Makale

HAC KURBANI (Fıkhi Açıklamalar)

HAC KURBANI
(Fıkhi Açıklamalar)

بسم الله الرحمن الرحيم

İrfan YÜCEL
Din işleri Yüksek Kurulu Üyesi
SUNUŞ

Son yıllarda, seyahat imkânlarının çoğalması, ulaşımın kolaylaşması, Müslüman ülkelerde refahın giderek yükselmesi sonucu, hacca giden Müslümanların sayısı artmış, buna bağlı olarak hac menâsikinin edası esnasında kesilen kurban sayısı da artmıştır. Ancak, belirli süre içinde kesilmekte olan söz konusu kurbanlar, dinimizin emrine uygun olarak gerektiği şekilde de­ğerlendirilemediği için, kesildiği yerde terk edilmek ve toprağa gömülmek su­retiyle büyük ölçüde israf edilmeye ve heder olmaya başlamıştır. Oysa yüce dinimizde, Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerinin israf ve heder edilmesi yasaklanmış­tır. Yüce Rabbimiz Kitâb-ı Mübininde:

“Kurbanlık deve ve sığırları da, sizin için Allah’ ın şeairinden kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. O halde bağlı olarak kesilirken üzerine Allah’ın adını anın. Yan üstü düşüp ölünce, onlardan hem kendiniz yiyin; hem de (ihtiyacından dolayı) isteyen ve (hayâsından dolayı) isteyemeyen fakirlere ye­dirin. (*) buyurmaktadır.

Bir kısım ülkelerde Müslümanlar arasında açlık ve sefalet günden güne artarken, hacda kesilen kurbanların değerlendirilmeyip, hem de milyonlar har­canarak toprağa gömülmesi, şüphesiz Cenâb-ı Hakk’ın hoşnut olacağı bir durum değildir. Her türlü israfı önleyecek ve bu kurbanların tamamını de­ğerlendirecek çözümler bulmak, bütün Müslümanlar üzerine farz-ı kifâye olarak vazifedir.

Cenâb-ı Hakk’a sonsuz hamd ve senalar olsun ki, 1983 yılında başlatılan Suudi Arabistan Hükümeti ve İslâm Kalkınma Bankası’nın büyük fedakârlıkları ve gayretleri sonucu her Müslümanın vicdanını rahatsız eden bu acı du­rum, artık çözüm yoluna girmiş bulunuyor. Makbuz karşılığı bedelini ödeye­rek, kurbanlarını kesmek üzere bankayı vekil eden Müslümanların kurban­larını, İslâm Kalkınma Bankası, Suudi Arabistan Devleti’nce yaptırılan mo­dern tesislerde kestirip, etlerinin dini hükümlere uygun olarak Mekke ve civarındaki fakirler ile açlık sıkıntısı çeken ülkelerdeki fakir Müslümanlara, dondurulmuş halde ve sağlıklı şekilde ulaşmasını sağlıyor.

Ancak, bu konuda karşılaşılan en önemli problem, özellikle Hanefi mez­hebine mensup bazı Müslümanların, bayramın birinci günü ihramdan çıkabil­mek için, kurbanlarının, Akabe cemresine taş attıktan sonra ve henüz tıraş olmadan kesilmesini veya kesim zamanının kendilerine önceden bildirilmesini istemeleridir. Yüzbinlerce hayvanın, belli bir süre içinde kesimi ile ilgili bir organize içinde bu isteğin yerine getirilmesi ise her zaman mümkün olmamaktadır. Bu hayırlı işin dini hükümlere uygun olarak devamını temin için:

  1. Hac menâsikiyle ilgili olarak kesilen kurbanların, dinî hükümlere gö­re, ne zaman ve hangi sıraya göre kesilmesi gerektiğinin;
  2. İhramdan çıkmak için hangi menasikin tamamlanması gerektiğinin ve bunlarla kurban arasındaki ilişkinin bilinmesine ihtiyaç vardır. Bu yazıda, işte bu iki husustaki fıkhî hüküm­lerin açıklanmasına çalışılacaktır.

HEDY VE UDHlYYE KURBANLARI

Hac menâsiki ile ilgili olarak kesilen kurbanlara “hedy” denir. Hedy, Ha­rem’ e ve Kâbe’ye hediye olmak üzere kesilen kurbanlık hayvan demektir.

Kurban bayramında, belirli şartları taşıyan (yani akıllı, hür, dinen zengin ve mukim olan) Müslümanların kesmeleri gereken kurbana ise “udhıyye” adı verilir. Türkiye’den ve dinî hükümlere göre sefer sayılacak bir yerden hac yolculuğu yapan Müslümanlar, hac esnasında genellikle mukim olmadıklarından (yani dinen misafir sayıldıklarından) kurban bayramında bu­lundukları yerde bizzat udhıyye kurbanı kesmekle mükellef olmadıkları gibi, vekil tayin ederek, memleketlerinde kestirmeleri de gerekmez. Sevap kazan­mak için, nafile olarak kesmek isterlerse, istedikleri yerde keserler veya kestirirler. Ancak hac menâsiki ile ilgili olarak kesilen hedy kurbanlarının, kurban bayramı dolayısıyla kesilen udhıyye kurbanı ile bir ilgisi yoktur. Bu iki kurban, mükellefiyet yönünden birbirinden tamamen farklıdır.

HEDY KURBANI İLK MÜKELLEF OLANLAR

Bilindiği üzere hac menâsiki, ifrat, temettü ve kıran olmak üzere üç şekilde eda edilebilir.

İfrâd haccı yapanların, hac menâsiki ile ilgili olarak kurban kesmeleri vacip değildir; ancak isterlerse nafile olarak keserler.

Temettü veya kıran haccı yapanların ise, Harem bölgesinde “hedy kurba­nı kesmeleri vaciptir. Nitekim Kur’an-ı Kerimde: "Kim hacca kadar umre ile faidelenmek isterse, kolayına gelen kurbanı kesmesi gerekir” (1) buyrulmuştur. Kıran haccı da bu konuda temettü hükmündedir.

