Makale

İMAM NESEFİ VE TEFSİRİ

İMAM NESEFİ VE TEFSİRİ

Yahya ALKIN
Haseki Eğit. Mrkz. Öğrt.

Ebu’I-Berekat Abdullah İbn-i Ahmed b. Mahmûd En-Nesefî Ceyhûn ile Semerkant arasında bulunan ve Nesef denilen yerde doğmuştur. Doğum tarihi bilinmemektedir. (1) Tarihçilerin çoğunluğuna göre ölüm tarihi hicri 710’ (1310 M.) dur. Bazıla­rına göre 701 H.’ de vefat etmiştir. (2) Kirman’da Es-Sultaniye Medresesinde müderrislik yapmış, 710 h. yılında Bağdat’a gitmiş, aynı yıl seyahatten dönerken Hindistan’ (İzac) da ölmüş ve orada gömülmüştür. (3) İslami ilimlerin hemen hemen her sahasında ölümsüz eserler veren ve üstün bir ilmi mevkiye sahip olan En-Nesefi, Şems-ul-Eimme EI-Kerderi ve Bedreddin Haher Zâde gibi zamanının büyük âlimlerinden ders almış ve kı­sa zamanda temayüz etmiştir. (4) Meşhur talebelerinden ikisi şunlar­dır: Mecmeul Bahreyn Müellifi Mu­zaffer El-Sa’ti (ölm. 694-1294/95), Hidaye Sârihlerinden Husayn El-Sığmakî (ölm. 714-1314), (5) İslâm âlimleri arasında üstün bir itibara sahip olan Nesefî; Zahid ilmiyle amil, Ka­mil ve zamanında eşi olmayan yük­sek bir şahsiyettir. (6)

ESERLERİ

Ebu-l-Berekat-en-Nesefî’nin birçok eserleri vardır. En meşhurları şunlardır:

1 — Medârik’ut-Tenzil ve hakaik’ut-Te’vil:

Bu eser; Nesefi’ nin meşhur tef­sir kitabıdır. Biraz sonra hakkında oldukça geniş bilgi verilecektir.

2 — Menaru’l-envar:

Bu eser, usul-ı fıkıh hakkında­dır, üzerine birçok şerhler yazılmış­tır. Müellifin kendisi de bu kitap üzerine “Keşfu-l -Esrâr Şerhu’l-Menar” adıyla bir şerh yazmıştır. Bu şerh, 1316 m. tarihinde ve 2 cilt halinde Bulak’ta basılmıştır (7) .

Menâru’l-Envâr, asırlarca İslam âleminde ders kitabı olarak okunmuş ve hâlâ okunmaya devam etmektedir. Bu eser, Türkiye’de daha ziyade Abdullatif İbn Melek’in üzerine yazmış olduğu şerhle beraber okunmaktadır.

3— El-Umdetû Fî Usûl’id-Din:

Âkaid mevzuunda olan bu esere yine bizzat kendisi "El-İtimad şerhu’l-Umde” adıyla bir şerh yazmıştır. Maturidi akidesi işlenmektedir. Bu eser, 1843 yılında (8) Piller of the Creet yayınevi tarafından Londra’da yayınlanmıştır.

4 — Kenz’ud-Dekaik:

Bu eser, fıkıh mevzuunda olup Hanefi fıkıhçıları tarafından pek iti­bar edilen dört muteber (mütûn’u erbaa) fıkıh metninden birisidir. Kenz hakkında yazılmış ve basılmış birçok şerhler vardır. Bunların en meşhurları şunlardır:

a — Tebyin’ul-Hakaik: Müellifi Zeylaî’dir. (ölm. 743/1342) 6 cilt ha­linde basılmış olup Hanefi fıkıhçılar tarafından çok okunmakta ve kaynak eserlerden kabul edilmektedir. (9)

b — Kenz’ul-Hakaik: Ayni tarafından yazılan bu şerhte iki cilt ha­linde 1235 m. tarihinde Bulak’ta ba­sılmıştır.

