GİRİŞ
İnsanlar cemiyet halinde yaşamaya mecbur, bu cemiyete nizam verecek bir devlete de muhtaçtırlar.
Yasama, yürütme ve yargı organlarıyla devlet, insan haklarını korumak, düzeni sağlamak için zaruri olarak kurulur. Hukukun amacı genel olarak, insanların cemiyet halinde düzen içinde yaşamalarını temindir. "Düzen”, genel ve kapsamlı bir kelimedir. Hakların ve görevlerin belli olması, hakların meşru şekilde kullanılıp görevlerin yerine getirilmesini ifade eder. Hakların ihlâli, görevlerin yapılmaması da toplum düzenini bozar.
İnsanlar eski çağlardan beri birbirleriyle münasebette bulunmuşlar, sözleşmeler yapmışlardır. Akit dediğimiz bu sözleşmelerin hukuki bir dayanağı olması için yazılı veya sözlü herhangi bir delille tespit ve teşvik edilmesi lazımdır. Çünkü insan yaratılışı itibariyle kötülük yapmaya, başkası için sabit olmuş bir hakkı inkâra, menfaat elde etmek iğin gerçeği tahrife müsaittir. Şahitlerle ve yazı ile tespit edilmeyen sözleşmeler, herhangi bir anlaşmazlık ortaya çıktığında geçersiz olur, haklar zayi olur. Hak sahibi belgesi olmadığı için hakkını savunamaz.
Hukuk devletinin amacı, kanun adına devlet organlarıyla vatandaşlarının haklarını korumak, ihlali halinde de devlet gücüyle mütecavizden bu hakkı alıp sahibine vermektir. Bu bir hukuk devletinde vazgeçilmesi mümkün olmayan temel prensiptir. Eğer fertlerin hakkı meşru devlet güçleriyle korunmazsa kişiler haklarını birbirlerinden zor yoluyla almağa kalkarlar. Bu da toplum düzeninin bozulmasına yol açar.
İslam hukuku da diğer hukuk sistemleri gibi hakların kaybolmasını önlemek için sözleşmelerde belge tanzimine önem vermiş ve bunu adliye teşkilâtının bir parçası olarak mütalaa etmiştir. Günümüzde noterlik görevi ve yetki alanına giren konular ’“İlmu’ş-Şurût” adı altında İslam hukukunda detaylı olarak incelenmiştir.
Oldukça geniş bir literatüre sahip olan bu konuyu, bir makale çerçevesinde incelemeye çalıştık.
I. ŞURUT VE DİĞER İLGİLİ TERİMLER
- Anlamları
a) Şurut: Şart, sözlükte; "Bir şeyin varlığı kendisine bağlı bulunan nesne’’ demektir Meselâ alışveriş gibi akitlerde öngörülen (iltizam) şey şarttır. (1) Çoğulu “şurût” tur.
İsim tamlaması olarak İlmu’ş-Şurût şöyle tanımlanmaktadır: ’"Mahkeme esnasında, belgelerde ve sicillerde sabit hükümlerin, şahitlerin yokluğunda, mahkemede sahih delil olarak kullanılabilecek bir tarzda tespiti keyfiyetinden bahseden bir ilimdir.” (3)
Şurût, İslam hukukunun bir bölümü olmasına rağmen müstakil bir ilim dalı halinde (İlmu’ş-Şurût) gelişme göstermiştir. Bunun sebebi; İslam hukukunun, "Mal” a korunması gereken beş maslahattan birisi olarak önem vermesidir. Bu noktayı açıklamak üzere “Hacibzâde Sukuku” (3) nda şöyle deniliyor: “Bil ki İlmu’ş-şurût derece ve sıra bakımından ilimlerin en büyüğü ve en üstünüdür. Çünkü onda, kutsallığı can kutsallığı gibi olan malı korumak vardır." (4) İlmu’ş-Şurût’un önemini ve gerekliliğini vurgulamak üzere aynı eserde, sağladığı şu faydalar sayılıyor: Anlaşmazlıkları kaldırması, şüpheleri gidermesi, asid (?) akitlerden koruması. (5)
Akitleri yazıyla tespit etmek, “Müdâyene ayeti” adıyla bilinen Bakara 282. ayette tavsiye edilmiştir. Fakat bu yazının formu nasıl olacaktır? Belge mahiyetini kazanabilmesi için hangi nitelikleri taşıması gerekir veya akitlerde öngörülen “şart” ların hangi düzen içinde belgede yer alması lazımdır?
