Makale

İNSANLAR, DOĞRU YOLU GÖSTERENLERE HER ZAMAN MUHTAÇTIR

İNSANLAR, DOĞRU YOLU GÖSTERENLERE HER ZAMAN MUHTAÇTIR

Lütfi DOĞAN
Diyanet İşleri Başkan V.

Allah (C.C.) yoluna dâvet, dînin hayâtıdır. Çünkü din, nasîhatla, güzel telkinlerle kâimdir.1 Bu dâvet ve nasîhatlar olma­dan dînî emirlerin neşredilmesi, herkes tarafından bilinmesi ve insanların hakîkî iyilik ve huzûra ermeleri mümkün değildir. Beşeriyyetin bu ihtiyaçlarını karşılamak ve onları huzûra erdirmek için Cenâb-ı Hak tarafından insanlara peygamberler gönderilmiş­tir. Bu cihet, maddî ve mânevî yönden, beşeriyyet için hayâtî bir esas olduğundan ilk insan, aynı zamanda ilk Peygamber olarak Cenâb-ı Hak tarafından vazifelendirilmiş ve O’nun vahyine mazhar olmuştur.

Bugün için iyiden iyiye bilinmesi gerekli olan hususlardan biri de şudur: Doğru ve hak olan fikirler, esaslar, iyi bilinmemesi veya anlatılmaması sebebiyle zayıf olarak gözükmekte, fakat haddizatında bir esâsa dayanmayan veya bâtıl olan görüşler, sis­temli bir şekilde telkin yapılması ve iyi olarak tanıtılması sonucu —kısa bir zaman için de olsa— ayakta durabilmektedir.

Eğer hak ve doğru olan umdeler, hak olması itibariyle yalnız başına neşredilmesi ve insanlar arasında kendiliğinden bilinmesi mümkün olsaydı, Cenâb-ı Hakk’ın dînine dâvet etmek mü’minler üzerine farz olmazdı. Hattâ peygamberlerin gönderilmesine ve onların vârisleri sayılan âlimlere, rehberlere ihtiyaç kalmazdı, Cenâb-ı Hak tarafından; “Sen hatırlat, şüphesiz ki hatırlatmak mü’minlere fayda verir”2 buyurulmazdı.

Bu ihtiyâcın büyüklüğünden dolayı peygamberler gönderil­miş ve onlara Cenâb-ı Hak tarafından kitaplar indirilmiştir. İnsan­lara doğru yolu göstermek, onları Cenâb-ı Hakk’a itaate dâvet etmek başta peygamberlerin görevi olmuştur.

Bilindiği gibi, İslâmiyet, akıl ve tefekkür dînidir. Bütün hü­kümlerinde akl-ı selîme hitâbeder. Mensuplarına cehâleti en büyük düşman onlarak tanıtır. Bilgi tahsil etmenin kadın - erkek bütün mü’minlere farz olduğunu bildirir.3 Bir insanda bilgi ne ka­dar köklü ve derin olursa o kimse İslâmiyet’in büyüklüğünü o nisbette daha iyi idrâk eder ve Cenâb-ı Hakk’a itâatli olur. Nite­kim Kur’ân-ı Kerîm’de meâl olarak;

“Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar, haşyet içinde bulunur”4 buyurulmuştur.

Bunun içindir ki İslâmiyet’te, “Âlimlerin mürekkebi şehitle­rin kanından daha üstün”5 olacağı bildirilmiştir. Zîrâ şehitlik rüt­besinin büyüklüğü ve kudsiyeti, ilim sâhiplerinin irşadlarıyla öğ­renilir. Bu irşadların ışığı altında şehitler, Allah yolunda ölümü, hayattan daha çok severler.

İslâm Dîni’nin esaslarının insanlara öğretilmesi ancak tebliğ ile olacağından, Kur’ân-ı Kerîm’de; “İyiliği emretme, kötülük­ten uzaklaştırma (= Emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-î ani’l-münker)”6 bir esas olarak alınmıştır. Peygamber Efendimiz (S.A.S.) tarafından, “Din nasihattir” buyurularak bu hususun ehemmiyeti çok veciz bir surette belirtilmiştir.

Din’de mevcut olan bu nasîhattan asıl maksat, İslâmiyet’in öğrettiği akîdeyi (îman esaslarını), insanlara duyurmak, insanın bütün amellerinin, davranışlarının en doğru ve güzel bir şekilde tezahür etmesini sağlamak, ruhları her çeşit manevî lekelerden arındırmak, mü’minler arasında beraberlik ve kardeşlik ruhunu kuvvetlendirmek; insanlık için en korkunç mânevî hastalık olan “ilhad”a karşı âkilâne ve tedbirli bir şekilde mukavemet göster­mek, dîne karşı ileri sürülecek şüpheleri akl-ı selim ve gerçek bilginin ışığı altında bertaraf etmek, böylece birçok kimseleri maddî ve mânevî zararlardan korumaktır.

