Buffon’un Duası
İnanmamak bir çeşit yetersizliktir.
“Yok?’ demek bir bakıma görememek, anlayamamak, sezememek demektir.
Buffon 18. yüzyılda yaşamış olan bir Fransız bilginidir. Uzun ömrünü canlıları incelemekle geçirmiş, “Tabiat Târihi” (Histoire Naturelle) adlı kıymetli eserini yazmıştır.
18. yüzyıl, insanın akla değerinden fazla değer verdiği, akıldan başka otorite tanımadığı bir çağdır. Filozofların asrıdır. Bilginlerin ve filozofların, deney ve gözlem metodlarının ışığında gittikçe gelişecek olan ilim ve çoğaldıkça çoğalacak, güçlendikçe güçlenecek olan akıl sayesinde “gerçek”i bulabileceği, insanları mutlu kılabileceği sanılmıştır. Fakat tabiat perdeleri açılamamış, varlığın anlamı, hayâtın sırrı çözülememiş, hiçbir bilgi, insanın yerini tutamamıştır.
Buffon tabiat olaylarına âşıktı. Canlıları incelerken kâinâtın gerçek azametini hissetmiş, durmadan araştırmış, araştırmaları birçok ilim adamına yol göstermiştir.
Tabiatı incelerken insanın zayıflığını ve Allâh (C.C.)’ın büyüklüğünü gören bu büyük bilgin, edebiyat tarihçisi (J. Calvet’ye göre) Hristiyan değil fakat koyu bir dindardır.
Aşağıdaki duada Buffon Allâh’a “Siz” diye hitap etmektedir. Kendi kendine, düşüne düşüne bulduğu Allâh’ına “Sen” demekten utanmaktadır:
“(Ey) Tabiatı var eden tek varlık, kâinatın kanunlarını düzen içinde sürdüren, Arş’ın sükûnu içindeki saltanatından, bütün semâ kürelerini çarpışmadan, karışmadan, kudreti ile idare eden, bu muazzam hareketleri her an hareketsizliğin içinden çıkaran ve derin bir huzur içinde bu sayısız gökleri, sayısız dünyâları, tek başına idare eden Büyük ALLAH! Bu huzursuz dünyâyı da sâkinleştiriniz artık! Bu da sessizliğe kavuşsun. Sizin sesiniz geçimsizliğin, savaşın, mağrur gürültülerini kessin. Bütün varlıkların yaratıcısı, lûtufkâr ALLAH! Şefkatli bakışlarınız bütün yaratıkları kuşatmıştır, insan ise sizin seçkin eserinizdir. Siz onun ruhunu, ölümsüz nurunuzdan bir huzme ile aydınlattınız, şimdi de onun kalbine aşkınızdan bir ok gönderiniz de nimetlerinizi tamamlayınız. Bu İlâhî duygu her yöne yayılarak düşmanları dost edecektir, insan insana bakmaktan artık korkmayacaktır, öldürücü silâhı eline almayacaktır, savaşın kavurucu ateşi nesillerin kökünü kurutmayacaktır. Şimdi zayıflamış, kırılmış, ermeden biçilmiş olan insan nesli yeniden filizlenecek, çoğalacaktır. Üstüne çöken belâların ağırlığı altında ezilmiş, kısırlaşmış, terk edilmiş olan dünyâ yeniden canlanacak, eski bereketini yine bulacaktır. Biz de o zaman, ey lûtufkâr ALLAH! Ona yardım etmek, onu işlemek, onu durmadan incelemek suretiyle size olan minnet ve hayranlık borçlarımızı her an ödemeye çalışacağız”.1