HEDY KURBANININ ÇEŞİTLERİ

Yukarıda ifade edildiği zere hedy, Beytullâh’a hediye olmak üzere kesi­len kurban demek olup tatavvu (nafile) ve vacip olmak üzere iki kısımdır.

1. Tatavvu Hedyi: İfrâd haccı veya sadece umre yapanların, bu menâsiklerle ilgili olarak kurban kesmeleri vacip değildir. Ancak bunlar, isterler­se tatavvu (nafile) olarak kurban keserler. Bunların tatavvu hedyi kesme­leri müstehaptır.

2. Vacip Olan Hedyler: Bunlar şu kısımlara ayrılırlar:

a) Şükür Hedyi: Temettü veya kıran haccı yapanların, bir mevsimde iki menâsiki (umre ve haccı) eda edebilmiş olmalarına şükretmek üzere kesmeleri vacip olan kurbandır. (2)

b) Ceza Hedyi: Haccın vaciplerinden birinin mazeretsiz terki, za­manında eda edilmemesi veya ihram yahut harem bölgesi yasaklarının ih­lâlinden dolayı kesilmesi vacip olan kurbanlardır.

Hac veya umre yapmak üzere ihrama girdikten sonra, düşman, hasta­lık, kadının yanındaki mahreminin vefatı, parasının kaybolması... gibi bir sebeple hac yolculuğuna devam imkânı olmadığı için, vakfe veya tavaf yap­madan ihramdan çıkmak mecburiyetinde kalan kişilerin kesmeleri gereken ihsâr hedyi de aynı hükümdedir.

c) Nezir Hedyi: Harem bölgesinde kesilmek üzere adanan kurban­lardır. Vacip olmasının sebebi, nezredilmiş olmasıdır. Nezredilmedikçe vacip olmaz.

HEDY KURBANININ KESİLECEĞİ YER

Daha önce ifade edildiği üzere, hedy Kâbe’ye ve Harem’e hediye olmak üzere kesilen kurban demektir. Bu itibarla, ister vacip, ister tatavvu (nâ­file) olsun, hedy kurbanlarının bütün nevileri Mekke çevresindeki “Harem" denilen bölge sınırları içinde kesilir. Harem bölgesi dışında kesilmesi hâlinde, nafile olarak kesilenlerin iadesi gerekmez ise de, vacip olanlar eda edilmiş olmadığından Harem bölgesinde yeniden kesilmesi gerekir. (3)

Eyyâm-ı nahr’da (4) kesilen hedy kurbanlarının Mina’da; bu günler dı­şında kesilenlerin ise Mekke’de kesilmesi efdaldir. Ne zaman olursa olsun, Harem bölgesinin herhangi bir yerinde kesilmesi de caizdir.

HEDY KURBANLARININ KESİLME ZAMANI

Kıran ve temettü kurbanları dışında talan hedy kurbanlarının kesilmesi için belirli bir zaman yoktur, ister vâcip ister tatavvu (nâfile) olsun, bu kurbanlar Harem sınırları içinde olmak kaydı ile her zaman kesilebilir. An­cak, tatavvu (nâfile) olan, hedy kurbanlarının da eyyâm-ı nahr’da; ceza kur­banlarının ise cinayeti müteakip geciktirilmeden bir an önce kesilmesi ef­daldir (5).

Temettü veya kıran haccı yapanların kesmeleri vacip olan şükür kurban­larına gelince, bunlar ancak eyyâm-ı nahr’dan itibaren kesilir. Bayramın ilk günü tan yerinin ağarmasından önce kesilmesi câiz olmaz; aksi halde iadesi gerekir.

Ebu Hanife’ye göre, şükür kurbanlarının eyyâm-ı nahr’da (bayramı ilk günü tan yerinin ağarmasından üçüncü günü güneş batıncaya kadar olan sü­re içinde) kesilmesi vaciptir. Bu süre içinde kesilmeyip daha sonraya bıra­kılırsa, ayrıca dem (ceza kurbanı), yâni biri kaza biri de ceza olmak üzere iki kurban gerekir (6).

Ebu Yusuf ve İmâm Muhammed’e göre ise, şükür kurbanlarının eyyâm-ı nahr’da kesilmesi vacip değil; sünnettir. Bu itibarla, mazeretsiz eyyâm-ı nahr’dan sonraya bırakılması mekruh ise de herhangi bir ceza gerekmez (7).

İmam Mâlik ve Ahmet b. Hanbel’e göre de temettü ve kıran haccı için kesilen şükür kurbanları eyyâm-ı nahr’da (bayramın ilk üç gününde) kesi­lir; daha önce kesilemez. Bu süre içinde kesilmediği takdirde, daha sonra kaza edilir (8).

Şafii mezhebinde ise, temettü ve kırân hedyleri, şükür kurbanı olmayıp, ceza kurbanı sayıldığından (9), belli bir vakitte kesilmesi vacip değildir. İhramdan sonra olmak şartı ile eyyâm-ı nahr’dan önce kesilebildiği gibi, eyyâm-ı nahr’dan sonra kesilmesi de caizdir. Eyyâm-ı nahr’da (bayramın dör­düncü günü güneş batıncaya kadar olan süre içinde) (10) kesilmesi ise sün­nettir.

MENÂSİK ABASINDA TERTİP

Resulullah (S.A.S.) Veda haccında bayram sabahı Müzdelife’den Mina’ya geldiğinde, önce Akabe cemresini taşladı. Sonra sırasıyla kurbanlarını kes­ti ve saçını tıraş ettirdi (11). Daha sonra Mekke’ye gidip ziyaret tavafını yaptı ve Mina’ya döndü (12).

