Makale

DİN EĞİTİMİ ve DİYANET

DİN EĞİTİMİ
ve
DİYANET

DOÇ. DR. OSMAN CİLACİ
Süleyman Demirel Üniv. İlahiyat Fak. Öğretim Üyesi

İnsanın dünyaya gelişiyle başlayan eğitim-öğretim faaliyetleri onun ölümüne kadar aralıksız devam eden bir süreçte gerçekleşir. Hayatın hangi kademesinde olursa olsun, bu faaliyetlerden kendini tecrit edemeyen insan, toplumun ferdi ve sosyal bir varlık olmak hasabiyle cemiyet halinde yaşamak zorundadır.
Eğitim-öğretimin ilk kaynağı ana kucağıdır. İnsanoğlunun, iyi olsun, kötü olsun edindiği ilk bilgiler annesine aittir. Bu bakımdan psikolog, sosyolog, terbiye ve eğitim bilimcileri iyi nesiller yetiştirmenin, öncelikle annenin iyi eğitilmesinden geçtiği konusunda müttefiktirler. Hz. Ali’nin, "Çocuklarınızı, içinde bulunduğunuz zamana değil, gelecek zamana göre hazırlayın" tarzındaki ikaz ve tavsiyesi yine temelde dolaylı da olsa anne eğitimine önem vermek gerektiğini bize hatırlatmaktadır. Çocukta bilgilenme kadar, dini duygu ve düşüncesinin gelişmesinde de annenin rolü büyüktür. O bakımdan kızların eğitim-öğretimi, erkeklerden daha kapsamlı şekilde ele almak teşebbüsleri hiçbir zaman yadırganmamalıdır. Bu vesile ile yeri gelmişken, Asr-ı Saadet hanımlarının dini kültürlerini geliştirmek için müsait sosyal bir çevrede yaşadıklarını, geceleri dâhi mescitlere gitmelerine engel olunmaması yolunda bir Peygamber (S.A.S.) emrinin bulunduğunu özellikle belirtmeliyiz (Bkz. Müslim, 4; Salat, 30).
Bilindiği üzere çocuk öncelikle görerek ve duyarak öğrenir. Kendi yapısı icabı, gördüğünü ve duyduğunu uygulaması ise işin ikinci safhasıdır. Çocuğun kişilik ve şahsiyet yapısının iyi bir şekilde teşekkül etmesi, görme ve duyma faaliyetlerinin cereyan ettiği çevre ile yakından ilgilidir. Bundan dolayı çevrenin her yönden temiz tutulması bir sorumluluk halinde topyekün cemiyeti ilgilendiren bir şekilde karşınızda durmaktadır.
Çocuğa verilecek her eğitim gibi Din Eğitimi’nin de sağlıklı bir ortamda, sağlıklı bir şekilde başlatılarak yürütülmesi gerekir. Hz. Peygamber (S.A.S.) Efendimizin "Kalblerin meyvesi ve gözün nuru" olarak tavsif buyurduğu çocuk bu bakımdan her tür ihtimama lâyık bir varlıktır. Çocuk veya genç insanın, cemiyette belli bir şahsiyet yapısına kavuşmasında Din Eğitimi’nin zorunluluk arzettiğini ayrıca vurgulamakta yarar vardır.
Hz. Peygamber (S.A.S.)’in Sünneti’nde özel bir yeri ve değeri olan çocuk eğitiminde, Sünnet ölçüsünde bir uygulama, çocuğu ürkütmeksizin ve korkutmaksızın dine ısındırmak esasına dayandırılmalıdır.
Çocuğun dine karşı ilgi ve isteğinde gözlenebilen gelişmeler, onun aklî ve ruhî gelişmesiyle de bir paralellik arzeder. Bu ilgi ve istek motifinin vücut bulmasında en büyük amil, çocuğun gözü önünde cereyan eden her tür tutum ve davranışlardır. Özellikle aynı çatı altında yaşadığı anne ve babasının, varsa diğer aile büyüklerinin dini mahiyet arzaden her davranışı çocuğun zihninde iyi veya kötü bir iz bırakır. Burada önemli olan, çocuğun zihninde müsbet bir iz bırakacak iyi davranışların sergilenmesidir.
