Makale

KURUCUSUNDAN SONRA MATURİDİYYE MEZHEBİNİN EN ÖNEMLİ KELAMCISI EBU'L-MUÎN EN - NESEFÎ'NİN HAYATI ve ESERLERİ

KURUCUSUNDAN SONRA MATURİDİYYE MEZHEBİNİN EN ÖNEMLİ KELAMCISI
EBU’L-MUÎN EN - NESEFÎ’NİN HAYATI ve ESERLERİ

Dr. Metin YURDAGÜR

Yüce Dinimiz’in iman esaslarının izah, ispat ve müdafaasını üstlenmiş bir ilim dalı olan akâid ve kelâm sa­hasında, İslâm Tarihi boyunca birbi­rinden farklı metotlar benimseyen bazı itikadı ekollerin teşekkül et­miş olduğu malûmdur. Akâid ve ke­lâm ile ilgili eserlerde, pek sık olarak karşımıza çıkan “ehl-î sünnet” ifadesi, bu ilimlerle alâkalı bir ıstı­lah olup, “ehli’s-sünneti ve’l-cemaa” terkibinin kısaltılmış şeklidir. Bu terim; “Rasulullah (s.a.v) ve ashâbının (r.a.) akâid sahasında takip et­tikleri yolu izleyenler” olarak anla­şılmaktadır.(1)

Bilindiği gibi, ehl-i sünnet top­luluğu da, selefiyye, eş’ariyye ve mâturidiyye fırkalarına ayrılmıştır. Başlangıçtan itibaren, genellikle fı­kıh alanında hanefiyye mezhebini, akâid konularında ise, bu mevzula­rın izahında Kitâb ve Sünnet’e en çok bağlılık göstermiş, telâkkilerinde ashâb ve tabiin metoduna en fazla yaklaşabilmiş, itikâdî konularda ku­ru münakaşa ve cedel zihniyetinden en çok uzak durabilmiş bir itikadı ekol olan Maturidiyye mezhebini benimsemiş olan müslüman Türkler’in, bu ekolün sistem­leşmesinde, kemmiyet ve keyfiyet açısından gelinmesinde büyük hiz­metleri olmuştur, Maturidiyye Kelâmcıları ana baş­lığı ile anılabilecek olan bu âlimler topluluğunun hayat ve eserleri üze­rinde gerekli alâka ve ihtimam ma­alesef gösterilememiştir. Bu ekolün kurucusu olan büyük âlim, İmam Maturidî (v. 333/944) nin muhteşem eseri Kitâbu’t tevhid’in bile, ancak 1970 yılında basılarak ilim âlemine sunulabilmiş olması düşündürücü­dür. (2) Bu menfî gözüken tablonun yanında, ülkemizde ve İslâm âle­minde bu ihmal ve alâkasızlığın so­na erdiğini müjdeleyen bazı ilmî çalışmaların başlamış ve meyveleri­nin görülmüş olması cidden sevindiricidir. (3)

Her ilimde olduğu gibi, bütün dinî ilimlerin temelini teşkil etmesi bakımından en şerefli ilim kabul edilen akâid ve kelâm sahasında da, zamanın akışı içinde İmam Eş’arî (v. 324/936), imam Maturidî (v. 333/ 944), İmam Bâkıllâni (s. 403/1013), İmam Cuveynî (v. 478/1085), İmam Gazzali (v, 505/1111) ve İmam Ebul’-Müîn en-Nesefî (v. 508/1114) ve Fahreddin er-Râzi (v. 606/1210) gi­bi büyük ve müstesnâ dehâlar yetiş­miştir. Bu âlimler, çevrelerinden ve uzun geçmiş yılların birikmiş tecrü­belerinden aldıkları kültür mirasını kendi engin kabiliyetleri ile benlik­lerinde öylesine mezcetmişlerdir ki; neticede onlar, yalnız kendi çevreleri için değil, fikirlerinden istifade imkânı bulabilen bütün insanlık için birer rehber olma durumuna gelmiş ve onlar için birer ilhâm kaynağı olmuşlardır. Bu çaptaki âlimlerimizin, yalnız çağdaşlarına değil, uzun asırlar boyunca kendilerinden sonra gelen nesillere de hocalık etmiş olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Biz bu araştırmamızda, itikadî konularda görüşlerini benimsediği­miz İmam Maturidi’nin eserlerinin ve sisteminin anlaşılmasında büyük payı olup, bu büyük İmam’dan son­ra, Mâturidiyye kelâm ekolünün en büyük kelâmcısı olarak anılmaya gerçekten lâyık bir âlim olan Ebu’l- Muin en-Nesefi’nin biyografik ve ilmi hayatını, yaşadığı çağı ve kül­tür çevresini, O’nun kaleme aldığı eserleri ve talebelerini tanıtmağa çalışacağız. Bu araştırmanın, büyük bir kısmı Türk asıllı olan mâturidiyye ulemâsının meydana getirdiği pek çok kıymetli esere, itikatta Maturidi olduklarını beyan edenlerin da­ha fazla eğilmelerinin gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmasını diliyoruz.

Dr. A. Vehbi Ecer’in, Türk Dîn Bilgini Maturidî adını taşı­yan ve İmamımızın Hayatını ve Doktrinini konu edinen çalış­ması yanında, Maturidî Kelâm sistemini ele alan ilmî araştırmalar da vardır; Bu tür çalış­malardan tesbit edebildiklerimizi şöylece sıralayabiliriz: Doç, Dr. Kemal, Işık, Maturi­di’nin Kelâm Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayı­şı, (Doçentlik Tezi), Ankara, 1980, Dr. Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, (Nureddin es. Sabunî’nin el-Bidâye fi usulid- Din adlı eserinin araştırma ve notlar ilavesiyle tercüme neşridir.) Ankara, 1979, Dr. M, Saim Yeprem, îrâde Hürriyeti ve İmam Maturidî, İstanbul, 1980. Dr. Mustafa’ Sait Yazıcıoğlu, Maturidî ve Nesefî’ye Göre İn­san Hürriyeti Kavramı, Ankara, 1982 Basılmamış Doçentlik te­zi Dr. Hasan Şahin, Descartes’in Tanrı Anlayışı ve Matu­ridî Işığında Değerlendirilmesi, Ankara, 1982, (Basılmamış Doktora Tezi).

1 — Ebu’l-Muin en-Nesefi’nin Biyoğrafik Hayatı:

1. Konuya Genel Hatlarıyla Ba­kış:

a) Nesefi’nin hayatı hakkında bilgi bulunabilecek Kaynakların Du­rumu;

Kaynaklar ve tabakât kitaptan İmam Maturidi’de göstermiş oldukları anlaşılmaz suskunluklarını, O’ nun başarılı takipçisi Nesefî’de de aynen sürdürmüşlerdir. Her iki ke- lâmcımızın hayatı konusunda sus­kun kalan bu kaynakların hepsinde, müellifimiz Bîbu’l-Muin en-Nesefi hakkında “bilgi Kırıntısı" olarak ni­telenebilecek ölçüde, yalın, kısa teferruatsız ve de tatmin edici olmaktan çok uzak bir kaç satırın tekra­rını bulabilmekteyiz. (4) İmamımız Nesefi konusunda Ankara Üniversi­tesi İlahiyat Fakültesi öğretim üye­lerinden Sayın Doç. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu’nun Doçentlik tezi ve kısa zaman önce neşredilmiş makalesi dı­şında yapılmış herhangi bir müsta­kil ilmî bir çalışmanın mevcut ol­duğunu sanmıyoruz. (5)

Bu kaynakların tamamını yeni bir bilgi ışığı bulabilme ümidiyle ye­niden ve özenle tetkik ettik. Bunlar arasında en çok dikkatimizi çeken ve bizi uzun süre araştırmaya sevkeden kaynak, İbn Kutluboga (v. 879/1474) nın “Tâcü’t-terâcim” adını taşıyan Hanefiyye ulemâsı tabakatı ile ilgili meşhur eseri olmuştur. Zira bu mü­ellif adı geçen eserinde Ebu’l-muîn en Nesefi’den bahsederken, onun ha­yatı hakkında teferruatlı bilgi bu­lunabilecek ve şimdiye kadar dik­katlerden kaçmış olduğunu zannet­tiğimiz bir başka kaynağa atıfta bu­lunmaktadır, (6) Bu atıf bizi, Nesefî’nin çağdaşı ve hemşehrisi olan Ömer en-Nesefî (v. 537/1142)nin, kı­saca el-Kand şeklinde bilinen, ancak el-Kandiye, eI-Kand fî ma’rifeti ule­mâi Semerkand, yahut da el-kand fî tarih-i Semerkand adları ile de anılan eserinin yazına, veya matbu nüshalarının mevcut olup olmadığı, varsa nasıl bulunabileceğini araştır­maya sevketmiştir. Bu konuda mü­racaat ettiğimiz ilk kaynaklar ise, bu eserin farşça nüshasından bazı parçaların Barthold (1869-1930) ta­rafından neşr olunduğu bilgisinden ö­te bir malûmat vermemiştir, (7) Tür­kistan tarihinin tanınmış araştırıcı­larından biri olan bu müellifin ünlü "Turkestan down to the Mongol In­vasion’’’ adlı eserinin (8) ilk Rusça baskısının sonunda yer alan metin­ler bölümündeki bu farsça neşirde, Tâcü’ t-teracim’de bulunduğunu nak­lettiğimiz Nesefî hakkındaki övgü dolu ifadeleri ve umduğumuz mu­fassal malûmatı bulmak mümkün olmamıştır.(9) Öte yandan Sayın Prof. Dr. Fuad Sezgin’in işaret ettiği Muhammed b. Çelil es-Semerkandî ta­rafından bu esere yapılmış zeyl ü­zerinde yaptığımız incelemeler de bizi hedefimize ulaştıramamıştır.(10)

b) Nesefi’nin Doğum ve ölüm Tarihi;