Akabe cemresini taşlama, kurban kesme, tıraş olmak ve ziyaret tavafından ibaret bu dört menâsikin, Resulullah (S.A.S.) ın tertibini bozmadan, aynı sıra ile yapılmasının sünnet veya vacip olduğu konusunda İslâm müçtehit ve fakihleri arasında görüş ayrılığı vardır. Şöyle ki:

Ebu Hanife’ye göre, temettü veya kıran haccı yapanların, bu dört menâsikten ilk üçünde (taşlama, kurban ve tıraşta); ifrâd haccı yapanların ise (13), taşlama ile tıraş arasında tertibe riayet etmeleri vaciptir. Bu sıraya uymadıkları, söz gelimi Akabe cemresini taşlamadan kurban kestikleri veya tıraş oldukları yahut da henüz kurban kesmeden, tıraş oldukları takdirde, ceza olarak dem (koyun ve keçi kesmek) gerekir (14).

Ziyaret tavafında tertibe riayet ise Ebu Hanife dâhil, bütün müçtehitlere göre sünnettir. Yukarıdaki üç menâsikten önce veya arada yapılması, sün­nete uyulmadığı için mekruh ise de herhangi bir ceza gerekmez (15).

İmâm Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’e göre söz konusu menâsikte (taşlama, kurban, tıraş ve tavafta) tertibe uyulması vacip değil; sünnet­tir. Bu itibarla, mazeret olmaksızın tertibe riayet edilmemesi mekruh ise de herhangi bir ceza gerekmez (16).

Diğer üç mezhepte (Maliki, Şafii ve Hanbeli mezheplerinde) de tertip vacip değil, sünnettir. Ancak, Maliki mezhebinde taşlamanın, sadece tıraş ve tavaftan önce olması vaciptir. Henüz Akabe cemresi taşlanmadan tıraş veya ziyaret tavafı yapıldığı takdirde dem gerekir.

Tıraş ile ziyaret tavafı arasında tertip vacip olmadığı gibi; kurban ile taş atma, tıraş ve tavaf arasında da vacip değildir. Sözgelimi henüz kur­ban kesmeden tıraş olmak, Akabe cemresini taşlamadan kurban kesmek, kur­banı kesmeden ziyaret tavafını yapmak yahut da her ikisinden (kurban ve tavaftan) önce tıraş olmaktan dolayı bir ceza gerekmez (17).

Şafii mezhebinde ise daha önce de ifade edildiği üzere, temettü ve kıran kurbanlarının, ihramdan sonra olmak şartı ile eyyâm-ı nahr’dan önce kesil­mesi bile câizdir. Söz konusu menâsik arasında tertip ise sünnettir. Tak­dim ve tehirinden dolayı ceza gerekmez (18).

Görüldüğü üzere, ziyaret tavafında tertip, Ebu Hanife dâhil, hiçbir müçtehide göre vacip değildir. Diğer üç menâsik (taşlama, kurban ve tıraş) ara­sında ise, sâdece Ebu Hanife’ye göre vacip, diğer mezhep ve müçtehitlere göre sünnettir. Hanefi mezhebinden İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed de “sünnet” diyen müçtehitlerdendir.

TERTİBİ BOZMANIN HÜKMÜ

Ebu Hanife’ye göre, 1) Akabe cemresine taş atma, 2) Temettü veya kıran haccı yapanlar için kurban kesme, 3) Tıraş olma arasında tertibe riayet edilmesi vacip olduğundan, bu sıraya uyulmaması hâlinde ceza kurbanı gerekir. Diğer müçtehitlere göre, söz konusu menâsik arasında tertip sünnet olduğundan, riayet edilmediği takdirde ceza gerekmez. Ancak, mazeret ol­maksızın sünnete uymamak mekruhtur (19).

Maliki mezhebinde, taşlamanın, tıraş ve ziyaret tavafından önce yapıl­ması vacip olduğundan, Akabe cemresine taş atmadan tıraş olan veya ziya­ret tavafını yapan kişiye dem gerekir. Diğer menâsik arasında tertip, Maliki mezhebinde de vacip değil; sünnettir.

TERTİBİ VÂCİP VEYA SÜNNET GÖRENLERİN DELİLLERİ

Ebu Hanife’nin delilleri:

1) Resulullah (S. A. S.) “Hac menâsikini benden öğreniniz, benim gibi yapınız.” (20) buyurmuştur. Kendisi ise Veda haccında, bayram sabahı Müzdelife’den Mina’ya geldiğinde, önce Akabe cemresine taş atmış, sonra sırasıyla kurbanlarını kesmiş ve saçını tıraş ettirmiştir. Daha sonra da Mek­ke’ye gidip ziyaret tavafını yapmış ve tekrar Mina’ya dönmüştür. Resulullah (s.a.s.) ın "Hac menâsikini benden öğreniniz, benim gibi yapınız” emrine, söz konusu menâsikin bu tertip ile yapılması da dâhildir.

2) Kur’an-ı Kerim’de : "Kendilerine rızk olarak verdiği hayvanları bel­li günlerde kurban ederken, Allah’ın adını ansınlar. İşte bu kurbanlardan hem kendiniz yiyin, hem de çaresiz kalmış fakirleri doyurun. Sonra kirlerini giderip temizlensinler; adaklarını yerine getirsinler ve kadim Beyt Kâbe’yi tavaf etsinler (21).” buyurmaktadır.

Ayeti celiledeki “kiri temizleme” tıraş demektir ve yukarıda geçen “kur­ban kesme” emrine tertip ifade eden “ تم “ kelimesiyle bağlanmıştır. Bu sebeple Ebu Hanife’ye göre, bu âyet-i kerime de tertibin vacip olduğunu göstermektedir (22).

