Dr. Metin YURDAGÜR
Yüce Dinimiz’in iman esaslarının izah, ispat ve müdafaasını üstlenmiş bir ilim dalı olan akâid ve kelâm sahasında, İslâm Tarihi boyunca birbirinden farklı metotlar benimseyen bazı itikadı ekollerin teşekkül etmiş olduğu malûmdur. Akâid ve kelâm ile ilgili eserlerde, pek sık olarak karşımıza çıkan “ehl-î sünnet” ifadesi, bu ilimlerle alâkalı bir ıstılah olup, “ehli’s-sünneti ve’l-cemaa” terkibinin kısaltılmış şeklidir. Bu terim; “Rasulullah (s.a.v) ve ashâbının (r.a.) akâid sahasında takip ettikleri yolu izleyenler” olarak anlaşılmaktadır.(1)
Bilindiği gibi, ehl-i sünnet topluluğu da, selefiyye, eş’ariyye ve mâturidiyye fırkalarına ayrılmıştır. Başlangıçtan itibaren, genellikle fıkıh alanında hanefiyye mezhebini, akâid konularında ise, bu mevzuların izahında Kitâb ve Sünnet’e en çok bağlılık göstermiş, telâkkilerinde ashâb ve tabiin metoduna en fazla yaklaşabilmiş, itikâdî konularda kuru münakaşa ve cedel zihniyetinden en çok uzak durabilmiş bir itikadı ekol olan Maturidiyye mezhebini benimsemiş olan müslüman Türkler’in, bu ekolün sistemleşmesinde, kemmiyet ve keyfiyet açısından gelinmesinde büyük hizmetleri olmuştur, Maturidiyye Kelâmcıları ana başlığı ile anılabilecek olan bu âlimler topluluğunun hayat ve eserleri üzerinde gerekli alâka ve ihtimam maalesef gösterilememiştir. Bu ekolün kurucusu olan büyük âlim, İmam Maturidî (v. 333/944) nin muhteşem eseri Kitâbu’t tevhid’in bile, ancak 1970 yılında basılarak ilim âlemine sunulabilmiş olması düşündürücüdür. (2) Bu menfî gözüken tablonun yanında, ülkemizde ve İslâm âleminde bu ihmal ve alâkasızlığın sona erdiğini müjdeleyen bazı ilmî çalışmaların başlamış ve meyvelerinin görülmüş olması cidden sevindiricidir. (3)
Her ilimde olduğu gibi, bütün dinî ilimlerin temelini teşkil etmesi bakımından en şerefli ilim kabul edilen akâid ve kelâm sahasında da, zamanın akışı içinde İmam Eş’arî (v. 324/936), imam Maturidî (v. 333/ 944), İmam Bâkıllâni (s. 403/1013), İmam Cuveynî (v. 478/1085), İmam Gazzali (v, 505/1111) ve İmam Ebul’-Müîn en-Nesefî (v. 508/1114) ve Fahreddin er-Râzi (v. 606/1210) gibi büyük ve müstesnâ dehâlar yetişmiştir. Bu âlimler, çevrelerinden ve uzun geçmiş yılların birikmiş tecrübelerinden aldıkları kültür mirasını kendi engin kabiliyetleri ile benliklerinde öylesine mezcetmişlerdir ki; neticede onlar, yalnız kendi çevreleri için değil, fikirlerinden istifade imkânı bulabilen bütün insanlık için birer rehber olma durumuna gelmiş ve onlar için birer ilhâm kaynağı olmuşlardır. Bu çaptaki âlimlerimizin, yalnız çağdaşlarına değil, uzun asırlar boyunca kendilerinden sonra gelen nesillere de hocalık etmiş olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Biz bu araştırmamızda, itikadî konularda görüşlerini benimsediğimiz İmam Maturidi’nin eserlerinin ve sisteminin anlaşılmasında büyük payı olup, bu büyük İmam’dan sonra, Mâturidiyye kelâm ekolünün en büyük kelâmcısı olarak anılmaya gerçekten lâyık bir âlim olan Ebu’l- Muin en-Nesefi’nin biyografik ve ilmi hayatını, yaşadığı çağı ve kültür çevresini, O’nun kaleme aldığı eserleri ve talebelerini tanıtmağa çalışacağız. Bu araştırmanın, büyük bir kısmı Türk asıllı olan mâturidiyye ulemâsının meydana getirdiği pek çok kıymetli esere, itikatta Maturidi olduklarını beyan edenlerin daha fazla eğilmelerinin gerekli olduğunu bir kez daha hatırlatmasını diliyoruz.
Dr. A. Vehbi Ecer’in, Türk Dîn Bilgini Maturidî adını taşıyan ve İmamımızın Hayatını ve Doktrinini konu edinen çalışması yanında, Maturidî Kelâm sistemini ele alan ilmî araştırmalar da vardır; Bu tür çalışmalardan tesbit edebildiklerimizi şöylece sıralayabiliriz: Doç, Dr. Kemal, Işık, Maturidi’nin Kelâm Sisteminde İman, Allah ve Peygamberlik Anlayışı, (Doçentlik Tezi), Ankara, 1980, Dr. Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, (Nureddin es. Sabunî’nin el-Bidâye fi usulid- Din adlı eserinin araştırma ve notlar ilavesiyle tercüme neşridir.) Ankara, 1979, Dr. M, Saim Yeprem, îrâde Hürriyeti ve İmam Maturidî, İstanbul, 1980. Dr. Mustafa’ Sait Yazıcıoğlu, Maturidî ve Nesefî’ye Göre İnsan Hürriyeti Kavramı, Ankara, 1982 Basılmamış Doçentlik tezi Dr. Hasan Şahin, Descartes’in Tanrı Anlayışı ve Maturidî Işığında Değerlendirilmesi, Ankara, 1982, (Basılmamış Doktora Tezi).
1 — Ebu’l-Muin en-Nesefi’nin Biyoğrafik Hayatı:
1. Konuya Genel Hatlarıyla Bakış:
a) Nesefi’nin hayatı hakkında bilgi bulunabilecek Kaynakların Durumu;
Kaynaklar ve tabakât kitaptan İmam Maturidi’de göstermiş oldukları anlaşılmaz suskunluklarını, O’ nun başarılı takipçisi Nesefî’de de aynen sürdürmüşlerdir. Her iki ke- lâmcımızın hayatı konusunda suskun kalan bu kaynakların hepsinde, müellifimiz Bîbu’l-Muin en-Nesefi hakkında “bilgi Kırıntısı" olarak nitelenebilecek ölçüde, yalın, kısa teferruatsız ve de tatmin edici olmaktan çok uzak bir kaç satırın tekrarını bulabilmekteyiz. (4) İmamımız Nesefi konusunda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Sayın Doç. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu’nun Doçentlik tezi ve kısa zaman önce neşredilmiş makalesi dışında yapılmış herhangi bir müstakil ilmî bir çalışmanın mevcut olduğunu sanmıyoruz. (5)
Bu kaynakların tamamını yeni bir bilgi ışığı bulabilme ümidiyle yeniden ve özenle tetkik ettik. Bunlar arasında en çok dikkatimizi çeken ve bizi uzun süre araştırmaya sevkeden kaynak, İbn Kutluboga (v. 879/1474) nın “Tâcü’t-terâcim” adını taşıyan Hanefiyye ulemâsı tabakatı ile ilgili meşhur eseri olmuştur. Zira bu müellif adı geçen eserinde Ebu’l-muîn en Nesefi’den bahsederken, onun hayatı hakkında teferruatlı bilgi bulunabilecek ve şimdiye kadar dikkatlerden kaçmış olduğunu zannettiğimiz bir başka kaynağa atıfta bulunmaktadır, (6) Bu atıf bizi, Nesefî’nin çağdaşı ve hemşehrisi olan Ömer en-Nesefî (v. 537/1142)nin, kısaca el-Kand şeklinde bilinen, ancak el-Kandiye, eI-Kand fî ma’rifeti ulemâi Semerkand, yahut da el-kand fî tarih-i Semerkand adları ile de anılan eserinin yazına, veya matbu nüshalarının mevcut olup olmadığı, varsa nasıl bulunabileceğini araştırmaya sevketmiştir. Bu konuda müracaat ettiğimiz ilk kaynaklar ise, bu eserin farşça nüshasından bazı parçaların Barthold (1869-1930) tarafından neşr olunduğu bilgisinden öte bir malûmat vermemiştir, (7) Türkistan tarihinin tanınmış araştırıcılarından biri olan bu müellifin ünlü "Turkestan down to the Mongol Invasion’’’ adlı eserinin (8) ilk Rusça baskısının sonunda yer alan metinler bölümündeki bu farsça neşirde, Tâcü’ t-teracim’de bulunduğunu naklettiğimiz Nesefî hakkındaki övgü dolu ifadeleri ve umduğumuz mufassal malûmatı bulmak mümkün olmamıştır.(9) Öte yandan Sayın Prof. Dr. Fuad Sezgin’in işaret ettiği Muhammed b. Çelil es-Semerkandî tarafından bu esere yapılmış zeyl üzerinde yaptığımız incelemeler de bizi hedefimize ulaştıramamıştır.(10)
b) Nesefi’nin Doğum ve ölüm Tarihi;
İmam Maturidi’den sonra “Maturidilerin en büyük kelâmcısı olan ve kendisinden sonra onun yolunda ve sisteminde kimse yetişmeyen”(11) Ebu’l-Muîn en-Nesefî, hicrî 428 (milâdî/1037) yılında Mâverâünnehir bölgesinin o dönemindeki en önemli kültür merkezlerinden biri olan Nesef’te doğmuştur. Müellifimizden bahseden kaynaklar, o’nun 508/1114 yılında vefât ettiğini kaydetmektedirler. (12) 70 yaşında iken öldüğünü bildiğimiz Nesefi’nin, doğum tarihini 418/1027 olarak gösteren kaynakların yanıldığını zannediyoruz. (13) Zira, Nesefi’nin ölüm tarihi ve yaşı konusundaki yukarıdaki bilgiler gözönünde bulundurulunca, ortaya çıkan tarihler arasındaki uyumsuzluk bu kanaatimizi pekiştirmektedir.
