Makale

İSLAM FIKHINDA VÂDELİ SATIŞ

İSLAM FIKHINDA VÂDELİ SATIŞ

Ahmet ONAY*

Vâdeli Satış Nedir?

Satılan veya satın alınan bir mal mukabili ödenecek olan belli bir bedelin, belli bir süre sonra veya belli bir tarihte toptan veya belli miktar ve tarihlerde parça parça ödenmesi şartıyla yapılan bir satıştır.

Tarafların karşılıklı rızaları ile ve şartları yerine getirilmek suretiyle yapılan vâdeli satışlar caizdir1. Bunun için de şu şartlara riayet edilmesi lâzımdır.

Vâdeli Satışın Şartları:

Yapılacak vâdeli satışın sahih olabilmesi için:

1- Ödenecek olan bedel, satılan veya satın alınan malın cinsinden olmamalıdır.2

2- Bedelin cinsi, miktarı ve vasıfları malum olmalıdır3.

3- Vâde taraflarca malum olmalıdır. 4

Şimdi bunları izah edelim:

1- ÖDENECEK OLAN BEDELİN SATILAN VEYA SATIN ALINAN MALIN CİNSİNDEN OLMAMASI

Bedel (Semen) Nedir?

Herhangi bir mal mübadelesinde insanın zimmetinde sabit olan borcudur. Bu da; altın, gümüş paralar veya mislî dediğimiz mallardır.

Mislî olan mallar ise, ölçekle tartıyla, âdetle ve bu günkü ifadesiyle, "standart" dediğimiz mallardır. Eğer bunlar bir mal karşılığı olarak veriliyor, o mal da kıymete tabi bir mal oluyor ise, mislî olan mal, semen kabul edilir. Meselâ; on ölçek buğdaya, bir koyun alındığı takdirde, koyun burada mebî, buğday ise mislî olması itibariyle semen oluşur

Dolayısıyla, vâdeli olarak satılan mal ile, ona bedel olarak ödenecek şeyin cinsleri farklı olmalıdır. Çünkü Peygamberimiz (S.A.V.) bu hususta şöyle buyurmaktadır:

"Altın mukabili altın, gümüş mukabili gümüş, buğday mukabili buğday, arpa mukabili arpa, hurma mukabili hurma, tuz mukabili tuz mislî misline peşin satılır. Her kim ziyade verir veya alırsa muhakkak ribâ (faiz) yapmıştır. Alan ile veren bu hususta müsavidir" 6

Binaenaleyh, vâdeli olarak satılan şeyle, onun mukabilinde bedel olarak ödenecek şeyin cinsleri aynı ise, yapılan muâmele bir faiz muâmelesi olmuş olur.7 Bu da haramdır. Zaten bu durumda alışverişteki espri de ortadan kalkmış demektir.8

2- BEDELİN CİNSİNİN MİKTARININ VE VASIFLARININ MALUM OLMASI

Yapılacak satış neticesinde ödenecek olan bedelin malum olması esasen alışverişin sahih olabilmesinin bir şartıdır.9 Dolayısıyla, peşin alışverişte olduğu gibi, vâdeli alışverişlerde de ödenecek olan bedelin tam ve kesin olarak bilinmesi lâzımdır. Bu da alıcı ve satıcının gerekli müzakereleri yapıp, vâdenin belirlenmesi, malın teslimi vs. gibi hususlar görüşülüp karara bağlandığı anda yani akit meclisinde karara bağlanarak akit meclisinden ayrılmakla mümkün olur. Yoksa satıcı; "Bu mal peşin şu kadara, vâdeli ise bu kadara" dedikten sonra alıcı ve satıcı "kabul ettim" demekle satış; ne peşin olarak, ne de vâdeli olarak gerçekleşmiş olmaz. Çünkü müşteri tarafından hangisinin kabul edildiği, satıcı tarafından da hangisinin kabul edildiği belli değildir. Bu husus bilinmeden yapılan böyle bir satış muâmelesi ise fasittir.10 Satıcı tarafından "Benim için farketmez, ben müşteriyekolaylık olsan diye onu muhayyer bıraktım" şeklinde yapılacak bir itiraza da verilecek cevap yine aynıdır; yapılan satış fasittir. Ama müşteri henüz akit meclisinde iken bunlardan birisini kabul ederek taraflarca karara bağlanırsa, o zaman yapılan satış sahihtir. Nitekim Ebu Hüreyre’nin (R.A.) rivayet etmiş olduğu bir hadiste: "Resulullah (S.A.V.), bir satışta iki satışı menetti." buyurulmaktadır.11 Bu hususta Abdullah b. Amr, îbn Ömer ve îbn Mesud gibi sahabilerden hadis rivayet edilmiştir. Yukarıda geçen Ebu Hüreyre (R.A.) ın hadisi hasen sahihtir. Ulemanın ameli de bu hadis-i şerif üzeredir. Bazı ulema "Bir satışta iki satış" hadisini tefsir ederek şöyle demektedirler: "Bir satışta iki satış" şudur ki; satıcı "Bu kumaşı sana peşin olarak on ve vâdeli olarak yirmiye satarım" der ve iki satıştan birisi üzerinde anlaşma sağlanamadan müşteri satıcıdan ayrılır. îşte men edilen budur. Eğer iki satıştan birisi üzerinde mutabık kalarak satıcıdan ayrılırsa; iki satıştan birisi üzerinde anlaşma sağlanmış olması nedeniyle bu satış muamelesinde bir beis yoktur.12

