Makale

BAZI SÛRELERİN BAŞLANGIÇ HARFLERİ

BAZI SÛRELERİN BAŞLANGIÇ HARFLERİ — II —

Doç. Dr. İsmail CERRAHOĞLU

Kelamdan maksat ifham’dır. Eğer kelâmın mânâsı olmazsa muhatab için abes olur. Böyle bir şey de Hakîme lâyık olmaz. Kur’ân’da tahaddî vardır. Mâlûm olmayan şeyde tahaddînin vuku’u câiz olmaz diyen mütekellimler, Kur’ân’daki müteşâbih âyetler üzerinde durmanın vâcib olduğunu söylemektedirler. İlimde rusûh sahibi olanların bun­ları çözebileceğini ve bu harflerden murad edilen şeyin mâlûm olduğunu ileri sürerler. Onlar bu mâlûm olan şeyde ihtilâf etmişler ve bu hususta çeşitli görüşler zikretmişlerdir. Yukarıda hurûf-u mukattaa hakkında ileri sürülen fikirleri iki grupta toplayabileceğimizi söylemiş ve birincisini anlatmıştık. Şimdi burada ikincisine geçebiliriz. Bu hususta yirmi küsûr görüş mevcutsa da, biz bunları birer birer tâdad etmeyecek, genel olarak bu gö­rüşleri ele alacak, tasvib edilen ve edilmeyen yönlerini göstermeye çalışacağız.

Bu harfler sûrelerin isimleridir26: Mütekellimînden ekserisinin görüşü, el-Halîl b. Ahmed ve Sibeveyh’in tercihi de budur. El-Keffâl diyor ki: Araplar bu gibi harflerle bâzı şeyleri isimlendirirlerdi. Meselâ ( … ) ile ( … )’nin babasını murad ederler. Bakır için ( … ) nakid için ( … ) bulut için de ( … ) kullanırlardı. Yine onlar dağ için ( … ) balık için de ( … ) harfini istimal ederlerdi.

Bu harflerin her biri Allah (C.C.)’ın isimlerinden veya sıfatlarından birine delâlet eder27: Bu hususta İbn-i Abbas’dan çeşitli rivâyetler vardır. ( … ) daki elif Allâhü Teâlâ’ya işâret eder, O ( … ) dir, ( … ) dir, ( … ) dir, ( … ) dir ve ( … ) dir der. Lâm ( … ) Mim ( … ) delâlet ettiği söylenir. ( … ) kâf ( … ) ha ( … ) ya ( … ) sad ( … ) yerini tutar. Yine İbn-i Abbas’dan rivayetle, ( … ) rumuzunun ifade ettiği mânâ ( … ) dür. ( … ) da ( … ), ( … ) da ( … ) ya delâlet ettiği söylenir. Veya ( … ) deki elif ( … ), lâm ( … ), mîm ( … ) delâlet ettiği Muhammed b. Kâ’b el-Kurezî’den nakledilir. Ebu’l-Kâsım Burhanuddin Mahmûd b. Nasr el-Kirmâni eş-Şâfi’ (ö. 500’den sonra) “Acâib” adlı eserinde ed-Dahhak’tan şunu nakleder: ( … ) nın mânâsı ( … ) keza ( … ) ya ( … ) ve ( … ) zammedilerek onun mânâsı ( … ) olur denilmektedir.

Yukarıda zikrettiğimiz ve zikretmekten sarf-ı nazar ettiğimiz harflerin delâlet ettiği mânâlar hakkındaki fikirlerin hemen hemen hepsi İbn-i Abbâs’a dayanmaktadır. Me­selâ İbn-i Abbas ( … ) harflerinin delâlet ettiği mânâlar Hâd, Emin, Âlim, Sâdık mânâsına ise de yine ondan bu rumuz için el-Melik, Allah, el-Aziz, el-Musavvir, yine aynı şey hakkında ondan, Kebîr, Hâd, Emin, Aziz, Sâdık şeklinde rivâyetler vardır. Bu rivâyetlerde birbirine benzeyenler olduğu gibi, bâzan ziyâde, bâzan da noksanlıklar vardır. Bunlar nereden ileri gelmektedir? Niçin ayn harfi el-Aziz’e delâlet etmez de el-Alîm’e de­lâlet eder ve daha bunun gibi pek çok sualler sorulabilir. Keza Ali ve İbn-i Abbas (R.A.) dan, Kur’ân’daki hurûf-u mukatta’a, Allah (C.C.)’ın İsm-i A’zamıdır, fakat ben onun nasıl te’lif edileceğini bilmiyorum, demektedir.29