Anlaşmazlık vukuunda mahkemede geçerli bir delil olabilmesi için, belgeler hazırlanırken dikkat edilmesi gereken hususlar ayrıntılı bir şekilde tespit edilmiştir. Örnekler kısmında bunları ele alacağız.
Belge düzenleme esaslarının “İlmu’ş-Şurût = Şartlar Bilimi” diye adlandırılması, belgelerin formel yönüyle yani belgeler düzenlenirken belli şartlara uyulması zaruretiyle mi ilgilidir, yoksa akitlerin ihtiva ettiği şartlarla mı ilgilidir? Bu konuda açıklık yoktur. Ancak tariften anlaşıldığına göre akitler hangi şartları taşırlarsa taşısınlar belgeler mahkemede geçerli delil olarak kullanılabilecek bir tarzda yazılmamışsa geçerli olmamaktadır.
b) Sukûk: Sakk kelimesinin çoğuludur. Kelime olarak "geniş bir şeyle şiddetli vuruş” demektir. Farsça “Çek” kelimesinden muarreb olarak "borç” için yazılan senettir. (6) Bugün banka muamelelerinde kullanılan sakk (Bank cheque) mudinin, harcamada bulunmak üzere bir şahsa verdiği özel matbu belgedir. Sakk’ın konumuzu ilgilendiren genel manası "muamelelerde yazılan belge”dir. (7)
Bu tanım ve açıklamalardan Şurût ile Sukûk arasında şöyle bir fark ortaya çıkmaktadır: Şurût genel olarak belge tanziminden bahseden ve çeşitli muamelelerde belge düzenlemenin kurallarını belirleyen, nazarî kısım; sukûk ise bu kurallara göre düzenlenmiş bir çeşit belgedir. Şurût kitapları, sukûktan başka yedi belge türünden daha bahsetmektedirler. Bunlar; el-Kitab, el-Hücce, ez-Zikr, el-Vesika, el-Kabale, el-Mahdar ve es-Sicil’ dir.
el-Kitab: Kişinin kölesi veya cariyesiyle belli bir bedel üzerinde, taksitle ödemek üzere anlaşıp, taksitlerin bitiminde hür olacağını ifade eden belge. Bu anlaşmaya Mükâtebe denir.
el-Hücce: Delil (Argument) manasında da kullanılan bu kelime, şüphe konusu olan şeyin ispatında kullanılır bir belge veya belgeleme çeşidi.
ez-Zikr: Hatıra olarak bir şeyi muhafaza etmek.
el-Vesika: Bir işi sağlamlaştırmak; güvenilir belge.
el-Kabale: Kefalet demektir. Burada kefalet senedi anlamınadır.
el-Mahdar: Mahdaru’z-Zabt da denir. Emniyet görevlisinin aldığı yazılı ifade.
es-Sicil: Hakimin dava suretlerini ve hükmü yazdığı belge. Mahkeme zabıtlarına, sözleşme belgelerine, alışveriş senetlerine de denir.