Bir Malın Peşin Fiyatı İle Vadeli Fiyatı Arasındaki Fark Meselesi:

Yukarıda zikrolunan hadis-i şerifte geçen yasaklamaya bakarak; vâdeli olarak satılan bir malın, peşin olarak satılan bir maldan biraz daha pahalı satılmasını yasak ve hatta faiz olarak değerlendirmek doğru değildir. Çünkü hadis-i şerifte geçen yasaklık konusu (illeti) ve faiz konusu (illeti) ile, vâdeli satıştan dolayı malın piyasa değerinden (peşin satışa göre) biraz daha pahalı satılması birbirinden tamamen farklı şeylerdir.

Burada şunu belirtmek gerekir ki; fiyat olayı genel olarak tarafların anlaşma ve rızalarına bırakılmış bir husustur13. Yeter ki arada fahiş bir Fiyat farkı ve aldatma olmasın.14 Enes (RA) dan rivayet edildiğine göre: Dedi ki: Resulullah (S.A.V.) zamanında fiyatlar yükseldi. Bunun üzerine "Ya Resulallah, bize narh koy (fiyatları tayin ve tahdit et)" dediler, bunun üzerine Resulullah (S.A.V.) buyurdular ki: "Narh koyan, darlık yaratan, bolluk getiren, rızıklandıran şüphesiz Allah’tır. Sizden hiçbiriniz, can ve mal bakımından herhangi bir haksızlıkla beni mutalebe etmediği halde Rabbime kavuşmayı ümit etmekteyim"15

Görüldüğü gibi, mal peşin dahi satılmış olsa, fiyatının belirlenmesi pazara; alıcı ve satıcılara bırakılmıştır.

Nitekim Halife Hz. Ömer (R.A.) narh koymaktan çekinmiştir. Çünkü:

1- Halife, (fiyatları düşük tutmak için) narh koyacak olursa, bunu mal sahipleri ya kabul eder veya etmez. Her iki durumda da taraflardan birisi zarar görmüş olur.

2- Halife, narh koyarak fiyatları yükseltecek olursa, o zaman da, müşteri ve tüketici zarar görmüş olur.16

Bütün bu açıklamalardan da görüldüğü gibi, fiyat farkı meselesi satıcı ve müşteri arasındaki anlaşmaya, ödeme şartlarına, malın bedeli olarak ödenecek şeye, zamana, mekâna ve vâdeye göre 17 makul ölçülerde ortaya çıkmakta ve bizzat o malın fiyatı olmaktadır. Peşin yapılan alışverişlerde normal ölçülerde kâr etmek helâl ve tabii olduğu gibi, vâdeli yapılan alışverişlerde de insaf dairesinde, karşı tarafı yıkmadan belirtilen vâdeyi dikkate alarak kâr etmek de helâl ve tabiidir.18

