Makale

HADİSLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ II

HADİSLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ II

Dr. Abdullah AYDINLI

Bütün bu hususlar ve ihtimaller göz önüne alınarak yapılacak bir sened incelemesi metnin sıhhati için çoğu zaman en mühim sonuçları bahşedecektir. Ancak behemehal metnin de bazı kriterler muvacehesinde tedkiki, yapılması gerekenleri tamamlayacaktır. Nitekim en uygun yolun bu iki unsurun beraber mütalaa edilmesi olduğuna işaret edilmişti. Hadis tenkid tarihinde de, istisnâlar bir tarafa, bu böyle olmuştur. Şu kadar var ki, bilhassa bazı muhitlerde yalnız senedin tenkidiyle yetlnildiği, metne hiç bakılmadığı yaygın kanaati vardır. (37) Filhakika insan, hadîs tenkidiyle ilgili eserleri (burada cerh ve ta’dîl kitaplarıyla mevzûât kitaplarını zikredebiliriz.) gözden geçirdiğinde böy­le bir intihaya kapılmaktan kendini alamaz. Buralarda yapılan hep sened ten­kididir. Hadîsin râvîleri ele alınarak hadîsin sıhhat ve za’fı belirtilir. Herhalde bu durum, sözkonusu yaygın kanaatin sebeplerinden biridir. Diğer taraftan, bu meselede hadîs münekkitlerinin bir usûlü, yanlış anlamaya vesile olacak mahiyettedir, Şöyleki, metni münker bir hadîsin büyük ekseriyetle senedinde de ya mecrûh bir râvi veya bir illet vardır. Bu durumda alimler, metindeki kusuru görünce senedine bakıp ondaki illeti söylemekte yetinmişlerdir. (38) Alimlerin bu tenkidlerini gören de sadece sened tenkidiyle yetinildiği zehabına kapılabilmektedir.

Burada, meselenin, iyi niyetle ele almışının yanında, bunun, bilhassa müs­teşrikler ve onların dümen suyunda gidenler tarafından hadîsin güvenilirliğine halel getirmek için istismar konusu yapıldığına işaret etmeden geçemiyeceğiz. Bu düşüncede olanlar, tahayyül ettikleri bir hadîs anlayışı ve hadîsin tarihî gelişiminden hareketle hadis metinlerini kendi anlayış ve akıl ölçülerine vura­rak, hangi kitapta bulunursa bulunsun uyanlarını alıp yine, hangi kitapta bu­lunursa bulunsun, uymayanlarını reddetmekte ve buna metin tenkidi demektedirler. Calib-i dikkat bir misâl verelim: Batıdaki hadîs çalışmaları sözkonusu olduğunda akla ilk gelen isimler arasında sayılabilecek olan Wensinck, içinde şehâdet kelimesinin yer aldığı; “İslâm beş şey üzerine kuruldu” hadîsini uy­durma saymakta ve bu sonuca metin tenkidi yaparak varmaktadır. Şöyleki; ona göre Hz. Peygamber (s.a.v.) döneminde, İslâm’a girenlerin söylemeleri ge­reken bîr formül yoktu. Hz. Peygamberin vefatından sonra müslümanlar Şam’­da hıristiyanlarla karşılaştıklarında onlarda gördükleri, bir dine giriş formülü karşısında benzer bir cümle îcâd etme ihtiyacını duymuş ve kelime-i şehâdeti uydurmuşlardı. Binaenaleyh bu cümlenin yer aldığı hadîsler sonraki dönemle­rin ürünüdürler.

Görüldüğü gibi önce tutar tarafı olmayan bir varsayım hakikat kabul edil­miş, sonra da buna aykırı olanlar uydurma sayılmıştır. Halbuki kelime-i şehâdet namazda her iki rekât sonunda okunan teşehhüdün bir parçasıdır. Bu du­rumda da adıgeçen müsteşrik bu görüsünden vazgeçeceği yerde, namazın son şeklini, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra aldığı iddiasında bulunmuş­tur. Ne var ki iş bununla bitmiyor h. 1. veya 2. senede, namaz vakitlerini bil­dirmek için tesbit edilip okunmaya başlanan ezanda da kelime-i şehâdet yer almaktadır. Fakat muhtemelen "metin tenkidi”nin hatırı için böylesi bilgin­lerden ezanın da sonrada nicad edilmiş olduğu iddiası beklenebilir. (39)