c) Nesefî’nin Ailesi ve Yakınları:
Müellifimiz Nesefî’nin âilesi ve yakınları hakkında da fazla bilgiye sahip bulunduğumuz söylenemez. Ancak, dedesi Ebü Muti’ Mekhûl b. Fazl en -Nesefî (v. 318-9?/930) nin
kelâmcı, fakîh, hadis ve tasavvufla meşgul olduğu bilinmektedir. (14)
Tam künyesi; Meymûn b. Muhammed b. Said b. Muhammed b. Mekhûl b. Ebi’1-Fadl el-Mekhûlî olan Ebû’l-Muîn en-Nesefi’nin bir müddet Semerkand’da bulunduğu, daha sonra ise Buhara’ya yerleştiği kaydedilir. (15) Elimizdeki kısıtlı bilgiler ışığında onun biyografik hayatını detaylandırmamız mümkün gözükmemektedir. Bu kısıtlı bilgiler bize, O’nun yaşadığı çağ ve bölge itibarı ile Karahanlı devletinin hâkimiyyet bölgesi olan, Mâverâünnehir’de hayat sürdüğünü ve eserlerini bu bölgede telif ettiğini kabul ettirmektedir. Bu bakımdan biz, önce Mâverâünnehir bölgesinin coğrafî, tarihî, iktisâdî ve kültürel durumuna kısaca temâs edecek, daha sonra da müellifimiz döneminin siyâsî iktidarını oluşturan Karahanlılar devletinin kısa bir tarihçesini sunmağa çalışacağız.
2— Nesefî’yi Yetiştiren Bölge: Mâverâünnehir
a) Mâverâünnehir Bölgesinin Önemi:
İslâm, hatta dünya tarihinde önemli bir yeri olan Mâveraünnehir ve Horasan bölgelerinin, milâdî VII- XII. asırlar arasındaki tarihinin, Türklerin siyâsî tarihi bakımından olduğu kadar, medeniyyet ve kültür, aynı zamanda ilim tarihi açısından da pek büyük önemi haiz olduğunu söylemeliyiz. Zirâ bu bölge, İslâm dünyasının ilim ve kültür hayatında olağanüstü bir rol oynamıştır. (16)
İslâmiyet; Mâturidî, Farabî, İbn Sinâ Birûnî ve Ebu’l-Muîn en-Nesefî gibi pek çok ünlü ilim adamı ve mütefekkirini ve bunların kıymetli kaynak eserlerini, bu bölgeye borçludur. İlim adamlarımız, Amuderyâ deltasının, Orta Asya’nın bilhassa İslâmî devir kültür hayatındaki rolünü; Ön Asya’da Mezopotamya bölgesinin, Mısır’da Nil deltasının rollerinin benzeri olduğunu ifade etmektedir,(17) İşte bu açıdan, Mâverâünnehir’in İslâm kültür ve medeniyetindeki yeri ve önemi, geniş İslâm ülkesinde işgal ettiği sahanın küçüklüğü ile mukayese edilemeyecek kadar büyük ve manâlıdır. Bu ehemmiyetine binâen, aynı zamanda müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’yi de yetiştirmiş olması hasebiyle, bu bölgenin, coğrafî ve iktisâdi durumu ile Nesefî dönemindeki siyâsî ve kültürel manzarasına bakmayı gerekli buluyoruz.
b) Mâverâünnehir Bölgesinin Coğrafî Sınırları:
Sözlük anlamı itibarıyla: “nehrin arkası, öte tarafında bulunan ülkeler" manâsında Arapça bir terkip olan Mâverâünnehir sözcüğü, genellikle müslüman coğrafyacılaraca benimsenmiş ve günümüzde de kullanılmakta olan coğrafi bir terimdir, Batı kaynaklarında bu tabirin karşılığı olarak: “transoxiana’’ kelimesi yer almaktadır. (18) Büyük coğrafyacı Yâkût (v. 626/1229) ise; Ceyhun nehrinin bir sınır olarak kabul etmekte ve gerisinde kalan ülkeleri mâverâünnehir olarak göstermek suretiyle âdeta bölgenin bir haritasını çizmektedir. (19)
c) Bölgenin İktisâdi Durumu:
Mâverâünnehir, Orta Asya’daki diğer bölgelerle kıyas edildiğinde, iktisâdi yönden fevkalade müreffeh bir ülke olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu iktisâdi refahın en önemli ve etkin sebepleri arasında tarihi İpek Yolu (The Great Silk Road) ile Hint Baharat Yolu’nun bu bölgeden geçişini saymak lâzımdır. Bilindiği gibi bu tarihi ticaret yollarından İpek Yolu’nun güzergâhında, Merv, Buhara ve Semerkand gibi şehirler bulunmaktaydı. Bu güzergâhı takip eden ipek yolu, ipeğin hakiki vatanı Çin’e kadar ulaşıyordu. (20)
O dönemin uluslararası ticaretinde büyük önemi olan bu yol, bir yandan bölgeyi iktisâden kalkındırırken, diğer yandan da doğu ile batı arasındaki bir kültür ve medeniyet köprüsü olmak gibi önemli bir başka görevi de ifa etmekteydi. Pek tabiidir ki, bu müspet iktisâdi konum, bölgenin jeopolitik ve stratejik önemini artırmıştır. Ancak Mâverâünnehir, bu önemi dolayısıyla devamlı surette el değiştiren ve bu değişikliklerden dolayı da siyâsi yönden pek istikrarı olmayan bir bölge haline gelmiştir.
d) Bölgede İslâmî Fetihlerin Tarihçesi:
Hz. Ömer (r.a.) devrinde liyakatli komutanların sevk ve idaresinde ilerleyen müslüman Arap orduları, Suriye’de Bizans’a karşı tam bir zafer kazandıktan sonra(21), İran’a yönelmiştir. Meşhur Kadisiye muharebesinde (15/636) büyük bir bozguna uğrayan asırlık Sasânî imparatorluğu, bu harbi müteakip, İran’ın kuzey ve güneyinde cereyan eden bir kaç küçük savaşla tarih sahnesinden çekilmiştir.(22) Bu savaşlar ve sonuçları olan fetihleri takiben Mâverâünnehir’e kadar dayanmış olan İslâm orduları bu bölgede Türklerle karşılaşmış ve uzun müddet onlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. (23)
İslâm, Emevîler devrinde Mâverâünnehr’e girmişse de, bu dönemde bölgede yeteri kadar yayılamamıştır. Bu olumsuz sonuçta, bölgeye gönderilen Emevî vâlilerinin, yerli halka karşı takındığı müspet olmayan tavırlarının önemli menfi payının olduğu muhakkaktır. (24)
Talas meydan savaşı (134/751), Türkler’in İslam’ı kabul edişleri bakımından önemli bir dönüm noktasıdır. Savaş esnasında müslüman olduklarını açıklayan Kartuk Türklerinin(25) ardından, İslâmiyet hızla diğer Türk boyları arasında yayılmaya başlamıştır.
e) Maveraünnehir’de Önemli Şehirler;
aa) Semerkand ve Buhara;
Yukarıda kısaca özetlemeğe çalıştığı şekilde Mâverâüanehr’e yerleşen İslâmiyet ve akabinde meydana gelen büyük ve parlak medeniyet, devrin bütün önemli yollarının kavşağı olan bu mümbit topraklarda gelişmeye çok müsait bir ortam bulmuştur. Nitekim bölgenin, Semerkand ve Buhara gibi şöhretli şehirlerinin kısa bir zaman sonra İslâm ilim ve irfanının göz kamaştırıcı birer merkezi haline geldiklerini, eski çağlardan beri diğer bir medeniyet merkezi olan Mezopotamya’nın Bağdat, Basra, Küfe gibi ünlü ilim ve kültür merkezleriyle rekabet edebilecek, hatta onları geçebilecek seviyeye ulaştıklarını görüyoruz. (27)
Mâverâünnehr’in; çağın şartlarına göre bu her bakımdan gelişmiş şehirlerinde, pek çok kıymetli âlim ve mütefekkirin yetişip, asırları aşan şöhreti hâiz eserler vücuda getirmeleri şüphesiz bir tesadüf değildir. Zira, böylesine muhteşem eser müelliflerinin yetişebilmesi, onları yetiştiren toplumun, ilim ve medeniyet yönünden çok yüksek bir seviyeye ulaşmış olmasına ve ortamın çok müsait bir tarzda hazır oluşuna bağlıdır. Aksi halde bu kabil abidevî eserler vücuda getirilemez.
