Makale

(hutbe) İMAN HAYATI - HAC - KUTLU DOĞUM HAFTASI

İMAN HAYATI
Diyanet

اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۜ وَاِنَّ فَر۪يقاً مِنْهُمْ لَيَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ
(Bakara: 146)
Aziz Cemaat!
Allah Teala’nın biz insanlara lütfettiği sayısız nimetlerin en önemlilerinden biri şüphe yok ki, imandır. İman, insanın hem dünya, hem de ahiret saadetini sağlayan çok değerli bir manevi sermayedir.
İslam Dini’nde imanın mühim özelliklerinden biri, kalbin derinliklerinde yerleşmesi, vicdanın onunla huzur bulmuş olmasıdır. İman, insan yapısında, istendiği zaman atılabilecek bir fazlalık değildir. O, manevi varlığın temel taşıdır.
İnsan bütün yaratıkların efendisidir; çünkü şuur sahibidir ve tek yaratıcı olan Ulu Allah’ın aşkını taşımaktadır. İman nuruyla aydınlanmış kalp, Allah Teala’nın "bakış yeri"dir. Bundan ötürü, "Allah yapısı olan kalp, insan yapısı Kabe’den üstündür" denilmiştir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, bütün bu şerefler Allah’a samimi kul olmaya bağlıdır.
Aziz Cemaat!
Gerçeği yalnız akıl ile bilmek, müslüman olmak ve iki cihan saadetine ulaşmak için hiç bir zaman yeterli değildir. Allah’a ulaştıran kurtuluş yolunda, içimizden gelen duygulan ve dıştan aldığımız malzemeyi şuurumuzda işledikten sonra, onu iman haline getirmemiz, benliğimize malederek, samimiyetle yaşamamız lazımdır. Açlığı ve susuzluğu bizzat yaşamayan kimsenin aç ve susuzların halinden anlamayacağı gibi, din konularını sadece bilen fakat yaşamayan kimse de dindar olamaz. Allah Teala Kuranı Kerim’inde kafirlerden bahsederken şöyle buyuruyor:
"Ayetlerimiz bütün açıklığıyla onlara geldiği zaman, bu apaçık bir büyüdür, dediler. Vicdanları tam bir kanaat getirdiği halde, zulüm ve kibirleri yüzünden inat ederek bunları inkar ettiler".
Başka bir ayette de şöyle buyuruyor:
"Kendilerine kitap verdiğimiz yahudi ve hıristiyanlar, O Peygamberi öz oğulları gibi tanırlar. Öyle iken içlerinden bir takımı, bile bile Hakk’ı gizlerler".
Dinin yapısını oluşturan iki unsurdan biri iman ise, ikincisi de ibadettir. Müslümanlıkta ibadet
İmanın belirtisi, dindarlığın ikinci şartıdır. İman Allah’ı tasdik etmektir. İbadetse Allah’a kulluk etmektir. İbadet yapmadığı halde dindar olduğunu zanneden kimse, kendisini ve etrafındakileri aldatmaya çalışan kimsedir. İman mübarek bir ağaç gibidir; bu ağacın Allah’ın izniyle her mevsim verdiği meyveler, başkalarına iyilik ve merhamet gibi manevi meziyetlerdir. Bu üstün faziletler, davranışlarımıza şu üç şekilde aksederler:
1. İçimizde bulunan inancı, "Eşhedü en la İlahe illallah ve eshedü enne Muhammeden abdühü ve rasülüh" kelimei şehadetiyle Han etmek.
2. Bu inancın kuvveti ile Allah’ın emirlerine sarılmak, yasaklarından kaçınmak ve bunu gizli, açık, şahsi ve umumi işlerde, ibadette, muamelelerde, kısacası her yerde devam ettirmek.
3. Bu inancı yaymak, yani iyiyi, doğruyu yaptırmak, kötüden, yanlıştan sakındırmak.
İkinci ve üçüncü grupta bulunan hususlar, yapılması güç olan şeylerdir. Gerçekten Allah’ın emirlerine uymak ve bunları başkalarına da telkin etmek nefsimizin ve arzularımızın kolaylıkla kabul edeceği şeyler değildir. Çünkü nefislerine, arzularına ve bilhassa hırslarına mağlup olanların, bunların kumandasıyla hareket edenlerin yüceltildiği. Hakkın ölçüsü olarak kuvvetin kabul edildiği bir zamanda, bu genel atmosferden sıyrılıp doğru yolda ilerlemek az bir gayretle başarılacak işlerden değildir.
Doğrusu, fikir ve söz iffetinin bulunmadığı, kelimelerin içine boş bir çuval gibi istenilen manaların yerleştirildiği ve "mızrak çuvala sığmaz" atasözüne rağmen, gerçeklerin örtülmeye çalışıldığı bir yerde, doğruya sahip çıkmak oldukça cesaret isteyen bir iştir. Fakat gerçek yol budur. Allah’ın rızası bundadır.
Hutbemizi Peygamber Efendimizin bir hadisiyle bitirelim:
"Gönül huzuruyla Allah’ı Rab, İslam’ı din ve Hz. Muhammed (S.A.S.)’i Peygamber kabul eden kimse, imanın üstün zevkini tatmış demektir".