Bunlardan sarf-ı nazarla, sened tenkidi yanında metin tenkidinin de ya­pılmış olduğu, muhtelif hadîs çeşitleri için sened ve metinle ilgili ikili terim­lerin vazedilmiş olmasından da anlaşılabilir. (40)

Bununla beraber metin tenkidi sened tenkidinden daha zor ve sorumlu­luk isteyen bir iştir(41). Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vahy karşısındaki durumu, farklı zaman ve zeminlerde bunlara uygun hükümler vermiş olması vakıası, işi daha da güçleştirmektedir. Bunun için metin tenkidinde bulunmak için aşağıda zikredilecek kaideler her halde yeterli değildir. Hadîs külliyatına va­kıf olma, bu işte mahâret ve özel kabiliyet kazanma da gereklidir.

Adetâ bi­risiyle yıllarca süren bir arkadaşlığın o kimsenin iş ve sözleri hakkında kazandırdığı aşinalık gibi hadis külliyyâtıyla da böyle bir âşinâlık kesbi zarûrîdir. Bunun sonucu, çok eski bir arkadaştan nakledilen bir söz ve iği, yılların ver­diği tecrübeyle onun yapıp yapamıyacağına, büyük bir ihtimalle hükmedileceği gibi nakledilen bir hadîs de tashih ve taz’if edilebiliri(42). Herhalde sebeblerden biri olarak bunun için sahabenin hadis tenkidleri ekseriya metne râci ol­muştur(43). Daha sonraları ise, metinde görülen bir illetin bile senedde bir ku­sur tesbitiyle ifade edilmesi ihtiyatlı yolu tercih edilmiştir.

Bu genel tesbitten sonra metnin tenkidi için uygulanan bazı kıstasları gö­relim:

I — MUKAYESE: Metin tenkidinde başvurulacak ilk kıstas metnin diğer bazı mu’talarla mukayesesidir:

a) Kur’an’la; Hadis metninin Kur’ân’ın sarih nassına, te’vil kabul etme­yecek şekilde muhalif olmayacağı, prensib olarak kabul edilmiştir. Bunun için hadîsin tashihinde Kur’ân’la mukayese yardımcı olabilir.(44) Hattâ mtiteakib nesillerde bu hususun kesin kayda bağlanması eğilimi görülmüştür. Mevzû ol­duğu bildirilen merfû bir hadîste şöyle denir: “Hadîs size geldiğinde onu kitâbullah’a arzediniz, şayet ona uyarsa onu alınız. Ona uymazsa reddediniz." (45) Bir diğer hadiste mukayeseye Kur’ân’la beraber sünnet de eklenir : “Size ben­den muhtelif hadisler gelecektir. (Bunlardan) Allah’ın Kitabına ve sünnetime uygun olarak size gelenler bendendir. Allah Teâlâ’nm Kitâbına ve sünnetime muhalif olarak gelense benden değildir.” (46)

Ancak, hadîsin de kısmen vahiy mahsulü olduğunu, müstakillen hüküm koyabileceğini, mukayesede gözönünde bulundurmak gerekir. Ed-Dârimî, zorlu­ğundan dolayı bu mukayese işini herkesin yapamıyacağını, ancak fakîh, alim, allâme, münekkid ve senedleri rivâyet durumlarını bilen kimselerin yapabile­ceğini söylemektedir. (47)

Hadis tenkid tarihinde, bilhassa ilk dönemlerde Kur’ân’la mukayese usû­lüne sıkça başvurulduğuna şahid olmaktayız. Meselâ; "Hiç bir günahkâr baş­kasınla günah yükünü yüklenmez’’ (îsrâ’, 15) mealindeki ayete muhâlif gö­rüldükleri için; "yedi oğluna kadar zina çocuğu cennete giremez.’’(48) “zina çocuğu üçün (anne-baba-çocuk) en şerlisidir.”(49) “ölü, kabilenin (hayattaki yakınlarının) ağlaması sebebiyle azâb edilmektedir.” (50) haberleri tenkîd ve reddedilmişlerdir. (51)