İslâmî fetihlerden sonra, yepyeni bir kültür inkılâbı ile billurlaşan Buhârâ’nın; İslâm kültür ve medeniyetindeki müstesnâ yerine işaret eden yazarlar, bu şehri: “İslâm’ın kubbesi, âlimlerin kaynağı ve fukahânın durağı, mülkün kâ’besi, dahilerin buluşma yeri, birer yıldız mesâbesinde olan edîplerin parladığı bir semâ...” gibi çok parlak cümlelerle överler. (28)
bb) N e s e f:
Hayatını incelemekte olduğumuz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin, hal-i hazırda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği devletlerinden biri olan Özbekistan sınırları içinde bulunan(29) Nesef(30) şehrinde doğduğunu biliyoruz. Nesef; Buhara ve Keş’i içine alan Soğd(30) bölgesi şehirlerindendir. Kaynaklar bu şehrin asıl adının Nahşeb olduğunu, fakat Arap (İslâm) coğrafyacılarınca Nesef adı ile anılmakta olduğunu kaydetmektedir. (32)
Ceyhun ve Semerkand arasında yer alan Keşke-Deryâ vâdisinde büyük bir yerleşim merkezi olan Nesef, vâdide akan Keş civarının sularını toplayan ve Keşk-rüz veya Karşı adları ile bilinen nehri oluşturan iki çayın birleştikleri yerin yakınında kurulmuştur. (33) Vâdide akıp giden bu nehir, Semerkand ve çevresinin önemli bir akarsuyu olan Zerefşan’a (34) paralel olarak akar ve sonra Ceyhun’a döner, ancak bu büyük nehre ulaşamadan çölde kumlar arasında kaybolur, gider. Şehrin içinde akmakta olan bu nehrin, bazı seneler tamamen kurumakta olduğunu kaydeden Yâkût, bölgede başka bir akarsuyun bulunmadığını, nehrin kuruduğu yıllarda bahçeleri sulamak Üzere şehirde pek çok kuyu mevcut olduğunu söylemektedir. (35)
Eski Nabşeb (Nesef) şehrinde, bugün Karşı denilmektedir. (36) İçinden akan nehrin iki yakasında bahçeleri ve tenezzüh yerleri ile çok güzel bir şehir olan Nesef’e, “saray” manâsına gelen Karşı isminin (37) verilmesinin, Çağatay Hanlarından Kebek Han tarafından şehirden iki fersah uzaklıkta inşa ettirilmiş çok güzel bir köşk ile bağlantılı olduğu sanılmaktadır. (38)
3 — Nesefî’nin Yaşadığı Dönemde Siyâsî İktidar:
Mâverâünnehir; Türklerin İslâm milletleri câmiasma girmesi ile, Moğol istilâsı arasındaki uzun zaman dilimi içinde, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular, Harzemşahlılar gibi pek çok Türk Devleti için çok sağlam bir temel zemini oluşmuştur. Şimdi bu sağlam zemin üzerine uzun süre oturan devletlerden biri olan Karahanlılar’a, siyâsi iktidarları Nesefi’nin yaşadığı dönemi içine aldığı için temas etmek istiyoruz.
a) Karahanlılar:
Orta Asya’nın ilk müslüman Türk Devleti olan Karahanlılar’ın, milâdî IX-XIII. asırları içine alan siyâsi hâkimiyetlerinin, daha ziyade Mâverâünnehr çevresinde sürmüş olduğunu biliyoruz. Milâdî IX. Asır sonlarına, doğru müstakil bir devlet kuran Karahanlı sülâlesi, Orta Asya Türk kavimlerinin bazılarını da kendi idareleri altına almışlardı. Devletin kuruculuğu şerefini taşıyan Satuk Buğra Hanın 314/926 yılında İslâmiyet’i kabulu, bu devletin İlk İslâm Türk Devleti şerefine ulaştırmıştır. (39) Hakani Türk Devleti veya Afrâsiyâboğulları adını taşıyan ancak bugün Karahanlılar adı ile andığımız bu devletin ve çok sayıda Türk boyunun İslâm’ı kabul etmesi, gerçekten Türk Kültür tarihinin seyrini değiştiren çok önemli bir hadisedir. (40)
Coğrafî yönden, Doğu Türkistan ile Mâverâünnehir bölgesini taşan çok geniş bir alana sahip olan bu devlet, etnik yapısı itibarıyla da oldukça kalabalık ve çeşitli birçok Türk soy ve boyunu bünyesinde toplamaktaydı. Tarihî göç akışları ve yerleşmeleri sonunda Karahanlı devletinde, Kartuklar, Türkeşler, Yağmalar ve benzeri adlar ile anılan bu Türk boy ve soy toplulukları, devletin yükselişi ve gelişmesine büyük destek olmuşlardır. Ancak devletin asıl bünyesini Kartuklarla, Uygurlar oluşturmuşlardır. Aynı derecede mühim rol oynayanlar arasında Oğuz ve Kıpçak boylarını da saymak mümkündür. (41) Menşeleri hakkında değişik nazariyeler ileri sürülen Karahanlılar, kaynaklarda muhtelif isimlerle de anılmaktadır. (42)
Aşağı yukarı m. 1041-42’ den itibaren doğu ve batı olmak üzere iki Karahanlı devleti meydana gelmiştir.
Batı Hanlığı, Mâverâünnehir ve Hocend’e kadar Batı Fergana’yı içine almaktaydı. Büyük Kağan’ın merkezi, önceleri Özkend, sonra Semerkand olmuştur. Ortak Kağan ise, Buhara’da oturmaktaydı.
Doğu Hanlığının hudutları içinde Talas, İsficâb, Şaş, Doğu Fergana, Semireci ve Kaşgâr bulunmaktaydı. Büyük Kağan’ın başkenti Balasağun idi. Ortak kağan, genel. İlkle Kaşg&r’a nadir olarak ta Taraz’da oturmuştur. Doğu Hanlığının dinî ve kültürel merkezi ise Kaşgâr’ dı. (43)
İkiye bölünerek zayıflayan Karahanlılar, Sultan Melikgah ve Sencer zamanlarında Selçuklular’ın 571/ 1175 senesinden sonra da Harzemşahlılar’ın nufuzu altında kaldılar. Milâdî 1141 yılından sonra ülkelerinin şimal kısmı, Karahitaylar’ın eline geçti. Bütün bunlara rağmen bu hânedân, h. 609/m. 1212 senesine kadar devam etmiştir.
Karahanlılar’a, Kaşgâr, Balasagun, Koçgar, Talas, Semerkand ve Buhara gibi şehirler, değişik dönemlerde başkent olmuştur. (44)
II— NESEFİ’nin İLMÎ HAYATI
1, Nesefî’nin Çağında İlmî ve Kültürel Durum:
a) Karahanlılar’da Kültürel Hayat:
Seyhun ve Ceyhun ırmakları arasındaki yüksek kültüre sahip bölgeyi idaresi altında bulunduran Karahanlılar’a, İslâmiyet’i kabullenen Türk topluluklarının eski ve yeni kültürlerinden yararlanabilen bir devlet olarak görüyoruz, (45) Semerkand, Buhara, Nesef, Keş ve Fergana bu dönemde de önemli ilim merkezleri arasında yer almaktadır. Bu büyük kültür merkezlerinin yanında birçok köy bile, eserleriyle isimlerini bize duyurmuş olan pek çok âlime beşik olmuştur, (46)
İlgili kısımda arza çalışıldığı üzere, Karahanlılar’ın hâkimiyet bölgesi olan Mâverâünnehir, hâiz olduğu jeopolitik konumu, iktisâdi ve ticâri vasıfları ve bütün bunlardan daha mühimi kültür ve refah seviyesinin diğer komşu bölgelere göre çok üstün bir durumda olması dolayısıyla, çevredeki birçok devletin istilâ mücadelelerine sahne olmuştur. Bu mücadelelerin sonucu olarak da, Zerdüştlük, Budizm ve Hıristiyanlık gibi bir çok din, bu geniş topraklara girip yerleşmiş, cemaat, teşkilât ve kültür açısından, bölgede içtimâi birer varlık haline gelmiştir.