Ebu Hanife dışında, tertibin vacip olmadığı görüşünde olan müçtehitlerin delili ise, başta "Kütüb-i Sitte” olmak üzere hemen bütün hadis kitaplarında İbn Abbâs, Abdullah b. Amr. b. Âs, Hz. Ali ve Câbir b. Abdillâh’tan benzer lafızlarla rivayet edilmekte olan şu hadis-i şeriftir (*):

“ResululIah (S.A.S.), Veda haccı esnasında bayramın birinci günü Mina’da Akabe cemresi yanında, halkın bilmediklerini sorup öğrenmeleri için dur­muştu. Ashaptan biri:

— Ya Resulullah, taş atmanın, kurban kesmeden önce yapılacağını bilmiyordum. Kurbanımı taş atmadan kestim, diye sordu. Resulullah (S.A.S.):

— Taşı da şimdi at, günahı yok, buyurdu. Bir başkası:

— Ben de kurban kesmenin tıraştan önce olacağını bilmiyordum. Kur­ban kesmeden tıraş oldum, dedi. Resulullah (S.A.S.) ona da:

— Şimdi de kurbanını kes, günahı yok buyurdu. Ve o gün Resulullah (S.A.S.) kendisine taş atma, kurban kesme, tıraş ve tavaf gibi menâsikten birinin önce veya sonra yapılmış olmasıyla ilgili olarak sorulan hiçbir şey için:

— Yap, günahı yok, demekten başka bir cevap vermemiştir (23).”

Görüldüğü üzere, hadis-i şerifte tertibe uymayanlar için cezadan söz edilmemiş "günah (haraç) yok” buyrulmuştur. Şayet tertip vacip ve terki mahzurlu olsaydı, Resulullah (S.A.S.) bunu açıklardı (24). Oysa hadis-i şerifin rivayetlerinden hiçbirinde cezadan söz edilmemiş, aksine günah (haraç) yok, buyrulmuştur.

Ebu Hanife’nin içtihadını tercih eden fakihler bu hadis-i şerifteki “lâ haraç (günahı yok)” ifadesinin, “bilmeyerek veya unutarak tertibi terk etmenin günah olmadığını” bildirdiğini, fakat bundan "ceza da gerekmez” an­lamı anlaşılamayacağını ileri sürüyorlar (25). Ancak ifade etmek gerekir ki, bu anlayış açık bir zorlamadır ve sözün maksadına aykırıdır Çünkü bu hadis-i şerifteki “lâ haraç” sözünden ilk akla gelen ve kolayca anlaşılan mana, "günahı da, cezası da bulunmadığıdır.” Kaldı ki, hadis-i şerifin “bilmemek, unutmak...” gibi kayıtlar bulunmayan mutlak rivayet şekilleri de vardır. Görüldüğü üzere, “taş atma, kurban kesme, tıraş ve ziyaret tavafı ara­sında tertibin vacip olmayıp, sünnet olduğu ve terkinden dolayı bir ceza gerekmediği” içtihadı delil yönünden daha kuvvetlidir. Resulullah (S.A.S.) in tatbikatı ile bu konudaki sözlü açıklamaları birlikte değerlendirildiğinde, söz konusu menâsîkin bu sıra ile yapılmış olması, tertibin vacip olduğunu de­ğil, efdal olduğunu göstermektedir. Esasen, tertibin vacip olduğunu söyleyen, sâdece Ebu Hanife’dir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed de dâhil ol­mak üzere, diğer bütün müçtehitler, tertibin sünnet olduğunu ve terkinden dolayı ceza gerekmediğini söylemişlerdir.

İHRAMDAN ÇIKMA (TEHALLÜL)

İhramdan çıkma, hac ve umrede “elbise giyme, koku sürünme; saç, sakal, bıyık ve tırnak kesme, avlanma, cinsi ilişki...” gibi yasakların kalk­ması demektir.

Umre için ihrama giren kimse, tıraş olmakla ihramdan çıkar ve bütün ihram yasakları kalkar. Ancak daha önce umre tavafının en az dört şartının tamamlanmış olması gerekir. Aksi halde tıraş olmakla ihramdan çıkılmış olmaz; ihram yasağı işlenmiş olur.

Hacda ise, cinsî ilişki dışındaki yasakların kalkması ve cinsi ilişki ya­sağının kalkması olmak üzere iki tehallül (ihramdan çıkış) vardır. Bunlar­dan birincisine "küçük tehallül” veya ’’ilk tehallül"; ikincisine ise “büyük tehallül” yahut "ikinci tehallül” denir.

İlk Tehallül:

Hanefî mezhebinde, (cinsî ilişki dışındaki ihram yasaklarının kalkma­sını sağlayan) küçük tehallül, ancak tıraşla olur (27). İhramdan çıkmış ol­mak için, (taş atma, kurban kesme ve tıraş arasındaki) tertibe uyulması gerekmediği gibi, tıraştan önce taş atma ve kurban kesme menâsikinin yapıl­mış olması da gerekmez. Bayramın birinci günü tan yeri ağardıktan sonra tıraş olan bir kimsek, önceden ister taş atmış ve kurban kesmiş olsun, ister olmasın, "ilk tehallül’’ gerçekleşmiş olur. Ancak, Ebu Hanife’ye göre tertibe uyulmadığı için, dem gerekir. İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed’ e göre ise, sünnete uyulmadığı için mekruhtur, fakat bir ceza gerekmez.

Bu konuda Ebu Hanife ile Sâhibeyn (Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) arasındaki ihtilâf “ilk tehallül”ün gerçekleşmiş olmasında değil; tertibe uyul­madığı için ceza gerekip gerekmediğindedir (29). Tertibe uyulsun veya uyul­masın, ilk tehallülün gerçekleşmiş olduğunda, Hanefi mezhebinde müçtehitler arasında görüş ayrılığı yoktur.

Şafii mezhebinde ise ilk tehallül taş atma, tıraş ve ziyaret tavafından herhangi ikisinin, ister tertibe göre, ister tertipsiz olarak edası ile olur. Söz gelimi, tıraş olup taş atan veya tıraş olup ziyaret tavafını yapan yahut da ziyaret tavafını yapıp taş atan kimse için ilk tehallül gerçekleşmiş olur (30). Kurbanın ise, ihramdan çıkmakla bir ilgisi yoktur. Kurban temettü veya kıran haccı yapanlara, ihramdan çıkmakla ilgisi bulunmayan bir vaciptir. Nitekim ifrâd haccı yapanlara vacip değildir (31).