c — El Bahr Ur Râik: İbn-i Nuceym (ölm. 970/1561) tarafından ya­zılan bu şerh Kenz’in en meşhur şerhi olarak kabul edilmektedir. 1334 m. tarihinde Kahire’de 8 cilt halinde basılmıştır. (10)

5 — Metn’ul-Vâfi, bu da Hanefi fıkhı üzerinde yazılan değerli bir me­tindir. 684 h. tarihinde tamamladığı “El-Kâfi şerh-ul Vâfi” adli eseriyle Vâfi’yi şerh etmiştir. (11)

Rivayete göre; Nesefi evvela Hidâye’yi şerh etmeye niyetlenmiş, onun bu niyetini öğrenen zamanının mü­him âlimlerinden Tacüşşeria “Bu O’nun şanına yakışmaz” deyince Hidaye’yl şerh etmekten vazgeçmiş, Vâfi ile onun şerhi olan Kafi’yi yaz­mış (12). Ayrıca Hidaye’ye de bir şerh yazdığı söylenirse de bunun sıhhati derecesi bilinmemektedir. (13)

6 — El-Musaffâ: Bu eser, Necmud-Din Ebu Hafs En-Nesefi’nin (ölm. 537/1142) akait mevzuunda yazmış olduğu El-Manzûmet-un Ne­sefiyye’nin şerhidir. (14)

MEDARİK-UT TENZİL VE HAKAİKUT-TE’VİL ADLI TEFSİRİN TANIMI

Ebu’l Berekât En-Nesefî’nin yazdığı bu tefsir, Türkiye’de Nesefi tefsiri ve Medârik tefsiri adlarıyla tanınır. Dirayet tefsirlerinin en de­ğerlilerinden ve en çok okunanlarındandır.

Müellif, bu tefsirini Keşşaf’tan hülasa etmiştir. (15) Zaman zaman da Kadı Beydâvî’nin ibaresini olduğu gi­bi nakleder. (ıs) Ebu’l-Berekat ile Kâdı Beydâvî arasında az bir zaman farkı vardır. (16) Buna rağmen Beydâvi’deki ibarelerin yer yer Nesefî tefsirinde görülmesi; her iki müelli­fin de aynı kaynaktan yani Keşşaf’­tan istifade etmelerinden veya Nesefi’nin bizzat Beyrdâvi tefsirini okuyup faydalanmasından ileri gelmekte­dir. (18)

Malum olduğu gibi, Keşşaf tefsi­rinin sahibi Zemahşerî, itikadı meselelerde Mü’tezile’nin görüşünü benim­ser. Bu itibarla Dirayet Tefsirlerinin başında gelen Keşşaf’ında itikadi ko­nuları, bağlı bulunduğu mezhebin e­saslarına göre izah ve şerh etmiştir. (19)

Ebu’l-Berekât En-Nesefi, Keşşaf’ tan hulâsa ederken itizâlî fikirleri atmış ve Ehl-i Sünnetin esaslarına göre tefsir etmiştir.

Bir misal: Kıyame süresinin 22. ve 23. ayetlerini Zemahşeri Keşşa­f’ında şöyle tefsir eder: "Cennet ehli iyilik ve nimeti, yalnız Rablerinden beklerler, nitekim dünya hayatında da sadece Allah’tan korkarlar ve O’ndan ümit ederlerdi.” (20)

Mezkûr ayetleri Nesefî şöyle tef­sir ediyor:

“O gün bir takım yüzler güzel ve parlaktır. Mesafe, yön ve keyfiyet olmaksızın yalnız Rablerine bakarlar.” Burada (?) bakmak kelimesini Rabbinin emrini ve mükâfatını beklemek, ummak manasına hamletmek doğru değildir. (21)

Malûm olduğu gibi Mutezile, e­bedî âlemde Allah’ın görülmesi (Ruyetullah) mevzuunda da Ehlisünnete muhalefet eder ve görülemeyeceğini söyler. Bu sebeple görülece­ğine dair mezkûr ayetlerin zahirini tevil ederler ve (?) = bakmak kelimesine (?)= beklemek, ummak manası verirler. Nesefi bunun tenkidini yapıyor. (22)

Kadı Beydâvî fıkhi meselelerde Şafiî mezhebine bağlıdır. Dolayısıyla ahkâm ayetlerini, bağlı bulunduğu mezhebe göre tefsir eder.