İslâmî fetih hareketlerinin başladığı sıralarda Mâverâünnehr’in dinî bakımdan gösterdiği bu karışık ve insicâmsız durumdan, bölgenin en önemli kültür merkezleri durumunda olan Semerkand, Buhara ve Nesef’i istisnâ etmemiz elbette mümkün değildir. Bölgenin İslâmlaşmasından sonra, birer İslâm ilim ve kültür merkezi durumuna gelen Bağdat, Basra gibi eski ilim merkezlerini gölgede bırakan Mâverâünnehir kültür çevresinin bu önemli şehirlerinin, daha çok akli ve felsefî bilimler sahasında ün yapmış olması ise bir rastlantı sayılamaz, (47) Asırlar boyu, ilim, fikir sanat ve rasyonalist düşünce hareketlerinin önderliğinin bu bölgede yetişmiş Türk asıllı âlimlerce yapılmış olması(48) bu temâyüzün bir tesâdüf olmadığını ispatlar, öte yandan, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Anadolu’da yetişen âlimlerin, ihtisas gayesi ve sahalarında derinleşmek amacıyla yaptıkları ilmi seyahatlerde, kelâm ve felsefe gibi akit ilimlerde Semerkand ve Buhara çevresini tercih etmelerini (49), Mâverâünnehir bölgesinde tutuculuktan uzak, hür bir ilmî ortamın bulunduğunun delili saymak lâzımdır. (50) Bu ilim merkezlerine hâkim olduğuna işaret edilen fikrî ve ilmî serbestî felsefî ve kelami eserlerin ilmî seviyesi açısından da çok müspet sonuçlar doğurmuştur. Mâverâünnehr’in müreffeh ve müsâmahakâr havasının kelâm ilmi açısından mükemmel birer meyvesi olan, İmam Mâturidî’nin Kitâbü’t- tevhid’i ile, müellifimiz Nesefi’nin Tabsıratü’l-edille’si bu görüşümüzün yaşayan delilleridir.
b) Karahanlılar Döneminde Eğitim ve Medreseler:
İlk dönemlerde, İslâm şehirlerinin kuruluşu, cami, medrese, kütüphane, hamam ve imaret gibi külliyelerin öncelikle inşası ile başlamakta, şehrin çarşı ve mahalleleri ise, bu külliyelerin etrafında teşekkül ettirilmekteydi. Başlangıçta kurulan bu şehircilik anlayışı, Türk-İslâm Medeniyetinin bu ana hususiyeti, çağlar boyu değişmeden sürmüştür. (51)
Tarihçilerin çoğu, teşkilâtlı medreselerin Selçuklu Sultanı Alparslan zamanında, Bağdat’ta Vezir Nizâmü’l-mülk tarafından Nizâmiyenin inşası ile başlayıp, süratle bütün İslâm ülkesine yayıldığını kaydederler. (52) Ancak, Karahanlılar dönemine ait olup, aşağıda bahse konu olacak günümüze kadar ulaşmış bulunan bazı vakıf belgeleri (53), Selçuklulardan önce de bu tip medreselerin mevcudiyetini göstermektedir,
İbrahim Tabgaç Buğra Karahan, İslâmiyeti ilk kabul eden ve iki yüz bin çadırlık bir aileden ibaret olup, İslâmiyeti kabul ettikten kısa bir zaman sonra Orta Asya’nın büyük bir imparatorluğu haline gelen Karahanlı Devletinin hükümdarlarından biridir. Bu hükümdar, 433/1042 yılında, Karahanlı ailesinden yaşlı birinin himayesinde tahta geçmiş, ergenlik çağına ulaştıktan sonra da tüm yetkileriyle hükümdar olmuştur. (54)
Bu hükümdarın, çağlar boyu değişmediğine işaret ettiğimiz Türk- İslâm şehircilik anlayışına uyarak kurmuş olduğu medrese ve hastanenin bugün elimizde bulunan vakıf belgeleri o dönemin kültür hayatını aksettiren iki önemli vesikadır. (55)
Dünya öğretim kurumlan arasında, öğrencilerine burs veren ilk müessese (56) olarak anabileceğimiz bu medresenin, vakıf senedinde yer alan aşağıdaki satırları, o dönemin bilim-siyâset ilişkisini, ilim adamlarının durumunu göstermesi açısından aynen nakletmeyi faydalı buluyoruz:
“Kâim’in ölmesi halinde, yerine başka birinin atanması gerekir. Bu atamanın yapılması, öğretim üyesi fakîh ile, Semerkand’da fetvâ verme düzeyinde olan bilim adamlarının kararı ile olur. Eğer, öğretim üyesi bulunmuyorsa, bu atama Semerkand vâlisi tarafından yapılır. Bu tayinin hükümdar tarafından yapılması yasaktır.” (57)
Karahanlı hükümdarlarının, bu ilim müessesesinin malî kaynağı olan vakfın kâiminin tayininde devre dışı bırakılması, hatta atamanın hükümdar tarafından yapılamayacağının vakıf senedinde hükme bağlanmış olması gösteriyor ki Karahanlılar; siyâsetin, mâlî güçle birleşerek ilmî müesseseler. Üzerinde baskı unsuru olmasına imkân tanımamak istemişlerdir. Onlarca alınan bu açık önleme dayanarak, o dönemde Orta Asya Türk Devletlerinde kurulmuş olan medreselerde görev yapmış olan öğretim elemanlarının kesin bir ilmî hürriyet ve muhtariyet içinde bulunduklarını söylüyor ve her dönemde çeşitli İslam ülkelerinden bu yörelere yapıtmış olan ulemâ akınını, bu müsait ortama bağlayanların görüşlerine içtenlikle
katılıyoruz. (58)
İlme gönül verenlerin tamamının, tahsil için çok uzak yerlere gitmeyi göze aldıkları bilinen bir husustur. Bu, eğitim ve kültür hareketlerinin siyâsi bir sınır tanımaması gerçeği ile yakından alâkalıdır. Başlangıçta, tahsil için yakın kültür merkezleri tercih edilirken bilahare, uzak merkezlere kadar gitmek dahi tabileşmiştir. Nitekim, M. XII. asrın sonlarına doğru, Endelüs’ün Kurtuba’sından, Isfahan Musul gibi merkezlere gelindiğini biliyoruz. (59) Mâverâünnehir kültür çevresinin önemli merkezlerinden biri, aynı zamanda müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefi’nin doğum yeri olan Nesef’ de, kaynaklarda âlimlerin tahsil için Endelüsten geldiği şehirlerden biri olarak anılır. (60)
İlim için seyahat etmekte olan bu âlim ve talebelerin, talîm, tedrîs ve telif maksadı ile gittikleri her yerde kendilerini kabul ettirebilmelerinde, bu şahısların özel kabiliyetlerinin yanında, İslam dünyasının o dönemde tam bir kültür birliğine sahip bulunuşunun önemli payının olduğu muhakkaktır. Gerçekten de, incelemekte olduğumuz dönemde, İslâm âleminin sahip olduğu bu kültür birliği her bölgede entellektüel bir muhitin doğmasını gerektirmiştir.