II. ŞURUTUN KAYNAĞI VE TARİHİ BİLGİ
- Kaynağı ve Kapsamı
Bakara Suresinin 282. ayeti, muamelelerde belge tanziminin kaynağını teşkil etmektedir:
“Ey inananlar, belirli bir süreye kadar birbirinize borç verdiğiniz zaman onu yazın. Aranızda adaletli bir yazıcı onu yazsın. Yazıcı, Allah’ın kendisine öğrettiği şekilde yazmaktan kaçınmasın, yazsın; borçlu olan da yazdırsın. Rabbi (olan) Allah’tan korksun, borcundan hiçbir şeyi eksik etmesin. Eğer borçlu olan kimse aklı ermez yahut zayıf ya da kendisi yazdıramayacak durumda ise velisi onu adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki kişiyi de şahit tutun. Eğer iki erkek yoksa razı olduğunuz şahitlerden bir erkek iki kadın (şahitlik) etsin. Ta ki kadınlardan biri unuttuğunda diğeri ona hatırlatsın. Şahitler çağrıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar. Az olsun, çok olsun onu süresine kadar yazmaktan üşenmeyin. Bu Allah katında daha adaletli şahitlik için daha sağlam şüpheye düşmemeniz için daha elverişlidir. Yalnız aranızda hemen alıp vereceğiniz peşin ticaret olursa onu yazmamanızdan ötürü üzerinize bir günah yoktur. Alışveriş yaptığınız zaman da şahit tutun. Yazana da şahide de asla zarar verilmesin. Eğer (bir zarar) yaparsanız bu kendinize kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah size öğretiyor, Allah her şeyi bilir." (8)
Ayet, belli bir süre tanınmış borçlanma muamelelerinde ve ticari alışverişlerde akdin yazıyla tespit edilmesini ve şahit bulundurulmasını tavsiye ediyor. Bunun gerekçesi olarak da unutma ve şüpheye düşme tehlikesi gösteriliyor. Yazan kâtibü’l-adlin ve şahidin güvenliği de "yazana da şahide de asla zarar verilmesin” hükmüyle garanti altına alınıyor.
Ayet açık olarak borçlanma ve alışveriş muamelesini yazılmasını içine aldığı halde, hemen hemen bütün fıkıh konularını içine alacak şekilde genişletilen ve örnekler verilen "belge tanzimi" (Şurüt) tatbikatı nereden çıkarılmıştır?
Burada “deyn” kelimesinin manası ve kapsamı üzerinde durmak gerekir: Deyn süreli (vadeli) borca denir. Vadesiz olanına ise “Karz” denir. (9) Deyn ayrıca “ayn” ın karşılığı olarak hazır olmayan şeye denir. Müdayene: "ödünçleşmek" yani borç alıp borç vermek manasındadır. (10)
İbnü’l-Arabı deyni; “İki bedel (ivaz) den birisi peşin (nahd) değeri tehir edilmiş borç olan her muameledir” diye tarif ediyor. (11) Bu ayetin özellikle Selem (para peşin, mal veresiye satış muamelesi) hakkında nazil olduğu rivayet edilmekle beraber, Kurtubi’nin ifadesine göre bütün borçlanmaları (müdayene) içine almaktadır. (12)
Şurûtun kapsamını belirlemek için ayette geçen deyn kelimesiyle yakından ilgili olan iki hukuki terimi daha burada açıklamamız gerekecektir. Bunlardan birisi "Muamele”, diğeri “Akd” terimleridir
Muamele: Âsım Efendi’ nin tanımına göre: “Bir kimse ile bir işi pazarlaşmak" demektir. Yani para ile süreyi (bu süre belirlenmiş veya mutlak olabilir) bir işte kullanmaktır. (13) Buna bir örnek verecek, olursak; terziyle bir ay sonra veya bitirince teslim almak üzere, on bin liraya elbise dikmesi için anlaşmak bir muameledir. Bu aynı zamanda bir akittir. Fıkhın "Muamelat" bölümü “insanlar arasındaki münasebetten tanzim eden hükümler dir. (14) Bugünkü hukukta Medenî ve Borçlar Hukukunun kapsamına girer.