Mesela; Nur suresindeki (?) âyetinin tefsi­rinde (23) Beydâvî şöyle der: "Bu ayette istinat edilen, yüz ve ellerdir. Çünkü onlar avret değillerdir. Fakat gerçek olan odur ki; el ve yüzün av­ret olmayışı namaz esnasındadır. Mahrem olmayan erkeklerin bakması veya onlara gösterilmesi hakkında değildir. Çünkü hür kadının bütün vücudu avrettir, mahremi ve kocası olmayan kimselerin ona bakması he­lal olmaz. Muayene olmak gibi zaru­retler müstesna.” (24)

Nesefi ise amelde Hanefi mezhe­bini benimsemiştir. Bu itibarla o, ahkâm ayetlerini Hânefi mezhebine gö­re tefsir eder.

Meselâ, yukarıda bahsettiğimiz aynı ayetin tefsirinde Nesefi şöyle der: "Burada istisna edilen, yüz, el­ler ve ayaklardır. Bunların örtülme­sinde gerçekten zorluk vardır. Çün­kü kadın, eşya alışverişinde elini kullanmaya ve yüzünü açmaya mec­bur kalır. (25)

Nesefî, Keşşaf’ın anlattığı Belagata dair nükte ve incelikleri, lafzi güzellikleri, ince ve gizli manaları tefsirine almıştır. (26)

Nesefi, kıraat ve irap farklılıklarını da açıklamıştır. Nahve taalluk eden yönleri üzerinde durmuştur. Fa­kat o, bu hususta da itidali esas alır, usandırıcı uzun izahlara girişmez. Ebu Hayyan’ ın El-Bahr-ul muhit adlı tefsir kitabında yaptığı gibi bir na­hiv kitabını andıracak tarzda teferru­ata dalmaz. (27) Bir misal olmak üze­re şu ayeti (28) zikredelim:

(?)

Nesefî, bu ayet-i kerimeyi nahiv yönünden izah ederken şöyle der:

(?) üzerine atfedilmiş tir. Takdir şöyledir:

(?)

Ferra; (?) (?)’ deki zamire matuf olduğunu sanmıştır. Yani, demektir diyor. Hâlbuki Basri nahivcilere göre, mecrûr zamire, zahir ismi harf-i cerri iade etmeksizin atfetmek caiz değildir. Farra’nın dediği olsaydı ayette, (?) denilmesi lâzım gelirdi. (29)

İmam Nesefî, bu değerli tefsirin­de ayetlerin okunuş farklılıklarından bahsederken yedi mütevatir kıraati esas alır. Her kıraatin okuyucusunu da belirler. (30)

Bir Misal:

(?) (31) İbn-i Kesir, Hamza ve Ali; (?) okumuşlardır.

Nafî’, Ebû Ca’fer, Hamza, Ali ve Hafs (?) kelimesini şeddeli, di­ğerleri şeddesiz okumuşlardır (32)

Çok nadir olarak da şaz kıraatlere temas eder. Misal:

(?) mütevatir kıraatlere göre, (?) meful, (?) faildir. Ebu Hanife, İbn-u Abdil Aziz ve İbn-i Sirin (?) mefûl yaparak okumuşlardır. Bu kıraatte istiare vardır. Mana şöyle olur: “Kullarından Allah’ı hakkıyla tazim edenler, ilim sahipleridir.” (33)

Zemahşeri, tefsirinde mukadder sorulara cevap verirken, soru için (?) (yani şöyle söylersen ve sorarsan) cevap içinde (?) (yani, ben de cevap olarak derim ki) ifadelerini kullanır.