HAC
Diyanet

ف۪يهِ اٰيَاتٌ بَيِّنَاتٌ مَقَامُ اِبْرٰه۪يمَۚ وَمَنْ دَخَلَهُ كَانَ اٰمِناًۜ وَلِلّٰهِ عَلَى النَّاسِ حِجُّ الْبَيْتِ مَنِ اسْتَطَاعَ اِلَيْهِ سَب۪يلاًۜ وَمَنْ كَفَرَ فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنِ الْعَالَم۪ينَ
Muhterem Müslümanlar!
Hac, İslam Dininin beş esasından biridir. Hicretin 9. yılında farz kılınmıştır. Farziyyeli; kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Hem mali, hem de bedeni bir ibadettir. Sıhhatli, hür, zengin, akıllı ve bülüğa ermiş her müslümana, ömründe bir defa haccetmek farzdır.
Cenabı Allah Kuranı Kerim’de mealen şöyle buyurmuştur:
"Şüphesiz, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kabe)’dir. Orada apaçık nişaneler (ayrıca ) İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olup, yoluna gücü yetenlerin o evi haccetmesi, Allah’ın insanlar üzerinde bir Hakkı’dır. Kim inkar ederse bilmelidir ki Allah bütün alemlerden müstağnidir." (1)
Muhterem Müminler!
Hac; her yıl ülkeleri, kültürleri, dilleri ve renkleri farklı, fakat hedef ve gayeleri aynı, milyonlarca müslümanın bir arada, ibadet edip Allah’a yönelmelerini, birbirleriyle tanışıp kaynaşmalarını sağlayan, birlik ve kardeşlik sembolü bir ibadettir. Hac esnasında günlük giysilerinden soyunup, ihrama giren müslümanlar, zinet ve servetle böbürlenmemeyi, ölüm ve ahireti unutmamayı fiilen yaşar ve öğrenirler.
Haccın Manevi havasına giren ihramlı müslümanlar, yol boyunca:
"Buyur Allah’ım buyur, emrine itaate geldim. Senin eşin ve ortağın yoktur. Hamd de, nimet de, mülk de senindir Allah’ım. Senin hiçbir ortağın yoktur" anlamına gelen telbiye ile birlikte, tekbir, tehlil ve salavatı şerife okuyarak Allah’ın şanını yüceltirler. O’ndan af ve mağfiret dileyerek rızasını talep ederler.
Cenabı Hakk’a yürekten yapılan bu dua ve niyazların, tövbe istiğfarların, kabul olacağı inancı ve huzuru içinde hacceden müslümanlar, hep birlikte Arafat vakfesini yaparlar. Müzdelife vakfesinden sonra, Mina’da şeytanı taşlarlar, kurbanlarını keserler ve ziyaret tavafını yaparlar. Böylece Hac menasikini tamamlayan hacılar, veda tavafını yaparak Mekke’den ayrılırlar.
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.S.)’i ziyaret etmek üzere yola çıkarlar. Medine’ye ulaştıklarında, doğruca Mescidi Nebi’ye giderler. Peygamberimizin kabri saadetini ziyaret ederler. O’nun manevi huzurunda salavatı şerife okuyarak, dua ve niyazda bulunarak şefaat talep ederler. Beş vakit namazlarını, Peygamberimizin mescidinde kılarlar. Vakitlerini ibadet, zikir, tesbih, salavat, dua ve bol bol Kuranı Kerim okuyarak değerlendirirler.
Rasulüllah (S.A.S.) haccedenler için: "Kim Allah için hacceder de bu sırada Allah’ın rızasına uymayan kötü söz ve davranışlardan sakınırsa, annesinden doğduğu günkü gibi (temiz ve günahlarından arınmış olarak hacdan) döner" buyurmuştur.
Muhterem Kardeşlerim!
Maddi ve manevi birçok zorluklara katlanarak hacca giden bir müslümanın, haccını noksansız eda edebilmesi ve Allah katında en büyük ecri kazanabilmesi için, bu kutsal ibadetin nasıl yapılacağını, hac esnasında nelere dikkat etmesi gerektiğini, hangi fiil ve davranışların suç sayıldığını, kısaca adabına erkanına kadar bu ibadetle ilgili hükümleri kendisine yetecek kadar öğrenmesi gerekir.
Hutbemizi, Peygamber (S.A.S.) efendimizin bir hadisi şerifleri ile bitirelim: "Ey insanlar! Allah (CC) Haccı üzerinize farz kıldı. Öyleyse haccediniz".
***
(1) Al-i İmran:97,97

