HACCIN SOSYOLOJİK İZAHI
Yrd. Doç. Dr. Eyyüp SANAY
İslam, beşeriyetin akıl ve tecrübe sınırları içinde ahenkli bir şuura dayanan İlâhî talimat manzumesidir. İlmi esaslara göre incelenebilir. Araştırıcı, bu incelemeden daima yüksek bir manevi haz ve heyecanla çıkar ve incelemesi sırasında aklî ilkelerin hiç zorlanmadığını da görür.
İslam dini yalnızca Allah’a ibadetle ahirete yönelmiş bir özellik değil, bilakis koyduğu esaslarıyla hem dünyaya ve hem de ahirete yönelik bir özellik taşır. Nitekim Allah şöyle buyuruyor: “Allah’ın sana ihsan ettiği şeylerle (hasse ve kuvvetlerle) ahiret saadetini ara; dünyadan da nasibini unutma” (1).
Hz. Muhammed de şöyle buyurmaktadır: “Hayırlınız, ahireti için dünyasını, dünyası için ahiretini terk etmeyip, her ikisine birden sarılan (her ikisini birleştiren) ve insanlara yük olmayandır” (2).
Bu nedenle İslam dini; insanın dünyaya ait bütün işlerini de konu edinir ve insanın sosyal hayatıyla ilgili bütün meseleleriyle meşgul olur. İslam’ın bütün emir ve yasakları, beşeriyetin dünya ve ahirette huzur, sükûn ve barışına, refah ve saadetine yöneliktir. Bu suretle, beşeriyetin dünya ve ahiret saadetini sağlamaktır.
Beşeriyetin mutluluğuna vesile İslami emirlerden biri de hacdır.
Hac sözlükte; çok önemli bir iş yapmaya niyet ve kast anlamına gelir.
Dinde; ihrama girerek Zilhiccenin 9. gününde Mekke’nin kuzey doğusunda Arafat denilen yerde vakfe yapmak, Zilhiccenin 10. günü Mina denilen yerde temsili büyük şeytanı taşladıktan ve kurbanı kestikten sonra, Kâbe’yi usulüne uygun olarak tavaf etmek; Safa ve Merve tepeleri arasında say etmektir.
Haccetmek, kulun Allah’ın “haccedin” emrine uymasıdır. Kul, bunu yapmakla manevi kirlerden temizlenir; geçmiş günahları bağışlanır. Nitekim Hz. Muhammed "Kim şartlarına uygun olarak hacceder, onu çirkin ve günah sayılan şeylerle kirletmezse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” buyurmaktadır.
Hac, bu manevi bir başka ifadeyle ahirete yönelik karakterinin yanı ara, terbiyevî, sosyal, ekonomik ve politik bir görünüm arz eder.
Hac, terbiyevî bir fonksiyona sahiptir. Bu fonksiyon hem ferdî ve hem de içtimai hayatta etkisini şiddetle hissettirir. Hac yolculuğuna çıkacak kimsenin her şeyden önce helâl kazanılmış servete sahip olması gerekmektedir. Haram kazançla yapılsa haccın kişiye bir faydası yoktur. Hz. Muhammed’in şu iki hadisleri bu esası ifade etmektedir:
Ebû Hüreyre (r.a.) den: “Hacı helal kazancıyla haccetmek maksadıyla bineğine ayağım atarken yüksek sesle (Lebbeyk Allahümme lebbeyk) derse, semadan bir münadi; ‘Lebbeyk ve Saadeyk’ (Allah haccını kabul etsin, amelini makbul, üzerine rahmetini bol, duana icabet ve seni mesut etsin), azığını temiz kılsın, bineğini helâl haccın mebrurdur’, der”. (3)
“Haram kazançla haccetmek isteyen kimse, bineğine ayağını atarken, yüksek sesle lebbeyk’ derse, semadan bir münadi; ‘La lebbeyk ve lâ saadeyk’ (duan kabul olunmasın, Allah’ın rahmeti seni bulmasın) Çünkü haram azıkla yapılan hac mebrur değildir, kabille şayan olmaz. Üzerine Allah gazabını ve cezasını artırmaktan başka bir faydası yoktur” (4).
Bu esas kişiyi kazancında doğru olmaya sevk eder. Doğruluk kişinin Rabbine, nefsine ve başkalarına karşı yükümlülükleri olduğunun şuurunda olması ve bütün iş ve hareketlerinde bu şuurla dürüst hareket etmesidir. Ancak bu dürüstlüğün kendisini Cennete ulaştıracağını bilen kişi, yalancılıktan, dolandırıcılıktan, ihtikârdan, rüşvetten velhasıl her türlü çirkin işlerden uzak durur. Kişi ibadetleriyle, Allah’ın emir ve yasaklarına uya uya, her geçen gün biraz daha olgunlaşır ve nihayet "Mülk ancak Allah’ındır” ilahi hükmünün şuuruna ve olgunluğuna vararak, Allah yolunda varından yoğundan vazgeçebilecek bir ahlaki olgunluğa erişir. Ve sonunda bu olgunluk ma’şeri (kolektif) şuur halinde hac esnasında en güçlü bir şekilde tezahür eder.
