İNSANLAR, DOĞRU YOLU GÖSTERENLERE HER ZAMAN MUHTAÇTIR
Allah (C.C.) yoluna dâvet, dînin hayâtıdır. Çünkü din, nasîhatla, güzel telkinlerle kâimdir.1 Bu dâvet ve nasîhatlar olmadan dînî emirlerin neşredilmesi, herkes tarafından bilinmesi ve insanların hakîkî iyilik ve huzûra ermeleri mümkün değildir. Beşeriyyetin bu ihtiyaçlarını karşılamak ve onları huzûra erdirmek için Cenâb-ı Hak tarafından insanlara peygamberler gönderilmiştir. Bu cihet, maddî ve mânevî yönden, beşeriyyet için hayâtî bir esas olduğundan ilk insan, aynı zamanda ilk Peygamber olarak Cenâb-ı Hak tarafından vazifelendirilmiş ve O’nun vahyine mazhar olmuştur.
Bugün için iyiden iyiye bilinmesi gerekli olan hususlardan biri de şudur: Doğru ve hak olan fikirler, esaslar, iyi bilinmemesi veya anlatılmaması sebebiyle zayıf olarak gözükmekte, fakat haddizatında bir esâsa dayanmayan veya bâtıl olan görüşler, sistemli bir şekilde telkin yapılması ve iyi olarak tanıtılması sonucu —kısa bir zaman için de olsa— ayakta durabilmektedir.
Eğer hak ve doğru olan umdeler, hak olması itibariyle yalnız başına neşredilmesi ve insanlar arasında kendiliğinden bilinmesi mümkün olsaydı, Cenâb-ı Hakk’ın dînine dâvet etmek mü’minler üzerine farz olmazdı. Hattâ peygamberlerin gönderilmesine ve onların vârisleri sayılan âlimlere, rehberlere ihtiyaç kalmazdı, Cenâb-ı Hak tarafından; “Sen hatırlat, şüphesiz ki hatırlatmak mü’minlere fayda verir”2 buyurulmazdı.
Bu ihtiyâcın büyüklüğünden dolayı peygamberler gönderilmiş ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından kitaplar indirilmiştir. İnsanlara doğru yolu göstermek, onları Cenâb-ı Hakk’a itaate dâvet etmek başta peygamberlerin görevi olmuştur.
Bilindiği gibi, İslâmiyet, akıl ve tefekkür dînidir. Bütün hükümlerinde akl-ı selîme hitâbeder. Mensuplarına cehâleti en büyük düşman onlarak tanıtır. Bilgi tahsil etmenin kadın - erkek bütün mü’minlere farz olduğunu bildirir.3 Bir insanda bilgi ne kadar köklü ve derin olursa o kimse İslâmiyet’in büyüklüğünü o nisbette daha iyi idrâk eder ve Cenâb-ı Hakk’a itâatli olur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de meâl olarak;
“Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar, haşyet içinde bulunur”4 buyurulmuştur.
Bunun içindir ki İslâmiyet’te, “Âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından daha üstün”5 olacağı bildirilmiştir. Zîrâ şehitlik rütbesinin büyüklüğü ve kudsiyeti, ilim sâhiplerinin irşadlarıyla öğrenilir. Bu irşadların ışığı altında şehitler, Allah yolunda ölümü, hayattan daha çok severler.
İslâm Dîni’nin esaslarının insanlara öğretilmesi ancak tebliğ ile olacağından, Kur’ân-ı Kerîm’de; “İyiliği emretme, kötülükten uzaklaştırma (= Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-î ani’l-münker)”6 bir esas olarak alınmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) tarafından, “Din nasihattir” buyurularak bu hususun ehemmiyeti çok veciz bir surette belirtilmiştir.
Din’de mevcut olan bu nasîhattan asıl maksat, İslâmiyet’in öğrettiği akîdeyi (îman esaslarını), insanlara duyurmak, insanın bütün amellerinin, davranışlarının en doğru ve güzel bir şekilde tezahür etmesini sağlamak, ruhları her çeşit manevî lekelerden arındırmak, mü’minler arasında beraberlik ve kardeşlik ruhunu kuvvetlendirmek; insanlık için en korkunç mânevî hastalık olan “ilhad”a karşı âkilâne ve tedbirli bir şekilde mukavemet göstermek, dîne karşı ileri sürülecek şüpheleri akl-ı selim ve gerçek bilginin ışığı altında bertaraf etmek, böylece birçok kimseleri maddî ve mânevî zararlardan korumaktır.