Şu bir gerçektir ki, dinî ilgi ile eğitim arasında sıkı ilişki bulunmaktadır. Çocuğun ruhi yapısında dini bir atmosferin oluşması, dini bilgilerin zenginliği yanında, özendirici olmasıyla da yakından ilgilidir. Nitekim çocuğun algılama ve idrak kabiliyetine ulaştığı dönemde dua, oruç, bayram, namaz, cami, kandil geceleri vb. karşı merakında artış görülmesi bunun canlı bir misalini teşkil etmektedir.
Genel eğitim içerisinde özel bir yere ve değere sahip olan Din Eğitimi, hiçbir inanmış ferdin, hayatının belli bir döneminde de olsa vazgeçemiyeceği bir vasıf taşımaktadır. Umumi bir mana ifade eden bu kaziyye, inançlı olmak açısından dünyanın her yerinde yaşayan çeşitli ırk ve renkteki her insanı kapsamaktadır. Hal böyle olunca Din Eğitimi’nin tarifini, gaye ve metod açısından konumunu tesbit ederek problemi teşrih masasına yatırmak icabetmektedir.
Akıl sahiplerini kendi iradeleriyle, Hz. Peygamber (S.A.S.)’in tebliğ ettiklerini kabule çağıran din, ancak ciddi ve metodik bir eğitim ve öğretimle öğrenilebilir. İlahî bir kanun olması ve akıl sahiplerine yönelik bulunması O’nun önemli iki özelliğini teşkil eder.
Eğitim ve öğretim faaliyetlerini düzenleyen her tür kural ve teoriler ilmi olan pedagoji, Din Eğitimi’nde de vazgeçilmez bir disiplindir. Din Eğitimi’nin her yaş ve gruptaki insana aktarılmasında Pedagoji’nin verileri ihmal edilemez. Pedagoji’nin irade, f\ ahlâk ve duyguların terbiyesindeki rolü ise tartışma götürmeyecek kadar açıktır.
Din Eğitimi’nin içtimai boyutu cemiyetin bütün müesseselerinde, (mimari, musiki, edebiyat) doğru-yanlış, iyi-kötü, sevap-günah vb. değer hükümlerinde tesir icra eden din olayının farkına varılmasını sağlayan ayrı bir yönü bulunduğu unutulmamalıdır.
Genel manada ele alınırsa eğitimin, olgun neslin yeni nesle bütün maddi ve manevi mirasını aktaran bir vasıta olduğu rahatlıkla söylenebilir. Diğer bir ifade ile eğitim, yetişkin neslin, şuurlu ve metodik olarak sahip bulunduğu bütün bilgi ve teknikleri yetişkin olmayan nesle aktarması faaliyetlerinin tamamını kapsamaktadır.
Her tür çalışmada nasıl metod gerekirse, Din Eğitimi’nde de mutlaka bir metod uygulamak zorunluluğu vardır. Metod, ilmin temelidir. Metodsuz ilim faydasız sermaye gibidir. Din Eğitimi temelde genel mantık metodlarına tabi olmakla beraber, kendi özelliğine göre birtakım metodlar da kullanmaktadır.
Din Eğitimi’nin geçmişi insanlık tarihi kadar eskidir. İslâm bilginleri Din Eğitimi’ni teolojinin bir kolu saymış, kütüb-i şer’iye ve akaid-i diniyyenin çocuk ve yetişkinlere öğretilmesi konusunda bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Büyük İslâm âlimi İmam Gazali (1058-1111), "Eyyühel Veled" adlı eserinde özellikle bu konuyu geniş bir şekilde incelemiştir.
Bir diğer açıdan eğitim aynı zamanda terbiye işidir. Lügatte, "ıslah etmek, düzene koymak, idare etmek, eğitmek, gözetmek..."anlamlarına gelen terbiye, Türkçe’de çoğu zaman "ahlâkî davranış, ahlâklı olma" manalarında kullanılmıştır.
Bütün İslâm ülkeleri gibi Türkiye’de de tâ başlangıçtan itibaren camiler, mescitler, kütüphaneler, hanlar... hülasa insanların birara-ya gelebilecekleri her mekân eği-tim-öğretim için kullanılmış, buraları her zaman herkese açık tutulmuştur. Bu gelenek daha sonra geliştirilerek yaygınlaştırılmış, eğitim için özel yerlerin, Beytü’lhikmetlerin kurulması gündeme gelmiştir.