Batı dünyasında bugün şayet yüksek bir kültür ve ilim seviyesi varsa, Batı bunu herşeyden önce sahip olduğu kültür birliğine ve bunun bahşettiği imkânlara borçludur. İşte, İlmî seyahatların çağın zor şartlarına rağmen, kolaylıkla yapıldığı o dönemlerde İslâm dünyasında da gerçek bir kültür birliği ve bunu temin eden ortak bir ilim dili vardı. (61) Bu ortak ilim dili Arapça’ydı. Eserlerini bütün İslâm âleminde okunup tartışılmasını isteyen âlimler, bu ortak dil ile yazmayı tercih ediyorlardı. (62) Böylelikle, Endelüste yazılan bir eser, kolaylıkla Türkistan’daki bir âlim tarafından anlaşılabiliyordu. Endelüsteki bir hoca veya talebe de Türkistan’a ilmi seyahatta bulunduğu zaman öğretim veya öğrenimde pek büyük bir güçlükle karşılaşmıyordu. (63)
c) Karahanlılarda Devlet –İlim Adamı Münasebetleri
Karahanlılar ye Selçuklular zamanında, ilmin ve ilim adamlarının devlet tarafından himâye edildiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Her iki devlet tarafından, değişik merkezlerde medreselerin açılması, tahsilin parasız ve kolay yapılabilmesi imkanlarının hazırlanması vs. gibi ilmî ve kültürel seviyeyi yükseltici uygulamalar, bu tatbikâtın mimarlarından biri olan Nizâmü’l-mülk’ün tesbitleri bizi teyit etmektedir. Bu büyük vezirin Siyâsetnâme adlı meşhur eserindeki ifadelerine göre: “Daha önceki dönemlerde,, kendilerine devletçe maaş bağlanmayan ve resmen vazifelendirilmeyen âlimler, daima devlete ve yöneticilere karşı menfî tavır takınmışlardır." (64)
Binaenaleyh, ilim adamlarının devlet ile hem-âhenk olması onların resmen desteklenmesine bağlıdır. Nitekim, Karahanlı ve Selçııklu dönemi Devlet Teşkilâtı” konusunda yapılan araştırma ve incelmeler, her iki devlet yönetimince, “seyyidlere, fakihlere, âlimlere ve zahidlere ‘erzak’ adı altında bir ödemede bulunulduğunu ortaya koymakta.(65) Devlet’in, Nizamülmülk’ün yukarıdaki tesbiti doğrultusunda hareket ettiğini göstermektedir. (66)
Bu dönemde yetişip, yasamış olması hasebiyle, müellifimiz Nesefî ’nin de yukarıda işaret edilen devlet tahsislerinden istifade etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
2— Nesefî’nin Meşgul olduğu ilmi sahası:
Yetişme tarzı itibarıyla, çağının İslâmî geleneğinden ayrılması mümkün olmayan müellifimiz Ebu’l-Muîn en-Nesefî’nin, bütün meşhur İslâm âlimleri gibi, öncelikle temel İslâmî ilimleri öğrenip hazmettikten sonra, bunlar arasından kendisine ihtisas alanı olarak kelâm ilmini seçtiğini kabul etmemiz gerekir. Bu görüşümüzün en kuvvetli dayanağı, müellifimizin bir sonraki başlıkta incelemeğe ve tanıtmağa çalışacağımız meşhur Tabsıratü’ l - edille’sidir. Kelâm sahasında böylesine meşhur ve önemli bir eseri kaleme almış olan kişinin, elbette öncelikle bu sahada otorite olduğunu kabullenmek icap eder
Bu arada, birçok hanefî tabâkât müellifi (67) ve bu eserlerdeki bilgilere dayanan bazı araştırıcılarımız (68), İmam Maturidî’den sonra Maturidi ekolünün en büyük kelâmcısı olan Ebu’I-Muîn en-Nesefî’yi, sadece İslâm Hukuku ile meşgul olmuş bir kişi olarak tanıtma, yanılgısına düşmüşlerdir, (69) Böyle bir yanılgının, müellifimize atfedilen, ancak ona âit olması şüpheli bulunan, İmam Şeybânî, (v. 187/802) nin, el-Câmi’u’l-kebîr adlı eserine yapılmış olan bir şerhten kaynaklandığım sanıyoruz. (70) Nesefi’nin İslâm Hukuku sahası ile hiç alâkasının bulunmadığı elbette söylenemez. Ancak, Tabsıratü’l-edille gibi önemli bir kelâmi esere sahip bulunan müellifimizin, ihtisas alanının kelâm ilmi olduğunu ifade etmeye mecburuz.
3 — Nesefi’nin Eserleri ;
a) “Taftsıratü’l-edille” :
Ebu’l-Muîn en-Nesefi adı, bize derhal İmam Maturidi’nin Kitâbu’t- tevhîd’inden sonra Maturidiyye ekolünün en değerli kaynağı olan Tabsıra- ’tü’l-edille’yi(71) çağrıştırmaktadır.
Nesefi’nin bu kıymetli eserinin kütüphanelerimizde halâ yazma halinde bulunuşu kelâm ilmi açısından, özellikle maturidilik adına bir talihsizliktir. Bu eserin memleketimiz kütüphanelerinde pek çok yazma nüshasının bulunuşu ise, konunun sevindirici dan yanıdır.
Telif olunduğu devirde bile geniş yankılar uyandıran (72) Tabsıra, kelâm problemleri açısından olduğu kadar, kelâmi tarihi bakımından da çok ehemmiyetli bilgileri muhtevidir. Zirâ Nesefî, bu eserinde muhaliflerinin fikirlerini de objektif bir tarz da yansıtabilmiş bir kelamcıdır. (73) Ancak Nesefi’nin bu eserinde, bazı durumlarda muhaliflerinin isimlerini zikretmeden münakaşa yürüttüğü yerler vardır. Böyle durumlarda ise okuyucu için, Nesefi’nin görüşü ile muarızlarının fikirlerini ayırt edebilme güçlüğü doğmaktadır.
İmam Maturidi eserinde, felsefi, terimlere başlangıç teşkil edebilecek yeni tabir ve kelimeleri kullandığı halde (74), takipçisi saydığımız, Nesefî’de bu tür kullanımlara pek sık rastlanmaz.
Nesefî, özellikle bu eserinde o dönem için kendine hâs, bugünkü ilmî deyimi ile semantik(75) adı ile anabileceğimiz çok değişik bir metot izlemektedir, İlm-i kelâm’da Nesefî’nin öncülüğünü yaptığı bu metot, kendisinden sonra takip edilmemiş, dolayısıyla fazla bir gelişme maalesef gösterememiştir. (76)
Memleketimiz ve diğer İslâm ülkeleri kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunan ve bu nüshalarının ışığında tenkid ve tahkiki (edition qritique) ilmî bir neşrinin(77) kelâm ilmine yeni ufuklar açacağına inandığımız Tabsıratül’ 1-edille, İmam Maturidî’nin Kitâbü’t-tevhîd’inin müphem taraflarının anlaşılmasında müracaat edilebilecek en faydalı bir eserdir, Zira Nesefî; kelâm ilminin ağır ve zor anlaşılır konularını, Maturidî’den daha sistemli ve metotlu bir şekilde ele alarak, ancak izah ve prensiplerde O’na kesinlikle sadık kalmak kaydı ile hareket etmiştir.(78)
Yurdumuzun bir çok kütüphanesinde ve İstanbul’un zengin kütüphanesi Süleymaniye’nin, değişik bölümlerinde pek çok yazma nüshası bulunan(79) Tabsıra’nın Kayseri Râşid Efendi Kütüphanesinde de güzel bir yazması mevcuttur. (80)
b) et-Temhid li kavaidi’ t-Tevhîd:
Müellifimiz Nesefî’nin, elimizde yazma halinde mevcut bulunan bir başka eseri ise, et-Temhîd li kavâidi’t-tevhîd adını taşımaktadır. (81)
Wensinck tarafından: İslâm inanç esaslarını muhtevasını medrese usulü ile ispat eden bir risâle”(82) olarak tavsif edilen bu eser, aslında Tabsıra’nın bir özeti mahiyetindedir. Zirâ Nesefî, 33 fasıldan müteşekkil olan bu eserindeki bilgileri yeterli bulmayanların daha geniş bilgi için Kitabı Tabsıra’ya müracaat etmelerini istemektedir.
o) Bahrü’l-Kelâm:
Münakaşa edası taşıması bakımından ilk iki eserden(83) ayrılan Bahrü’l-Kelâm fi akaidi ehli’l-İslâm adlı bu eser, müellifimizin, aslı ve tercümesi matbu olan yegâne eseridir.(64)
d) Nesefi’ye atfedilen diğer eserler:
Nesefî’nin yukarıda tanıtmaya çalıştığımız üç eserinin de, kütüphanelerimizde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır. Çeşitli kaynaklarda ona atfedilen bazı eser adlarına rastlamakta isek de,(65) şimdilik bunların hiçbirine sahip olmayışımız bu bilgilerin doğruluk derecesi hakkında kanaat beyan etmemizi engellemektedir,
Hanefi tabakât kitaplarında, Nesefî’nin, İmam Şeybânî (v. 187/802) nin “el-Câmiu’l-Kebîr" adlı eserine bir şerh kaleme aldığından bahsedilir. Ancak bu eserin gerçekten Nesefî’ye aidiyyeti konusunda ciddî bir bilgiye sahip değiliz.
4 — Nesefi’nin Talebeleri:
Tabsıratü’l-edille gibi, Maturidi kelâm eserlerinin en önemlilerinden birini telif etmiş bulunan ve daha ziyade kelâm sahasında isim yapmış olan Ebu’l-Muîn en-Nesefî’yi, bazı müellif ve araştırıcıların sadece bir İslâm Hukukçusu olarak incelediklerine yukarıda işaret etmiştik. Müellifimiz Nesefi’nin temâyüz ettiği asıl sahanın dışında gösterilmesi olarak değerlendirdiğimiz, bu bakış tarzının, olumlu olan yönü, Nesefî’nin talebelerini tesbit etme konusunda bize ışık tutmuş olmasıdır. Zirâ Hanefî tabakât kitapları, yukarıda da işaret edildiği veçhile, bir yandan Şerhu Câmiu’l-kebîr’i ittifakla müellifimize ait bir şerh olarak gösterirlerken, diğer yandan da onun talebelerinin isimlerini vermektedirler. Şimdi bu isimleri kısaca tanımakta fayda mülâhaza ediyoruz:
a)Ebû Bekr Alâüddin Muhammed b. Ebî Ahmed es-Semerkandî (v 539/1144)
İslâm hukuku sahasının mühim şahsiyetlerinden biri olduğu kadar, kelâm ilmi açısından da aynı önemi hâiz simâlardan olan Alâüddin es- Semerkandî, müellifimiz Ebu’l-muin en-Nesefi’nin talebelerindendir.