Nesefî ise, Zemahşerî’nin kullan­dığı bu ifadeleri kullanmadan mu­kadder sorulara cevap verir. Misal:

“Biz Resulümüze şiir öğretmedik ve (O’na şairlik de Iayık olmaz.(34)

Eğer dersen;

(?) Resûlullah’ın sözüdür ve şiire benzi­yor. Ben de cevap olarak derim ki; bu, Resûlullah’ın hiçbir tekellüf ve zorlama yapmaksızın şiir söylemeye niyet etmeksizin zevk-i selimiyle söylemiş olduğu bir sözdür. (35) Nesefi ise aynı mevzu hakkında şöyle söy­lüyor:

“Amma (?) sözüne gelince; bu Resul-i Ekrem’in hiçbir tekellüf göstermeden ve şiir söylemeye de niyet etmeden zevk-i selimiyle söylediği verimli bir sözdür. Nitekim birçok insanların konuşma­larında böyle sözler görülür.”(36) Zemahşeri ve ona bu hususta u­yan Kadı Beydâvî, her surenin tefsiri sonunda o surenin faziletine dair mevzu hadisler rivayet ederler. (37) Nesefî, bu uydurma hadisleri tefsirine sokmamıştır. (38)

Nesefî; ayetleri tefsir ve tevil ederken, usandırıcı uzun izah ve açık­lamalara girişmez. Maksadı izah etmeyecek kadar da kısa kesmez, ikisi arasında orta bir yol takip eder. (39) Nesefî Tefsirinin ibâresi Beydavî’den daha açık ve ondan biraz daha geniştir. Muğlak ifadelere pek yer vermez. (40)

FIKIH MESELELERİNE TEMASI

İmam Nesefî aynı zamanda bü­yük bir fıkıh âlimidir. Fıkıh saha­sında da asırlardan beri kaynak eser olarak kabul edilen ve okunan hâlâ okunmaya devam eden birçok kitap­lar yazmıştır. (41) Eserlerinden bah­sederken bunu gördük.

İmam Nesefi, bahsettiğimiz gibi Hanefi mezhebini benimseyen bir âlimdir. Bu sebeple, ahkâm ayetlerini tefsir ve izah ederken birinci derece­de Hanefi mezhebinin görüşlerini; ikinci olarak da Şafii mezhebinin görüşünü serdeder.(42) Hanefi mezhebine muhalif görüşlere cevap ve­rir. (43)

Bir misal olmak üzere Bakara Suresinin 222. ayetinin tefsirini nak­ledelim.

"...Ebu Hanife ve Ebu Yusuf’a göre; aybaşı halinde olan bir kadının göbek ile diz kapağı arasına kocası çıplak olarak dokunamaz. İmam Muhammed’e göre; sadece fercine te­mastan sakınır, geri kalan kısımlar­dan temettü edebilir. Hz. Âişe r.a., ise “Sadece kan akan yerden intifa, edemez, geri kalan yerlerden temettü edebilir.”

(?) = Hayızlı kadın­lara yaklaşmayın, demek “cinsi münasebette bulanmak suretiyle onlara yaklaşmayın” demektir. Veya onlarla cima etmeye yaklaşmayın, demektir.

(?) Hafs müstesna, diğer Kufeli okuyucular bu kelimeyi (?) şeklinde okumuşlardır. Mânâ şöyle olur: “O hayızlı kadınlar temizlenip yı­kanmadıkça onlara yaklaşmayın. (?)’ nin aslı (?)’dir. Mahreçleri yakın olduğu için da idgam olunmuştur. Diğer okuyucular ise: (?) okumuşlardır. Bu okuyuşa göre mâ­nâ şöyle olur: "Kan kesilinceye kadar, hayız akıntısı bitinceye kadar onlara yaklaşmayın.” Bu iki farklı okuyuş, iki ayrı ayet hükmündedir. Biz Ha­nefiler, her iki okuyuşla da amel edip demişiz ki; hayzın ekseri müddetinde kan kesildi mi, kadın yıkanmamış olsa dahi kocası kendisine yaklaşabi­lir. Bu (?) kıraatiyle yani tahfif kıraatiyle ameldir. Ekseri müddetinden az bir zamanda kan kesilse dahi, kadın yıkanmadıkça ve­ya üzerinden bir namaz vakti geç­medikçe, kocası kendisiyle cinsi yakınlıkta bulunamaz. Bu da (?) kıraatiyle ameldir. Ayeti, bu iki yönüyle manalandırmak daha doğrudur. Çünkü böyle yapılmazsa, iki kıraatten birisiyle amel etmeyi terk etmek gerekir.