İmam Maturidi’den sonra “Maturidilerin en büyük kelâmcısı olan ve kendisinden sonra onun yolunda ve sisteminde kimse yetişmeyen”(11) Ebu’l-Muîn en-Nesefî, hicrî 428 (milâdî/1037) yılında Mâverâünnehir bölgesinin o dönemindeki en önemli kültür merkezlerinden biri olan Ne­sef’te doğmuştur. Müellifimizden bahseden kaynaklar, o’nun 508/1114 yılında vefât ettiğini kaydetmekte­dirler. (12) 70 yaşında iken öldüğünü bildiğimiz Nesefi’nin, doğum tarihini 418/1027 olarak gösteren kaynakla­rın yanıldığını zannediyoruz. (13) Zi­ra, Nesefi’nin ölüm tarihi ve yaşı konusundaki yukarıdaki bilgiler gözönünde bulundurulunca, ortaya çıkan tarihler arasındaki uyumsuzluk bu kanaatimizi pekiştirmektedir.

c) Nesefî’nin Ailesi ve Yakınları:

Müellifimiz Nesefî’nin âilesi ve yakınları hakkında da fazla bilgiye sahip bulunduğumuz söylenemez. Ancak, dedesi Ebü Muti’ Mekhûl b. Fazl en -Nesefî (v. 318-9?/930) nin

kelâmcı, fakîh, hadis ve tasavvufla meşgul olduğu bilinmektedir. (14)

Tam künyesi; Meymûn b. Muhammed b. Said b. Muhammed b. Mekhûl b. Ebi’1-Fadl el-Mekhûlî olan Ebû’l-Muîn en-Nesefi’nin bir müddet Semerkand’da bulunduğu, daha sonra ise Buhara’ya yerleştiği kaydedilir. (15) Elimizdeki kısıtlı bil­giler ışığında onun biyografik hayatını detaylandırmamız mümkün gözükmemektedir. Bu kısıtlı bilgiler bize, O’nun yaşadığı çağ ve bölge itibarı ile Karahanlı devletinin hâkimiyyet bölgesi olan, Mâverâünnehir’de hayat sürdüğünü ve eserlerini bu bölgede telif ettiğini kabul ettirmektedir. Bu bakımdan biz, önce Mâverâünnehir bölgesinin coğra­fî, tarihî, iktisâdî ve kültürel durumuna kısaca temâs edecek, daha sonra da müellifimiz döneminin si­yâsî iktidarını oluşturan Karahanlılar devletinin kısa bir tarihçesini sunmağa çalışacağız.

2— Nesefî’yi Yetiştiren Bölge: Mâverâünnehir

a) Mâverâünnehir Bölgesinin Önemi:

İslâm, hatta dünya tarihinde önemli bir yeri olan Mâveraünnehir ve Horasan bölgelerinin, milâdî VII- XII. asırlar arasındaki tarihinin, Türklerin siyâsî tarihi bakımından olduğu kadar, medeniyyet ve kültür, aynı zamanda ilim tarihi açısından da pek büyük önemi haiz olduğunu söylemeliyiz. Zirâ bu bölge, İslâm dünyasının ilim ve kültür hayatında olağanüstü bir rol oynamıştır. (16)

İslâmiyet; Mâturidî, Farabî, İbn Sinâ Birûnî ve Ebu’l-Muîn en-Nesefî gibi pek çok ünlü ilim adamı ve mütefekkirini ve bunların kıymetli kaynak eserlerini, bu bölgeye borç­ludur. İlim adamlarımız, Amuderyâ deltasının, Orta Asya’nın bil­hassa İslâmî devir kültür hayatındaki rolünü; Ön Asya’da Mezopo­tamya bölgesinin, Mısır’da Nil del­tasının rollerinin benzeri olduğunu i­fade etmektedir,(17) İşte bu açıdan, Mâverâünnehir’in İslâm kültür ve medeniyetindeki yeri ve önemi, geniş İslâm ülkesinde işgal ettiği sahanın küçüklüğü ile mukayese edilemeye­cek kadar büyük ve manâlıdır. Bu ehemmiyetine binâen, aynı zaman­da müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’yi de yetiştirmiş olması ha­sebiyle, bu bölgenin, coğrafî ve ik­tisâdi durumu ile Nesefî döneminde­ki siyâsî ve kültürel manzarasına bakmayı gerekli buluyoruz.

b) Mâverâünnehir Bölgesinin Coğrafî Sınırları:

Sözlük anlamı itibarıyla: “neh­rin arkası, öte tarafında bulunan ül­keler" manâsında Arapça bir terkip olan Mâverâünnehir sözcüğü, genel­likle müslüman coğrafyacılaraca be­nimsenmiş ve günümüzde de kullanılmakta olan coğrafi bir terimdir, Ba­tı kaynaklarında bu tabirin karşılığı olarak: “transoxiana’’ kelimesi yer almaktadır. (18) Büyük coğrafyacı Yâkût (v. 626/1229) ise; Ceyhun nehrinin bir sınır olarak kabul et­mekte ve gerisinde kalan ülkeleri mâverâünnehir olarak göstermek su­retiyle âdeta bölgenin bir haritasını çizmektedir. (19)

c) Bölgenin İktisâdi Durumu:

Mâverâünnehir, Orta Asya’daki diğer bölgelerle kıyas edildiğinde, iktisâdi yönden fevkalade müreffeh bir ülke olarak karşımıza çıkmakta­dır. Bu iktisâdi refahın en önemli ve etkin sebepleri arasında tarihi İpek Yolu (The Great Silk Road) ile Hint Baharat Yolu’nun bu bölgeden geçişini saymak lâzımdır. Bilindiği gibi bu tarihi ticaret yollarından İpek Yolu’nun güzergâhında, Merv, Buhara ve Semerkand gibi şehirler bulunmaktaydı. Bu güzergâhı takip eden ipek yolu, ipeğin hakiki vatanı Çin’e kadar ulaşıyordu. (20)

O dönemin uluslararası ticaretin­de büyük önemi olan bu yol, bir yandan bölgeyi iktisâden kalkındırırken, diğer yandan da doğu ile ba­tı arasındaki bir kültür ve medeni­yet köprüsü olmak gibi önemli bir başka görevi de ifa etmekteydi. Pek tabiidir ki, bu müspet iktisâdi konum, bölgenin jeopolitik ve strate­jik önemini artırmıştır. Ancak Mâverâünnehir, bu önemi dolayısıyla devamlı surette el değiştiren ve bu değişikliklerden dolayı da siyâsi yönden pek istikrarı olmayan bir bölge haline gelmiştir.

d) Bölgede İslâmî Fetihlerin Tarihçesi:

Hz. Ömer (r.a.) devrinde liyakatli komutanların sevk ve idaresinde ilerleyen müslüman Arap orduları, Suriye’de Bizans’a karşı tam bir za­fer kazandıktan sonra(21), İran’a yönelmiştir. Meşhur Kadisiye muhare­besinde (15/636) büyük bir bozguna uğrayan asırlık Sasânî imparatorlu­ğu, bu harbi müteakip, İran’ın kuzey ve güneyinde cereyan eden bir kaç küçük savaşla tarih sahnesinden çe­kilmiştir.(22) Bu savaşlar ve sonuç­ları olan fetihleri takiben Mâverâünnehir’e kadar dayanmış olan İslâm orduları bu bölgede Türklerle karşı­laşmış ve uzun müddet onlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. (23)

İslâm, Emevîler devrinde Mâverâünnehr’e girmişse de, bu dönemde bölgede yeteri kadar yayılamamıştır. Bu olumsuz sonuçta, bölgeye gönderilen Emevî vâlilerinin, yerli halka karşı takındığı müspet olmayan tavırlarının önemli menfi payının olduğu muhakkaktır. (24)

Talas meydan savaşı (134/751), Türkler’in İslam’ı kabul edişleri bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Savaş esnasında müslüman olduklarını açıklayan Kartuk Türklerinin(25) ardından, İslâmiyet hızla diğer Türk boyları arasında yayılmaya başlamıştır.