Ancak vâdeli satıştan, satıcı makul ölçülerde kâr edeceği gibi alıcı ve satıcı da aldatılıp zarara uğratılmamalıdır.19 Satılan şeyin peşin satış fiyatı ile vâdeli satış fiyatı arasında bir farklılık olabileceği gibi, bu fark olmayabilir de... Bu husus, alıcı ve satıcının, satış akdi esnasındaki anlaşmalarına bağlıdır.20 Yeter ki, satış akdi esnasında, bedelin cinsi, miktarı ve vasıfları tam olarak belirtilmiş ve kesin karara bağlanmış olsun. Meselâ; bir kimse her ay kendisine şu kadar lira ödemek şartıyla, bir şeyi yüz liraya satsa bu sahihtir.21

Bazı tüccar arasında görülen ve gayesi, satıcı olarak kendilerini korumaya yönelik bazı uygulamalar vardır ki; onunla alışveriş fasit olur. Yapılan muâmele de kerâhetten hali olmaz. Şöyle ki:

Herhangi bir kimseye, herhangi bir şey, taraflarca bilinen veya bilinmeyen bir vâde ile satılıp; satış akdi esnasında satılan şeyin bedeli belirtilmeyip, müşteri parayı ödeyeceği zamanki, o şeyin mislinin rayiç bedeli ne ise, o bedel üzerinden öder.

Bu uygulamada söz konusu olan iki husus vardır: .

1- Yapılan alışverişte -borcun vâdesi belirtilmiş olsa dahi-akit esnasında borcun miktarı belirtilmeyerek meçhul bırakılmıştır. Ödenecek olan bedelin meçhul olması halinde, yapılan alışveriş fasid olur.22

2- Borcun miktarının belirtilmemesindeki yegâne gaye, satıcının zarar etmemesi, kendini garantiye almasıdır. Bu ise sadece satıcının menfaatine olan şartlı bir muâmeledir. Halbuki,

satış akdinin aslından ve gereğinden olmadığı haldi, taraflardan sadece birisinin menfaati için satış akdine bir şart getirilip konulur ise o satış akdi fasit olur.23

Netice olarak; böyle bir alışveriş muâmelesi fasittir ve bu, yukarıdaki, "Resullullah (S.A.V.), bir satışta iki satışı menetti." hadis-i şerifindeki yasaklamaya dahil bir muâmeledir.24

3-VADENİN MALUM OLMASI

Yapılan satışın vâdeli olabilmesi için, vâde taraflarca malum olmalıdır. Aksi takdirde, vâde belirtilmeden mutlak olarak yapılan bir satış muâmelesi peşin olmuş olur.25 Çünkü satılan malın bedelinin peşin olarak ödenmesi alışveriş akdinin bir gereğidir.

Vâdenin Örf İle Belirlenmesi:

Bir yörede yapılan o tür alışverişlerde, orada âdet olan malum bir örf varsa o âdet olan malum örfe riayet olunur.26 Şöyle ki; peşin veya veresi diye herhangi bir konuşma olmaksızın, çarşıdan biri bir şey alsa, parasını peşin vermesi lazım gelir. Fakat hafta başında veya ay başında, paranın tamamı veya belli bir kısmı alınmak o yörenin âdeti ise, o âdete riayet olunur.21 Böyle bir âdet yoksa ve vâdeden de söz edilmemiş ise, satılan şeyin bedelinin peşinen ödenmesi gerekir.

Vâde İle İlgili Çeşitli Meseleler:

Veresiye pazarlık olunup da, eğer vâde veya vâde tarihi belirtilmeyecek olursa, o zaman vâde bir ay olmuş olur. Satıcı aradan bir ay geçmedikçe parayı isteyemez. Çünkü selem ve yemin hususlarında kabul edilen müddet, böyle bir aydan ibarettir.28

Bir şey vâdeli olarak satılıp, vâde de; "şu kadar ay sonra", "şu kadar gün sonra", "bir yıl sonra" gibi, veya; "falan ayda", "filan günde", "filan tarihte" gibi, veya; "her ay şu kadar ödemek üzere, toplam şu kadara" şeklinde belirlenecek olursa, belirtilen bu vâdeler sahihtir ve onlara riayet etmek lâzımdır.29

Bir borcun vâdesinin; meydana gelip gelmeyeceği veya ne zaman meydana geleceği belli olmayan bir vâdeye bağlanması sahih değildir.30 Vâdenin, "yağmur yağınca", "rüzgar esince" gibi, olup olmayacağı veya ne zaman olacağı belli olmayan bir müddetle belirlenmesi alışverişi fasit kılar.31

Vâde Hususunda Belirsizlik ve Cehalet İki Türlüdür:

1- Cehalet-i Yesire: Meydana gelmesi muhakkak olup, yalnız bazan erken ve

bazan geç meydana gelen vâdedir. "Ekinlerin biçilme zamanı" gibi. Buna Cehalet-i Mütekâribe de denir.