Akit: Sözlük manası "düğümlemek” olan akit kelimesi, terim olarak "ahd” yani sözleşmek manasında kullanılır. Bununla beraber; ipi düğümledi" denildiği gibi mecazî olarak “sözleşmeyi, alışverişi akdetti” (düğüm gibi sağlamlaştırdı) de denilir. (15) Hukuk terimi olarak akd: “Sözleşmeyi yapanlar (Akit) dan çıkan icap ve kabul sözlerinin ma’kudun aleyh (akdedilen sözleşme) de eseri görülecek şekilde irtibatından ibarettir” diye tarif edilmiştir. (16)
Tarife göre akit, birbirine uygun iki iradeye dayalı bulunan hukuki bir işlemdir. Bu açıklamaya göre “Muamele”, şahıslar arasındaki münasebet ve sözleşmelerin genel adı; akit ise belli konularda yapılan sözleşmedir.
Şimdi ayette geçen "Deyn” (borç, borçlanma) teriminin kapsamı konusunda bir sonuca varabiliriz: Yukarıda deyn: “İki bedel (ivaz) den birisi peşin (nakd) diğeri tehir edilmiş borç olan her muameledir." diye tarif edilmişti, iki bedel demek bu bedellerle anlaşmaya oturan taraflar (Akid) demektir. Dolayısıyla “deyn” muamelesi “taraflardan birisini, peşin olarak verdiği bedele karşı diğer tarafın sonradan vereceği mal manasını ifade eden iki taraflı bir sözleşme (akid)” dir.
"Deyn" kelimesinin mana ve kapsamını açıklığa kavuşturduktan sonra “yazma” emrine konu teşkil eden borçlanma muamelesini fıkıh bablarına göre, şurût kitaplarından tespit edelim. 1100/1688 tarihinde İstanbul’da vefat eden Hacibzâde Mehmed b. Mustafa b. Mahmud el-Istanbulî’nin Bidâatü’l-Hükkâm fi ahkâmi’l-ahkâm adlı yazma eserindeki Sakk (belge) örneklerinin konuları şöyledir:
Kitabü’n-Nikâh
” Talak
" Itk
” Şirke
” Müsâkat
” Vakıf
” Bey
” Kefale
” Havale
” Şehadet
“ Kitâbül’I-Kâdî ile’l-Kâdî
” Vekâle
“ İkrar
“ Sulh
" Mudarebe
“ Dava
“ Vedia
“ Hibe
“ İcâre
“ Kısmet
" Rehin
“ Diyât
" Cinâyât
“ Vesâyâ (17)
- Tarihi Bilgi
Bakara Suresi 282. ayette öngörülen belge tanzimi tatbikatı Hz. Peygamber zamanında başlamıştır:
Resûlullah (SAV) bir satış akdini yazı ile tespit ettirmiş (18), sahabelere verilen bazı araziler için onlara yazılı belge vermiştir. (19) Hudeybiye musalahası ile Necranlılarla yapılan antlaşmaların da yazı ile tespit edildiklerini biliyoruz. (20)
Hz. Ömer zamanında mahkemeye intikal eden bir borç senedinde borcun ödeneceği ay yazılıp sene yazılmadığı için hicrî takvimin kabul edildiğini kaynaklar zikretmektedir. (21) Bununla beraber sicil ve vesika yazma işini ilk ihdas edenin Kufe fakihlerinden Tâbi Abdullah b. Şübrüme (v. 141 H.) olduğu da rivayet edilmektedir. Ancak buradaki sicil mahkeme zabıtlarıdır. Hz. Peygamber ve Hulefa-i Râşidin zamanında davalar az olduğu için tescil edilmemiş, yanlız bir dava Hz. Ali tarafından bir kâtibe kaydettirilmiştir. (22)
III. HÜKÜM VE TATBİKAT OLARAK BELGE TANZİMİ
- Belge Tanziminin Fıkhi Hükmü
Müdâyene ayetindeki “yazınız!” ifadesinin, emir kalıbı olarak hukuki açıdan değişik yorumları yapılmıştır. Bilinen fıkıh usulü kuralına göre; aksi bir delil olmadıkça emir vücub ifade eder. Davud-u Zâhirî ve Taberî’ye göre buradaki “yazınız” emri bağlayıcıdır, yani vücub ifade eder. (23) Çoğunluğa göre ise buradaki emir "nedb” ve "irşad” içindir. (24) Şimdi her iki görüşün delillerini kısaca görelim:
a) Taberi’ye göre: Allah belirli bir süreye kadar borçlanma muamelesi yapan taraflara borcun yazılmasını emrediyor. Allah’ın emri ise farzdır. Buradaki "yazınız!” emrinin "nedb” ve “irşad” için olduğuna bir delil olursa yazmak ancak o zaman farz olmaz. Hâlbuki burada böyle bir delil yoktur. (25)
Bundan sonra Taberi, ’’Yazınız” emrinin “Eğer birbirinizden emin olmuşsanız....” (Bakara 283) ayetiyle nesh edildiği görüşünü reddediyor ve çeşitli yönleriyle bunu cevaplandırıyor. (26)
b)Çoğunluğa göre: Ayetteki “yazınız!” emri “nedb” ve “irşad” içindir. Dinî ve dünyevi bakımdan ihtiyata uymak, tarafların menfaatini korumak bakımından bir tavsiye niteliğindedir. Bu görüşe delil olarak şu hususlar ileri sürülüyor:
a) Hz. Peygamber, Sahabe ve Tâbiin dönemlerinde birçok muamele şahitsiz yapılmış, bunun terkinden dolayı kimse kötülenmemiştir. Eğer her muameleye şahit tutulsa ve her sözleşme yazılsaydı bu bize kadar mütevatir veya meşhur olarak gelirdi.
b) İslâm Toplumu içindeki tatbikat da aynı şekilde olmuştur: Müslümanlar ayetin hükmünü bildikleri halde borç muamelelerinin çoğunu şahitsiz ve senetsiz olarak yapmışlar, fakihler de buna ses çıkarmamışlardır. (27)
Tahavi (v. 321 H.) Şurûtu’s-Sagir ve Şurûtu’l-Kebir kitaplarının tahkikini yapan ve bunlara bir giriş yazan Ruhi Özcan, yukarıdaki hususları belirttikten sonra, muamelenin ve tarafların durumuna göre şurûtun hükmünü üç kısımda mütalaa ediyor:
a) Vacib: Yazılmadığı zaman hakkın zayi olacağı kesin olarak veya galib bir zanla bilinirse.
b) Mendub: Yazılmadığı zaman hakkın zayi olacağı şüphesi ve unutma ihtimali olursa.
c) Mübah: Yazılması ve yazılmaması eşit olursa, yani yazılmadığı zaman hakkın zayi olması şüphesi mevcut olmazsa. (28)
Sözleşmelere uymak, ahde vefa, insanların ahlakı eğitim ve öğretimleriyle yakından ilgilidir. Bundan dolayı, bu konuda tek bir hüküm yerine, sözleşmenin ve o sözleşmeyi yapanların durumuna göre, yukarıdaki gibi, farklı hükümlerin bulunması realiteye ve insanların menfaatine daha uygundur. Mesela bugünkü muameleler hakkında şu söylenebilir: Günümüzde yapılan sözleşmelerin çoğunu şahit ve senetle tevsik etmek vacip, bir kısmı için şahit ve senet kullanmak mendubtur. Şahit ve senetsiz muamele yapmanın mubah oluşu, günümüzde istisna teşkil edecek kadar azdır.
- Belge Tanzimi Tatbikatı
Şurüt yani belge tanziminin şekille ilgili birçok kuralı vardır: Tarafların isminin ve ailesinin nasıl yazılacağı, eşyanın tavsifi, tarih ve imzanın nerede ve nasıl olacağı vb. gibi, özellikle Serahsi bunlar üzerinde ayrıntılı olarak durmuştur. (29) Biz burada şurûtun bu formel yönünü nazari olarak anlatmak yerine çeşitli sözleşmeler için düzenlenmiş sakk (belge) örnekleri vererek konuyu müşahhas olarak ortaya koymayı tercih ettik. Verdiğimiz örneklerden ilk ikisi Arapçadan tercüme, diğer ikisi Osmanlıca orijinalinden aynen nakildir.