Cenâb-ı Hak, insanı en güzel bir surette yaratmış ve onu yarattığı birçok varlıklardan üstün kılmıştır.7 Akıl ve düşünce gibi vasıflarla şereflendirilen insan, bunların rehberliği ile iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırt eder.

Bununla birlikte insanın akıl ve düşüncesi, birçok ahvalde yalnız başına kendisi için faydalı olacak hususları bilmekten âciz kalır, insanın akıl ve idrâk kabiliyeti, ne ölçüde yüksek seviyede olursa olsun, eşyanın iç yüzüne nüfuz etme imkânına sâhip de­ğildir. Bu hususta başka rehberlere ihtiyaç vardır.

İnsan, temyiz gücüne sâhip olmasına rağmen, gaflet veya başka tesirlerle doğruyu bırakıp yanlışa saptığı; iyiliği terkedip, kötülüklere meylettiği her zaman görülebilen hâdiselerdendir. Hakikatte iyi veya doğru olan bir şey, çeşitli sebeplerin tesiri altında insana fena gibi görülebiliyor. Gerçekte kötü olen bir şey de geçici zevk ve menfaatler tesiriyle ona güzel olarak görülü­yor, böylece haddizâtında çirkin olan şeye insan meyletmiş olur.

Diğer taraftan insan, birtakım arzuların tesirinden, kendisini her zaman kurtaramaz. Çünkü öfke, kıskançlık (hased) ve benzeri hissî davranışlar, kendisini beklemediği zararlara götü­rebilir.

Beşer aklı çok büyük bir değer olmasına rağmen, yalnız âhiret hayâtındaki saâdetini değil aynı zamanda yaşadığımız dün­yâya âit birçok iyilik ve faydaları da anlamaktan âciz kalır, bütün gerçeklerin içyüzüne nüfuz etmek imkânını bulamaz olur.

İnsan, ruh yapısı itibariyle kendisinin iç âleminde çeşitli istek ve arzuları bulunur. Birçok temayüller onu muhtelif istikametlere sevk etmek ister. Bununla beraber, insan akl-ı selîmi ile bunları yenmeye çalışır. Fakat insan, akl-ı selimini te’yid edecek, doğruyu bulamadığı ve âciz kaldığı yerde ona yol gösterecek i’timad et­tiği rehbere şiddetle ihtiyaç duyar.

Bu rehberler, insanları doğru yola sevk etmek üzere Allâhü Teâlâ (C.C.) tarafından vazifelendirilmiş Peygamberlerdir. Onla­rın yol göstericiliği neticesinde insan toplulukları doğru yolu bul­muş, akl-ı selîm güç kazanmış, tehlikelerden korunabilmiştir. Peygamberlerden sonra da insanlar, onların mirasçısı olan âlimlerin irşadlarına, nasîhatlarına ihtiyaç duymuşlardır. Zîrâ bu rehberler insanları iyiliğe sevk eder, kötülükten uzaklaştırır; cemiyetin hayr ve saadetine giden yolları dâimâ aydınlatırlar.

İnsan dünyâya geldiği günden hayâtının sonuna kadar âilede, mektepte, cemiyet içerisindeki her yerde insanlar ile onların konuşma ve telkinleri ile karşı karşıyadır. Faydalı veya zararlı bunlardan müteessir olmaktadır (etkilenmektedir).

Dînî bakımdan önemli olan husus şudur: İyiliğe dâvet, yol göstericilik, bir terbiyedir. Bunun en müessiri tatbîkat ile olanıdır. Çünkü yol gösteren kimse tatbikatı ile rehberlik ettiği kimse için en iyi örnektir, insan yaradılışı îcâbı takdir ettiği kim­selere, onların yaşayışına, tatbikatına meyleder. Onu kendisine örnek alır. Bunun için yol gösterici bu şerefli görevin gerektir­diği vasıfları kendisinde bulundurmak zorundadır. Bunun gibi başkasını örnek alan kimse de en mütekâmil kimseleri örnek al­malıdır. Aksi takdirde doğru yolu kaybetmesi mukadderdir.

______________________________________

(1) “Din Nasihattir” hadîs meâli: Sahîh-i Müslim ve tercemesi, cilt I, sh. 113.
(2) Ez-Zâriyât Sûresi, ayet 55.
(3) El Câmiu’s-Sagîr. Cilt I.
(4) Fatır Sûresi, âyet 28.
(5) Câmiu’s-Sagîr, cilt: II.
(6) Âl-i İmran Sûresi, âyet 110.
(7) El-İsrâ Sûresi, âyet 70 ve Et-Tîn Sûresi âyet 4.