Makale

Akşemseddin

Akşemseddin

Yusuf KOL

Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza’dır. Ancak saç, sakal ve bıyığının ak olması, beyaz elbiseler giymesinden dolayı Akşemseddin veya Akşeyh lakabıyla şöhret olmuştur. "Avârifü’l- maarif “sahibi Şeyh Şemseddin Sühreverdi’nin torunlarından Şeyh Hamza’nın oğludur. Nesebi Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk’a kadar uzanmaktadır.
1390 (H.792) yılında Şam’da doğdu. Küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Akşemseddin’in ilk hocası babası Şeyh Hamza’dır. Yedi yaşında babası ile birlikte Anadolu’ya gelerek, o zaman Amasya’ya bağlı bir kaza olan Kavak’a yerleşti. Kur’an-ı Kerim’i hıfz edip tahsiline devam ederken babası vefat etti. Genç yaşta aklî ve nakli ilimlerde üstün başarılara ulaşarak, Osmancık Medresesi’ne müderris oldu. Yine bu arada iyi bir tıp tahsi linde de bulundu.
Yirmi beş yaşlarında tasavvufa yönelip, şöhreti Anadolu’ya kadar yayılmış bulunan Zeynüddin El- Haffye talebe olmak için Halep’e gitti. Halep’te iken gördüğü bir rüya üzerine Hacı Bayram’a intisab etmek üzere Ankara’ya döndü. Hacı Bayramı Velî tarafından kabul edilen Akşemseddin, kendisini takdir eden hocasından kısa zamanda icâzet aldı. Akşemseddin’in içinde çileye girdiği hücre bugün de Ankara Hacı Bayram Camii’nin bodrumunda mevcuttur.
Hacı Bayram’ın yanından ayrılıp Beypazarı’na giderek burada bir mescid ve değirmen inşa ettirdi. Fakat halkın kendisine büyük rağbet göstermesi ve ilminden bereketlenmek istemesi üzerine, Çorum’un İskilip Kazası Evlek Köyü’ne çekildi. Buradan da ayrılarak Göynük’e yerleşti. Burada da bir değirmen ve mescid inşa ettirdi. Bir yandan çocukların, diğer yandan da dervişlerin talim ve terbiyesi ile meşgul oldu. Hac ibadetini yerine getirdikten sonra Hacı Bayram-ı Velî vefat edince, O’nun yerine geçerek irşad makamında bulundu. (1429)
Tıp alanında derin araştırmalar yaparak, “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar insandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma gözle görülmeyecek kadar küçük fakat canlı tohumlar vasıtasıyla olur." diyerek bundan beşyüz sene önce mikrobun tarifini yaptı.
Akşemseddin; hocası Hacı Bayram’ın Sultan II. Murad’la münasebetlerinde her zaman yanında olmuş, bu vesile ile Sultan Murad’la yakından görüşme ve tanışma fırsatı bulmuştu. Bu tanışma; daha sonra O’nun, li. Mehmed’e hoca olması-, zahirî ve batınî ilimlerde Şehzade Mehmed’i yetiştirmesine ve Şehzade’nin her şeyi ile bizzat yakından ilgilenmesine; böylece genç Sul- tan’ın saygısını kazanmasına vesile oldu. II. Mehmed tahta geçtikten sonra da onunla görüşerek, tavsiyelerde bulunmaya devam etti. Yaptığı ilaçlarla saray ve çevresinde birçok hastayı iyileştirdi. İncelediği ayetlerden çıkardığı netice doğrultusunda Sultan Mehmed’e İstanbul’un fethinin gerçekleşeceği müjdesini verdi. ( Sebe, 15)
II. Mehmed 1453 baharında İstanbul’u muhasara etmek için muhteşem ordusu ile Edirne’den yola çıkınca-, Akşemseddin de yanında Akbıyık Sultan, Molla Fenari, Molla Gürani, Şeyh Sinan gibi devrin tanınmış velileri ve onların yüzlerce talebeleri ile birlikte orduya katıldılar. Akşemseddin kuşatmanın en sıkıntılı anlarında dahi yaptığı tavsiyelerle gerek padişahın, gerekse ordunun manevî gücünün yükselmesine vesile oldu.
Sultan Mehmed Şeyh’ine güveniyor ve ona son derece saygı duyuyordu. Kuşatma devam ederken, bir gün beraberinde veziri Mahmut Paşa olduğu halde Akşemseddin’in çadırına girdiler. Şeyh’in misafirlerini oturduğu yerden karşılaması Mahmud Paşaya garip geldi. Bir müddet sonra, bu defa Akşemseddin huzura geldi. Padişah, hemen ayağa kalkıp hocasını ayakta karşıladı, kendisine ikramda bulundu. Mahmud Paşa da Şeyh’in ayrılışını müteakip özür dileyerek sordu:
-Hünkârım! Hocanız geldiğinde ayağa kalkarsınız. Ama o böyle yapmaz. Sebebi ne ola? Fatih, gülümseyerek:
-Bu ihtiyara saygı göstermemek elimde değildir. O yanıma geldiğinde öylesine heyecanlanırım ki, farkına varmadan kendimi ayakta bulurum, cevabını verdi.
Fatih hocasının tavsiyelerini dinledi, sabretti, gayret gösterdi, ordusunun başından hiç ayrılmadı. Sonuçta, Akşemseddin’in müjdesini verdiği İstanbul’un fethi 29 Mayıs 1453 günü gerçekleşti.
Fetih ordusu Topkapı’dan İstanbul’a girerken, genç Padişah’ın yanında Akşemseddin Hazretleri ak sakalı ve heybetli kavuğu ile sanki, padişahtan daha muhteşem görünüyordu. Padişah ve onun hocasını tanımayan yerli halk sevgi gösterisinde bulunuyorlardı. Kendisini padişah zannederek ellerindeki çiçek demetlerini ona veriyorlardı. Akşemseddin, muzaffer talebisine ait çiçekleri almak istemeyip: "Ben padişah değilim; Sultan Mehmed odur!" deyince Fatih; “Veriniz çiçekleri ona, veriniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır” dedi. Bu davranış Fatih ünvanına sahip olmuş bir padişahın hocasına olan saygısını ifade bakımından ne güzel bir örnektir. Daha sonra Fatih’le birlikte şehri gezerken İslâmiyetin harple ilgili hukukunun gözetilmesini genç padişah’a hatırlattı. İstanbul Ayasofya Camiinde kılınan ilk cuma namazı hutbesini okuduğu gibi, Fatih’in isteği üzerine Es- hab-ı Kiramdan Rasûlüllah (s.a.s.)’in mihmandarı Ebu Eyyûb el-Ensarfnin kabrinin bulunduğu yeri de Akşemseddin keşfetti. Fetihten sonra irşad görevine bir müddet daha İstanbul’da devam etti.
Fatih, kuşatma boyunca desteğini hep yanında hissettiği hocasına daha yakın olmak ve sohbetlerinden daha çok yararlanmak istiyordu; "Ben sadece İstanbul’u fethettiğime değil, Akşemseddin gibi değerli bir zatın benim zamanımda yaşamasına sevinirim! Diğer insanlar gelip benimle musahafa ettiklerinde onların elleri titrer, Akşemseddinle musafaha eyleyince benim elim titrer" diyordu. Cihangirlik ünvanını yansıtmaya "Fatih" kelimesi yetersiz kalırken o, hocasının kendisine sadece "Mehmed" diye çağırmasından haz duyardı. Tac ve tahtını bırakarak şeyhe bağlanmak istemesi üzerine Akşemseddin büyük bir dirayetle Fatih’in bu arzusunu engellemeye çalıştı. Ve ona; "padişahlıkta nice incelikler, nice görevler, nice sorumluluklar vardır. Onlar adil olurlarsa keramet sahibi veliler mertebesine yükselirler. Şayet dervişlik yoluna girerseniz, halkın işleri yerli yerine görülmez olur. Bundan da Ümmet-i Muhammed sıkıntı görür. Bu durumda hem siz hem de biz vebalde kalırız. Size düşen ülke işlerini düzene koymak; millete, dine, devlete gereken hizmeti yapmaktır" dedi. Tüm ısrarlarına rağmen Fatih’i engelleyemeyeceğini anlayınca da, İstanbul’dan ayrılarak tekrar Göynük’e yerleşti. Sultan’ın, gönlünü almak üzere ardından gönderdiği hediyeleri de kabul etmedi. Sadece Göynük’te bir çeşme yapılmasına rıza gösterdi.
Medeniyetimiz bakımından asr-ı saadet ve hulefa-i raşidîn devrinde Medine, Emeviler devrinde Şam ve Kurtuba , Abbasiler ve Selçuklular devrinde Bağdat ne ise, Osmanlılar döneminde de İstanbul odur. İstanbul’un manevî fatihi Akşemsed- din’dir. Onun yaşadığı dönem, Türk-lslâm medeniyetinin en parlak devirlerinden biridir.
Risâlet-ün-Nuriyye, Defü Metâin, Risale-i Zikrullah, Risâle-i Şerh-i Ahval-i Hacı Bayram-ı Velî, Malumat-ı Evliya, Maddet-ül Hayat, Nasihatname-i Akşemseddin, ... adlı eserlerin de sahibi Akşem- seddin’dir. O ölünceye kadar Göynük’te yaşadı. Elinin emeği ile geçimini sağladı. İnsanları karşılıksız olarak irşad etti ve Şubat 1459’da Göynük’te vefat etti. Türbesi de orada olup ziyarete açıktır.

-TDV İslâm Ansiklopedisi,
-Meydan Larousse,
-Türk ve İslâm Ansiklopedisi -Yeni Rehber Ansiklopedisi -Osmancık’ta Bir Müderris: (TDV yayınları) -Ali İhsan Yurd., Akşemseddin-, İstanbul-1969.