- “Bir adam diğerinin binasından yoluyla birlikte bir ev satın alırsa (belge şöyle) yazılır: “Bu, filan oğlu filanın, filan oğlu filandan, onun şu şehirdeki binasından, satın aldığı evin tamamı için (hazırlanmış belgedir)."
Sonra binanın sınırları, evin binaya göre yeri ve sınırları belirtilir ve şöyle yazılır: “Bu belgede sınırı belirlenmiş ve evin kendisine ait olduğu kabul edilmiş bu binada ev, belgede zikredilen satışa dâhil bütün hudutları, arazisi, binası, merafıkı; eve ait yolları ve hakları ile birlikte…” (30)
b) "Baba bâliğa olan bakire kızını evlendirdiği zaman şöyle yazar: “Bu, filan erkeğin filan kızla; kız velisi filanın, kızın izni, rızası ve emrine binaen şu kadar mihriyle sahih, caiz, nafiz bir nikâhla evlendirdiği evlenme (belgesi) dir. Akit esnasında âdil olanlardan bir topluluk hazır oldu. Damat kıza hasep vb. hususlarda denktir, mihrini ödemeye, geçimini temine kadirdir. Aralarında nikâhın geçersiz olmasına veya fesadına sebep olacak bir şey yoktur. Mihr-i müsemma mihr-i misildir. Kız, bu nitelenen nikâhla onun zevcesidir. Bu mihir onun hakkı, erkeğin de ödemesi gerekli bir borçtur. Bu (belge) şu tarihte düzenlenmiştir.” (31)
c) Küçük Çocuğun İcarı (Ücretle çalıştırılması) Hakkında:
Mahmiye-i İstanbul’da filan mahallesinde sakin Hızır bin Filan makam-ı şer’de gazzaz taifesinden işbu bâisü’l-kitab Ahmed Çelebi İbn filan mahdarında ikrar ve takrir-i kelâm idüp işbu hâzır bi’l-meclis sulbî sağir oğlum Ali’nin nefsini velâyetim hasebiyle tarih-i kitabdan beş sene tamamına değin gazzazlık sanatı talim itmek üzre beher sene birer kuruştan beş kıt’a esedî kuruş ücret-i müeccele ile işbu üstad Ahmed’e icar ve teslim eyledim. Oldahî minvâl-ı meşruh üzre kabul ve isticar ve san’at-ı mezbûreyi merkum Ali’ye ta’lime taahhüd eyledi didikde mâ hüve’l-vaki bit-taleb… (32)
- Bir Oğul Hissesi Gibi Hisse Sülüs Malından Verilmek Üzere Vasiyet Hücceti
Vilâyet-i Anadolu’da Niğde kasabası ahalisinden olup mahmiye-i İslambul’da falan mahallesinde mütevattınan sakin Yunus bin Filan meclis-i şer-i şerif-i enverde kız karındaşı oğlu işbu bâisü’l-vesika Hasan bin filan mahdarında ikrar-i tam be takrir-i kelâm idüp ben biemrillah-i Teâla vefat eylediğimde vech-i mesnun üzre teçhiz ve tekfinim ve levazım-ı defnim görüldükten sonra düyûn-ı müsbetem zuhur ider ise ba’de’l-edâbâkî terekemin mecmuundan mezbur Hasan’a bir oğul hissesi gibi hisse virile deyu vasiyet eylediğimde oldahi kabul eyledim didikde ğıbbu’t-tasdiki-şer’î mâ vaka’a bi’t-taleb ketbolundu.