2- Cehalet-i Fahişe: Meydana gelip gelmeyeceği bilinmeyen veya meydana gelmesi meçhul olup, ne zaman zuhur edeceği kestirilemeyen vâdedir. "Yağmurun yağacağı zaman" gibi. Buna Cehalet-i Mütefavite de denir.32

"Şu kadar gün", "Şu kadar ay" veya "Bir yıl" gibi bir vâde ile satılan bir şeyde vâde, malın teslim tarihinden itibaren başlar. Eğer vâde, bu şekilde değil de "Şu ayda", veya "Şu günde" gibi, tarih olarak belirtilmiş ise, o takdirde malın teslim tarihine itibar olunmaz.33

Vâde olarak belirlenen "şu kadar ay "veya "şu kadar yıl" tabirlerinde geçen "ay" ve "yıl" o yörede kullanılan ve tüccar arasında malum olan ay ve yıldır. Yani şemsî ise şemsî, kamerî ise kameridir. Eğer bunların her ikisi de kullanılıyor ve tüccar arasında maruf ise; o zaman, vâdenin bunların hangisine göre olduğunun belirtilmesi de gerekir.

Vâdenin kısımları:

Borçlarda vâde üç kısımdır:

1- Vâde bâtıldır. Sarf ve selem bedellerinin vâdeye bağlanması gibi.

2- Vâde sahihtir ancak, vâdeye riayet lazım değildir. Yani belirtilen vâde, alacaklı açısından bağlayıcı ve kesin değildir. Dolayısıyla, alacaklı henüz vâde dolmadan, alacağını isteyip alabilir. Bunlar; karz, ikale, şefi’ ve ölünün borçları gibi.34

3- Vâde sahih ve ona riayet lazımdır. Bu sayılanların dışında kalan bütün vâdeli borçların vâdesi sahih olup, belirtilen vâdeye riayet etmek lazımdır.35

Vâdeli Satış ile İlgili Çeşitli Meseleler:

Vâdeli olan bir borcun henüz vâdesi dolmadan, borçlu olan onu ödeyecek olsa, karşı taraf onu kabule zorlanır.36

A isimli şahıs şu kadar baş koyunlarını, B’ye şu kadar liraya ve parası bir sene tamamına kadar vâdeli olarak satıp, mah teslim ettikten sonra, sene içerisinde o koyunlar, B’nin elinde iken helâk olacak olsalar, bu durumda; senenin sonunda yani vâde dolunca A, borcun tamamını B’den alır. 37

A belli bir vâde ile B’ye bir ev satsa, bu durumda; B "Evi bana teslim et" dediğinde, A "Borcun vâdesi gelip, evin parasını tamamen almadıkça teslim etmem" diyemez. Evi teslim etmek zorundadır.38

Bîr kimse mülkü olan bağım, parası ve vâdesi belli olarak bir başkasına satıp, malı da teslim ettikten sonra, daha borcun vadesi gelmeden, bağı alan şahıs onu bir başkasına satmak istediğinde bağı satıp henüz parasını almamış olan birinci şahıs "Hayır, parayı ödemedikçe, bağı sattırmam” diyerek onun bağı satmasına engel olamaz.39

Parası Ramazan ayında ödenmek üzere malını satan bir kimse, Ramazan ayı gelene kadar da malı müşteriye teslim etmese, bu durumda Ramazan ayı gelince, malı teslim almakla birlikte borcunu da belirttiği şekilde Ramazan ayında ödemesi gerekir. Artık daha vâde söz konusu değildir.40