e) Maveraünnehir’de Önemli Şehirler;

aa) Semerkand ve Buhara;

Yukarıda kısaca özetlemeğe ça­lıştığı şekilde Mâverâüanehr’e yer­leşen İslâmiyet ve akabinde meydana gelen büyük ve parlak medeni­yet, devrin bütün önemli yollarının kavşağı olan bu mümbit topraklar­da gelişmeye çok müsait bir ortam bulmuştur. Nitekim bölgenin, Se­merkand ve Buhara gibi şöhretli şe­hirlerinin kısa bir zaman sonra İs­lâm ilim ve irfanının göz kamaş­tırıcı birer merkezi haline geldik­lerini, eski çağlardan beri diğer bir medeniyet merkezi olan Mezopo­tamya’nın Bağdat, Basra, Küfe gibi ünlü ilim ve kültür merkezleriyle rekabet edebilecek, hatta onları ge­çebilecek seviyeye ulaştıklarını gö­rüyoruz. (27)

Mâverâünnehr’in; çağın şartla­rına göre bu her bakımdan geliş­miş şehirlerinde, pek çok kıymetli âlim ve mütefekkirin yetişip, asırları aşan şöhreti hâiz eserler vücuda getirmeleri şüphesiz bir tesadüf de­ğildir. Zira, böylesine muhteşem e­ser müelliflerinin yetişebilmesi, onları yetiştiren toplumun, ilim ve medeniyet yönünden çok yüksek bir seviyeye ulaşmış olmasına ve ortamın çok müsait bir tarzda hazır oluşuna bağlıdır. Aksi halde bu ka­bil abidevî eserler vücuda getirile­mez.

İslâmî fetihlerden sonra, yepye­ni bir kültür inkılâbı ile billurlaşan Buhârâ’nın; İslâm kültür ve mede­niyetindeki müstesnâ yerine işaret eden yazarlar, bu şehri: “İslâm’ın kubbesi, âlimlerin kaynağı ve fukahânın durağı, mülkün kâ’besi, dahilerin buluşma yeri, birer yıldız mesâbesinde olan edîplerin parladığı bir semâ...” gibi çok parlak cümle­lerle överler. (28)

bb) N e s e f:

Hayatını incelemekte olduğumuz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin, hal-i ha­zırda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği devletlerinden biri olan Özbekistan sınırları içinde bulunan(29) Nesef(30) şehrinde doğ­duğunu biliyoruz. Nesef; Buhara ve Keş’i içine alan Soğd(30) bölgesi şehirlerindendir. Kaynaklar bu şehrin asıl adının Nahşeb olduğu­nu, fakat Arap (İslâm) coğrafya­cılarınca Nesef adı ile anılmakta ol­duğunu kaydetmektedir. (32)

Ceyhun ve Semerkand arasında yer alan Keşke-Deryâ vâdisinde bü­yük bir yerleşim merkezi olan Nesef, vâdide akan Keş civarının su­larını toplayan ve Keşk-rüz veya Karşı adları ile bilinen nehri oluş­turan iki çayın birleştikleri yerin yakınında kurulmuştur. (33) Vâdide akıp giden bu nehir, Semerkand ve çevresinin önemli bir akarsuyu olan Zerefşan’a (34) paralel olarak akar ve sonra Ceyhun’a döner, ancak bu büyük nehre ulaşamadan çölde kumlar arasında kaybolur, gider. Şehrin içinde akmakta olan bu neh­rin, bazı seneler tamamen kurumak­ta olduğunu kaydeden Yâkût, böl­gede başka bir akarsuyun bulunma­dığını, nehrin kuruduğu yıllarda bahçeleri sulamak Üzere şehirde pek çok kuyu mevcut olduğunu söylemektedir. (35)

Eski Nabşeb (Nesef) şehrinde, bugün Karşı denilmektedir. (36) İçinden akan nehrin iki yakasında bahçeleri ve tenezzüh yerleri ile çok güzel bir şehir olan Nesef’e, “saray” manâsına gelen Karşı isminin (37) verilmesinin, Çağatay Hanlarından Kebek Han tarafından şehirden iki fersah uzaklıkta inşa ettirilmiş çok güzel bir köşk ile bağ­lantılı olduğu sanılmaktadır. (38)

3 — Nesefî’nin Yaşadığı Dönemde Siyâsî İktidar:

Mâverâünnehir; Türklerin İs­lâm milletleri câmiasma girmesi ile, Moğol istilâsı arasındaki uzun za­man dilimi içinde, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlılar gibi pek çok Türk Devleti için çok sağlam bir temel zemini oluş­muştur. Şimdi bu sağlam zemin üzerine uzun süre oturan devletler­den biri olan Karahanlılar’a, siyâsi iktidarları Nesefi’nin yaşadığı dö­nemi içine aldığı için temas etmek istiyoruz.

a) Karahanlılar:

Orta Asya’nın ilk müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’ın, milâdî IX-XIII. asırları içine alan si­yâsi hâkimiyetlerinin, daha ziyade Mâverâünnehr çevresinde sürmüş olduğunu biliyoruz. Milâdî IX. Asır sonlarına, doğru müstakil bir devlet kuran Karahanlı sülâlesi, Orta As­ya Türk kavimlerinin bazılarını da kendi idareleri altına almışlardı. Devletin kuruculuğu şerefini taşıyan Satuk Buğra Hanın 314/926 yılında İslâmiyet’i kabulu, bu devletin İlk İslâm Türk Devleti şerefine ulaş­tırmıştır. (39) Hakani Türk Devleti veya Afrâsiyâboğulları adını taşıyan ancak bugün Karahanlılar adı ile andığımız bu devletin ve çok sayıda Türk boyunun İslâm’ı kabul etmesi, gerçekten Türk Kültür tarihinin sey­rini değiştiren çok önemli bir hadisedir. (40)

Coğrafî yönden, Doğu Türkis­tan ile Mâverâünnehir bölgesini ta­şan çok geniş bir alana sahip olan bu devlet, etnik yapısı itibarıyla da oldukça kalabalık ve çeşitli birçok Türk soy ve boyunu bünyesinde top­lamaktaydı. Tarihî göç akışları ve yerleşmeleri sonunda Karahanlı dev­letinde, Kartuklar, Türkeşler, Yağ­malar ve benzeri adlar ile anılan bu Türk boy ve soy toplulukları, devletin yükselişi ve gelişmesine bü­yük destek olmuşlardır. Ancak dev­letin asıl bünyesini Kartuklarla, Uy­gurlar oluşturmuşlardır. Aynı dere­cede mühim rol oynayanlar arasın­da Oğuz ve Kıpçak boylarını da say­mak mümkündür. (41) Menşeleri hakkında değişik nazariyeler ileri sürülen Karahanlılar, kaynaklarda muh­telif isimlerle de anılmaktadır. (42)

Aşağı yukarı m. 1041-42’ den itibaren doğu ve batı olmak üzere iki Karahanlı devleti meydana gel­miştir.

Batı Hanlığı, Mâverâünnehir ve Hocend’e kadar Batı Fergana’yı içi­ne almaktaydı. Büyük Kağan’ın merkezi, önceleri Özkend, sonra Semerkand olmuştur. Ortak Kağan i­se, Buhara’da oturmaktaydı.

Doğu Hanlığının hudutları içinde Talas, İsficâb, Şaş, Doğu Fergana, Semireci ve Kaşgâr bulunmaktaydı. Büyük Kağan’ın başkenti Balasağun idi. Ortak kağan, genel. İlkle Kaşg&r’a nadir olarak ta Taraz’da oturmuştur. Doğu Hanlığının dinî ve kültürel merkezi ise Kaşgâr’ dı. (43)

İkiye bölünerek zayıflayan Ka­rahanlılar, Sultan Melikgah ve Sencer zamanlarında Selçuklular’ın 571/ 1175 senesinden sonra da Harzemşahlılar’ın nufuzu altında kaldılar. Milâdî 1141 yılından sonra ülkele­rinin şimal kısmı, Karahitaylar’ın eline geçti. Bütün bunlara rağmen bu hânedân, h. 609/m. 1212 senesi­ne kadar devam etmiştir.

Karahanlılar’a, Kaşgâr, Balasagun, Koçgar, Talas, Semerkand ve Buhara gibi şehirler, değişik dönem­lerde başkent olmuştur. (44)

II— NESEFİ’nin İLMÎ HAYATI

1, Nesefî’nin Çağında İlmî ve Kültürel Durum:

a) Karahanlılar’da Kültürel Hayat:

Seyhun ve Ceyhun ırmakları a­rasındaki yüksek kültüre sahip böl­geyi idaresi altında bulunduran Karahanlılar’a, İslâmiyet’i kabullenen Türk topluluklarının eski ve yeni kültürlerinden yararlanabilen bir devlet olarak görüyoruz, (45) Semerkand, Buhara, Nesef, Keş ve Ferga­na bu dönemde de önemli ilim mer­kezleri arasında yer almaktadır. Bu büyük kültür merkezlerinin yanında birçok köy bile, eserleriyle isimle­rini bize duyurmuş olan pek çok âli­me beşik olmuştur, (46)

İlgili kısımda arza çalışıldığı ü­zere, Karahanlılar’ın hâkimiyet böl­gesi olan Mâverâünnehir, hâiz oldu­ğu jeopolitik konumu, iktisâdi ve ticâri vasıfları ve bütün bunlardan daha mühimi kültür ve refah sevi­yesinin diğer komşu bölgelere göre çok üstün bir durumda olması dola­yısıyla, çevredeki birçok devletin istilâ mücadelelerine sahne olmuştur. Bu mücadelelerin sonucu olarak da, Zerdüştlük, Budizm ve Hıristiyanlık gibi bir çok din, bu geniş toprakla­ra girip yerleşmiş, cemaat, teşkilât ve kültür açısından, bölgede içtimâi birer varlık haline gelmiştir.