18. yüzyılın ünlü düşünürlerinden biri de şüphesiz Voltaire’dir. Voltaire şâirdir, filozoftur, tarihçidir, tiyatro yazarıdır, romancıdır. Yaşadığı çağın sanatını ve düşüncesini kendisinde toplamıştır. Aklı, ilmi, hürriyeti, bütün gücüyle savunan Voltaire’i, Hıristiyanlığı ve papazları yerdiği için dinsiz sayanlar olmuştur. Oysa inançsız değildir. Voltaire hakkındaki şu hüküm, Sorbonne Üniversitesi Fransız Edebiyâtı Profesörü Daniel Mornet’nindir: “Voltaire, Allâh’ın ve rûhun varlığına inanır, fakat rûhun hür olduğundan şüphe eder… Politikada aydın bir monarşi’ye taraftardır. Dinsiz hattâ din ile ilgilenmeyen bir hükümeti aslâ kabûl etmez, ancak papazların siyâsî otorite üzerinde hiçbir tesiri olmamasını ister”.2
Her çağda olduğu gibi 18. yüzyılda da materyalist fikirlere kapılanlar olmuştur. Bunlardan bazıları (Helvetius d’Holback gibi) “Atheisme”e kadar varmışlarsa da bunu eserlerinde mümkün olduğu kadar gizlemeye çalışmışlar, toplumsal bir ahlâkı öğretmek istemişlerdir. Çünkü inanmamak bir çeşit yetersizliktir. “Yok” demek bir bakıma görememek, anlayamamak, sezememek demektir. Esasen bu çağda dine saldırdığı iddia edilenler, dinden ziyâde taassup dedikleri şeye saldırmışlardır.
Voltaire’in şu duası, sade onun kendi düşüncelerini ve kişisel arzularını değil, aynı zamanda yaşadığı çağın genel özlemini de özetlemektedir:
“(Ey) Bütün varlıkların ALLÂH’ı! Bizleri bu zor ve geçici hayâtın yükünü birbirleriyle yardımlaşarak taşıyabilenlerden eyle. Çelimsiz vücutlarımızı örten elbiseler, yetersiz lisanlarımız, gülünç âdetlerimiz, eksik kanunlarımız, bize göre çok farklı. Sana göre hiç farksız olan bütün sosyal durumlarımız arasındaki küçük ayrılıklar, insan denilen zerreleri birbirlerinden ayıran bütün ufak farklar, birer kin ve işkence işâretleri olmasın. Seni övmek için güpegündüz mum yakanlar, senin güneşinin ışığını yeter bulanlara tahammül etsinler. Seni sevmek gerektiğini anlatmak için elbiselerinin üzerine beyaz bir bez daha giyenler, aynı anlamı siyah yün giyerek anlatmak isteyenlerden nefret etmesinler. Elbiseleri kırmızıya veya mor’a boyanmış olanlar, şu dünyâda bir çamur yığınının küçük bir parseline hükmü geçenler, herhangi bir madenden birkaç yuvarlak kırıntıya sahip olanlar, büyüklük ve zenginlik bildikleri şeylerden gurursuz faydalansınlar; başkaları da bunları kıskanmasın! Bütün insanlar kardeş olduklarını unutmasınlar”.3
Peygamberimiz (S.A.S.); “Duâ ibâdetin özüdür” buyurmuştur. Yüce Allah Kur’ân-ı Kerîm’de; “Bana duâ edin, duânızı kabûl edeyim”4 buyurduğuna göre, dertlerden kurtulmak, Allah (C.C.) tarafından sevilmek, mutluluğa kavuşmak istiyorsak duâ etmeye mecburuz.
Hiç kimse duâ etmek ihtiyâcından kurtulmuş değildir. Çünkü “Kalbler ancak Allah’ı anmakla huzur ve sükûna kavuşur”.5
_________________________________________
(1) Morceaux Choisix Des auteurs Français - J. Calvet. J. DeGigort, Paris.
(2) Precis de Littérature Française - Daniel Mornet. L.Larausse - Paris.
(3) Penséet Maximes - E. Cases. Ch. Délazrave, Paris.
(4) Kur’ân-ı Kerim (Araf: 55).
(5) Kur’ân-ı Kerim (Er-Ra’d: 28).