Alâüddin es-Semerkândî’nin tabakat kitaplarından öğrendiğimiz hoca silsilesinde Ebu’l-Yusr el-Pezdevî (v. 493/1100) de (87) bulunmaktadır.
Maturidi ekolünün bu iki önemli simasına talebe olan Semerkandî’nin hoca zinciri, üstadları Pezdevî ve müellifimiz Nesefî kanalı ile büyük İmam Maturidi’ye kadar ulaşmaktadır. (88)
Ebu’l-Muin en-Nesefî’nin, Semerkandî’ye sadece fıkıh okuttuğunu kaydeden araştırıcılara (89) katılmamız mümkün değildir, Zira Alâüddin es-Semerkandi, İmam Maturidî’nin daha ziyade kelami görüşlerinin yer aldığı Te’vilatü’l-Kur’an adlı meşhur dirâyet tefsirini, hocası Ebu’l Muin en-Nesefi ile beraber okuduklarını ve hocasının da gerekli bulduğu yerler de şerhler yaparak faydalı bilgiler ilave ettiğini bu eşsiz tefsire yaptığı şerh’in önsözünde bizzat ifade etmektedir. (90) Semerkandî’nin bu ifadesinde de anlıyoruz ki; müellifimiz Ebul-Muîn en-Nesefî’nin Alâüddin es-Semerkandi İle olan tedris münasebeti, daha ziyade kelâm sahasına münhasır kalmış olmalıdır.
Alâüddin es-Semerkandî, 539/1144 tarihinde Buhara’da vefât etmiştir. (91)
b) Ebû Nasr Ahmed b. el-Ferâh b. Abdülaziz es-Sagarci es-Sogdi (V. 524/1129)
Semerkand’a beş fersah mesafede bulunan Istıhan bölgesindeki es- Sugd köylerinden biri olan Sağarc’(92) a mensup bulunan bu zatın da (93) Ebu’l-muîn en-Nesefi’nin talebelerinden biri olduğunu yine hanefiyye tabakat kitaplarından öğreniyoruz. (94)
c) Nesefî’nin bilinen (95) bir başka talebesi ise; Ebu’l-Feth Zahiru’d-din Abdü’r-reşîd b. Ebî Hanife b Abdürrezzâk b. Abdullah el-Velvâlici (V. 540/1146)‘dir.(96)
Sonuç:
Bu araştırmamıza başlarken Maturidiyye âlimlerinin hayat ve eserlerinin incelenerek, bu âlim topluluğunun üzerine —her nedense— kaplamış bulunan ihmâl bulutlarının giderilmesi gereğine işaret etmiştik.
Ehli Sünnetin en güçlü kolu olan ve kelâmın kompleks problemlerine en makul çözümler getirmiş bulunan Mâturidîyye ekolü üzerine yapılacak araştırmalarda, biyografik ve ilmi hayatını arza çalıştığımız Nesefi’nin ihmâl edilmemesi gerektiğini tekrar ifade etmek isteriz. Temennimiz, daha kapsamlı yeni araştırmalarla müellifimizin değerli eseri Tabsıratü’l-edille’nin neşrinin sağlanmasıdır.
(1) Teftâzânî, Şerhu’l-akâid, s. 16-17.
(2) Dünyada bilinen bir tek yazma nüshası (Cambridge University Library, No: 3651) bulunan Kitâbu’t-tevhtd 1970 yılında Dr. Fethullah Huleyf tarafından geniş bir mukaddime ile neşredilmiştir, Bu neşrin tıpkı basımı 1979 da İstanbul’da yapılmıştır. Bu neşirlere dayalı olarak eser, bazı yanlışlarla H. Sudi Erdoğan tarafından tercüme edilerek 1981’ de Tevhid adı ile yayınlanmıştır.
(3) İmam Maturidî’nin hacimli tefsiri Te’vilâtü’l-Kur’ân’ın bir bölümü Dr. İbrahim ve Seyyid Avazeyn tarafından 1 cilt halinde 1971 yılında Kahire’de basılmıştır. Yakın zamanda aynı tür bir neşir de, bu konuda İngiltere’de doktora yapmış olan Dr. Muhammed Müstefidu’r Rahmân tarafından Te’vilâtü ehlis-Sünne adı ile yapılmış, Bağdat’da 1983 de yayınlanmıştır. Ülkemizde de Te’vilât’ı konu edinen ve henüz matbu olmayan iki doktora çalışması mevcuttur: Dr. Muhammed Erolu, Ebû Mansur el-Maturidî ve Te’vilâtü’l Kur’ân, İstanbul, 1971; Dr, Ragıb îmamoğlu, Maturidî ve Te’vilatü’l-Kur’ân’ da Tefsir Metodu, Ankara, 1973.
(4) Neseft’nin hayatından ve eserlerinden bahseden kaynakları alfabetik olarak şöylece aralayabiliriz; Aliyyu’l-Kari, el-Esmârü’l-ceniyye fî esmâi’l-hanefiyye, Şehid Ali Paşa No: 1841 vd; 82; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyyetü’l-Ârifîn, II, 487; İzâhü’l-meknûn, II, 156; Brockelmann, C, GAL, I, 547; Supli, I, 757; Kureşî, Cevâhiru’l-Mudla, II, 189; Kehhâle, Mu’cemu’l-müellifin, VII, 66; Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, I, 337, 570, II, 1485; Luknevî, el-Fevâldu’l-Behiyye, 216-17; Taşköpriizâde, , Tabakâtü’l-fukahai’l-hanefiyye. Es’ad Efenedi, NO: 2311, Vr: 25 a; Yusuf Elyas Şerkis, Mu’ cemu’l-matbûât, s. 1854; Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Maveraünnehir İslâm Hukukçuları, 73-74; Wensinck ( A. J.„ “Nesefî maddesi, İsl. Ans. C: IX, 3. 199; Zirikli, eLÂ’lâm, C.: VIII, s. 301.
(5) Bkz: Doç. Dr. Mustafa Sait Yazıcıoğlu, Maturidî ve Nesefiye göre insan hürriyeti kavramı, Ankara, 1982 (Basılmamış Doçentlik Tezi) IV, 221 Daktilo sahifesi, Müellif, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi’nin 1985 yılında neşredilen Cilt: XXVII. sayısında “Maturidî Kelâm Ekolünün İki Büyük Siması : Ebu Mansur Maturidî ve Ebu’l-Muin en-Nesefî” başlıklı makalesinin bir bölümünü Nesefiye tahsis etmiştir. Bkz: S: 281-298.
(6) İbn Kutluboğa’nın konu ile ilgili ifadeleri aynen aşağıya alınmıştır (Bkz.: Tâcü’t-Terâcim, s. 78).
(7) Broclemann, GAL, Suppl, I, 762; C.A. Storet, Persian Literatüre, Landon, 1936 Section, II. Fassicules, 2, Page, 371; Zeki Velidi Togan, Tarihte Usûl, s. 192, İstanbul, 1969. Krş: Richard N. Frye, City Chronicles of Central Asia and Khurasan: A history of Nasaf, İstanbul, 1953, s. 165. (Fuad Köprülü Armağan içinde, DTCF neşri)
(8) Bu eser, Sayın Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız tarafından Türkçemize kazandırılmıştır. “Moğol İstilâsına Kadar Türkistan”, İstanbul, 1981.
(9) Bu farsça metinden, Sayın Dr. Emel Esin’in özel kütüphanesinden lutfettikleri fotokopi ile yararlandık. Kendilerine müteşekkiriz. Bkz,; V. Bartoli Turkestan v’ epoxu Mongol’ skago naşestviya, Petrograd, 1898, Metinler Bölümü, s. 4851.
(10) Z. Velidi Togan, Tarihte Usul, s. 192 de bu Zeyl’e işaret eder. F. Sezgin, GAS, I, 353 de bu Zeyl’in bulunduğu kütüphaneyi belirtir. İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi Turhan Sultan Bölümü 70 numarada kayıtlı bulunan bu yazma tarafımızdan tetkik olunmuştur,
(11) Bkz: Prof, Dr. Hüseyin Atay, Kelâm’a Giriş, s. 2, Ankara, 1978.