İslâmî fetih hareketlerinin baş­ladığı sıralarda Mâverâünnehr’in di­nî bakımdan gösterdiği bu karışık ve insicâmsız durumdan, bölgenin en önemli kültür merkezleri durumunda olan Semerkand, Buhara ve Nesef’i istisnâ etmemiz elbette mümkün de­ğildir. Bölgenin İslâmlaşmasından sonra, birer İslâm ilim ve kültür merkezi durumuna gelen Bağdat, Basra gibi eski ilim merkezlerini gölgede bırakan Mâverâünnehir kül­tür çevresinin bu önemli şehirlerinin, daha çok akli ve felsefî bilimler sa­hasında ün yapmış olması ise bir rastlantı sayılamaz, (47) Asırlar bo­yu, ilim, fikir sanat ve rasyonalist düşünce hareketlerinin önderliğinin bu bölgede yetişmiş Türk asıllı âlimlerce yapılmış olması(48) bu temâyüzün bir tesâdüf olmadığını is­patlar, öte yandan, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu’da yetişen âlimlerin, ihtisas gayesi ve sahalarında derinleşmek amacıyla yaptıkları ilmi seyahatlerde, kelâm ve felsefe gibi akit ilimlerde Semer­kand ve Buhara çevresini tercih etmelerini (49), Mâverâünnehir bölgesinde tutuculuktan uzak, hür bir ilmî ortamın bulunduğunun delili say­mak lâzımdır. (50) Bu ilim merkez­lerine hâkim olduğuna işaret edilen fikrî ve ilmî serbestî felsefî ve kelami eserlerin ilmî seviyesi açısından da çok müspet sonuçlar doğurmuş­tur. Mâverâünnehr’in müreffeh ve müsâmahakâr havasının kelâm ilmi açısından mükemmel birer meyvesi olan, İmam Mâturidî’nin Kitâbü’t- tevhid’i ile, müellifimiz Nesefi’nin Tabsıratü’l-edille’si bu görüşümüzün yaşayan delilleridir.

b) Karahanlılar Döneminde Eği­tim ve Medreseler:

İlk dönemlerde, İslâm şehirleri­nin kuruluşu, cami, medrese, kütüp­hane, hamam ve imaret gibi külliyelerin öncelikle inşası ile başlamak­ta, şehrin çarşı ve mahalleleri ise, bu külliyelerin etrafında teşekkül et­tirilmekteydi. Başlangıçta kurulan bu şehircilik anlayışı, Türk-İslâm Medeniyetinin bu ana hususiyeti, çağlar boyu değişmeden sürmüş­tür. (51)

Tarihçilerin çoğu, teşkilâtlı medreselerin Selçuklu Sultanı Alparslan zamanında, Bağdat’ta Vezir Nizâmü’l-mülk tarafından Nizâmiyenin inşası ile başlayıp, süratle bütün İs­lâm ülkesine yayıldığını kaydeder­ler. (52) Ancak, Karahanlılar dönemi­ne ait olup, aşağıda bahse konu olacak günümüze kadar ulaşmış bu­lunan bazı vakıf belgeleri (53), Selçuklulardan önce de bu tip medreselerin mevcudiyetini göstermektedir,

İbrahim Tabgaç Buğra Karahan, İslâmiyeti ilk kabul eden ve iki yüz bin çadırlık bir aileden ibaret olup, İslâmiyeti kabul ettikten kısa bir zaman sonra Orta Asya’nın bü­yük bir imparatorluğu haline gelen Karahanlı Devletinin hükümdarların­dan biridir. Bu hükümdar, 433/1042 yılında, Karahanlı ailesinden yaşlı birinin himayesinde tahta geçmiş, ergenlik çağına ulaştıktan sonra da tüm yetkileriyle hükümdar olmuş­tur. (54)

Bu hükümdarın, çağlar boyu değişmediğine işaret ettiğimiz Türk- İslâm şehircilik anlayışına uyarak kurmuş olduğu medrese ve hasta­nenin bugün elimizde bulunan va­kıf belgeleri o dönemin kültür ha­yatını aksettiren iki önemli vesika­dır. (55)

Dünya öğretim kurumlan ara­sında, öğrencilerine burs veren ilk müessese (56) olarak anabileceğimiz bu medresenin, vakıf senedinde yer alan aşağıdaki satırları, o dönemin bilim-siyâset ilişkisini, ilim adamla­rının durumunu göstermesi açısın­dan aynen nakletmeyi faydalı bulu­yoruz:

“Kâim’in ölmesi halinde, yerine başka birinin atanması gerekir. Bu atamanın yapılması, öğretim üyesi fakîh ile, Semerkand’da fetvâ ver­me düzeyinde olan bilim adamlarının kararı ile olur. Eğer, öğretim üyesi bulunmuyorsa, bu atama Semerkand vâlisi tarafından yapılır. Bu tayinin hükümdar tarafından ya­pılması yasaktır.” (57)

Karahanlı hükümdarlarının, bu ilim müessesesinin malî kaynağı olan vakfın kâiminin tayininde dev­re dışı bırakılması, hatta atamanın hükümdar tarafından yapılamayaca­ğının vakıf senedinde hükme bağ­lanmış olması gösteriyor ki Karahanlılar; siyâsetin, mâlî güçle birleşerek ilmî müesseseler. Üzerinde baskı unsuru olmasına imkân tanı­mamak istemişlerdir. Onlarca alınan bu açık önleme dayanarak, o dönem­de Orta Asya Türk Devletlerinde kurulmuş olan medreselerde görev yapmış olan öğretim elemanlarının kesin bir ilmî hürriyet ve muhtari­yet içinde bulunduklarını söylüyor ve her dönemde çeşitli İslam ülke­lerinden bu yörelere yapıtmış olan ulemâ akınını, bu müsait ortama bağlayanların görüşlerine içtenlikle

katılıyoruz. (58)

İlme gönül verenlerin tamamı­nın, tahsil için çok uzak yerlere git­meyi göze aldıkları bilinen bir husus­tur. Bu, eğitim ve kültür hareketleri­nin siyâsi bir sınır tanımaması ger­çeği ile yakından alâkalıdır. Başlan­gıçta, tahsil için yakın kültür mer­kezleri tercih edilirken bilahare, uzak merkezlere kadar gitmek dahi tabileşmiştir. Nitekim, M. XII. asrın son­larına doğru, Endelüs’ün Kurtuba’sından, Isfahan Musul gibi merkez­lere gelindiğini biliyoruz. (59) Mâverâünnehir kültür çevresinin önemli merkezlerinden biri, aynı zamanda müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefi’nin doğum yeri olan Nesef’ de, kay­naklarda âlimlerin tahsil için Endelüsten geldiği şehirlerden biri olarak anılır. (60)

İlim için seyahat etmekte olan bu âlim ve talebelerin, talîm, tedrîs ve telif maksadı ile gittikleri her yerde kendilerini kabul ettirebilmele­rinde, bu şahısların özel kabiliyetlerinin yanında, İslam dünyasının o dönemde tam bir kültür birliğine sahip bulunuşunun önemli payının olduğu muhakkaktır. Gerçekten de, incelemekte olduğumuz dönemde, İs­lâm âleminin sahip olduğu bu kültür birliği her bölgede entellektüel bir muhitin doğmasını gerektirmiştir.