Bu harflerin bâzısı Allah (C.C.)’ın isimlerine, bâzısı da Allah (C.C.)’tan başka isimlere delâlet eder.30 Ed-Dahhak ( … ) deki elif ( … ), lâm ( … ), mim de ( … ) e işaret eder ve tam bir cümle olarak şöyle ifade edilir:

( … )

Bu harfler Kur’ân’ın isimleridir.31 El-Celbî, es-Süddî ve Katade tarafından ileri sü­rülen bu fikri et-Taberî iki vecihde incelemektedir. Birincisi, ( … ) dan murad edi­len Kur’ân için isim olmasıdır. Furkân nasıl onun ismi ise ( … ) da onun ismidir. Eğer bu sözü söyleyenin maksadı bu ise o zaman ( … ) âyetinin te’vîli ka­sem mânâsı üzerine olur ve şu şekli alırdı: ( … ). İkincisi ise, bunlar Kur’ân’ın ismidir demekle, bilinen sûre isimlerinden bir sûre kast ediliyorsa, ( … ) ve ( … ) denildiği zaman, dinleyen Kur’ân’dan hangi sûrenin okunduğunu anlar. O zaman akla şöyle bir sual gelebilir: Niçin Kur’ân’da bütün sûrelerin ba­şına bu şekilde harfler gelmemiştir? Sonra birinci görüşte belirtildiği gibi, bu harfler Kur’ân’ın isimlerinden olsaydı, ( … ) de olduğu şe­kilde bu harflerden sonra münasip olmayan şeylerin gelmemesi gerekmez miydi?

Bu harflerle Allah (C.C.) yemin etmektedir32: el-Ahfeş, Allah nasıl bâzı harflerle şe­ref ve fadlına yemin ettiyse, bu hurûf-u mukatta’a ile de yemin etmiştir. ( … ) âyetinin mânâsı ( … ) dır. ( … ) de ( … ) ve ( … ) de ( … ) şeklinde ifade edilebilir. Fakat bu sözde de bir şüphe vardır. Bir şey için iki kasemin mevcudiyeti kerih görülmektedir Meselâ ( … ) ve ( … ) da olduğu gibi.

Bunlar münferid harflerdir.33 Bu harflerin gayesi müşriklerin nazarını çekmektir. El-Ferra, Kutrub (Ö. 206/821) ve el-Müberred bu yolu tercih ederler. Kur’ân bu harflerle tahaddî etmektedir. Allah (C.C.), müşriklere Kur’ân’ın bir mislini getirmelerini söylemişse de, onlar ona benzer bir sûre dahi getirmekte âciz kalmışlardır. Bu harflerde bir tenbih vardır. Kur’ân bu harflerden başka bir şey değildir. Siz de bu harfleri biliyorsunuz ve fasâhat kâidelerine de sâhipsiniz. O halde onun gibi bir kitâbı siz de yapabilirsiniz. Ama bunu yapamadılar. Bu da onun beşer tarafından te’lif edilmeyip, Allah (C.C.) katından geldi­ğini gösterir. İbn-i Ravk (ö. 168/784) ve Kutrub, “O küfredenler şöyle dediler: Bu Kur’ân’ı dinlemeyin, onun hakkında mânâsız gürültüler yapın, belki gâlib gelirsiniz”.34 âyetine dayanarak, müşriklerin ondan uzaklaşmak için tavsiyeleştiklerini, Allah (C.C.) da onların salâhını ve menfaatlanmalarını istediğinden onlara bu harfleri îrâd etti, demek­tedirler. Onlar bu harfleri işittiklerinde hayret içinde kaldılar ve onları dinlemeye yönel­diklerinde, arkadan gelen lâfızlarla, inkâra yeltendikleri şeyi onların zihinlerine ve gö­nüllerine yerleştirmiş oluyordu. Bu görüş ekseri ulemâ tarafından kabûl edilmiştir. Psi­kolojik bakımdan, insanları, alâkalanmadıkları şeylere yönelten bir usûl olması bakı­mından enteresandır. Ez-Zamahşerî de bu fikri benimser. El-Beyzavî (Ö. 685/1286) de bu hususta ez-Zamahşerî’ye tabi’ olur. Bunu İbn-i Teymiyye (ö. 728/1328) ve talebesi el-Hâfız el-Mizzi (ö. 742/1341) te’yid etmişlerdir.35

Bu görüşten hareket ederek, bâzılarının nazarında bu başlangıç harfleri ( … ) veya ( … ) gibi tenbih edatı olarak zuhur eder. ( … ) ve ( … ) insanların konuşmalarında kullandıkları ve herkesin mâlûmu olan edatlardır. Kur’ân, Allah kelâmıdır, oraya konacak ve insanları cezbedecek olan tenbihin, kulakların işitti­ğinden daha beliğ olması îcâbeder.