Büyük Selçukluların başlattığı ve Anadolu Selçukluları ile Osmanlıların geliştirerek yaygınlaştırdığı eğitimden, özellikle Din Eğitimi’nden sözeden Ibn Batuta, Anadolu’nun her küçük yerleşim biriminde bile medresenin varlığından bahsetmektedir. Medreselerde çocuklara öncelikle Kur’an.ı Kerim okutulmakta, akılları erdikçe ilmihal denilen, günlük yaşayışla doğrudan ilgili, di-ni-kişisel içtimai bilgileri belletmek cihetine gidilmektedir. Medreselerin dışında da eğitim-öğretim kurumları mevcudiyetlerini ve faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu yazıda eğitim-öğretimin geçirdiği merhalelerden çok, Cumhuriyet ve O’nu takibeden yıllarda Din Eğitimi alanındaki gelişmelerden satırbaşları ile sözedilecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti 9 Mayıs 1920’deki ilk eğitim programından hedefini, "Her manasıyla dini ve milli terbiye" olarak açıklamıştır. Dini terbiyenin millî seciye ve tarihle beraber düşünülmesi gerektiği 15 Temmuz 1921’de bizzat hükümet başkanı M. Kemal tarafından ifade edilmiştir.
Sakarya Savaşı’ndan sonra yeniden toplanan I. Heyet-i llmi-ye’nin programında 26. sırayı, Tedrisat-ı Diniye Esasatı adı altında Din Eğitimi almıştır. 1923 yılında Balıkesir Paşa Camii minberinden "insanlara feyz ve ruh vermiş olan dinimiz son dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa ve hakikate tamamen uyar" cümlelerini irad eden yine M. Kemal Paşa’dır.
Din Eğitimi’nin önemini çeşitli vesilelerle ifade eden Atatürk, "Bizde ruhbanlık yoktur. Hepimiz müsaviyiz ve dinimizin ahkamını müteseviyen öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır, orası da mekteptir" sözleriyle Din Eğitimi’nin doğru adresini bize bildirmiştir. Atatürk’ün bu açık direktifine rağmen her nedense Din Eğitimi ülkemizde çoğu kez üvey evlat muamelesi görmüş, eğitim kurumları programlarındaki saygın yerini ise ancak 1982 Anaya-sı’sı ile alabilmiştir. Her meselede Atatürk’ten bir emir, bir işaret, bir ima arayanların, O’nun Din Eğitimi konusundaki bu açık direktifinden habersizmiş gibi görünmeleri, gerçekten yeni yetişen nesiller için talihsizlik olmuştur.
Bundan dolayı Din Bilgisi dersleri, dini ağırlıklı eğitim veren Imam-Hatip Liseleri dışındaki ortaöğretim kurumlarında, önce program dışında bırakılmış, sonra seçmeli ama yine program haricinde tutulmuştur. Böylece aynı sınıfta okuyan çok az sayıdaki öğrencinin de olsa bu dersi seçmemesi, öğrenciler arasında suni bir ayrılığa vesile oluşturulmasına sebeb teşkil etmiştir. Halbuki Din Bilgisi dersleriyle ilgili olarak 1983’ten bu yana Ortaöğretim kurumlarındaki uygulamaların müsbet sonuçlar verdiği, bütün ülke çocuklarının "Dinini, diyanetini, öğrenmek için muhtaç olduğu mektep"in bu önemli misyonu yerine getirdiği memnunlukla müşahade edilmiştir.
Gerçekte Din Eğitimi’ne, Laiklik’e aykırı zannıyla ürkek, kuşkulu ve çekingen bir tavırla bakmanın makul hiçbir sebebi bugüne kadar tesbit edilememiştir. Çocuğun Din Eğitimi sayesinde abdest almayı, namaz kılmayı öğrenmesinin, dinler hakkında genel bilgi sahibi olmasının, kutsal kitaplarla ilgili bilgi edinmesinin, insanlığı hidayete çağırmakla görevli peygamberlerin hayatlarını öğrenmesinin vb. kime ne zararı olmuştur? Babasının veya annesinin mezarı başında Fatiha okuyan çocuk niçin istenmez? Her anne-babanın âhirete göçtükten sonraki bu masum dileğini ilerici-gerici çıkmazında eveleyip gevelemenin kime ne faydası olmuştur? Halbuki aynı yaş grubundaki bir Hristiyan çocuğunun, kendi kutsal kitapları İncil’i anne ve babasının mezarı başında okuması, hemen her şeyde Batı’yı örnek alanların niçin dikkatlerinden kaçmaktadır?