Batı dünyasında bugün şayet yüksek bir kültür ve ilim seviyesi varsa, Batı bunu herşeyden önce sa­hip olduğu kültür birliğine ve bunun bahşettiği imkânlara borçludur. İş­te, İlmî seyahatların çağın zor şart­larına rağmen, kolaylıkla yapıldığı o dönemlerde İslâm dünyasında da ger­çek bir kültür birliği ve bunu temin eden ortak bir ilim dili vardı. (61) Bu ortak ilim dili Arapça’ydı. Eserleri­ni bütün İslâm âleminde okunup tar­tışılmasını isteyen âlimler, bu ortak dil ile yazmayı tercih ediyorlardı. (62) Böylelikle, Endelüste yazılan bir e­ser, kolaylıkla Türkistan’daki bir â­lim tarafından anlaşılabiliyordu. Endelüsteki bir hoca veya talebe de Türkistan’a ilmi seyahatta bulundu­ğu zaman öğretim veya öğrenimde pek büyük bir güçlükle karşılaşmı­yordu. (63)

c) Karahanlılarda Devlet –İlim Adamı Münasebetleri

Karahanlılar ye Selçuklular za­manında, ilmin ve ilim adamlarının devlet tarafından himâye edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Her iki devlet tarafından, değişik merkezler­de medreselerin açılması, tahsilin parasız ve kolay yapılabilmesi imkanlarının hazırlanması vs. gibi ilmî ve kültürel seviyeyi yükseltici uygula­malar, bu tatbikâtın mimarlarından biri olan Nizâmü’l-mülk’ün tesbitleri bizi teyit etmektedir. Bu büyük ve­zirin Siyâsetnâme adlı meşhur ese­rindeki ifadelerine göre: “Daha önce­ki dönemlerde,, kendilerine devletçe maaş bağlanmayan ve resmen vazi­felendirilmeyen âlimler, daima dev­lete ve yöneticilere karşı menfî tavır takınmışlardır." (64)

Binaenaleyh, ilim adamlarının devlet ile hem-âhenk olması onların resmen desteklenmesine bağlıdır. Ni­tekim, Karahanlı ve Selçııklu dönemi Devlet Teşkilâtı” konusunda yapı­lan araştırma ve incelmeler, her iki devlet yönetimince, “seyyidlere, fakihlere, âlimlere ve zahidlere ‘erzak’ adı altında bir ödemede bulunulduğunu ortaya koymakta.(65) Devlet’in, Nizamülmülk’ün yukarıdaki tesbiti doğrultusunda ha­reket ettiğini göstermektedir. (66)

Bu dönemde yetişip, yasamış ol­ması hasebiyle, müellifimiz Nesefî ’nin de yukarıda işaret edilen dev­let tahsislerinden istifade etmiş olma­sı kuvvetle muhtemeldir.

2— Nesefî’nin Meşgul olduğu ilmi sahası:

Yetişme tarzı itibarıyla, çağının İslâmî geleneğinden ayrılması müm­kün olmayan müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin, bütün meşhur İslâm â­limleri gibi, öncelikle temel İslâmî ilimleri öğrenip hazmettikten sonra, bunlar arasından kendisine ihtisas a­lanı olarak kelâm ilmini seçti­ğini kabul etmemiz gerekir. Bu gö­rüşümüzün en kuvvetli dayanağı, müellifimizin bir sonraki başlıkta incelemeğe ve tanıtmağa çalışacağı­mız meşhur Tabsıratü’ l - edille’sidir. Kelâm sahasında böylesine meşhur ve önemli bir eseri ka­leme almış olan kişinin, elbette öncelikle bu sahada otorite olduğunu ka­bullenmek icap eder

Bu arada, birçok hanefî tabâkât müellifi (67) ve bu eserlerdeki bilgile­re dayanan bazı araştırıcılarımız (68), İmam Maturidî’den sonra Maturidi ekolünün en büyük kelâmcısı olan Ebu’I-Muîn en-Nesefî’yi, sadece İslâm Hukuku ile meşgul olmuş bir kişi olarak tanıtma, yanılgısına düşmüş­lerdir, (69) Böyle bir yanılgının, mü­ellifimize atfedilen, ancak ona âit ol­ması şüpheli bulunan, İmam Şeybânî, (v. 187/802) nin, el-Câmi’u’l-kebîr adlı eserine yapılmış olan bir şerhten kaynaklandığım sanıyoruz. (70) Nesefi’nin İslâm Hukuku sahası ile hiç alâkasının bulunmadığı elbette söyle­nemez. Ancak, Tabsıratü’l-edille gibi önemli bir kelâmi esere sahip bulunan müellifimizin, ihtisas alanının kelâm ilmi olduğunu ifade etmeye mecbu­ruz.

3 — Nesefi’nin Eserleri ;

a) “Taftsıratü’l-edille” :

Ebu’l-Muîn en-Nesefi adı, bize derhal İmam Maturidi’nin Kitâbu’t- tevhîd’inden sonra Maturidiyye ekolü­nün en değerli kaynağı olan Tabsıra- ’tü’l-edille’yi(71) çağrıştırmaktadır.

Nesefi’nin bu kıymetli eserinin kütüphanelerimizde halâ yazma ha­linde bulunuşu kelâm ilmi açısından, özellikle maturidilik adına bir talihsizliktir. Bu eserin memleketimiz kütüphanelerinde pek çok yazma nüs­hasının bulunuşu ise, konunun sevin­dirici dan yanıdır.

Telif olunduğu devirde bile geniş yankılar uyandıran (72) Tabsıra, ke­lâm problemleri açısından olduğu ka­dar, kelâmi tarihi bakımından da çok ehemmiyetli bilgileri muhtevidir. Zirâ Nesefî, bu eserinde muhaliflerinin fi­kirlerini de objektif bir tarz da yansı­tabilmiş bir kelamcıdır. (73) Ancak Nesefi’nin bu eserinde, bazı durum­larda muhaliflerinin isimlerini zikret­meden münakaşa yürüttüğü yerler vardır. Böyle durumlarda ise okuyu­cu için, Nesefi’nin görüşü ile muarızlarının fikirlerini ayırt edebilme güç­lüğü doğmaktadır.

İmam Maturidi eserinde, felsefi, terimlere başlangıç teşkil edebilecek yeni tabir ve kelimeleri kullandığı halde (74), takipçisi saydığımız, Ne­sefî’de bu tür kullanımlara pek sık rastlanmaz.

Nesefî, özellikle bu eserinde o dönem için kendine hâs, bugünkü il­mî deyimi ile semantik(75) adı ile anabileceğimiz çok değişik bir metot izlemektedir, İlm-i kelâm’da Nesefî’nin öncülüğünü yaptığı bu metot, kendisinden sonra takip edil­memiş, dolayısıyla fazla bir gelişme maalesef gösterememiştir. (76)

Memleketimiz ve diğer İslâm ülkeleri kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunan ve bu nüs­halarının ışığında tenkid ve tahkiki (edition qritique) ilmî bir neşrinin(77) kelâm ilmine yeni ufuklar açacağına inandığımız Tabsıratül’ 1-edille, İmam Maturidî’nin Kitâbü’t-tevhîd’inin müphem tarafla­rının anlaşılmasında müracaat edile­bilecek en faydalı bir eserdir, Zira Nesefî; kelâm ilminin ağır ve zor anlaşılır konularını, Maturidî’den daha sistemli ve metotlu bir şekilde ele alarak, ancak izah ve prensipler­de O’na kesinlikle sadık kalmak kay­dı ile hareket etmiştir.(78)

Yurdumuzun bir çok kütüphane­sinde ve İstanbul’un zengin kütüphanesi Süleymaniye’nin, değişik bölümle­rinde pek çok yazma nüshası bulunan(79) Tabsıra’nın Kayseri Râşid Efendi Kütüphanesinde de güzel bir yazması mevcuttur. (80)

b) et-Temhid li kavaidi’ t-Tevhîd:

Müellifimiz Nesefî’nin, elimizde yazma halinde mevcut bulunan bir başka eseri ise, et-Temhîd li kavâidi’t-tevhîd adını taşımaktadır. (81)

Wensinck tarafından: İslâm inanç esaslarını muhtevasını medrese usulü ile ispat eden bir risâle”(82) olarak tavsif edilen bu eser, aslında Tabsıra’nın bir özeti mahiyetindedir. Zirâ Nesefî, 33 fasıldan müteşekkil olan bu eserindeki bilgileri yeterli bulmayanların daha geniş bilgi için Kitabı Tabsıra’ya müracaat etmeleri­ni istemektedir.

o) Bahrü’l-Kelâm:

Münakaşa edası taşıması bakı­mından ilk iki eserden(83) ayrılan Bahrü’l-Kelâm fi akaidi ehli’l-İslâm adlı bu eser, müellifimizin, aslı ve tercümesi matbu olan yegâne eseridir.(64)

d) Nesefi’ye atfedilen diğer eserler:

Nesefî’nin yukarıda tanıtmaya çalıştığımız üç eserinin de, kütüpha­nelerimizde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır. Çeşitli kaynaklarda ona atfedilen bazı eser adlarına rastlamakta isek de,(65) şimdilik bunların hiçbirine sahip olmayışımız bu bilgilerin doğruluk derecesi hak­kında kanaat beyan etmemizi engel­lemektedir,

Hanefi tabakât kitaplarında, Ne­sefî’nin, İmam Şeybânî (v. 187/802) nin “el-Câmiu’l-Kebîr" adlı eserine bir şerh kaleme aldığından bahsedilir. Ancak bu eserin gerçekten Nesefî’ye aidiyyeti konusunda ciddî bir bilgiye sahip değiliz.