(12) Bkz: 4 nolu dipnotta zikredilen kaynaklar
(13) Ziriklî, el-A’lâm, VIII, 301; Kehhâle, Mu’cem, XVIII, 66.
(14) Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 20-21; ve anılan Makale, s. 293 ve orada zikredilen kaynaklar.
(15) Kehhâle, A.g.e., aynı yer. Sayın M.S. Yazıcıoğlu, anılan tez ve makalesinde, Tarih-i Buhâra müellifi Nersâhi’ (v. 348/959) nin, müellifimizden bahsetmediğini kaydetmektedir. (Bkz. Yazıcıoğlu, A,g.e., 19-20 ve anılan makale, s. 293) Ancak biz, Nerşâhi’nin Nesefî’den bahsetmemesini yadırgamıyoruz. Zira her iki müellif çağdaş bile değillerdir. Kısaltılan Farsça şekli üzerine neşirleri yapılan Târih-i Buhara’da, bizzat Nerşâhi’nin, Nesefi’den bahsetmesi mümkün değildir. Nerşâhi’nin bu eseri, kısaltılmış şekli ve diğer neşirleri konusunda bakınız: V. Minorsky, "Nerşâhi” maddest, İsl. Ans. c, IX, s, 197-98; Z.V. Togan, Tarihte Usûl s. 162; Richard N. Frye, The History of Bukhara, Translated from a Persian Abridment of Arabic Original by Nerchaky, Cambridge, 1954, (Page, XVHI, note 10); Charles Schefer, Description topograp hique et historique de Bcukhara par Muhammed Herchakhy Paris, 1892.
(16) Richard N. Frye-Aydın Sayılı, Selçuklulardan Önce Orta Şarkta Türkler, Belleten, X, 37, s. 97, Ankara, 1946.
(17) Z.V. Togan, “Harizm” maddesi, İsl. Ans. C: V, s 240.
(18) Barthold, "Mâverâünnehir” maddesi, İsl. Ans. C. VII, a. 409.
(18) Yâkût el-Hamevî, Mu’cemu’l Buldân, c. V. s. 45.
(20) Z. Velidi Togan, Bugünkü Türk İli Türkistan, I, 94; L. Ligeti, Bilinmeyen İç Asya, II, s. 58, İstanbul, 1970,
(21) Brockelmann, İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, I, 54, Ankara, 1954.
(22) Philippe Hitti, Siyâsî ve Kültürel İslâm Tarihi, I, 238.
(23) Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız İslâmiyet ve Türkler, s. 7.
(24) Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi, c. I, 138; Dr. Zekeriyya Kitapçı, Emeviler Devrinde Mâverâünnehirde İslâmiyetin Yayılış Tarihi, s. 187, Erzurum, 1975 (Basılmamış Doçentlik Tezi)
(25) Karluk Türkleri için bkz: Dr. Hüseyin Salman, VII. ve X. Asırlar arasında önemli Türk Boylarından Karluklar ve Karluk Devleti, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 15, s. 169-206, İst. 1981.
(26) Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, s. 32.39
(27) Bu şehirde İslâmiyetin Yerleşişi ve yayılışı konusunda bakınız; Dr. Zekeriyya Kitapçı, İslamiyetin Asya Türk Medeniyetinin Beşiği Semerkand ve Havalisinde ilk Yayılışı, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Sayı: 25, s. 109-135, İstanbul, 1983
(28) Dr. Zekeriyya Kitapçı, Bugünkü Türk-İslâm Şehri Buhara’da İslâmiyetin Yayılışı ve Yerleşmesi, Milli Kültür Dergisi, Sayı: 3, s. 56, Ank. 1977.
(29) Bakınız: 2 nolu Harita.
(30) Nesef kelimesinin, Nesif şeklinde okunması gerektiğini kaydedenlerde vardır. Bkz: Luknevî, el-Fevaid, s. 102,
(31) Bkz: Barthold, İsl. Ans. "Soğd” maddesi, C. X, s. 736-37.
(32) V. Minorsky, “Nahşeb" maddesi, İsl. Ans. C. IX, s. 39; Hudûdu’l-alem, “Nakshab" p. 114, London, 1937; Barthold, Türkistan, 176.
(33) Yâkut, Mu’cem, VIII, 286-87; Şemseddin Sâmi, Kamusu’l-A’ lâm, V, 3510.
(34) Zerefşân için bkz: Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, 106 vd.
(35) Yakût, Mur’cem, VIII, 287, Krş; Barthold, A.g.e., 177.
(36) Z. Velidi Togan, Bugünkü Türk İli Türkistan, s. 100, İstanbul, 1981; Umumî Türk Tarihine Giriş, C. I, s, 63, 189,
(37) R. Rahmeti Arat, “Karşı” maddesi, İsl. Ans. C. VI, s. 363. Krş: Dr. Reşat Genç, Karahanlılarda Devlet Teşkilâtı, s. 144, İstanbul, 1981.
(38) Barthold, Türkistan, s. 176; "Çağatay” maddesi, İsl. Ans. C, III, s. 269, V, Minorsky, “Nahşeb” maddesi, İsl. Ans, C. IX, s. 40. Arat, A.ge, s. 364
(39) Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 59, Dr. Erdoğan Merçil, Karahanlılar, s. 794, Türk Dünyası El Kitabı.
(40) Türklerin İslâmî Kabulleri için bkz: Dr. Emel Esin, İslâmiyetten önceki Türk Kültür Tarihi ve Girit, s. 163 vd. İstanbul, 1978.
(41) A. Caferoğlu, Karahanlılar Devri Türk Edebiyatı, s. 405, Türk Dünyası El Kitabı.
(42) Bu nazariyeler için bkz: Omelyan Paritsak, "Karahanlılar” maddesi, İsl. Ans. C. VI, s. 252. Bu sülâle için muâsır İslâm kaynaklarında, “el-Hakaniye” “el-Hâniye” ve “el-Afrâsiyâb" gibi İsimler kullanılmaktadır. Bkz: Togan Umumî Türk Tarihine Giriş, s. 58; Dr. Erdoğan Mergil, A.g.e., s, 794; Dr. Emel Esin, A,ge„ s, 163.
(43) Bu kısım E. Merçil’in eserinden kısmen özetlenerek aynen alınmıştır, Bkz.: A,g,e„ s. 796.
(44) Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, A.g.e., s. 7.
(45) A. Caferoğlu, Karahanlılar Devri Türk Edebiyatı, s. 405,
(46) Y.Z. Kavakçı, Maveraünnehir İslâm Hukukçuları, s. 303,
(47) M.S. Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 7-8; Anılan Makale, s 233,
(48) Prof. Dr. Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk İslâm Medeniyeti, s. 390.
(49) Prof. Dr. İ.H. Uzunçarşılı, Osmanlılarda İlmiye Teşkilâtı, s. 227,
(50) O. Turan, A.g,e., 252, 392,
(51) O. Turan, A.g.e, 260
(52) Semâvî Eyice, ’Mescid” maddesi, isl. Ans. C. VIII, s. 51. Nizamülk zamanında Bağdad’dan sonra Isfahan, Rey, Nişâbur, Merv, Belh, Herat, Basra, Musul, Amul gibi merkezlerde kurulan medreseler de "Nizâmiye” adıyla anılmaktaydı. Bkz: Dr. A. Çelebi, İslâm’da Eğitim ve Öğretim Tarihi. 114.
(53) Muhammed Khadr, Deux Actes de Wakf dium Qarahanide d’Asie Centrale, Journale Asiatique, 1967, 305-334 (Bu neşrin tercümesinden yararlanılmıştır.)
(54) O. Paritsak, “Karahanlılar” maddesi, İsl, Ans. C. VI, s. 260.
(55) Bu vesikaların tercümeleri için bkz: Dr. Saffet Bilhan, 900 yıllık bir öğretim Kurumu Buğra Tamgaç Medresesi Vakıf Belgesi, I; Tıp Okulu Niteliğinde 10. Yüzyıllık Türk Hastanesi Vakıf Belgesi, II, A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, C. 15, Sayı, 12, Ankara, 1982,
(56) S. Bilhan, A.g.e., s. 122; Prof. Dr. Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi, s. 14.
(57) S, Bilhan, A,g,e„ s. 124.
(58) Doç. Dr. S. Bilhan, Orta Asya Türk Devletlerinde Eğitim, Bilim ve Sanat Hareketleri, s. 119, Çoğaltılmış Tez, Ank, 1978; Krş: İ.H. Uzunçarşılı, A.g.e., s. 227; M.S. Yazıcıoğlu, Anılan makale, s. 283-4.
(59) M. Altay Köymen, Alparslan Zamanı Selçuklu Kültür Müesseseleri, s. 117, Selçuklu Araştırmaları Dergisi, s. IV, Ankara, 1975.