KUTLU DOĞUM HAFTASI
Diyanet
لَقَدْ كَانَ لَكُمْ ف۪ي رَسُولِ اللّٰهِ اُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُوا اللّٰهَ وَالْيَوْمَ الْاٰخِرَ وَذَكَرَ اللّٰهَ كَث۪يراًۜ
(Ahzab: 21)
Muhterem Müslümanlar!
Önümüzdeki (…-... Nisan) tarihleri arasında Sevgili Peygamberimizin 14….. doğum yıl dönümü münasebetiyle düzenlenen Kutlu Doğum Haftasını idrak edeceğiz.
Rasülü Ekrem (S.A.S.) Efendimiz miladın 571. yılında. 20 Nisan tarihinde Rebiûl Evvelin 12. Pazartesi gecesi sabaha karşı Mekke’de dünyaya geldi. Güneş henüz ufku aydınlatmadan, alemler O’nun nuru ile aydınlandı. Şüphesiz O’nun doğumu beşeriyetin saadeti açısından, insanlık tarihinin en önemli olayıdır.
Hz. Muhammed (S.A.S), peygamberlik öncesi yaşayışında Mekke halkının güven, saygı ve takdirini kazanmıştı. Bu yüzden Mekkeliler O’na daha çocukluk döneminden itibaren "Muhammedü’lEmin" diyorlar, hiç kimseye güvenip teslim edemedikleri en değerli eşyalarını O’na emanet ediyorlardı.
Kabe’nin tamiri sırasında "HacerülEsved" de nilen kutsal taşın yerine konulması ile ilgili olarak kabileler arasında çıkan anlaşmazlıkta, Mekkelilerin O’nun hakemliğine razı olmaları da, kendisine olan güvenlerinin bir sonucu idi.
Aziz Müslümanlar!
"önce en yakın hısımlarını uyar. (Onları Allah’ın azabı ile korkut.)" anlamındaki Şuara Suresinin 14. ayeti inince Safa tepesinde Mekke’nin ileri gelenlerini toplayarak:
"Size, şu dağın arkasında düşman atlılarının bulunduğunu, baskın için hazırlandıklarını söylesem bana inanır mısınız?" dediği zaman, orada bulunanlar hep bir ağızdan:
"Evet, inanırız; çünkü sen yalan söylemezsin; şimdiye kadar senden hiç yalan duymadık.." diye cevap vermişlerdi.
Hz. Muhammed (S.A.S.) peygamberliğini ilan ederek insanları tevhid inancına davete başlayınca, gerek kendisi, gerekse O’nun Peygamberliğini kabul eden ilk müslümanlar müşriklerin çok şiddetti tepklerine maruz kaldılar.