4 — Nesefi’nin Talebeleri:

Tabsıratü’l-edille gibi, Maturidi kelâm eserlerinin en önemlilerinden birini telif etmiş bulunan ve daha zi­yade kelâm sahasında isim yapmış olan Ebu’l-Muîn en-Nesefî’yi, bazı müellif ve araştırıcıların sadece bir İslâm Hukukçusu olarak inceledikle­rine yukarıda işaret etmiştik. Müel­lifimiz Nesefi’nin temâyüz ettiği asıl sahanın dışında gösterilmesi olarak değerlendirdiğimiz, bu bakış tarzının, olumlu olan yönü, Nesefî’nin talebele­rini tesbit etme konusunda bize ışık tutmuş olmasıdır. Zirâ Hanefî taba­kât kitapları, yukarıda da işaret edildiği veçhile, bir yandan Şerhu Câmiu’l-kebîr’i ittifakla müellifimize ait bir şerh olarak gösterirlerken, di­ğer yandan da onun talebelerinin i­simlerini vermektedirler. Şimdi bu isimleri kısaca tanımakta fayda mü­lâhaza ediyoruz:

a)Ebû Bekr Alâüddin Muhammed b. Ebî Ahmed es-Semerkandî (v 539/1144)

İslâm hukuku sahasının mühim şahsiyetlerinden biri olduğu kadar, kelâm ilmi açısından da aynı önemi hâiz simâlardan olan Alâüddin es- Semerkandî, müellifimiz Ebu’l-muin en-Nesefi’nin talebelerindendir.

Alâüddin es-Semerkândî’nin tabakat kitaplarından öğrendiğimiz ho­ca silsilesinde Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (v. 493/1100) de (87) bulunmakta­dır.

Maturidi ekolünün bu iki önemli simasına talebe olan Semerkandî’nin hoca zinciri, üstadları Pezdevî ve müellifimiz Nesefî kanalı ile büyük İmam Maturidi’ye kadar ulaşmaktadır. (88)

Ebu’l-Muin en-Nesefî’nin, Semerkandî’ye sadece fıkıh okuttuğunu kaydeden araştırıcılara (89) katılma­mız mümkün değildir, Zira Alâüddin es-Semerkandi, İmam Maturidî’nin daha ziyade kelami görüşlerinin yer aldığı Te’vilatü’l-Kur’an adlı meşhur dirâyet tefsirini, hocası Ebu’l Muin en-Nesefi ile beraber okuduklarını ve hocasının da gerekli bulduğu yerler de şerhler yaparak faydalı bilgiler ilave ettiğini bu eşsiz tefsire yaptığı şerh’in önsözünde bizzat ifade et­mektedir. (90) Semerkandî’nin bu ifa­desinde de anlıyoruz ki; müellifimiz Ebul-Muîn en-Nesefî’nin Alâüddin es-Semerkandi İle olan tedris müna­sebeti, daha ziyade kelâm sahasına münhasır kalmış olmalıdır.

Alâüddin es-Semerkandî, 539/1144 tarihinde Buhara’da vefât etmiştir. (91)

b) Ebû Nasr Ahmed b. el-Ferâh b. Abdülaziz es-Sagarci es-Sogdi (V. 524/1129)

Semerkand’a beş fersah mesafe­de bulunan Istıhan bölgesindeki es- Sugd köylerinden biri olan Sağarc’(92) a mensup bulunan bu zatın da (93) Ebu’l-muîn en-Nesefi’nin talebelerinden biri olduğunu yine hanefiyye tabakat kitaplarından öğ­reniyoruz. (94)

c) Nesefî’nin bilinen (95) bir başka talebesi ise; Ebu’l-Feth Zahiru’d-din Abdü’r-reşîd b. Ebî Hanife b Abdürrezzâk b. Abdullah el-Velvâlici (V. 540/1146)‘dir.(96)

Sonuç:

Bu araştırmamıza başlarken Maturidiyye âlimlerinin hayat ve eserlerinin incelenerek, bu âlim topluluğunun üzerine —her nedense— kapla­mış bulunan ihmâl bulutlarının giderilmesi gereğine işaret etmiştik.

Ehli Sünnetin en güçlü kolu olan ve kelâmın kompleks problemle­rine en makul çözümler getirmiş bu­lunan Mâturidîyye ekolü üzerine ya­pılacak araştırmalarda, biyografik ve ilmi hayatını arza çalıştığımız Nesefi’nin ihmâl edilmemesi gerektiğini tekrar ifade etmek isteriz. Temenni­miz, daha kapsamlı yeni araştırmalarla müellifimizin değerli eseri Tabsıratü’l-edille’nin neşrinin sağlanma­sıdır.

(1) Teftâzânî, Şerhu’l-akâid, s. 16­-17.

(2) Dünyada bilinen bir tek yazma nüshası (Cambridge University Library, No: 3651) bulunan Kitâbu’t-tevhtd 1970 yılında Dr. Fethullah Huleyf tarafından ge­niş bir mukaddime ile neşredil­miştir, Bu neşrin tıpkı basımı 1979 da İstanbul’da yapılmıştır. Bu neşirlere dayalı olarak eser, bazı yanlışlarla H. Sudi Erdo­ğan tarafından tercüme edile­rek 1981’ de Tevhid adı ile ya­yınlanmıştır.

(3) İmam Maturidî’nin hacimli tef­siri Te’vilâtü’l-Kur’ân’ın bir bölümü Dr. İbrahim ve Seyyid Avazeyn tarafından 1 cilt halin­de 1971 yılında Kahire’de basıl­mıştır. Yakın zamanda aynı tür bir neşir de, bu konuda İn­giltere’de doktora yapmış olan Dr. Muhammed Müstefidu’r Rahmân tarafından Te’vilâtü ehlis-Sünne adı ile yapılmış, Bağdat’da 1983 de yayınlanmıştır. Ülkemizde de Te’vilât’ı konu edinen ve henüz matbu olmayan iki doktora çalışması mevcuttur: Dr. Muhammed Erolu, Ebû Mansur el-Maturidî ve Te’vilâtü’l Kur’ân, İstanbul, 1971; Dr, Ragıb îmamoğlu, Maturidî ve Te’vilatü’l-Kur’ân’ da Tefsir Metodu, Ankara, 1973.

(4) Neseft’nin hayatından ve eser­lerinden bahseden kaynakları alfabetik olarak şöylece aralayabiliriz; Aliyyu’l-Kari, el-Esmârü’l-ceniyye fî esmâi’l-hanefiyye, Şehid Ali Paşa No: 1841 vd; 82; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, II, 487; İzâhü’l-meknûn, II, 156; Brockel­mann, C, GAL, I, 547; Supli, I, 757; Kureşî, Cevâhiru’l-Mudla, II, 189; Kehhâle, Mu’cemu’l-müellifin, VII, 66; Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, I, 337, 570, II, 1485; Luknevî, el-Fevâldu’l-Behiyye, 216-17; Taşköpriizâde, , Tabakâtü’l-fukahai’l-hanefiyye. Es’ad Efenedi, NO: 2311, Vr: 25 a; Yusuf Elyas Şerkis, Mu’ cemu’l-matbûât, s. 1854; Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrin­de Maveraünnehir İslâm Hukukçuları, 73-74; Wensinck ( A. J.„ “Nesefî maddesi, İsl. Ans. C: IX, 3. 199; Zirikli, eLÂ’lâm, C.: VIII, s. 301.

(5) Bkz: Doç. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Maturidî ve Nesefiye göre insan hürriyeti kavramı, Ankara, 1982 (Basılmamış Do­çentlik Tezi) IV, 221 Daktilo sahifesi, Müellif, Ankara Üni­versitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi’nin 1985 yılında neşredi­len Cilt: XXVII. sayısında “Maturidî Kelâm Ekolünün İki Büyük Siması : Ebu Mansur Maturidî ve Ebu’l-Muin en-Nesefî” başlıklı makalesinin bir bölümünü Nesefiye tahsis et­miştir. Bkz: S: 281-298.

(6) İbn Kutluboğa’nın konu ile il­gili ifadeleri aynen aşağıya a­lınmıştır (Bkz.: Tâcü’t-Terâcim, s. 78).

(7) Broclemann, GAL, Suppl, I, 762; C.A. Storet, Persian Literatüre, Landon, 1936 Section, II. Fassicules, 2, Page, 371; Zeki Velidi Togan, Tarihte Usûl, s. 192, İs­tanbul, 1969. Krş: Richard N. Frye, City Chronicles of Central Asia and Khurasan: A history of Nasaf, İstanbul, 1953, s. 165. (Fuad Köprülü Armağan için­de, DTCF neşri)

(8) Bu eser, Sayın Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız tarafından Türkçemize kazandırılmıştır. “Moğol İstilâsına Kadar Türkistan”, İstanbul, 1981.

(9) Bu farsça metinden, Sayın Dr. Emel Esin’in özel kütüphane­sinden lutfettikleri fotokopi ile yararlandık. Kendilerine mü­teşekkiriz. Bkz,; V. Bartoli Turkestan v’ epoxu Mongol’ skago naşestviya, Petrograd, 1898, Metinler Bölümü, s. 48­51.