Bâzıları da, bu tenbihin Hazret-i Peygamber (S.A.S.) için olduğunu söylerler. Allah Teâlâ (C.C) bâzı vakitlerde Peygamberinin beşer âleminde meşgul olduğunu bildi ve Cibrîl’e, indiği zaman ( … ) ve ( … ) demesini emretti. Bu da Nebî’ye, Cibril (A.S.)’in geldiğini tenbih ve haber vermek içindir. Tenbihin Hazret-i Peygam­ber (S.A.S.)’e âit olduğu görüşünü, Muhammed Reşid Rıza haklı olarak şu sözlerle reddetmektedir: “Tenbihi Peygamber (S.A.S.)’e tahsis etmek doğru değildir. Çünkü O’nun rûhâniyeti, beşerî tabiatına gâlib gelir. Cibril (A.S.)’in O’na inişinin ne şekilde olduğu sahîh hadislerde bildirilmektedir. Eğer onların dedikleri doğru olsaydı, o zaman tenbihi bâzı sûrelere tahsis etmek doğru olmazdı. Tenbih olsa olsa Mekke müşriklerine sonra Medîne’deki ehl-i Kitâbadır. İkinci derecede de Hazret-i Peygamber (S.A.S.)’i dinleyen mü’minleredir”.36 Buraya Abdü’l-Aziz b. Yahya’nın şu görüşünü de ilâve ede­biliriz: “Ey muhâtablar, şu harfleri, onlardan te’lifler meydana gelinceye kadar dinleyin. Çünkü siz bilirsiniz ki, çocuklar evvelâ teker teker bu harfleri, sonra da terkibleri öğrenirler”.

Yine muhâtabı tenbih sâdedinde, bu harfler sözün bittiğine ve yeni bir sözün baş­ladığına delâlet eder. Ahmed b. Yahyâ b. Sa’leb dedi ki: “Arab, sözünde istinaf yapmak istediğinde, kelâmın gayrında bir şey getirir ve bununla istinafı murâd ve muhâtabı ten­bih ederdi”.38 Hakîkaten bâzı Arab kasidelerinin başlangıçları ( … ) veya ( … ) gibi harflerle başlamaktadır. Bunlar beyitten olmadığı gibi vezne de dâhil olmazlar. Bununla beraber, bu harfler sözü keser ve yeni bir sözün başladığına delâlet eder. Yalnız, Araplar şiirde kullandıkları bu gibi harflere fevâtih demediler. Allah (C.C.)’ın onu sâdece Kur’ân için va’z etmiş olduğunu kabûl ettiler. Arab, kasi­desinde istinaf harflerini istediği gibi kullanır da, Allah (C.C.) Kitâbında böyle bir şeyi kullanamaz mı?39

Zikrettiğimiz şu görüşlerden başka daha pek çok ehemmiyetsiz görüşler mevcuttur. Bu harflerin ezelî oluşu, onlara sırriyet kazandırmış, çeşitli temayüle sâhip olanlar bu sırriyete muhtelif kalıplardaki gizlilik elbiselerini giydirmişlerdir. Ümmetin bekasını tâyin eden cümel hesablarından40 İslâm’daki bâzı vak’aların istihracına kadar varmış, sofilerin ve mezheb erbabının elinde de başka yönlere teveccüh etmiştir. Bu hususta es-Süheyli şöyle der: “Sûrelerin evvelindeki harflerin mükerrerleri hazfedilirse, geriye kalan harfler bu ümmetin bekasına işâret eder”.45 ( … ) ayetinden Beytü’l-Makdes’in 583 senesinde Müslümanlar tarafından fethedileceği çıkartılır ve bu hakîkat olmuştur, şeklinde rivâyet edilir. Kezâ el-lz b. Abdisselâm, Hz. Ali’nin ( … ) âyetinden Hz. Muâviye vak’asını istihrâc ettiğini söyler.42

