tanıtılır, yaşanılır ve yaşatılır. Evrensel hak niteliği taşıyan bu eylemler, din ve vicdan özgürlüğünün en belirgin gerekleri içerisinde yer alır.(...)
Din Eğitiminin Gereği
Din eğitiminin gereği, bir bakıma dinin gereğiyle eş anlamlıdır. Eğer dine gerek varsa ve din bireysel, vicdanî bir doyum kaynağı ise veya var olan toplumsal bir kurumsa, bunun ne olduğunun, neden söz ettiğinin ve ne istediğinin bilinmesi gerekir.
Dini biz kendimiz icat etmedik; birçok değerler gibi dini de içinde doğduğumuz toplumda hazır buluyoruz. Dine dayalı kurallar, değerlendirmeler, inançlar, ibadetler, ayinler, bayramlar, hikayeler, efsaneler, mimarî yapılar, hayat tarzımız vb. bir yığın kültür varlığı toplumca her yeni doğan çocuğa sunulur; daha doğrusu çocuk ister istemez kenisini bunlarla çevrili bulur. Bunların mahiyetini anlamak, içeriğini bilmek her çocuğun hakkı olsa gerek. Daha ileride kendisinin getireceği kişisel yorumlar, kişisel çözümlemeler için de temel bir bilgiye ihtiyaç vardır.(...)
(Prof. Dr. Saffet Bilhan, “Din Eğitimi, Ahlâk Eğitimi, Lâiklik”, Türk Aile Ansiklopedisi, c. 2, s. 427430)