Şafii’ye göre; hayız kanı kesilip de yıkanmadıkça kocası kendisine cinsi yakınlıkta bulunamaz. Şafiî’nin delili Cenab-ı Hakk’ın şu kavl-i şerifidir:

(?)

“Aybaşı halinde olan kadınlar, hayızdan çıkıp yıkanınca onlarla cinsi ya­kınlıkta bulunabilirsiniz.” Şafiî böylece her iki kıraatle ayrı ayrı amel et­memiş, bilakis aralarını cemetmiştir.” (44)

NESEFİ TEFSİRİ VE İSRAİLİYYAT

İsrailiyye kelimesinin çoğuludur. İsrail; Hz. Yakub (A.S.)’un ismi veya lâkabıdır. (45) İsrâliyyât denildiği za­man; İsraili bir kaynaktan aktarılan kıssa, hikâye veya hadise anlaşılır. (46)

İmam-ı Nesefî, tefsirinde İsrâiliyyât’a hakikaten pek az yer vermiştir. Hatta bu özellik, tefsirinin ö­nemini artıran hususlardan birisi olmuştur. (47)

Nadir olarak İsrailiyyata yer verdiği zaman da bazen tenkidini ya­par, bazen yapmadan geçer.

Meselâ Neml suresinin 16. ayetini tefsir ederken şu hikâyeyi nakleder:

"... Rivayet olunur ki; Uveyik kuşu öttü. Süleyman (A.S.) kuşun şöyle söylediğini bildirdi: Ah! Keşkie şu yaratılanlar yaratılmasa idi. Ta­vus kuşu öttü; “yaptığın fiilin cinsine göre cezalanırsın” dedi. Hudhud öttü ‘’Ey günahkârlar! Allah’tan bağışlanmanızı isteyin” dedi. (48)

İmam-ı Nesefi, bu rivayetleri naklettikten sonra, sıhhati mevzuun­da hiçbir şey söylemez, tenkidini yapmaz. (49)

Yine meselâ Neml suresinin 35. ayetini tefsir ederken Belkıs’ın Sü­leyman’ (A.S.) a hediyesi meselesinde İsrâili hikâyeleri nakleder, fakat tenkidini yapmaz (50).

Öte yandan Sâd süresinin 21. 22. ve 34. ayetlerinin tefsirinde İsraili hikâye ve uydurmalar naklettikten sonra bu rivayetlerin tenkidini yapar ve şöyle der:

"... Fakat Davûd (A.S.)’un Orya’ yı, öldürülüp de güzel hanımının ken­disine kalması için defalarca Belka harbine göndermesi hikâyesi, normal salih bir Müslümana bile yakışmaz. Kaldı ki yüce bir Peygamber, böyle bir çirkinliği irtikâb etsin. Hz. Ali (R.A.) dedi ki: “Kim bu uydurma hikâye ile konuşursa ona 100 sopa vurdururum ki, bu Peygamberlere iftira edenlerin cezasıdır...” (51)

Öyle anlaşılıyor ki; İmam-ı Nesefi, iman esaslarına zıt olan İsraili hikâyelerin tenkidini yapıyor fakat iman esaslarına aykırı olmayan, aklî ve şeri ölçülerle çatışmayan, sıdka ve kizbe ihtimali bulunan rivayetlerin tenkidini yapmıyor ve sadece nakille yetiniyor. (52) Bütün bunlarla beraber tekrar edelim ki Nesefi, İsrâiliyyata çok az yer vermiştir.