Maliki mezhebinde ilk tehallülün kurban, tıraş ve ziyaret tavafı ile ilgisi yoktur. İlk tehallül, kurban kesmeden ve tıraş olmadan, sadece Akabe cem­resinin taşlanması ile gerçekleşir. Nitekim Hz. Âişe’den merfu, İbn Abbâs’tan ise mevkuf olarak rivayet edilen bir hadis-i şerifte: “Sizden biri Akabe cem­resini taşlayınca, cinsi ilişki dışında ihramlıya yasak olan her şey helâl olur.” (32) buyrulmuştur. Ancak, daha önce de ifade edildiği üzere, Akabe cemresini taşlamanın, tıraş ve ziyaret tavafından önce olması vaciptir. Kurban ise gerek taş atma, gerek tıraş veya ziyaret tavafından önce de sonra da ke­silebilir.

Hanbeli mezhebinde ilk tehallülün gerçekleşmesi konusunda iki kavil vardır:

a) İlk tehallül, tertibe uyulsun veya uyulmasın taş atma ve tıraşla olur (33). Bu mecruh olan kavildir.

b) Sahih olan kavil ise, Maliki mezhebinde olduğu gibi, Akabe cem­resinin taşlanmasıyla ilk tehallülün gerçekleşmiş olmasıdır.

İbn Kudame bu konuda şöyle demektedir:

"Ahmet b. Hanbel, “Akabe cemresini taşlayan, ihramdan çıkmış olur. Henüz taş atmadan cinsî ilişkide bulunan kişiye ise dem gerekir”, demiş fakat tıraştan söz etmemiştir. Onun bu açıklaması, ilk tehallülün tıraş ol­maksızın —sadece tas atmakla olacağını— anlatmaktadır. Salih olan da budur (34).” Nitekim Şerhu’l- kebir’de de, "ilk tehallül, tek başına taş atmakla gerçekleşir, sahih olan budur (35),” denilmektedir. Delili ise, yukarıda zikredilen hadis-i şeriftir (36).

Zahirilere göre ise, küçük tehallül için menâsikten belli birinin yapılmış olması gerekmez. Taş atma, kurban kesme ve tıraş olma vaktinin bağla­ması ile —bunlar ister yapılmış olsun, ister henüz yapılmasın— ihramdan çıkılmış ve cinsi ilişki dışındaki bütün ihram yasakları kalkmış olur. Ancak ziyaret tavafı yapılmadıkça, —vakit girmekle— ikinci tehallül gerçekleşme­yeceği için cinsi ilişki yasağı devam eder (37) .

Görüldüğü üzere cinsî ilişki dışındaki ihram yasaklarını kaldıran ilk tehallülün gerçekleşmesinde, taş atma, kurban kesme ve tıraşın tertibe uyularak yapılıp yapılmamasının bir etkisi yoktur. Çünkü yukarıdaki açıklamalardan da anlaşıldığı üzere;

a) Hanefi mezhebinde tıraş olmakla;

b) Maliki ve Hanbeli mezheplerinde Akabe cemresini taşlamakla;

c) Şafii mezhebinde taş atma, tıraş ve ziyaret tavafından herhangi ikisini, (taş atma— tıraş, taş atma— tavaf, tıraş— tavaf) yapmakla;

d) Zahirîlere göre ise, taş atma, kurban kesme ve tıraş vaktinin gir­mesiyle,

İlk tehallül gerçekleşmiş olur. Ancak Ebu Hanife’ye göre, tıraştan önce sırasıyla taş atılmadığı ve kurban kesilmediği, İmam Mâlik’e göre ise, Akabe cemresi, kurban ve tıraştan önce taşlanmadığı takdirde dem gerekir. Diğer müçtehitlere göre bunlardan dolayı da bir ceza gerekmez.

İkinci Tehallül:

İkinci tehallül, cinsi ilişki dâhil, bütün ihram yasaklarının kalkması demektir. İlk tehallülden sonra, ziyaret tavafının yapılması ile ikinci tehal­lül olur. Ancak, mezheplerdeki ihtilâfa göre, ilk tehallülü sağlayan menâsik yapılmadıkça (38), ziyaret tavafı ile ne küçük ne de büyük tehallül olur.

Kur’an-ı Kerim’de “Hac bilinen aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet edip ihrama girerse, (bilmelidir ki) hac esnasında cinsi ilişki, günah işlere yönelmek ve kavga etmek yoktur. (39)” buyrulmaktadır.

Bilindiği üzere, ziyaret tavafı bizzat eda edilmedikçe, —fidye ödemekle— hac tamamlanmış olmaz. Çünkü ziyaret tavafı farzdır ve haccın rükünlerindendir. Bu itibarla haccın, —ziyaret tavafı dışındaki— bütün menâsiki tamamlanmış bile olsa, ziyaret tavafı yapılmadıkça cinsî ilişki yasağı devim eder.

  1. Hanefî Mezhebi:

Hanefi mezhebinde, haccın say’i önceden ister yapılsın ister yapılmasın, ziyaret tavafının yapılması ile ikinci tehallül gerçekleşir. Çünkü Hanefilere göre say haccın rükünlerinden değil; vaciplerindendir. Ancak daha önce tıraş olunmamışsa, tehallül olmaz; cinsî ilişki dâhil, bütün ihram yasakları ziyaret tavafından sonra da devam eder. Çünkü Hanefî mezhebinde muhallil (cinsî ilişki de dâhil, ihram yasaklarını kaldıran nüsük tavaf değil, ancak tıraştır. Şu kadar ki, yukarıda işaret edilen ayet-i kerimenin hükmü gere­ğince, tıraşın cinsî ilişki yasağını kaldırma hususundaki etkisi, ziyaret tavafı yapılıncaya kadar gecikmektedir (40). Tıraş ve ziyaret tavafı, her ikisi yapı­lınca bütün ihram yasaklan kalkmış olur.