Şüphe yok ki, sofilerin şu harflerin bâtınî tefsirleri hakkındaki görüşleri, lâfzen da­ha garib, mânâ bakımından da daha girifttir. Bu hususta, eş-Şeyh Muhyiddin el-Arâbî’nin, el-Futûhâtü’l-Mekkiyye’sindekinden daha açığını göremeyiz. O, 29 sûrenin başındaki fevatihin adedinin toplamının 7843 olduğunu söyledikten sonra, Hazret-i Peygamber (S.A.S.)’in, ( … ) “îman yetmiş küsur şubedir” dediğini kaydeder. Bu haberle, 78 adedi arasında münasebet kurar ve “Kişi sûre başlarındaki harflerin hakikatini bilmedikçe îmânın sırlarını ikmâl etmiş olamaz” der.44 Bâzıları ( … ) deki elif şerîate, lâm tarîkate, mim de fenâfi’llâha, yâni makâm-ı hakikiye riâyete işârettir, derler.45 Sofilerin bu şekildeki görüşleri, zevklerine i’timat etmektedir. Bu bakımdan fevâtih-i sûveri doğru şekilde te’vil ettiklerini söylemek mümkün olama­maktadır.

Bâzı Şîa, bu sûre başlarındaki harflerin mükerrerleri hazfedilirse geriye kalan harf­lerden Hz. Ali (K.V.)’nin hilâfetine veya onun yolunun doğruluğuna delâlet eder mahiyette ( … ) derler. Bu görüşe karşı bâzı Sünnîler de mükerrerleri de sayarak veya ( … ) derler.46 Şiîlerin bu harfler hakkındaki görüşlerini daha iyi tetkik edebilmek için, et-Tusî’nin Tefsîrü’t-Tıbyân ve et-Tabressi’nin Mecmâü’l-Beyân adlı tefsirlerine baktığımda onların da Sünnî tefsirlerden farklı görüşler ileri sürmediklerini gördüm. Burada, Ca’feri Sâdık’a ( … ) sorulduğunda, cevaben; elif Allah (C.C.)’ın sıfatlarından 6 sıfatı ihtiva ettiği sözü ilâve edilmektedir. Bu görüşler mu’tedil şiadan değil de belki gulât-ı şiadan gelmektedir. Bu harfleri cümel hesablarına hamletmek, insanların ma’lûmu idi, eski yahûdîlerde de böyle kısalt­malar kullanılmakta idi.47

Araplarda da, bir harfin bir isme delâlet ettiği onların ma’lûmları idi. Onlar yapa­cakları bir iş için munkatı’ bir harf veya bir kelimenin yerine onunla alâkalı başka bir kelimeyi kullanırlardı. Meselâ, yağmur ( … ) yerine ( … ) derlerdi. Çün­kü yağmur semâdan inmekte idi. ( … ) için de ( … ) derlerdi. Çünkü nebat ned’â ile gelişebilmektedir. Kelime içerisindeki bir harf yerine başka harfleri de kullanır­lardı. Meselâ, ( … ) yerine ( … ) derlerdi. Çünkü ( … ) ve ( … ) aynı mahreçten çıkmaktadır. ( … ) ve ( … ) harflerinin mahreçlerinin yakın olması sebebiyle ( … ) yerine ( … ), ( … ) yerine ( … ) derlerdi. Keza ( … ) yerine ( … ) derler ve bunlar gibi birbirine yakın olan pek çok harf­leri tebdil ederlerdi. Bâzan da kelimenin sonunda bulunması lâzım gelen harfi takdim, önde bulunması lâzım geleni de te’hir ediyorlardı. Meselâ, ( … ) yerine ( … ), ( … ) yerine ( … ), ( … ) yerine ( … ) kullanıyorlardı. Bâzan da, sona gelmesi îcâbeden kelâmı takdim, takdim edilmesi lâzım gelen kelâmı da te’hir ederlerdi. Meselâ ( … ) yerine ( … ) gibi. Bâzan da kendisine işâret edecek bir delil bıra­kılmak suretiyle kelâmın bazısı hazfedilir. Meselâ, ( … ) burada murad edilen ( … ) dur. ( … ) burada da ( … ) kast edilmektedir. Kur’ân-ı Kerim’de de Ra’d Sûresinin 31. Âyetinde de ( … ) de ( … ) lâfzı hazfedilmıştir.