Dil, renk, ırk ve coğrafî bölge farklılıklarına rağmen, dünyanın her tarafından gelerek Mekke’de toplanan Müslümanlar, tek bir yürek, tek bir şuur haline gelmiştir. Ferdi şuurlar kalkarak, onun yerini kolektif şuur almıştır. Tek tek amaçlar birleşmiş ve bir vücut halinde aynı merkez etrafında dönmektedir. Bu şuurla her şey, tam bir nizam ve intizam içinde sürer: Kavga, çekişme, itişme ve kakışma, sataşma ve rahatsız etme görülmez. Çünkü herkes Allah’ın emri uyarınca O’nun razı olacağı biçimde hareket etmek azim ve gayreti içindedir. Allah buyuruyor:
Hac ayları bilinen aylardır. İşte kim o aylarda haccı, ihrama girerek kendine farz yaparsa, artık hacda kadına yaklaşmak, günah yapmak ve kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir. Bir de hac yahut ahiret için azık edinin. Muhakkak bu azığın hayırlısı takvadır. Ve ey aklı tam olanlar benden korkun” (5).
Hacceden kişi Hz. Muhammed’in şu müjdesine mazhar olmak ister tabii. "Bir kimse Allah rızası için haccederse, hacda kadına yaklaşmaktan yahut kötü söz söylemekten, günah işlemekten ve kavga etmekten sakınırsa, o kimse günahlarından anasından doğduğu gün gibi çıkar, temizlenir” (6).
Hac ibadeti, oldukça uzun süren bir ibadettir. Bu zaman zarfında kişi belli iyi alışkanlıklar kazanır ve çirkin alışkanlıkları varsa onlardan da uzaklaşır. Hac ibadeti süresince ıslah-ı nefs etmiş olan kişiler, cemaat şuuru içinde Cenab-ı Hakk’ın nimetlerine mazhar olmuş olan Peygamberler, sıddıklar, şehitler ve diğer iyi kimselerin, Allah’ın emirlerine itaatte göstermiş oldukları azimlerini hatırlarlar, din büyüklerinin ihtiram gösterdikleri ve Cenab-ı Hakk’ın lütuflarına, kudretine delalet eden ayetleri görürler; Cenab-ı Hakk’tan hep birlikte bağışlanma dilerler. Böylece temizlenen kişi çevresiyle bütünleşir.
Değişik değer hükümlerine sahip bu insanlar, hac süresince karşılıklı etkileşim içindedirler. Başlangıçta birbirine tamamen yabancı ve hatta birbirinin değer ve normlarını yadırgayan bu kişiler arasında çok kısa zaman içinde bir etkileşim ve iletişim başlar. Birbirlerini anlamaya başlarlar. Mukaddes topraklarda toplanan bu kişiler arasındaki iletişimi, dil temin edemez. Zira her birinin ayrı dili vardır ve çoğunlukla birbirlerinin dillerini anlamazlar. Buna rağmen aralarında karşılıklı ve çok rahat bir iletişimin kuruluverdiği hemen göze çarpar. Aralarındaki bu iletişimi kuran vasıta, hepsinin sahip olduğu müşterek duygu, düşünce ve amaç birliğidir. Böylece birbirlerini daha yakından ve daha iyi anlama imkânı bulan dünyanın çeşitli toplumlarına mensup Müslümanlar, birbirlerine kendi kültürlerini, değerlerini ve tabii bu arada kendi normlarını da aktarırlar. Bu durumda kişi ihtiyarî veya gayri ihtiyari kendinin dışındaki toplumların davranışları hareketleri, yiyim, giyim, oturma, kalkma, konuşma biçimleri hakkında bilgi edinirken, aynı zamanda kendi kültür unsurlarını teşkil eden unsurları da ihtiyari ve gayri ihtiyarî olarak onlara tanıtmış olur. Ülkesine döndükten sonra bile yıllarca oralarda gördüklerini anlatması, onun olayların ne kadar çok etkisinde kaldığını gösterir.
Çetin tabiî çevre şartları karşısında güçlü bir dayanışma ve yardımlaşma kurulur. O kadar ki haccın dışında hiçbir olay veya olguda çok çeşitli toplumlara mensup insanlar arasında böylesine güçlü ve kendiliğinden oluşuvermiş bir dayanışma ve yardımlaşmaya rastlamak imkânsızdır. Kâbe’deki tavaf esnasında, Arafat’taki vakfe esnasında, Mina’daki şeytan taşlama esnasında, maşeri (kolektif) şuur artık zirve noktasına ulaşır; gözlemciyi bir noktada hayret ve şaşkınlık içerisinde bırakacak kadar görkemli ve büyüktür. Bu anlarda fert artık tamamen benliğinden sıyrılmış, milyonlarca insan bir “ben" gibidir.
Arafat yolunda, Mina ve Müzdelife yollarında, çölün kızgın güneşi altında hataların hem kendi nefislerine karşı gösterdikleri tahammül ve hem de birbirine karşı olan tutum ve davranışları, mevcut psikolojik ve sosyolojik açıklamaların sınırlarını aşmaktadır. Aslında haccın bu yönü insan zihninin bulduğu bütün ölçüleri aşmaktadır.
Kendini anadan doğmuş gibi zinde ve temiz hisseden hacılar nihayet kazanılmış yeni alışkanlıklar, güzel huylar ve değerlerle yurtlarına dönerler ve günlerce ve hatta yıllarca oraların hatıralarını anlatmakla bitiremezler ve hep bir daha oraya gidebilmenin özlemi ve hasreti içinde yaşarlar.
DiPNOTLAR
(1) Kasas Suresi, Ayet 77.
(2) Ahmet Hamdi Akseki, İslam s. 364.
(3) Et-Terğib ve’t-Terhîb, 2/179.
(4) a.g.e., 2/180.
(5) Bakara Suresi, Ayet 197.
(6) Buhari, 2/133.