  1. Diğer Mezhepler:

Şafii mezhebinde ikinci tehallül, tertibe ister uyulsun, ister uyulmasın, taş atma, tıraş ve ziyaret tavafı olmak üzere üç menâsikin tamamlanması ile olur. Maliki mezhebinde ise, ziyaret tavafından başka, eğer vakit henüz bitmemişse, taş atma ve tıraş menâsiklerinin de yapılmış olmasıyla olur. Taş atmadan ve tıraş olmadan bunların vakti çıkmışsa, sadece ziyaret tavafı ile ikinci tehallül gerçekleşir.

Hanefiler dışında her üç mezhepte ikinci tehallül için ziyaret tavafından başka, say’in de yapılmış olması gerekir (41).

SONUÇ:

Bilindiği üzere kurbanın rüknü, kurbanlık hayvanın kesilip kanının akıtılmasıdır. Bedelinin tasadduk edilmesi ile kurban borcu ödenmiş olmaz. An­cak, kurbanın meşru kılınışının sebebi, sadece kan akıtmak, toprağı kur­banlık hayvanın kanı ile sulamak değildir. Asıl maksat, Kur’an-ı Kerim’de beyan buyrulduğu üzere "etinin yenilmesi, ihtiyacından dolayı isteyen ve utandığı için istemeyen fakirlere de yedirilmesidir (42),” Kur’an-ı Kerim’de:

"Onların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşır, fakat sizden ona tak­vanız ulaşır.” (43) buyuruluyor. Ancak bilmek gerekir ki, bu konudaki takva, kesilen hayvanın, kurbanın meşru kılınış sebebine en uygun şekilde de­ğerlendirilmesiyle olur. Bu değerlendirme ise günümüzde, hacda herkesin kurbanını ayrı ayrı kesmesiyle değil, ancak düzenli bir organize ile sağlana­bilmektedir. İşte bu düzenli organize sorumluluğunu İslâm Kalkınma Bankası yüklenmiştir.

Bilindiği üzere mali ibadetlerle vekâlet, mutlak olarak caizdir. Hiçbir mazereti olmadığı halde bir kimse zekâtını dağıtmak, kurbanını kesmek üze­re, dürüstlüğüne güvendiği bir kişiyi vekil edebilir. Vekil, hakiki şahıs olabileceği gibi hükmî şahıs (yani bir kuruluş) da olabilir. Nitekim Hz. Os­man’ın hilâfeti zamanına kadar, gizli ve açık bütün malların zekâtı, Kur’an-ı Kerim’de belirlenen yerlere, mükellefler adına vekâleten sarf edilmek üzere devlet tarafından toplanıyordu. Bu itibarla, makbuz karşılığı bedeli ödene­rek İslâm Kalkınma Bankası’nın, kurban kesmek üzere vekil edilmesi ve adı geçen bankanın da vekâletini aldığı kişilerin kurbanlarını kesmesi, dinî hü­kümlere tamamen uygundur. Dinen bunda hiçbir sakınca yoktur.

Kaldı ki, fıkhî hükümlere uygun olarak kesmek ve dinin gayesine göre değerlendirmek üzere hacıların kurbanlarını kesme sorumluluğunu üzerine alan İslâm Kalkınma Bankasının bu konudaki vekâleti, herhangi bir şahsın vekâletinden daha emniyetlidir. Çünkü şahsın kabul ettiği görevde ihmalkârlığı, ilgisizliği, hatta ihaneti mümkündür. Oysa İslâm Kalkınma Bankası, yönetim kurulunda çeşitli İslâm ülkelerinin temsilcilerinin de bulunduğu, dü­zenli çalışan resmî bir kuruluştur. Şahıslardan beklenen ihmâl ve ilgisizlik, bu kuruluş için söz konusu değildir. Bu itibarla, makbuz karşılığı bedelini ödeyerek, kurbanını kesmek üzere mezkûr bankayı vekil eden kişi, kurban kesme sorumluluğunu yerine getirmiş sayılır ve zamanı gelince, —mezhep­lerdeki ihtilâfa göre—, belirli menâsikin edasından sonra ihramdan çıkar. Bunun için kurbanının kesilmiş olduğunu veya kesileceği zamanı mutlaka öğrenmesi ve kesilme vaktini beklemesi gerekmez. Çünkü daha önce delilleriyle açıklandığı üzere, kurbanla tehallül arasında bir bağlantı yoktur. Mezhepler­deki ihtilâfa göre, kurban bayramının birinci günü sabahından itibaren belir­li menâsiki yapan hacılar, kurbanları ister önceden kesilmiş, ister henüz ke­silmemiş olsun, ihramdan çıkmış olurlar.

Ancak taş atma, kurban kesme ve tıraş arasında tertip Ebu Hanife’ye göre vaciptir; riayet edilmediği takdirde dem gerekir. Hanefî mezhebinden Sâhibeyn (Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de dâhil olmak üzere, diğer üç mezhebe (yani Ebu Hanife dışındaki bütün müçtehitlere) göre, söz konusu tertip vacip değil; sünnettir. Riayet edilemediği takdirde herhangi bir ceza gerekmez.

Fetva usulünde belirtildiği üzere, Hanefî mezhebinde Ebu Hanife ile Sahibeyn’in içtihatları farklı ise, halkın ihtiyacı ve toplumun menfaati gibi hususlar dikkate alınarak, iki içtihattan biri tercih edilebilir; mutlaka Ebu Hanife’nin içtihadına uyulması gerekmez (44).

Ayrıca bir sünnetin ifası, sonuç itibariyle harama yol açıyorsa, o takdir­de bu sünnetin terki gerekir. Tertip sünnetine uymak için ferdî olarak kesi­len kurbanların büyük ölçüde israf ve heder olduğu kesin bir gerçektir. Oy­sa dinimizde, Allah’ın nimetlerinin israf ve heder edilmesi haramdır. Günümüzde, tertip sünnetine uymanın isabetli olup olmadığını bu açıdan da de­ğerlendirmek gerekir.