(10) Z. Velidi Togan, Tarihte Usul, s. 192 de bu Zeyl’e işaret eder. F. Sezgin, GAS, I, 353 de bu Zeyl’in bulunduğu kütüphaneyi belirtir. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Turhan Sultan Bö­lümü 70 numarada kayıtlı bulu­nan bu yazma tarafımızdan tetkik olunmuştur,

(11) Bkz: Prof, Dr. Hüseyin Atay, Kelâm’a Giriş, s. 2, Ankara, 1978.

(12) Bkz: 4 nolu dipnotta zikredilen kaynaklar

(13) Ziriklî, el-A’lâm, VIII, 301; Kehhâle, Mu’cem, XVIII, 66.

(14) Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 20-21; ve anılan Makale, s. 293 ve orada zikredilen kaynaklar.

(15) Kehhâle, A.g.e., aynı yer. Sayın M.S. Yazıcıoğlu, anılan tez ve makalesinde, Tarih-i Buhâra müellifi Nersâhi’ (v. 348/959) nin, müellifimizden bahsetmediğini kaydetmektedir. (Bkz. Yazıcıoğlu, A,g.e., 19-20 ve anılan makale, s. 293) Ancak biz, Nerşâhi’nin Nesefî’den bah­setmemesini yadırgamıyoruz. Zira her iki müellif çağdaş bile değillerdir. Kısaltılan Farsça şekli üzerine neşirleri yapılan Târih-i Buhara’da, bizzat Nerşâhi’nin, Nesefi’den bahsetmesi mümkün değildir. Nerşâhi’nin bu eseri, kısaltılmış şekli ve diğer neşirleri konusunda bakı­nız: V. Minorsky, "Nerşâhi” maddest, İsl. Ans. c, IX, s, 197-­98; Z.V. Togan, Tarihte Usûl s. 162; Richard N. Frye, The His­tory of Bukhara, Translated from a Persian Abridment of Arabic Original by Nerchaky, Cambrid­ge, 1954, (Page, XVHI, note 10); Charles Schefer, Descripti­on topograp hique et historique de Bcukhara par Muhammed Herchakhy Paris, 1892.

(16) Richard N. Frye-Aydın Sayılı, Selçuklulardan Önce Orta Şarkta Türkler, Belleten, X, 37, s. 97, Ankara, 1946.

(17) Z.V. Togan, “Harizm” maddesi, İsl. Ans. C: V, s 240.

(18) Barthold, "Mâverâünnehir” maddesi, İsl. Ans. C. VII, a. 409.

(18) Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l Buldân, c. V. s. 45.

(20) Z. Velidi Togan, Bugünkü Türk İli Türkistan, I, 94; L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, II, s. 58, İstanbul, 1970,

(21) Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, I, 54, An­kara, 1954.

(22) Philippe Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, I, 238.

(23) Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız İslâmiyet ve Türkler, s. 7.

(24) Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. I, 138; Dr. Zekeriyya Kitapçı, Emeviler Devrinde Mâverâünnehirde İslâmiyetin Yayılış Tarihi, s. 187, Erzurum, 1975 (Basılmamış Doçentlik Tezi)

(25) Karluk Türkleri için bkz: Dr. Hüseyin Salman, VII. ve X. A­sırlar arasında önemli Türk Boylarından Karluklar ve Karluk Devleti, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 15, s. 169-206, İst. 1981.

(26) Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, s. 32.39

(27) Bu şehirde İslâmiyetin Yerleşi­şi ve yayılışı konusunda bakı­nız; Dr. Zekeriyya Kitapçı, İslamiyetin Asya Türk Medeniye­tinin Beşiği Semerkand ve Ha­valisinde ilk Yayılışı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 25, s. 109-135, İstanbul, 1983

(28) Dr. Zekeriyya Kitapçı, Bugün­kü Türk-İslâm Şehri Buhara’da İslâmiyetin Yayılışı ve Yerleş­mesi, Milli Kültür Dergisi, Sa­yı: 3, s. 56, Ank. 1977.

(29) Bakınız: 2 nolu Harita.

(30) Nesef kelimesinin, Nesif şeklin­de okunması gerektiğini kay­dedenlerde vardır. Bkz: Luknevî, el-Fevaid, s. 102,

(31) Bkz: Barthold, İsl. Ans. "Soğd” maddesi, C. X, s. 736-37.

(32) V. Minorsky, “Nahşeb" mad­desi, İsl. Ans. C. IX, s. 39; Hudûdu’l-alem, “Nakshab" p. 114, London, 1937; Barthold, Türkis­tan, 176.

(33) Yâkut, Mu’cem, VIII, 286-87; Şemseddin Sâmi, Kamusu’l-A’ lâm, V, 3510.

(34) Zerefşân için bkz: Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkis­tan, 106 vd.

(35) Yakût, Mur’cem, VIII, 287, Krş; Barthold, A.g.e., 177.

(36) Z. Velidi Togan, Bugünkü Türk İli Türkistan, s. 100, İstanbul, 1981; Umumî Türk Tarihine Giriş, C. I, s, 63, 189,

(37) R. Rahmeti Arat, “Karşı” mad­desi, İsl. Ans. C. VI, s. 363. Krş: Dr. Reşat Genç, Karahanlılarda Devlet Teşkilâtı, s. 144, İstanbul, 1981.

(38) Barthold, Türkistan, s. 176; "Çağatay” maddesi, İsl. Ans. C, III, s. 269, V, Minorsky, “Nahşeb” maddesi, İsl. Ans, C. IX, s. 40. Arat, A.ge, s. 364

(39) Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 59, Dr. Erdoğan Merçil, Karahanlılar, s. 794, Türk Dünyası El Kitabı.

(40) Türklerin İslâmî Kabulleri için bkz: Dr. Emel Esin, İslâmiyetten önceki Türk Kültür Tarihi ve Girit, s. 163 vd. İstanbul, 1978.

(41) A. Caferoğlu, Karahanlılar Devri Türk Edebiyatı, s. 405, Türk Dünyası El Kitabı.

(42) Bu nazariyeler için bkz: Omelyan Paritsak, "Karahanlılar” maddesi, İsl. Ans. C. VI, s. 252. Bu sülâle için muâsır İslâm kaynaklarında, “el-Hakaniye” “el-Hâniye” ve “el-Afrâsiyâb" gibi İsimler kullanılmaktadır. Bkz: Togan Umumî Türk Ta­rihine Giriş, s. 58; Dr. Erdoğan Mergil, A.g.e., s, 794; Dr. Emel Esin, A,ge„ s, 163.

(43) Bu kısım E. Merçil’in eserinden kısmen özetlenerek aynen alın­mıştır, Bkz.: A,g,e„ s. 796.

(44) Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, A.g.e., s. 7.

(45) A. Caferoğlu, Karahanlılar Dev­ri Türk Edebiyatı, s. 405,

(46) Y.Z. Kavakçı, Maveraünnehir İslâm Hukukçuları, s. 303,

(47) M.S. Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 7-8; Anılan Makale, s 233,

(48) Prof. Dr. Osman Turan, Selçuk­lular Tarihi ve Türk İslâm Me­deniyeti, s. 390.

(49) Prof. Dr. İ.H. Uzunçarşılı, Os­manlılarda İlmiye Teşkilâtı, s. 227,

(50) O. Turan, A.g,e., 252, 392,

(51) O. Turan, A.g.e, 260

(52) Semâvî Eyice, ’Mescid” maddesi, isl. Ans. C. VIII, s. 51. Nizamülk zamanında Bağdad’dan sonra Isfahan, Rey, Nişâbur, Merv, Belh, Herat, Basra, Mu­sul, Amul gibi merkezlerde ku­rulan medreseler de "Nizâmiye” adıyla anılmaktaydı. Bkz: Dr. A. Çelebi, İslâm’da Eğitim ve Öğretim Tarihi. 114.

(53) Muhammed Khadr, Deux Actes de Wakf dium Qarahanide d’Asie Centrale, Journale Asiatique, 1967, 305-334 (Bu neşrin tercü­mesinden yararlanılmıştır.)

(54) O. Paritsak, “Karahanlılar” maddesi, İsl, Ans. C. VI, s. 260.

(55) Bu vesikaların tercümeleri için bkz: Dr. Saffet Bilhan, 900 yıl­lık bir öğretim Kurumu Buğra Tamgaç Medresesi Vakıf Belgesi, I; Tıp Okulu Niteliğinde 10. Yüzyıllık Türk Hastanesi Vakıf Belgesi, II, A.Ü. Eğitim Bilim­leri Fakültesi Dergisi, C. 15, Sayı, 12, Ankara, 1982,

(56) S. Bilhan, A.g.e., s. 122; Prof. Dr. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 14.

(57) S, Bilhan, A,g,e„ s. 124.

(58) Doç. Dr. S. Bilhan, Orta Asya Türk Devletlerinde Eğitim, Bi­lim ve Sanat Hareketleri, s. 119, Çoğaltılmış Tez, Ank, 1978; Krş: İ.H. Uzunçarşılı, A.g.e., s. 227; M.S. Yazıcıoğlu, Anılan makale, s. 283-4.