Bu tefsir hakkında son sözü Zerkani’den dinleyelim:

“Bu kitap, değerli bir kitaptır. Elden ele dolaşmaktadır. Meşhurdur, ibaresi kolaydır, manaları derindir. Bu kitap hakkında Keşfüzzünun sahibi şöyle söyler: Tevil hakkında va­sat bir kitaptır. Çeşitli kıraat ve irap vecihlerini toplamıştır. İşaret ve bedi’i ilminin inceliklerini ihtiva eder. Ehl-i sünnetin görüşleriyle süs­lenmiştir. Sapıkların ve bidatçıların uydurmalarından uzaktır, ne usandı­racak kadar uzun ne de maksada kâfi gelmeyecek kadar kısadır. (53)

NESEFÎ TEFSİRİNİN ŞERHLERİ

Nesefi Tefsiri üzerine fazla şerh yazılmamıştır. Bugün matbu olan ve elimizde istifade ettiğimiz tek şer­hi; El-İklil Alâ medarik’it-Tenzil adlı şerhtir. Bu şerh, 1536 h. tarihin­de, Hindistan’da 7 cilt halinde basılmıştır. (54) Şerhin müellifi; Muhammed Abdülhak El-Hindi’dir. Müellif; Kadı Beydavî’nin meşhur şerhi olan Şeyh Zâde’den son derece fazla ikti­bas yapmış, hatta çok yerde uzun ibareleri hiç değiştirmeden almış­tır. (55)

Ayrıca, Abdülhakim Efgani adında bir âliminde Nesefî tefsirine şerh yazdığını, bunun matbu olmadı­ğını merhum Ömer Nasuhi Bilmen, Tabakat-ul müfessirin adlı kitabında yazar. Fakat kaynak göstermez.

DİPNOTLAR

(1) Bkz. Et-Tefsir vel-Müfessirûn, Ez-Zehebi, C. 1, s. 304. El-Fevaid-ul Behiyye Fî Teracîm-il Hanefiyye s. 102. Leknevi El- Hindi El-A’lam, Hayraddin Ez- Zirikli C: 4 Nesefi maddesi 3. bsk.

(2) Bk. a.g. kaynaklar.

(3) İslam Ansiklopedisi En-Nesefî md.

(4) El-Fevaid-ul Behiyye s. 102.

(5) a.g.e.

(6) a.g.e.

(7) İslam Ansiklopedisi Nesefî md.

(8) a.g.e., ve El-Fevâid’ul-Behiyye, s. 102.

(9) İslam Ansiklopedisi, Nesefî md.

(10) a.g.e.

(11) El-Fevaid’ul-Behiyye, s. 102. Et. Tefsir vel Müfessirun, Ez-Zehebi, c. 1, s. 204. İslam Ansiklo­pedisi, Nesefi md.

(12) El-Fevaid’ul-Behiyye, s.102.

(13) a.g.e.

(14) El-Fevaid’ul Behiyye s. 102; İs­lam Ansiklopedisi Nesefî Md.

(15) Et-Tefsir vel-müfessirûn, Ez-Zehebi 2. bsk., 1976 c.1 s. 305.

(16) a.g.e. ve Tabakat-ul mûfessirin, Ö.N. Bilmen.

(17) Kadi Beydavî’nin ölüm tarihi hicri 685’ tir.

(18) Tabakat’ül-mûfessirin, Ö.N. Bilmen.

(19) Et-Tefsir vel Müfessirûn, Ez- Zehebi 2. bsk. 1976 c: 1, s.805.

(20) El-Keşşaf, Zemahşeri c: 4, s. 192.

(21) Medarik’ut-Tenzil 4., s. 315 Beyrut.

(22) a.g.e. ve Et-Tefsir vel müfessi­rûn, Ez-Zehebi, c: 1, s. 446. Bu hu­susta daha geniş bir mukayese yapabilmek için Araf suresinin 143, Enam suresinin 103, Bakara suresinin 7. ayetlerinin Keşşaf ve Nesefi’de ki tefsirle­rine bkz.

(23) Nur suresi Ayet: 31.

(24) Bk. Kadı Beydâvî, mezkûr aye­tin tefsiri.