Batıcı geçinenlerin önce Batı’yı iyi bilmeleri gerekir. Sadece bir fikir vermek için Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda, Danimarka, Belçika, İsviçre vb. ülkelerde anaokulundan ortaöğretimin sonuna kadar kilise-okul işbirliğiyle gerçekleştirilen mecburi ve yeterli saat Din Eğitimi’nin uygulandığını belirtmeliyiz. Bütün Hristiyan ülkelerinde Din Eğitimi’nin daha verimli hale getirilmesi için kilise-okul işbirliğine büyük önem verilmektedir. 1961 yılından beri Türkiye’nin işçi gönderdiği Batı ülkelerindeki bu durumu milletçe daha yakından izlemek imkanına sahip bulunmaktayız.
Din ve onun eğitimi insan için bir ihtiyaç olarak kabul edildiğine göre, birtakım aşırılıkları ve sapmaları önlemek açısından bu eğitimin devlet okullarında da en doyurucu bir şekilde verilmesi gerçekçi bir çözüm olarak görülmektedir. Çünkü legal yollardan doldurumayan bir boşluk illegal olarak, hem de mutlaka doldurulmaktadır. Bundan da öte Devlet Baba’nın, dini bilgilendirme konusunda üzerine düşeni yapmasını beklemek çocuklarının hakkı değil midir?
Din Eğitimi ile Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yakın ilişkisi bulunduğu münakaşasız kabul edilebilecek bir gerçektir. Çünkü %99’u Müslüman olan bu ülkede, eğitim-öğretim kurumları dışındaki Din Eğitimi faaliyetleri cami, mescit, Kur’an kursları ve bazı illerdeki Eğitim Merkezleri vasıtasıyla doğrudan Diyanet İşleri Başkanlığı’nca yürütülmektedir. Toplumu din konusunda aydınlatmak görevi T.C. Anayasası ile Diyanet İşleri Başkanlığı’na verilmiştir.
3 Mart 1924 tarihinde 429 sayılı Kanunla Başbakanlık’af^. bağlı bir teşkilat olarak kurulan Başkanlık, ’Türkiye Cumhuriyeti memaliki dahilinde bilcümle cevami ve mesacid-i şerifenin idaresine, Imam-Hatip, Vaiz, Müezzin, Kayyım vb. müstahdeminin tayin ve azillerine..." yetkili kılınmıştır. Ayrıca 429 sayılı Kanun’un 1. maddesi "...din-i mübin-i İslâm’ın bundan muada, itikadat ve ibadete dair bütün ahkâm ve mesalihi-nin tedviri ve müessesat-ı dini-yenin idaresi için Cumhuriyet’in makarrında bir Diyanet İşleri Reisliği makamı tesis edilmiştir" hükmü amir bulunmaktadır. Yine aynı gün kabul edilen 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanu-mı’nun 4. maddesi, Diyanet İşleri Başkanlığının istihdam edeceği elemanların Maarif Vekaleti’nce yetiştirilmesini "Mearif Vekaleti Yüksek Diniyat mütehassısları yetiştirmek üzere Darü’l-fünun’da bir ilahyat Fakültesi te’sis ve imamet ve Hitabet gibi hidemat-ı diniyenin ifası vazifesiyle mükellef memurların yetiştirilmesi için de ayrı mektepler kuşat edecektir" âmir hükmüyle derpiş etmiş bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 429 sayılı Kanun bir teşkilat kanunu değildir, sadece kuruluş kanunudur. 22 Haziran 1935 tarihinde çıkarılan 2800 sayılı Kanun "Diyanet İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkındaki Kanun", 22 Haziran 1965 tarihinde kabul edilen 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 1. maddesi "İslâm Di-ni’nin inançları, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere... Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştur" hükmünü âmir bulunmakta, aynı kanunun 5. maddesi ile Din İşleri Yüksek Kurulu teşekkül ettirilmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı 90.000 civarındaki elemanı ile bugün yurtiçi il ve ilçelerinde müftülük, yurtdışındaki soydaş ve vatandaşlarımızın bulunduğu ülkelerde Din Hizmetleri Müşavirliği ve Ataşeliği olarak teşkilatlanmış bulunmaktadır. Sovyetler Birliği’ndeki gelişmelerden sonra Başkanlık, oralardaki Türk Cumhuriyetlerine de Batı ülkelerindeki benzeri hizmetleri götürmektedir. Sadece Batı Avrupa ülkelerinde yaşayan iki milyonun üstündeki soydaşımıza Din Hizmeti vermek başlıbaşına bir organizasyon işidir. Nitekim Yurtdışı hizmetlerinin daha iyi ve daha kaliteli yürütülmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı bizzat bir Dış İlişkiler Daire Başkanlığı kurmuştur. Şu anda Başkanlık yurtdışındaki 24 ülkede yaşayan soydaşlarımızın her tür dini hizmetleri için elemanlar göndermiş bulunmaktadır.
Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığımdan sonra halkın Din Eğitimi’ne en fazla katkıda bulunan kurum şüphesiz Diyanet İşleri Başkanlığıdır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın istihdam ettiği elemanların kaynak itibariyle İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri’nden geldiği düşünülürse, Başkanlık ile Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK arasında koordineli bir çalışmanın kaçınılmazlığı kendiliğinden hemen kabul edilecek bir husustur. Böylece Başkanlığın istihdam edeceği elemanlarda aradığı evsaf kısmen olsun gerçekleştirilmiş olacaktır. Hizmetiçi Eğitimi’nin yaygınlık kazandığı günümüzde Diyanet İşleri Başkanlığı da çeşitli hizmetlerde görevlendirdiği elemanlarını bu tür bir eğitimden geçirerek, kendine göre noksan olan hususları gidermeye çalışmaktadır. Nitekim bildiğimiz kadarıyla Başkanlık, zaman ve ihtiyaca göre kendi Eğitim Merkezleri’nde böyle bir uygulamayı sürdürmektedir.
Gerekli şartlar oluştuğu takdirde her müslümanın ömründe bir kere yerine getirmekle yükümlü bulunduğu Hac Farizası Organizes’nin, vatandaşın güvenini kazanmış olarak yürütülmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın memnuniyet verici alternatif hizmetlerinden bir başkasını teşkil etmektedir.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın daha iyi hizmet vermesinin âmillerinden biri de halkımızın bu kurum ve mensuplarına karşı saygı ve sevgi duymasıdır. Her türlü mülahazanın üstünde ve ötesinde olarak halkın dini ihtiyacına ilk elden cevap veren kurum Diyanet İşleri Başkanlığı’dır.
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın gerek yurtiçi, gerek yurtdışındaki cami ve irşat hizmetlerinden ayrı olarak yürüttüğü yayın faaliyetleri (Diyanet Çocuk Dergisi, Diyanet Aylık Dergi, Üç Aylık Diyanet İlmi Dergi, kitap, kaset vb.) takdir edilecek bir görüntü sergilemektedir. Cumhuriyet Dönemi’nin ilk Kur’an tefsirini (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst. 1935,1-IX), Hz. Peygamber (S.A.S.)’in hadislerinden bir kısmını ihtiva eden Tecrid-i Sarih’i neşrederek (Türkçe) halkımıza bu yolda da kalıcı, faydalı hizmetlere öncelik eden Diyanet İşleri Başkanlığı yayınlarının bugün hangi sayıya ulaştığını kesin bilmemekle beraber, yüzlerle ifade edilebileceğini söylemek mümkündür kanaatindeyiz. Her seviyeden halkın ihtiyacına cevap veren ve çeşitli seriler halinde irili-ufaklı olarak yayınlanan bu eserlere herkesin daha kolay ulaşmasını sağlamak için bazı girişimlerde bulunmak, bu güzel işi, kâr gayesi gütmek-sizin piyasa fiyatlarının da altında gerçekleştiren aynı Başkanlık için hiç de zor olmasa gerek; çünkü kalıcı ve uzun ömürlü bir vasıf taşıyan basılı yayınlar, babadan oğula, nesilden nesile intikal edecek mirasların en kıymetlisini teşkil etmektedir.