b) Sahih Sünnetler: Nesh, te’vîl imkânları nazar-ı itibare alınmak kaydıyla metnin, sıhhati sabit olmuş sünnete, sünnetin rûhuna uygun olup olma­dığının araştırılması da tashih ve taz’îfde bir usûl olarak görülür. Yine bir prensip olarak, yukarıdaki kayıtla birlikte bir sünnetin diğer sünnete muhâlif olamayacağı kabul edilmiştir. Bunun için, muhâlif görülen bazı rivâyetlerin bu sebeble tenkid edildiği variddir. Örnek olarak İbn Abbâs’ın şu tenkidini zik­redebiliriz. O, yukarıda geçen, “Zina çocuğu üçün en şerlisidir.” haberini; “Şa­yet o üçün en şerlisi olsaydı, annesinin recmedilmesi onu doğurmasına kadar tehir edilmezdi,” diyerek, bu konuda sabit olan sünnete muhâiefeti sebebiyle reddetmiştir. (52) Aynı şekilde, Kur’ân ve sünnete uygun olan şeylerin, Rasûlüllah (s.a.v)’den vârid olmamış olanlar da kabûl edilmesini emreden bazı merfû haberler de, Hz. Peygamber’e yalan isnadı yasaklayan sahih hadislere aykırı oluştan sebebiyle tenkîd ve reddedilmiştir.

c) Akl-ı selim, fıtrat kanunu ve tecrübeyle: Rasûlüllah’ın özel durumu sebebiyle her halde bazı durumlarda geçerli olamayacak bu usûle de tashih ve taz’îf de başvurulmuştur. Hatîb Bağdâdî, Kifâye’sinde (s. 602); “Hadîslerden münker ve muhal olanların atılmasının gerekliliği”ne dair bir bölüm açmıştır. Pek çok alim de, tevîl kabûl etmeyecek şekilde akla muhâlif olan haberlerin kabûl edilmemesi gerektiğine işaret etmişlerdir. (53) Hiç şüphe yoktur ki burada aklın ve tecrübenin sınırlarını iyi tesbit etmek lâzımdır. İslâm, makûl olmasıyla beraber vahye dayalı bir dindir. Vahyin kaynağı ile aklın yaratıcısı bir olduğu için fi’l-’asl bu ikisinin arasında bir teâruzun olmaması tabiidir. An­cak aklın sınırlarını (54) aşan bazı meseleler vardır ve bunlarda aklın, tecrü­benin, müsbet ilmin söz haklarının olmaması da tabiidir. Bu durumda, doğru­luğuna inanılan vahy yetkilidir.

Bu madde ile ilgili olarak, müşahede ve tecrübenin tekzib etmiş olduğu, binaenaleyh mevzû kabul edilen "Batlıcan her derde devadır,’’ (55) haberini zikredebiliriz.

d) Tarihi İçtimâi Verilerle: Haberin muhtevasının tarihi ve içtimai veri­lerle mukayesesi de tashih ve taz’îfde bir usuldür.(56) Herhalde burada da hadislerin, İslâm kültürünün ve istikbâlinin tekevvünündeki rolü nazarı itibare alınmalı, fiilen sonraki asırlara ait bir hâdiseyle mutabakat arzeden bir ha­ber hemen o dönemin mahsûlü sayılmamalıdır (57)

Bu yolla bazı haberlerin mevzuluğu, bazılarının müşkilliğî tesbit edilmiştir. Örnek olarak bir kaçını zikredelim:

Enes’in, Rasûlullah’ı (s.a.v.) hamamın içinde gördüğünü bildiren bir haber, o dönemde Hicaz bölgesinde hamamın mevcûd olmadığının tarihen sabit ol­masıyla reddedilmiştir.

İbn Hacer, Hz. Adem’in 60 zira’ olduğunu bildiren Buhârî hadisinin, ar­keolojik kalıntılarla uyuşmamasına bakarak hadîsin müşkil olduğunu ve bu işkili izâle edemediğini belirtir. (59)

İbn Sa’d da Rasûlullah’ın, Mekke’yi fethettiğinde annesinin kabri başında ağladığını bildiren haberi, kabrin Ebvâ’da olduğunu belirterek tenkld eder. (60)

Burada ilâve etmek gerekir ki, bu mukayeseler daha çok nefy makamında caridir. Yani Kur’ân ve sünnete mutabık olan, makûl olan, his ve müşâhedeye, müsbet ilme uygun olarak nakledilen her haberin tashihi mümkün değil­dir. Buna mukabil sözkonusu şeylere muhalif olma da “genel” de asla aidiyete münâfi değildir, behemahal sened araştırması zarûridir.