O sırada Mekke, putperestliğin merkezi halinde idi. Kutsal Kabe ve civarı, putlarla doluydu. Hz. Muhammed (S.A.S.)’in Mekke halkına karşı Allah’dan başka yardımcısı yoktu. Karşılaştığı zorluklar O’nun azmini kırmadı. 23 yılda insanlara sözleri, davranıştan ve yaşayışı ile; "Hak dini" öğretti. Kız çocuklarını acımadan diri diri toprağa gömen bir toplumdan şefkat, merhamet ve nezaket örneği bir toplum meydana getirdi. Kuranı Kerim’in telkin ettiği üstün ahlak ve fazilet binasını tamamladıktan sonra Miladi 632 yılı yine Rebiül Evvel ayında, Kameri yıl itibariyle 63 yaşında iken Rabbına kavuştu.
O’nun üstün başarısı, kuvvetli iman, irade ve azmi yanında, üstün bir ahlaka sahip olmasının bir sonucu idi. Çünkü O’nun bütün sözleri, davranışları ve bütünüyle yaşayışı, peygamber olduğunun en açık ve kesin delilli idi.
Sevgili Peygamberimiz, güler yüzlü, nazik tabiatlı, ince ve hassas ruhlu idi. Katı yürekli, şart ve kırıcı değildi. Nitekim Kuranı Kerim’de Ali İmran Suresinin 159 ayetinde:
"Allah’ın rahmetinin eseri olarak sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi" bu yurulmuştur.
Mekke’nin fethedildiği gün daha önce kendisine her türlü kötülüğü reva görüp O’nu çok sevdiği yurdundan ayrılmaya mecbur eden ve bu yüzden kendilerine verilecek cezayı merakla bekleyen Mekkelilere:
"Bugün size geçmişten dolayı bir azarlama yok... Haydi gidiniz, hepiniz serbestsiniz..." buyurarak, toptan hepsini atfetmişti.
Aziz Cemaat!
Böylesine yüce ve üstün ahlaklı bir peygamberin ümmetiyiz. Kuranı Kerim de "Allah’ın Rasulünde, sizin için en güzel örnek vardır"; "Peygamber size neyi getirmiş ve emretmişse onu alın (yapın); neyi de yasaklamış ise, ondan sakının."; "Kim Peygambere itaat ederse gerçekte Allah’a itaat etmiştir" buyurulmaktadır.
O halde sevgili Peygamberimizi iyi tanıyalım. O’nun hayatını, örnek yaşayışını, üstün ahlakını, güzel öğütlerini anlatan kitapları alıp okuyalım. Çocuklarımıza, küçük yaştan itibaren Peygamberimizi öğretelim; Kutlu Doğum Haftası dolayısıyla, onlara Peygamberimizi tanıtan, seviyelerine uygun kitaplar hediye edelim. Bu münasebetle O’nun örnek hayatıyla ilgili düzenlenen va’z, konferans ve panellere iştirak edelim. Bütün hayatımızda her işimizde, O’nu kendimize örnek edinelim ve O’nun gösterdiği nurlu yoldan ayrılmayalım.
Sevgili Peygamberimizi anlatmak maksadıyla Kutlu Doğum Haftasında düzenlenen toplantılarda konuşacak hatipleri yalnız bırakmayalım.