(59) M. Altay Köymen, Alparslan Zamanı Selçuklu Kültür Mües­seseleri, s. 117, Selçuklu Araş­tırmaları Dergisi, s. IV, Anka­ra, 1975.

(60) Muhammed b. Abdülcelil es-Semerkandî, Muntehabül-Kand fî tarihi Semerkand, İst.Süleymaniye Turhan Vaide Bölümü, No: 70, Vr: 100 b, str: 5-6.

(61) Dr. Ramazan Şeşen, Salahaddin Devrinde Eyyûbiler Devleti, s. 249, İst., 83.

(62) M. Fuad Köprülü, "Harizmşah1ar” maddesi, İsl. Ans. C. V/1, s. 289.

(63) Dr. R. Şeşen, A.g.e., a.y

(64) Prof. Dr. O. Turan, Selçuklu­lar Tarihi, s. 257 (siyâsetnâme, :Schefer, 1891 neşri, s. 154’den naklen)

(65) Prof. Dr. M. Altay Köymen, Selçuklu Devri Teşkilâtına dair yazılmış bir eser, (H. Horst, Die Staatsverwaltung der Grass selc’uken und Horazmsahs (1038 -1251) Wiesbaden, 1964) Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt, II. Sayı: 2-3, s. 365-66, Ankara, 1964.

(66) Tapılan bu Ödemelerin, yaptık­ları hizmet karşılığı için değil, mevki ve rütbeleri dolayısıyla olması sebebiyle ‘erzâk” tabiri­ni "tahsisât” olarak anlıyoruz.

(67) Kureşî, Cevâhirul-mudiyye, II, 189; İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, 58.

(68) Y. Ziya Kavakçı, A.g.e., s. 94; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyye, II. 487.

(69) M.S. Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 26-27; Anılan Makale, 296.

(70) Nesefîden bahseden birçok kay­nakta anılan eser, Nesefi’ye izâfe edilmektedir: Cevahiru’I-Mudiyye, II, 189, Keşfu’z-zunun, I, 570.

(71) Dr. Fethullah Huleyf, Kitabu’t- Tevhid Mukaddimesi, s. 5 dip­not: 5.

(72) Fahreddin er-Râzi, Münâzârât, Süleymaniye Küt, Serez Bölü­mü No: 3876.13 vd: 81 a, str: 13-15 (Eserin tamamı bu mücelledin 77-89 varakları arasın­dadır.) Dr. Fethullah Huleyf, A Study on Fakhr al-Din al-Razi and his Controveraies in Transoxiana, p, 23-24, Dar al-Machreq Editeurs, Beyrut, 1966. Krş: Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, s, 23 Ankara, 1979- Râzi’nin 580/1184 yılında Mâveraünnehr ulemâsıyla yaptığı münazaraların üçünün Maturi­diyye ulemâsından Nureddin es- Sâbûnî (v. 580/1184) ile kendisi arasında cereyan ettiğini, bu münazaraların toplanmış olduğu Münazâra adlı eserinden bi­liyoruz. Bu ilmi münakaşaların sonunda taraflardan biri olan Sâbûni’nin: “Ben Ebu’l-Muin en-Nesefî’nin tabsıratü’l-edillesini okumuş ve O’nun fevkinde bir eser olmadığına kanaat ge­tirmiştim.” demesi (Bkz: Yuka­rıdaki kaynaklar ( Tabsıra’nın yazıldığı dönemde bilinen ve o­kunan bir eser olduğunu açıkça göstermektedir.

(73) M.S. Yazıcıoğlu, Anılan Maka­le, s. 295.

(74) Maturidî’nin kullandığı: Şey’iyet, Şey’iyyetü’l-eşyâ, şey’iyye- tü’l-ma’dûm, maiyyet, heyûlâ, keyfiyet, bi’l-fi’l, bi’I-kuvve gibi tabirler için bkz; Kitabu’t-tevhîd, s. 7, 13, 16,17, 29, 37, 40-53, 57, 86, 238, 242.

(75) Semantik (anlam bilim) konu­sunda bakınız: Encylopedia Britannica, ’Semantlcs vol: XX, p. 313 A - 313H, Chicago, 1957; Meydan Larausse, C. XI, s. 165-­66; Semantik’ in önemi yurdu­muzda son yıllarda anlaşılmaya başlanmıştır. Bu konuyu içeren bağımsız eserlerin sayısı çok azdır: Dr. Teo Grünberg, Anlam Kavramı "Üzerine Bir Deneme, Ankara ( 1970, Prof. Dr. Doğan Aksan, Ana çizgileri ile Anlam Bilimi, Ankara, 1978, Arıklı, Tunçdoğan, Vardar, Semantik Akımları, İst. 1969.

(76) Prof. Dr. Hüseyin Atay, Kelâm’a Giriş, s. 2.

(77) Dr. F. Huleyf, K. Tevhid mu­kaddimesinde Tabsıra’yı yakın­da neşredeceğini haber verdiği halde, bu neşir henüz gerçekleş­miş değildir, Bkz: A.g,e„ s. 5 dipnot: 5.

(78) M.S Yazıcıoğlu, Anılan Maka­le, s. 294.

(79) Bu nüshalar için bkz: Brockelmann GAL, supli, I, 757; M.S, Yazıcıoğlu Anılan Makale, s. 295, 69 nolu dipnot.

(80) Kayseri Râşid Efendi Nüshası kısaca şöyle tavsif olunabilir: No: 496, 283x195 (215x105) mm, 276 varak, 35 str. Nesih, Tezhipli ,meşin şîrâzeli, Miklepli, Şemseli.

(81) Sayın Doç. Dr. M.S, Yazıcıoğlu, bu eserin İstanbul’daki yazma­larından III. Ahmed, 1366 nüs­hasına dayanarak, eserin kısa tahlil ve tercümesini A.Ü. İla­hiyat Fakültesinde 1971 yılında Lisans Tezi olarak hazırlamış­tır. Bu tez, anılan Fakülte kütüphanesinde mevcuttur.

(82) Wensinck. “Nesefî” mad. İsl. Ans. C: IX, s. 199.

(83) Wenstnck, Aynı yer.

(84) 58 sahifeden ibaret olan bu eser, Kahire ve Konya’da olmak üze­re iki defa basılmıştır. Eserin son yıllarda Türkçe iki ayrı tercümesi yapılmıştır,

(85) Bunlar, el-umde fi usûli’d-din, izâhu’l-mehacce lilkevni’l - akli hücce adlarını taşır. Ayrıca Kü­tüphane fişlerinde ve kaynakla­rında karşılaştığımız” Mubaha- satu ehli’s-Sünne ve’l-cemaa” ve akaid adı ile Nesefîye izafe olunan eserler, Bahrü’l-kelâm olmalıdır.

(86) Bkz: Brockelmann, GAL Supl, I, 757.

(87) İmam Maturidî’nin talebelerin­den biri olan Abdülkerim b. Mu­sa b. İsa (Bkz. Luknevî, 195) nin torunu olan Sadrulislâm Ebu’l-Yusr el-Pezdevî’nin Usûlid- din adlı kelâma müteallik önemli eseri, Sayın Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük tarafından “Ehli Sünnet akaidi” adı ile Türkçemize kazandırılmıştır. İst. 1080. Bu zât için Bkz: Dr. Y. Kavakçı, A.g.e., s. 61.

(88) İbn Kutluboğa, 44, Luknevi, 158, Kureşî, II. 6, Brocelmann, GAL, I, 374; Spçi. I, 640; M. Ze­ki Abdilberr, Mukaddimetü Tuhfetü’l-fukaha Li’s-Semerkandi, s. 14, Dımeşk, 1958.

(89) Y.Z. Kavakçı, A.g.e., s. 94

(90) Semerkandi, Şerhu Te’vilât al- Kur’an, Şahid Ali Paşa, No: 283, vr: la str; 9-10 Krş: M.S. Yazıcıoğlu, Anılan Makale, 294.

(91) Kehhâle, C, VIII, 228; Kureşî, II, 6. Değişik vefat tarihleri ve bunların değerlendirilmesi ko­nusunda bakınız: Y.Z. Kavakçı, A,g.e„ s. 86, Dipnot. 28.

(92) Yakut, Mucemul-Buldân, III, 171

(93) Bu zât İçin bkz: Kureşi, I, 89.

(94) İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, 78.

(95) Bu bilgi İçin Bkz: tbn Kutluboğa, A.g.e., s.73

(96) Velvâlic, Toharistah ve Bedehşân arasında bir beldedir Bu zat hk. Bkz: Hacı Halife, Keşf, II, 1230; Brockelmann, GAL, II, 94, Supli, II, 86. Velvallci için verilen 710/1310 şeklindeki ve­fat tarihi yanlış olmalıdır. Bkz: İbn Kutluboğa, A,g,e., 34-35, Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhıyye, I. 464.