II — Metnin İfade ve Üslûbunun Tedkiki:

a) Mübâlağalı, ölçüsüz ifadeler taşıyıp taşımama: Hz. Peygamberin, her işnde, sözünde ölçülü olduğu mübalağalardan uzak bulunduğu izahı gerektir­meyen bir husûstur. Bunun için haberin böylesi ifadeler taşıyıp taşımaması bir kıstas olarak ele alınabilir. Mübalağalı, ölçüsüz ifadeler taşıyanlar kabûle şâyan görülemez. Bu sebeble; “Kim lâ ilâhe İllellah derse, Allah’ın, bu kelime­den; yetmiş bin dili, her bir dilinde onun için istiğfârda bulunan yetmiş bin lügat bulunan bir kuş yarattığını” bildiren haber reddedilmiştir. Yine aynı se­beble az işe çok sevâb, küçük bir günaha büyük bir azab verileceğini bildiren bazı haberlerin kabul edilmediğini görürüz.

b) Nübüvvet makamına uymayan ifâdeler taşıyıp taşımama: Böyle ifade­ler taşıyan haberler de reddedilir. Örnek olarak; “Beyaz horoz benim dostum ve dostum Cibril’in dostudur.” haberini zikredebiliriz. (61)

c) İfade bozukluğu: Arapların en fasihi olan Rasûlullah’a (s.a.v.) nisbet edilen bir haberde görülecek ifade bozukluğu yani dilbilgisi hataları, fesahat ve belagata aykın ifadeler onun asla aidiyetinde şüphe uyandırsa da(62) bu, her zaman geçerli bir şüphe olamaz. Çünkü tarihen sabittir ki hadislerin büyük bir kısmı mâna ile rivâyet edilmiş, lafızların muhafazasına itina gösterilme­miştir, Bu durumda sözkonusu bozukluğun, râvilerden birinin tasarrufu olması imkân dahilindedir. Ancak lafzan rivâyet edilmiş olduğu iddiasındaki bir ha­berde görülecek böyle bir ifade bozukluğu, en azından, onun lafzen rivâyet edilmediğine işaret sayılmalıdır. İbn Hacer, kendisinde rekâket bulunan bir haberin Râsûlullah’a aid olduğunu iddia eden kimsenin yalancı olduğunu söy­ler. (63)

Buraya kadar bir haberin aslına ait olup olmadığı hususunda, hadis usûlü kâidelerince yapılabilecek işlemleri sıralamaya çalıştık. Bu işlemler, âhâdın haberlerinde yapılmakta, mütevatir haberler tashih ve taz’îf ameliyyesinin dışın­da bırakılmaktadır. Haber-i âhâd hakkında yapılan bu işlemlerin sonucu yine de kat’i sayılamaz. Kullanılan usûllere ve kullanana nisbetle izâfî bir tashih ve taz’îf yapılmış olur. Bu husûsu, hadîs alimleri özellikle belirterek; "fulân hadis bu senede göre sahihtir, za’iftir,” denilmesi luzûmunu vurgularlar.

Kaynağa nisbetin filhakika sahih olması halinde bile, ilâveli, noksan veya hatalı rivâyet ihtimâl dahilindedir. Bu husûs bilhassa, bir hadisin sair nasalarla teâruzu hâlinde nazar-ı itibare alınmalıdır. Bu durumda hadisin za’fı ve mevzûluğu yerine, teknik ifadesiyle bir "işkâl” sözkonusudur.

Netice olarak şunu diyebiliriz: Hadisin tashih ve taz’îfi, yetkililerince ya­pılması şartıyla, günümüzde de mümkündür. Bu iş yapılırken sened ve metin müştereken ele alınmalı, bütün ihtimaller gözönünde bulundurulmalı, aceleci hükümlerden kaçınılmalıdır. Kesin bir sonuca varılamaması halinde ise "te­vakkuf” veya araştırmanın devamı ihtiyâr edilmelidir.

(37) Bkz. Mevzu Hadisler, 118,

(38) el-Envâru’1-Kâşife, Abdurrahman el-Ma’lemî, s. 263’den naklen: Hadise Dâir îlimler ve Hadîs Usûlü, Hayreddin Karaman, İstanbul, 1671, s. 72,

(39) Dirâsât fi’l-Hâdîsi’n-Nebevî, Dr, M. Mustafa el-A’zemi, 1400/1980, 2/460­ 461 (özetle).

(40) Bkz, Ulûmu’I-Hadîs ve Mustalahuh, Subhi’s-Salih, Beyrût, 1388/1969, s.278 vd.; Mevzû Hadîsler, s. 118, 124 vd.