Bâzan da bir kelimeden bir harf veya ekserisi hazfedilir, geriye kalan kısım hazfedilene delâlet eder. Meselâ ( … ) deki ( … ) hazfedilerek ( … ) yerine de ( … ) denilebilir. Keza terhimlerde de ( … ) yerine ( … ), ( … ) yerine ( … ) gibi. Keza ez-Zuhrûf Sûresi’nin 77. âyeti olan ( … )’yı Abdullah, Ali, ibn-i Vesâb ve el-’A’meş terhim ile ( … ) şeklinde okumuşlardı. Araplar ( … ) yerine ( … ) de derlerdi. Şâir Lebîd bir mısra’ında ( … ) demiş, burada ( … ) ile ( … ) kast edilmiştir. Başka bir şâir de ( … ) demiş, o da ( … ) ile ( … ) demek istemişti. Ebû Zekeriyyâ el-Ferrâ da ( … ) ile ( … )’yu murad etmiş idi.48

( Devamı var)

!!! ( … ) Arapça metinler için lütfen dergi orjinallerine bakınız!!!

__________________________________________

(26) Teisirü’t-Taberi, Mısır 1374, I. 206; Muhammed Ferid Vecdi, el Mushaf el Mufesser, Mısır 1377, s. 3.
(27) Tefsiru’r-Râzî, I. 230; Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân s. 270; Mebâhis, s. 239; el-Itkân, II. 9; Ruhu’l-Maâni, I. 88; Tefsiru’t-Tahrir, I. 193, 195; Tefsiru’l-Menâr, VIII. 299; el-Burhan, s. 173-174; Tefsiru’t-Tabressi, I. 32; Tefsiru’l-Kâdi, I. 16; Tefsiru’t-Taberi, I. 207-208.
(28) Mebahis, s. 240.
(29) Tefsiru’l’Kurtubî, I. 155.
(30) Tefsiru’r-Râzî, I. 230; Tefsiru’t-Kâdi, I. 16; Tefsiru’t-Tahrir, I. 193.
(31) Tefsiru’r-Râzî, I. 230; Tefsiru’t-Taberi, I, 211; Tefsiru’t-Tabressi, 1133; Tefsiru’t-Tahrir, I. 197.
(32) Tefsiru’t-Taberi, X, 206; Tefsiru’r-Razî, I. 231-232; Te’vilu Muşkili’l-Kur’ân, s. 230-232; el- Itkân, II. 10; Telsiru’t-Tabressi, I. 33; Tefsiru’t-Tahrir, I. 198.
(33) Tefsiru’r-Râzî, I. 230-231; Tefsiru’t-Taberi, I, 205-210; Tefsiru’l-Kurtubi, I. 155, el-Burhan, I. 175; Tefsiru’l-Menar, VIII. 302; et-Tûsi, Tefsiru’t-Tıbyân, Necef 1376/1957, I. 48; Tefsiru’t-Tahrir, I. 198-200. Tefsiru’t-Tabressi, I. 33; Tefsiru İbn kesir, I. 36.
(34) Fussilet sûresi 26.
(35) Mebâhis, s. 235.
(36) Tefsiru’l-Menar, VIII. 302-303.
(37) Tefsiru’r-Râzî, I. 231; Tefsiru’t-Tahrir, I. 199.
(38) Tefsiru’r-Râzî, I. 231; Tefsiru’t-Taberi, I. 210; Mebâhis, s. 243; Ebû Ubeyde’de bu harfleri, başlangıç, sözün başlangıcı ve sure için alâmet olduğunu söyler. Bkz. Mecazu’l- Kur’an, Mısır 1374/1955, I. 28.
(39) Tefsiru’t-Taberi, I. 210. Mebâhis, s. 243.
(40) Cümel hesapları ve harflerin değerleri hakkında bilgi için bkz. Tefsiru’t-Taberi, I. 208 (Taberi bu hususta zikredilen rivayetleri kerih görür ve bu haberlere itimat edilemiyeceğini söyler) ve diğer tefsirler.
(41) el-Itkân, II. 10.
(42) Mebahis, s. 237.
(43) Bu 78 harf söyle tasnif edilir: “Nun” ve “Kef” birer, “ayn” “ye” “He” “kaf” ikişer “sad” üç, “Tı” dört, “Sin” beş, “Ra” altı, “Ha” yedi, “Elif ve “lâm” 13, “Mim” 17 kere geçer.
(44) Bnhn’l-Maâni, I. 87; Tefsirn’t-Tahrir, I. 196.
(45) Tefsiru’r-Bâzl, I. 232; Bnhu’l-Maâni I. 88.
(46) Ruhu’l-Maâni, I. 88; Mebâhis, s. 237.
(47) The Universal Jewish Encyclopedia, I. 17.
(48) Bu örnekler için bkz. Te’vilu Müşkîli’l-Kur’ân s. 233-238; Tefsîru’t-Taberi, I. 212, 214; Tefsîru’t-Tıbyân, I. 49, Tefsiru’l-Kurtubî, I. 155-156.