(1) Kemalettin Erdil, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1974.
(2) Nail Arslanpay, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1973.
(3) Başkanlık, 1991 Yılı Yurtdışı Din Hizmetleri Raporu, Ankara 1992.
(4) Başkanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı, Ankara 1993.
(5) İlahiyat Vakfı, Türkiye 1. Din Eğitimi Semineri, Ankara 1981.
(6) İbrahim Canan, Hz. Peygamberin Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980.
(7) Mustafa Öcal, Din Eğitimi ve Öğretiminde Metodlar, Ankara 1991.
(8) Ahmet Gürtaş, Atatürk ve Din Eğitimi, Ankara 1982.
(9) Beyza Bilgin, Türkiye’de Din Eğitimi, Ankara 1980.
(10) Hakkı Maviş, Almanya, Avusturya ve Türkiye’de Din Eğitimi, İstanbul 1970.
(11) Hasan Kallimci, Almanya Burukluğu, İstanbul 1988.
(12) Kerim Yavuz, Çocukta Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Ankara 1987.
(13) N. Yaşar Aşıkoğlu, Almanya’da Din Eğitimi, Ankara 1993.
(14) Beyza Bilgin, Eğitimin Temellerinden Biri Olarak Din Eğitimi, (Din Öğretimi Derg. Mart, 1992, sy.33).
(15) M. Faruk Bayraktar, Kur’an Kurslarındaki Eğitim Üzerine, (Din Öğretimi Der. Ekim 1992, sy. 36).
(16) Osman Pazarlı, Din Eğitim ve Öğretiminde Genel Metodlar, İstanbul 1967.
(17) Nevzat Ayasbeyoğlu, İslamiyet’in Eğitimimize Getirdiği Değerler, İstanbul 1991.
(18) Mualla Selçuk, Çocuğun Eğitiminde Dini Motifler, Ankara 1990.
(19) Hüseyin Atay, Osmanlılarda Yüksek Din Eğitimi, İstanbul 1983.
(20) İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye’de Din Eğitimi, Ankara 1966.
(21) İl Müftüleri Eğitim Semineri Çalışma Raporu (2-6 Aralık 1993).
(22) Başkanlık Irşad Komisyonu Raporu (Ankara 2 Aralık 1993).
(23) Başkanlık Dini Yayınlar Komisyonu Raporu (Ankara 2 Aralık 1993)
(24) Rotraud VVielandt, Federal Almanya’da İslâm’ı Din Dersinin Çevre Koşulları, (Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Ankara 8-10 Nisan 1988).
(25) Ali Özek, Imam-Hatip Liseleri ve Ehliyetli Din İşleri Görevlisi Yetiştirme İşi, (Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri Ankara 8-10 Nisan 1988).
(26) Johannes Lahnemann, Almanya ’daki Müslüman Çocukları İçin Din Eğitiminin Amaçları ve Metodları, (Din Öğretimi ve Din Hizmetleri Semineri, Ankara 8-10 Nisan 1988).
(27) Tercüman Gazetesi, Milli Eğitim Sempozyumu, (Tebliğler, İstanbul 20-22 Ocak 1984).
(28) Samsun İlah. Fak. Günümüz Din Bilimleri Araştırmaları ve Problemleri Sempozyumu, (Tebliğler, Samsun 27-30 Haziran 1989).
(29) İstanbul Aydınlar Ocağı, Milli Eğitim ve Din Eğitimi, (Tebliğler, Ankara 9-10 Mayıs 1981).
(30) Samsun ilah. Fak. Yükseköğretimde Din Bilimleri Öğretimi Sempozyumu, (Tebliğler, Samsun 21-23 Ekim 1988).
(31) Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, İstanbul 1977, l-V.
(32) AdnanAdıvar, Tarih Boyunca İlim ve Din, İstanbul 1944.
(33) İmam Burhanuddin ez-Zernûci, İslâm’da Eğitim-Öğretim Metodu, çev. Y. Vehbi Yavuz, İstanbul 1990.