(41) Bkz, Lemehât min T&rîhi’s-Sunne, Abdulfettâh Ebû Gudde, Beyrût, 1404/

1984, s, 90.

(42) Krş, el-Esrâr, s. 416-417; Hadis Edebiyatı Tarihi, M. Zübeyr Sıddıkî, ter.: Yusuf Ziya Kavakcı, İstanbul, 1966, s. 18; Mevzû Hadisler, s. 122,

(43) Metin tenkidinin sahabeden itibaren başladığı hk. bkz.: Lemehât, s. 85 vd.

(44) es-Sunne Kable’t-Tedvîn, M. Accâc el-Hatîb, 1383/1963, s. 244.

(45) el-Câmi’ li-Ahkâmi’l-Kur’ân, el-Kurtubî, 1/38. ed-Dârimî; “Benden (rivâ­yet edilen) hadîs bollaşacak! Binaenaleyh bunlardan Kur’ân’a uyanlar bendendir, muhâlif olanlar benden değildir.” şeklinde merfû bir hadis naklettikden sonra “Rasûlullah (s.a.v.) doğru söylemiştir. Rivayetler hususunda buyurdukları ortaya çıkmıştır.” demektir (Reddu’l-İmâmi’d- Dârimî, s. 485-486). Bu konu ve el-Firûzâbâdî’nin ifadesine göre, “uy­durmaların en uydurması” olan metindeki hadis hakkında bkz. Mevzûâtu-s-Sağâni, 1401/1980, s. 64, dn. 4; Lemehât, s. 13 vd.; Hadisleri Kur’ân’la karşılaştırma Meselesinin Kasnakları, Doç. Dr, Suat Yıldırım, Prof. M. Tayyib Okiç Armağanı, Ankara, 1970, s. 105 vd,

(46) el-Kifâye, s. 603.

(47) Reddu’1 -İmâmi ’d-Dâ rimî, s, 486,

(48) es-Sünnet ve Mekânetuhâ, s. 99,

(49) el-İcâde, ez-Zerkeşî, Beyrut, 1390/1970, s. 118 vd.

(50) a.g.e., s, 102-103. naklettikden sonra, “Resûlullah (s.a.v,) doğru söylemiştir. Rivayetler

(51) Diğer birkaç misâl için bkz. el-İcâbe, s. 77, 96, 115; el-Esrâr, s. 457.

(52) el-İcâbe, s. 120, Diğer misâller için bkz. es-Sunne Kable’t-Tedvin, s. 245; Lemehât, s, 87.

(53) Meselâ bkz. el-Bâisu’l-Hasis, s. 83; Hadis (Maddesi), Dâiretu’l-Maârif 7/332, dn.

(54) William Corliss, elde mevcut, bilinen teori ve kaidelerle bugün bile açık­lanamayan 2000 kadar anormal bulgu toplamıştır, “...Kolleksiyonda ka­yıtlı olan tüm bulguların ortak bîr yanı var: Bilimin katı gerçeklerinin şimdiye dek inandırıldığımızdan çok daha iğreti olduğunu vurguluyor”. (Esrarengiz Olaylar, Patrick Huyghe, Bilim ve Teknik, c. 16, sayı: 189, Ağustos, 1983, s. 11).

(55) es-Sünne ve Mekântuhâ, s. 99,

(56) Bkz. es-Sünne Kable’t-Tedvin, s. 245,

(57) Goldziher bu son husus, tabiatı icabı, hadîslerle tarihi hatalar bulan müslüman tenkîdcilerin, resmen itimad edilen hadislerin reddinin doğu­racağı tehlikeleri bertaraf etmek için buldukları bir yol olarak zikreder. Bkz. el-Akide ve’ş-Şeria, Mısır, s. 315. Krş. Mevzû Hadîsler, s. 121.

(58) es-Sünne ve Mekânetuhâ, s. 100. Bir diğer misâl : a.g-.e., s. 275 ,

(59) Fethu’l-Bâri, İbn Hacer, Mısır, 1378/ 1959, 7/176.

(60) et-Tabakâtu’l-Kubra, İbn Sa’d, Beyrût, 1/117. Diğer birkaç misâl: Fethu’l- Bârî, 6/227; el-İcâbe, s. 48; Lemehât, s, 88,

(61) es-Sünne ve Mekânetuhâ, s. 99.

(62) es-Sünne Kable’t-Tedvîn, s. 242,

(63) el-Bâis, s. 82.