Cenâb-ı Hak, insanı en güzel bir surette yaratmış ve onu yarattığı birçok varlıklardan üstün kılmıştır.7 Akıl ve düşünce gibi vasıflarla şereflendirilen insan, bunların rehberliği ile iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırt eder.
Bununla birlikte insanın akıl ve düşüncesi, birçok ahvalde yalnız başına kendisi için faydalı olacak hususları bilmekten âciz kalır, insanın akıl ve idrâk kabiliyeti, ne ölçüde yüksek seviyede olursa olsun, eşyanın iç yüzüne nüfuz etme imkânına sâhip değildir. Bu hususta başka rehberlere ihtiyaç vardır.
İnsan, temyiz gücüne sâhip olmasına rağmen, gaflet veya başka tesirlerle doğruyu bırakıp yanlışa saptığı; iyiliği terkedip, kötülüklere meylettiği her zaman görülebilen hâdiselerdendir. Hakikatte iyi veya doğru olan bir şey, çeşitli sebeplerin tesiri altında insana fena gibi görülebiliyor. Gerçekte kötü olen bir şey de geçici zevk ve menfaatler tesiriyle ona güzel olarak görülüyor, böylece haddizâtında çirkin olan şeye insan meyletmiş olur.
Diğer taraftan insan, birtakım arzuların tesirinden, kendisini her zaman kurtaramaz. Çünkü öfke, kıskançlık (hased) ve benzeri hissî davranışlar, kendisini beklemediği zararlara götürebilir.
Beşer aklı çok büyük bir değer olmasına rağmen, yalnız âhiret hayâtındaki saâdetini değil aynı zamanda yaşadığımız dünyâya âit birçok iyilik ve faydaları da anlamaktan âciz kalır, bütün gerçeklerin içyüzüne nüfuz etmek imkânını bulamaz olur.
İnsan, ruh yapısı itibariyle kendisinin iç âleminde çeşitli istek ve arzuları bulunur. Birçok temayüller onu muhtelif istikametlere sevk etmek ister. Bununla beraber, insan akl-ı selîmi ile bunları yenmeye çalışır. Fakat insan, akl-ı selimini te’yid edecek, doğruyu bulamadığı ve âciz kaldığı yerde ona yol gösterecek i’timad ettiği rehbere şiddetle ihtiyaç duyar.
Bu rehberler, insanları doğru yola sevk etmek üzere Allâhü Teâlâ (C.C.) tarafından vazifelendirilmiş Peygamberlerdir. Onların yol göstericiliği neticesinde insan toplulukları doğru yolu bulmuş, akl-ı selîm güç kazanmış, tehlikelerden korunabilmiştir. Peygamberlerden sonra da insanlar, onların mirasçısı olan âlimlerin irşadlarına, nasîhatlarına ihtiyaç duymuşlardır. Zîrâ bu rehberler insanları iyiliğe sevk eder, kötülükten uzaklaştırır; cemiyetin hayr ve saadetine giden yolları dâimâ aydınlatırlar.
İnsan dünyâya geldiği günden hayâtının sonuna kadar âilede, mektepte, cemiyet içerisindeki her yerde insanlar ile onların konuşma ve telkinleri ile karşı karşıyadır. Faydalı veya zararlı bunlardan müteessir olmaktadır (etkilenmektedir).
Dînî bakımdan önemli olan husus şudur: İyiliğe dâvet, yol göstericilik, bir terbiyedir. Bunun en müessiri tatbîkat ile olanıdır. Çünkü yol gösteren kimse tatbikatı ile rehberlik ettiği kimse için en iyi örnektir, insan yaradılışı îcâbı takdir ettiği kimselere, onların yaşayışına, tatbikatına meyleder. Onu kendisine örnek alır. Bunun için yol gösterici bu şerefli görevin gerektirdiği vasıfları kendisinde bulundurmak zorundadır. Bunun gibi başkasını örnek alan kimse de en mütekâmil kimseleri örnek almalıdır. Aksi takdirde doğru yolu kaybetmesi mukadderdir.
______________________________________