(28) Medarik’ut-Tenzil ve Hakaik’ut- Te’vil, c. 3 s. 140 aynı ayetin tefsiri, yüz ve ellerin avret olup olmayışı mevzuunda geniş bilgi için fıkıh kitaplarına müracaat. Çünkü ahkâm hususunda kay­nak, fıkıh kitaplarıdır.

(26) Bir örnek için Keşşaf ve Nesefi Tefsirlerinde Bakara Suresinin ilk ayetlerinin izahlarına bkz.

(27) Et-Tefsir vel-müfessirûn, c. 1, s. 318.

(28) Bakara Suresi, Ayet 217. Bu ayetin Bahr-ul muhitteki tefsi­rine de bkz.

(29) Medârik’ut-Tenzil, Nesefî, c. 1, Mezkûr ayetin tefsiri.

(30) Et-Tefsir vel Müfessirün, Ez- Zehebi, c. 1 s. 306.

(31) Fatır suresi, Ayet: 9.

(32) Medarik-ut Tenzil ve Hakaik-ut Te’vil, c. 3 ilgili ayetin tefsiri.

(33) a.g.e., s. 340 Fatır suresi, ayet: 28.

(34) Yasin Suresi, Ayet: 69.

(35) El-Keşşâf, Zemahşerî, c. 1, s. 329, Beyrut.

(36) Medarik-ut Tenzil ve Hakaik-ut Te’vil. c. 3, s. 12 aynı ayetin tefsiri.

(37) Keşşaf ve Beydavi tefsirlerin­de. Sure tefsirlerinin sonlarına bk.

(38) Et-Tefsir vel Mûfessirûn, Ez- Zehebî, c. 1, s. 305. bsk. a.g.e.

(39) Manahil-ul irfan fi Ulum-ul Kur’an, c. 1, s. 68 Mısır.

(40) Bir misal olmak üzere Bakara Suresinin ilk ayetlerinin tefsiri­ne her iki kaynağa bkz.

(41) İbn-i Kemâl Paşa İmam Nesefî’ yi zayıf ile kuvvetli görüşleri birbirinden ayırabilecek ilmi güce sahip mukallid fakihlerden saymış ise de, cumhur onu mezhep içerisindeki müçtehitlerden kabul etmiştir. Hatta ondan sonra müçtehit bir mezhep gel­mediğini söyleyenler bile olmuş­tur. Bh. El-Fevâid-ul Behiyye Fi Terâcüm-il Hanefiyye, Leknevî, El-Hindî, s. 101 Beyrut.

(42) Et-Tefsir vel Müfessirûn, Ez- Zehebi, c. 1, s. 307.

(43) Bu hususu açık ve geniş olarak görmek isteyenler, Bakara Suresinin 228, 227, Talâk Suresinin 6. ayetinin tefsirlerine ba­kabilirler.

(44) Nesefî Tefsiri, c. 1, mezkûr ayetin tefsiri.

(45) Asim Ef. Kamus Terc. İslam Ansiklopedisi ilgili md.

(46) Tefsirde İsrailiyyât, Dr. Abdullah Aydemir, Diyanet İşl. Başk. Yayınlarından s. 6.

(47) Et-Tefsir vel Müfessirûn, Ez- Zehebi, c. 1, s. 308.

(48) Medârik’ut-Tenzil ve Hakaik-ut -Te’vil, En-Nesefî c. 3, s. 205.

(49) a.g.e.

(50) Medarik’ ut-Tenzil ve Hakaik’ut Te’vil, En-Nesefi, c. 3, s. 211.

(51) Medarik’ut-Tenzil ve Hakaik’ut- Te’vil, En-Nesefi, c. 4, s. 38.

(52) Et-Tefsûr vel Müfessirûn, Ez- Zehebi, c. 1, s. 309.

(53) Menahil’ul-İrfan fi Ulûm’il-Kur’ ân, Ez-Zerkanî c. 1, s. 68.

(54) Tabakat-ul-Müfessirun, Ö.N.B.

(55) Sayısız misallerden bir misal olmak üzere; (?) ayetinin şerhlerine her iki kaynağa da bkz.

Arapça metin ve Ayet Hadis için orjinal Dergiye tıklayınız!