Şüphesiz Allah doğrusunu en iyi bilir. Gönlümüze doğruyu ve rızasına uygun olan hükmü ilham etmesini dileriz. Sevgili Peygamberimiz Hz. Mu­hammed (S.A.S.) e, âl ve ashabına salât ve selâmlarımızı sunar, şefaatine erdirmesini Yüce Mevlâ’dan niyaz ederiz.

DİPNOTLAR

(*) Hac Süresi, âyet: 36.

(1) Bakara Suresi, ayet: 180.

(2) Hanefilere göre kıran ve temettü haccı, ifrâd haccından faziletlidir. Bu sebeple, bu kurban, şükür kurbanı (dem-i şükrân)dır. Şafii mezhebin­de ise en faziletli hac, ifrâd haccıdır. Bu sebeple onlara göre kıran veya temettü haccı yapanların kesmeleri vacip olan kurban, şükür kur­banı değil, umre ile haccı aynı mevsimde eda etmekten doğan noksan ve kusuru telâfi için kesilmesi gereken ceza kurbanı (dem-i cübrân)dır.

(3) Fethu’l-kadir, 2/323; Bulak, 1315; Bedâyiu’s-sanâyi, 2/174, Beyrut, 1394/­1974; el-Binâye Şerhu’l-Hidâye, 3/871 Beyrut, 1400/1980; el-Bahrü’r-râik, 3/77, Mısır, 1311; Tebyinü’l-hakâik, 2.90, Bulak, 1313 el-ihtiyâr, 1/173, Mısır, (Matbaatü’t-teâvüniyye), ts.

(4) Eyyâm-ı natır, Ebu Hanife, İmâm Mâlik ve Ahmed b. Hanbel’e göre, kurban bayramının ilk gününden itibaren üç gündür. İmam Şafii’ye göre ise dört gündür, İmam Mâlik’e göre, geceler bu günlere dâhil olmadığından, geceleri kurban kesilmesi câiz değildir. Diğer üç mez­hepte geceler de bu günlere dâhildir. Bu itibarla gece de kurban kesi­lebilir. (Kurtubî, el-Câmi li ahkâmi’l-Kur’an, 12/43-44, Kahire, 1387/1967)

(5) Fethu’l-kadîr, 2/323; Nureddin Itır, el-Haccu ve’l-Umre, s. 173. Haleb, 1389/1969.

(6) Ebu Hanife’ye göre tıraş ve ziyaret tavafının da eyyâm-ı nahr’dan sonraya bırakılmasından dem (ceza kurbanı) gerekir. Sâhıbeyn’e (Ebu Yu­suf ve İmâm Muhammed’e) göre her iki durumda da ceza gerekmez. Çünkü onlara göre, vaktinde yapılamayan bir nüsük kaza edildiğinde ceza düşer. Kaza edilen bir nüsük için ayrıca ceza gerekmez. (Hidâye ve Şerhi Fethu’l-kadir, 2/252; Tebyînü’l-Hakayık, İbn Nüceym, el-Bahru’r-râik, 3.25; el-Kâsâni, Bedâyiu’s-sanâyi, 2/132 ve 141.

(7) El-Meslekü’l-Mu’tekassıt ve’l-menseku’l-mutevassıt (mea Irşâdi’s-Sârî) li Aliyyill-Kâri, s. 240, Beyrut, ts.; Mecâmiu’l menâsik, s. 288; İbn Abi­din, Reddu’l-Muhtâr, 2/250, Bulak, 1272.

(8) Abdurrahman el-Ceziri, el-Mezâhibu’l-erbea, 2/697-698. Mısır (2. baskı) ts.; Nureddin Itır, el-Haccu ve’I-umre, s. 173, Haleb, 1389/1969.

(9) Bundan dolayı, Şafii mezhebinde bu kurbanların eti dinen fakir olan­lara tasadduk edilir; Sahibi ve dinen zengin sayılan kimseler yiyemez.

(10) Şafii mezhebinde eyyâm-ı nahr, Zilhiccenin 10, 11, 12 ve 13. günleri olmak üzere dört gündür. Diğer üç mezhepte ise üç gündür.

(11) Müslim, 2/947, (Hadis No: 1305), Kahire, 1374/1955.

(12) Müslim, 2/892, (Hadis No: 1218).

(13) İfrâd haccında şükür kurbanı vacip değildir. Nafile olarak kesilmesi hâlinde, tertibe riayet de vacip değil, sünnettir. Bu itibarla, taş atma­dan önce veya tıraştan sonra kesildiği takdirde ceza gerekmez. (el- Meslekü’l-mutekassıt, s. 240)

(14) Bedâiu’s-sanâyi 2/158; Fethu’l-kadir, 2/252; el-Bidâye şerhu’l-Hidâye, 3/717; el-Bahru’r-râik, 3/26; Tebyinü’l-hakâik. 2/62; el.Meslekti’l-mutekassıt, s. 240.

(15) el-Meslekü’ l-mutekassıt, s. 155 ve 240.

(16) Bedâiu’s-sanayi, 2/158; Fethu’l-kadir, 2/252; el-Bdâye şerhu’l-Hidâye, 3/717; el-Bahru’r-râik, 3/389 ve 3/26; Tebyînü’l-hakâik, 2/62; el-Meslekü’i-mutekassıt, s. 240.

(17) Nureddin Itr el-Haccu ve’l-umre, s. 110. Haleb, 1389/1969; Şerhu’l-Muvatta l’z-Zürkâni, 3/259, Mısır, 1381/1981.

(18) Muğni’l-muhtâç şerhu’l-Minhâc, 1/512, Mısır, 1329; Havâşi’ş-Şirvâni ala Tuhfeti’I-muhtâc, 4/123, el-Mühezzeb, 1/228.