(60) Muhammed b. Abdülcelil es-Semerkandî, Muntehabül-Kand fî tarihi Semerkand, İst.Süleymaniye Turhan Vaide Bölümü, No: 70, Vr: 100 b, str: 5-6.
(61) Dr. Ramazan Şeşen, Salahaddin Devrinde Eyyûbiler Devleti, s. 249, İst., 83.
(62) M. Fuad Köprülü, "Harizmşah1ar” maddesi, İsl. Ans. C. V/1, s. 289.
(63) Dr. R. Şeşen, A.g.e., a.y
(64) Prof. Dr. O. Turan, Selçuklular Tarihi, s. 257 (siyâsetnâme, :Schefer, 1891 neşri, s. 154’den naklen)
(65) Prof. Dr. M. Altay Köymen, Selçuklu Devri Teşkilâtına dair yazılmış bir eser, (H. Horst, Die Staatsverwaltung der Grass selc’uken und Horazmsahs (1038 -1251) Wiesbaden, 1964) Tarih Araştırmaları Dergisi, Cilt, II. Sayı: 2-3, s. 365-66, Ankara, 1964.
(66) Tapılan bu Ödemelerin, yaptıkları hizmet karşılığı için değil, mevki ve rütbeleri dolayısıyla olması sebebiyle ‘erzâk” tabirini "tahsisât” olarak anlıyoruz.
(67) Kureşî, Cevâhirul-mudiyye, II, 189; İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, 58.
(68) Y. Ziya Kavakçı, A.g.e., s. 94; Bağdatlı İsmail Paşa, Hediyye, II. 487.
(69) M.S. Yazıcıoğlu, A.g.e., s. 26-27; Anılan Makale, 296.
(70) Nesefîden bahseden birçok kaynakta anılan eser, Nesefi’ye izâfe edilmektedir: Cevahiru’I-Mudiyye, II, 189, Keşfu’z-zunun, I, 570.
(71) Dr. Fethullah Huleyf, Kitabu’t- Tevhid Mukaddimesi, s. 5 dipnot: 5.
(72) Fahreddin er-Râzi, Münâzârât, Süleymaniye Küt, Serez Bölümü No: 3876.13 vd: 81 a, str: 13-15 (Eserin tamamı bu mücelledin 77-89 varakları arasındadır.) Dr. Fethullah Huleyf, A Study on Fakhr al-Din al-Razi and his Controveraies in Transoxiana, p, 23-24, Dar al-Machreq Editeurs, Beyrut, 1966. Krş: Bekir Topaloğlu, Maturidiyye Akaidi, s, 23 Ankara, 1979- Râzi’nin 580/1184 yılında Mâveraünnehr ulemâsıyla yaptığı münazaraların üçünün Maturidiyye ulemâsından Nureddin es- Sâbûnî (v. 580/1184) ile kendisi arasında cereyan ettiğini, bu münazaraların toplanmış olduğu Münazâra adlı eserinden biliyoruz. Bu ilmi münakaşaların sonunda taraflardan biri olan Sâbûni’nin: “Ben Ebu’l-Muin en-Nesefî’nin tabsıratü’l-edillesini okumuş ve O’nun fevkinde bir eser olmadığına kanaat getirmiştim.” demesi (Bkz: Yukarıdaki kaynaklar ( Tabsıra’nın yazıldığı dönemde bilinen ve okunan bir eser olduğunu açıkça göstermektedir.
(73) M.S. Yazıcıoğlu, Anılan Makale, s. 295.
(74) Maturidî’nin kullandığı: Şey’iyet, Şey’iyyetü’l-eşyâ, şey’iyye- tü’l-ma’dûm, maiyyet, heyûlâ, keyfiyet, bi’l-fi’l, bi’I-kuvve gibi tabirler için bkz; Kitabu’t-tevhîd, s. 7, 13, 16,17, 29, 37, 40-53, 57, 86, 238, 242.
(75) Semantik (anlam bilim) konusunda bakınız: Encylopedia Britannica, ’Semantlcs vol: XX, p. 313 A - 313H, Chicago, 1957; Meydan Larausse, C. XI, s. 165-66; Semantik’ in önemi yurdumuzda son yıllarda anlaşılmaya başlanmıştır. Bu konuyu içeren bağımsız eserlerin sayısı çok azdır: Dr. Teo Grünberg, Anlam Kavramı "Üzerine Bir Deneme, Ankara ( 1970, Prof. Dr. Doğan Aksan, Ana çizgileri ile Anlam Bilimi, Ankara, 1978, Arıklı, Tunçdoğan, Vardar, Semantik Akımları, İst. 1969.
(76) Prof. Dr. Hüseyin Atay, Kelâm’a Giriş, s. 2.
(77) Dr. F. Huleyf, K. Tevhid mukaddimesinde Tabsıra’yı yakında neşredeceğini haber verdiği halde, bu neşir henüz gerçekleşmiş değildir, Bkz: A.g,e„ s. 5 dipnot: 5.
(78) M.S Yazıcıoğlu, Anılan Makale, s. 294.
(79) Bu nüshalar için bkz: Brockelmann GAL, supli, I, 757; M.S, Yazıcıoğlu Anılan Makale, s. 295, 69 nolu dipnot.
(80) Kayseri Râşid Efendi Nüshası kısaca şöyle tavsif olunabilir: No: 496, 283x195 (215x105) mm, 276 varak, 35 str. Nesih, Tezhipli ,meşin şîrâzeli, Miklepli, Şemseli.
(81) Sayın Doç. Dr. M.S, Yazıcıoğlu, bu eserin İstanbul’daki yazmalarından III. Ahmed, 1366 nüshasına dayanarak, eserin kısa tahlil ve tercümesini A.Ü. İlahiyat Fakültesinde 1971 yılında Lisans Tezi olarak hazırlamıştır. Bu tez, anılan Fakülte kütüphanesinde mevcuttur.
(82) Wensinck. “Nesefî” mad. İsl. Ans. C: IX, s. 199.
(83) Wenstnck, Aynı yer.
(84) 58 sahifeden ibaret olan bu eser, Kahire ve Konya’da olmak üzere iki defa basılmıştır. Eserin son yıllarda Türkçe iki ayrı tercümesi yapılmıştır,
(85) Bunlar, el-umde fi usûli’d-din, izâhu’l-mehacce lilkevni’l - akli hücce adlarını taşır. Ayrıca Kütüphane fişlerinde ve kaynaklarında karşılaştığımız” Mubaha- satu ehli’s-Sünne ve’l-cemaa” ve akaid adı ile Nesefîye izafe olunan eserler, Bahrü’l-kelâm olmalıdır.
(86) Bkz: Brockelmann, GAL Supl, I, 757.
(87) İmam Maturidî’nin talebelerinden biri olan Abdülkerim b. Musa b. İsa (Bkz. Luknevî, 195) nin torunu olan Sadrulislâm Ebu’l-Yusr el-Pezdevî’nin Usûlid- din adlı kelâma müteallik önemli eseri, Sayın Prof. Dr. Şerafeddin Gölcük tarafından “Ehli Sünnet akaidi” adı ile Türkçemize kazandırılmıştır. İst. 1080. Bu zât için Bkz: Dr. Y. Kavakçı, A.g.e., s. 61.
(88) İbn Kutluboğa, 44, Luknevi, 158, Kureşî, II. 6, Brocelmann, GAL, I, 374; Spçi. I, 640; M. Zeki Abdilberr, Mukaddimetü Tuhfetü’l-fukaha Li’s-Semerkandi, s. 14, Dımeşk, 1958.
(89) Y.Z. Kavakçı, A.g.e., s. 94
(90) Semerkandi, Şerhu Te’vilât al- Kur’an, Şahid Ali Paşa, No: 283, vr: la str; 9-10 Krş: M.S. Yazıcıoğlu, Anılan Makale, 294.
(91) Kehhâle, C, VIII, 228; Kureşî, II, 6. Değişik vefat tarihleri ve bunların değerlendirilmesi konusunda bakınız: Y.Z. Kavakçı, A,g.e„ s. 86, Dipnot. 28.
(92) Yakut, Mucemul-Buldân, III, 171
(93) Bu zât İçin bkz: Kureşi, I, 89.
(94) İbn Kutluboğa, Tâcü’t-terâcim, 78.
(95) Bu bilgi İçin Bkz: tbn Kutluboğa, A.g.e., s.73
(96) Velvâlic, Toharistah ve Bedehşân arasında bir beldedir Bu zat hk. Bkz: Hacı Halife, Keşf, II, 1230; Brockelmann, GAL, II, 94, Supli, II, 86. Velvallci için verilen 710/1310 şeklindeki vefat tarihi yanlış olmalıdır. Bkz: İbn Kutluboğa, A,g,e., 34-35, Ö. Nasuhi Bilmen, Istılahât-ı Fıkhıyye, I. 464.