KURBAN BAYRAMI
Diyanet


بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اِنَّٓا اَعْطَيْنَاكَ الْـكَوْثَرَۜ فَصَلِّ لِرَبِّكَ وَانْحَرْۜ اِنَّ شَانِئَكَ هُوَ الْاَبْتَرُ


Muhterem Müslümanlar!
Bugün, aziz vatanımızda sağlık, sükun ve huzur içinde Kurban Bayram’ını idrak etmiş bulunuyoruz. Yalnız bizler değil, milyonlarca müslüman, bir tek Allah’a inanmanın. Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.)’in yolunda bulunmanın sevinci içinde, bu büyük günü kutluyorlar. Yüzbinlerce müslüman, ilahi vecd ve heyecan içinde Kıblegahımız olan Kabei Muazzamayı tavaf ederek ve Cenabı Hak’ka hamdü senada bulunarak hac farizasını yerine getiriyor.
Kurban Bayramı’ndaki şu muhteşem manzaraya bakınız: Bir Allah’a inanan Müminlerin, bir anda aynı yerde toplanmalarının manası ne kadar yücedir. Bembeyaz örtüler içinde yüzbinlerce insanın Kabe’de, Mina’da hele Arafat’ta toplu halde Yüce Rabbimize dua ve niyazda bulunmaları ne ilahi ve ne ibret dolu bir manzaradır. İnsanlara kıyameti, dirilmeyi ve ahireti hatırlatan bu muhteşem manzara, ruhları arıtan ve imanı coşturan ilahi bir tecellidir.
Bilindiği gibi bayram, sevinç ve neşe gönü demektir. Öteden beri her milletin milli günleri, tarihi hatıralarını canlandıran bayramları bulunmaktadır. Aynı şekilde, bir dine bağlı kimselerin de dini günleri ve dini bayramları vardır. Bayramlar, inananlar üzerinde çok müsbet tesirler yapar, dini şuur ve duygularını kuvvetlendirir. Kardeşliğin kuvvetlenmesini sevginin gönüllere dolmasını ve saygının artmasını sağlar. İnsanlara yeni bir heyecan ve çalışma zevki kazandırır. Peygamber Efendimiz Medine’ye şeref verdikleri zaman. Medine halkının iki bayramı vardı. Cahiliyye devrinin bütün kötü adetleriyle birlikte Peygamberimiz (S.A.S.) bu bayramları kaldırmış, buna mukabil müslümanlara iki sevinç günü müjdelemiştir.
Bayramların, bizlere yeni bir gayret, dini ve dünyevi çalışmalarımıza yeni bir canlılık kazandırması bakımından önemi büyüktür.
İşte bugün bütün müslümanlar böyle bir bayram yapmaktayız. Kutsal kitabımız Kuranı Kerim’in emrine, Hz. İbrahim (A.S.)’in, sevgili Peygamberimiz (S.A.S.)’in sünnetine uyarak, Allah rızası için kurban kesmekteyiz. Böylece yaptığımız ibadetler, topluca kıldığımız bayram namazları, bizleri Allah’a kullukta ve İslam kardeşliğinde birleştiriyor. Aramızdaki birlik ve beraberliği, sevgi ve saygıyı perçinliyor. Başta anababamız olmak üzere akraba ve komşularımızı ziyaret etmek, akrabalık ve komşuluk bağlarını kuvvetlendiriyor. Zenginlerimiz, kestikleri kurbanların etlerini ihtiyaçsahiplerine ikram ederek dinimizin her vesile ile üzerinde durduğu yardımlaşma emrini yerine getirmiş oluyorlar. Böylece fakirlerin, yetim ve kimsesiz çocukların bayram sevincine katılmalarına vesile oluyorlar.
O halde samimi birer müslüman olarak, bu bayramları, yüce dinimizin bildirdiği fayda ve hikmetlere uygun olarak değerlendirmeliyiz. Yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimizin emir ve öğütlerine uyarak, bayramlarda mali imkanlarımız nisbetinde fakir ve yoksul kardeşlerimize yardım etmeli, yetimleri sevindirmeliyiz.
Bayramlarda dargınlar mutlaka barışmalı ve barıştırılmalıdır. Bu bayramları bize hediye eden Peygamberimiz, sebep ne olursa olsun, üç günden fazla küs durmayı yasaklamıştır. Bu emre uyarak küslerin barışması, dargınların konuşması, kin ve intikam duygularının atılması ve kan davalarının unutulması bayramlarımızın daha da güzel olmasını sağlayacaktır.
Bütün müslümanların, vatandaşlarımızın yurt dışındaki işçi ve soydaşlarımızın Kurban Bayramları mübarek olsun. Bu mübarek bayramın milletimiz için birlik ve beraberliğe refah ve saadete, hayır ve berekete vesile olmasını Yüce Allah’tan niyaz ederim.