(19) Fethu’l-kadîr, 2/252; Bedâyiu’s-sanâyi, 2/158; Tebyinu’l-hakaik, 2/62 el- Bahru’r-râik, 3/25-26; el-Cevheratun-neyyire, 1(205; el-Meslekü’l-mütekassıt, s. 240; Mecâmiu’l-menâsik, s 288.

(20) Müslim, 2/ 943 (K. Hac, B. 51) Hadis No: 1297, Kahire, 1374/1955; Mecmeu’z-zevâid, 4/269, Beyrut, 1967; Keşfü’l-hafâ, 1/379, Hadis No; 1219, Beyrut, 1352.

(21) Hac Suresi, ayet: 28-29.

(22) Bedâyîu’s-sanâyi, 2-158; Tebyinü’l-hakâik. 2/80.

(*) Hadis-i Şerif’in tercümesinde, belli bir rivayet şekline bağlı kalınma­mış, çeşitli rivayet şekillerinden istifade edilmiştir.

(23) Buhari, 1/29 (K. İlm. B. 23-24), 1/40 (K. İlm. B. 46), 2/187 ve 190 (K. Hac, B. 125 ve 131) İst., 1315; Müslim 2/948-949. (K. Hac, B, 57/327/534). Hadis No: 1306, Kahire, 1374/1955; Ebu Dâvud, 1/464 (K. Menâsik, B. 87), Hadis No: 2014, Mısır, 1371/1952; Tirmizi. 3/258. (K. Hac, B. 76) Hadis No: 916, Kahire 1365/1937; Nesâî, 5/272 (K. Menâsik, B, 224), Mısır, ts.; İbn Mâce, 2/1013, K. Menâsik, B, 74) Hadis No: 3049-3052 Kahire, 1373/1953; Muvatta 1/421, (K. Hac. B. 81) Ha­dis No: 242, Kahire 1370/1951; Dârimî, 2/64, (K. Menâsik B. 65), Mı­sır, 1349; Neylü’l-evtar, 5/77-78, Mısır, 1380/1961; et-Tâcü’l-câmi li’l- usul, 2/147 Kahire, 1381/1961.

(24) Bedâyiu’s-sanâyi, 2/158; Şerhu’I-Muvatta Li’z-Zürkani, 3/257, Mısır, 1381/ 1961.

(25) Tebyinu’l-hakâik, 2/62; Bedâyıu’s-Sanayi, 2/132 ve 2/141.

(26) Bk. 23. dipnottaki hadis-i şerifler.

(27) Akabe cemresine taş atan, kurban kesen hatta ziyaret tavafını da ya­pan kimse, —tıraş olmadıkça—, ne küçük ne de büyük tehallül ile ihramdan çıkmış olur. Fakat bunlardan hiçbirini yapmadan, sadece tıraş olan kimse, küçük tehallül ile ihramdan çıkmış olur ve kendisin­den cinsi ilişki dışındaki ihram yasakları kalkar. Ziyaret tavafını yaptık­tan sonra cinsi ilişki yasağı da kalkar. Ziyaret tavafını tıraştan önce yapmışsa, tıraş olmakla, küçük ve büyük her iki tehallül birden gerçek­leşir. Fakat tıraş olmadıkça, ziyaret tavafını yapmakla, ne küçük ne de büyük tehallül ile ihramdan çıkılmaz.

(28) Hac için ihrama giren kimse, bayramın birinci günü tan yeri ağarma­dan önce tıraş olmakla ihramdan çıkmış olmaz; ihram yasağı işlemiş sayılır. Çünkü tıraş olmanın vakti, bayramın birinci günü tan yerinin ağarması ile başlar. Ebu Hanife ve İmam Mâlik’e göre, tıraşın eyyâm-ı nahr içinde olması vacip; Ebu Yusuf, İmam Muhammed, Şafii ve Amed b. Hanbel’e göre sünnettir. (Fethu’l-kadîr, 2/141; el-Muğnî, Li’bni Kudâme 3/436-437. Kâhire, 1368.

(29) el-Mebsût Li’s-Serahsî, 4/22 ve 430; Fethu’l-kadir, 2/252-254; el-Melekü’I-mutekassıt, 154; Nureddin Itır, el-Haccû ve’l-umre. 111-112.

(30) Envâru’l-mesalik şerhu Umdetü’s-sâlik ve umdetu’n-nâsik, s. 150, Ka­tar, 1404/1974; Nureddin Itır, el-Haccü ve’l-umre, s. 112.

(31) Nureddin Itr el-Haccu ve’l-umre, 112.

(32) Ebû Davut, 1/457, (K, Menâsik, B. 78), Hadis No: 1978; İbn Mâce, 2/1011, (K. Menâsik, B. 78); Nesâi, 5/277, K. Hac. Bâbü mâ yehillu li’l-muhrimi ba’de remyi’l-cimâr).

(33) el-Muğnî li’bni Kudâme. 3/438, Kâhire, 1367.

(34) el-Muğnî li’bni Kudâme, 3/439.

(35) Şerhu’l-kebir, mea’l-Muğni, 3/460; el-Muhanâ li’bni Hazm, 7/139-140; Kâhire, 1349.

(36) Bkz. dipnot: 32.

(37) el-Muhallâ li’bni Hazm, 7/140.

(38) İlk tehallülü sağlayan menâsik, daha önce beyan olunduğu üzere, Hanefîlere göre “tıraş”, Maliki ve Hanbelilere göre “taş atma", Şafiilere gö­re taş atma, tıraş ve ziyaret tavafından herhangi ikisidir.

(39) Bakara Suresi, ayet: 197.

(40) Fethu’l-kadir, 2/179; Ayrıca bkz. Bedayiu’s-sanayi, 2/142.

(41) N. Itr, el-Haccu ve’l-umre, s. 113.

(42) Hac Suresi, ayet: 28 ve 86.

(43) Hac Suresi, ayet: 37.

(44) Ukudu resmi’l-müftî, (Mecmûatü Resâili İbn Abidin, ikinci risâle) s. 25-26, İstanbul, 1326.