SONUÇ
İslam hukukunda şahitlikle birlikte ispat vasıtası olarak kullanılan belge, hem ihtilaf vukuunda mahkemeye sunulması ve adaletin tecelli etmesi, hem de taraflar arasında sözleşmenin konusunu ve zamanını yazıyla tespit ederek unutma ve şüpheye mahal bırakmaması bakımından çok önemlidir.
Belge düzenleyen kişiler, bugün, noterlikte olduğu gibi İslam hukukunda da devletin yetki verdiği ehliyet sahibi kişilerdir. Ancak hangi sözleşmeleri bu yetkili merci önünde tasdik ettirme mecburiyeti olduğu, taraflar arasında düzenlenen hususî sözleşme senetlerinin geçerli olup olmaması gibi hususlar geniş olarak incelenmeli ve açıklığa kavuşturulmalıdır.
Biz bu çalışmamızda daha çok İslam hukukunda belge tanziminin kaynağı retorik yönü üzerinde durarak bunu birkaç örnek üzerinde göstermeye çalıştık.
DİPNOTLAR
(1) İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, “Şart” maddesi.
(2) Hassaf. Şerhu Edebi’l-Kâdî, Tahkik: Hilâl es-Serhân, Bağdad, 1918,I, 259.
(3) 1100/1688’ de İstanbul’da vefat eden Hacibzâde Mehmed b. Mustafa b. Mahmud el-İstanbuli’ nin Bidâatü’ l-Hükkâm fi ahkâmi’I-ahkâm adlı eseri.
(4) Hacibzâde, Bidâatü’l-Hükkâm fi ahkami’l-ahkâm. V. 2s.
(5) A.g.e., V. 2a-b.
(6) İbn Manzur, a.g.e., “Sakk” maddesi.
(7) Yusuf Hayat, Nedim Maraşlı, el-Mustalahâtü’l-İlmiye ve’l-Fenniye, “Sakk” maddesi.
(8) Bakara, 282.
(9) Asım Efendi, Kamus Tercümesi, “Deyn” maddesi.
(10) A.g.e.
(11) İbnü’l-Arabi, Ahkâmü’l-Kur’ân, Tahkik: Ali Muhammed el-Becâvi, Beyrut, 1972, I. 247.
(12) Kurtugî, el-Câmi’li Ahkâmi’l-Kur’ân, Beyrut 1965, III, 377.
(13) Asım Efendi, a.g.e., "Amel” maddesi.
(14) Osman Keskioğlu, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ank., 1969, s. 4.
(15) Asım Efendi, a.g.e., “Akd" maddesi.
(16) Senhûrî, Mesâdıru’l-Hak, Kahire, 1967, I, 73.
(17)Hâcibzâde, a.g.e., Fihrist.
(18) Buhari, Büyu’ 19; İ. Mâce, Ticaret 47: Serahsi, Mebsut XXX. 169.
(19) M. Hamidullah, Vesâik No: 147/a, 155, 168.
(20) Fahreddin Atar, İslam Adliye Teşkilatı, Ankara, 1979, s. 135.
(21) İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, 1982, III, 206.
(22) Fahreddln Atar, a.g.e,, s. 139.
(23) Taberi, Tefsir, VI, 48.
(24) Kurtubi, a.g.e., III, 383.
(25) Taberi, a.g.e., m, 385.
(26) A.g.e.
(27) Cassas, Ahkâmü’l-Kur’ân, I, 572-673.
(28) Ruhi Özcan, el-Hâvi fi Şurûti’t-Tahâvî, Bağdad, 1672, I. 73.
(29) Bkz. Serahsi, a,g.e., (Kitabü’ş-Şurüt)
(30) R. Özcan, a.g.e., II, 135.
(31) Fetevây-i Hindiye, 270-271 (Kitabü’n-Nikâh).
(32) Hâcibzâde, a.g.e., V. 147b.
(33) Ziyâeddin Ef., Sakku Cedid, Matbaa-i Amire, 1284, s, 451.