Peşin olarak satılan bir malın parası, bilahere tecil edilse, yapılmış olan satış fasit olmaz. Bu durumda vâde, gerek cehalet-i yesire ile ve gerekse cehalet-i fahişe ile meçhul olsun yine de alış-verişin sıhhatine mani değildir. Şu kadar var ki, eğer vâde cehalet-i yesire ile meçhul bulunursa, tecile riayet lazım olur. Satıcı bundan evvel parayı isteyemez. Fakat vâde, cehalet-i fahişe ile meçhul olursa vâde muteber olmaz; alışveriş sahih, yapılan vâde ise bâtıl, geçersiz olmuş olur. 41

Borçlanmalarda Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar;

Allah Tealâ, helâl malı telef olup, batmaktan korumak için o kadar çok uyarı ve tavsiyelerde bulunmuştur ki, Kur’an-ı Kerim’de geçen en uzun âyet-i kerime de o uyan ve tavsiyeleri ihtiva etmektedir. Nitekim onun bir benzeri de, Nisa Sûresinde: "Allah’ın, sizi koruyucu kılmış olduğu mallarınızı beyinsizlere vermeyin."42 Ayet-i kerimesinde ifadesini bulmaktadır. Allah Tealâ, bu dünyada güzel bir şekilde yaşamanın ve güzel bir şekilde O’na dönmesinin sebebi olan mallar hususunda kullarını çok ihtiyatlı olmaya teşvik etmektedir43. Çünkü Bakara Suresinde 44 şöyle buyurmaktadır:

"Ey inananlar, birbirinize belirli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazınız. Bir kâtip doğru olarak yazsın, kâtip onu Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin, yazsın. Borçlu olan da yazdırsın, Rabbi olan Allah’tan sakınsın, ondan bir şey eksiltmesin. Eğer borçlu, aptal veya aciz ya da yazdıramayacak durumda ise, velisi, doğru olarak yazdırsın. Erkeklerinizden iki şahit tutun; eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden razı olacağınız bir erkek -biri unuttuğunda diğeri hatırlatacak- iki kadın olabilir. Şahitler çağrıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük veya küçük olsun, onu süresiyle beraber yazmaya üşenmeyin; bu, Allah katında en doğru, şahitler için en sağlam ve şüphelenmenizden en uzak olandır. Ancak aranızdaki peşin alışveriş olursa, onu yazmamanızda size bir sorumluluk yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun. Kâtibe de şahide de zarar verilmesin, eğer zarar yapacak olursanız, o zaman doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah’tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şeyi bilir.

"Eğer yolculukta olup kâtip bulamazsanız alınan rehin(ler) yeter. Şayet birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse borcunu ödesin. Rabbi olan Allah’tan sakınsın. Şahitliği gizlemeyin, onu kim gizlerse şüphesiz kalbi günahın acısından sızlar. Allah işlediklerinizi bilir" 45.

Hem selem, hem karz (ödünç verme) ve hem de vâdeli satışlara şamil olan 46 bu âyet-i kerimelerde belirtilen bazı emir, tavsiye ve uyanları şöylece sıralayabiliriz47.

1- Birbirinizle belli bir süre için borçlandığınız zaman onu yazın, Yani "vâdeli olarak bir borçlanma muâ-melesinde bulunduğunuz zaman onu yazın" demektir ki; bu, Allah Teala’nın vâdeli borçlanmalarda borcun ve vâdenin miktarının belirlenmesinde en garanti ve en sağlam yolun yazmak olduğu hususunda, kullarına bir uyarısı ve irşadıdır48.

2- Kâtip onu doğru olarak (adaletle) yazsın. Onu yazacak olan kâtibin, adil, güvenilir, taraflardan herhangi birisine haksızlık ve zulüm yapmayan ve yazdığını onlar için yazan bir kâtip olması lâzımdır. 49

Yazılacak olan yazının da "adaletli" olabilmesi için şu şartları haiz olması gerekir.

a) Gerektiğinde delil olarak kullanılabilmesi için, onda gerçeğin hilâfına herhangi bir artırma ve eksiltmenin olmaması.

b) Taraflardan herhangi birisini sağlama (garantiye) alacak şekilde tek tarafa ağırlık verilerek yazılmaması.

c) Ulema arasında, ittifakla kabul edilen (standart) bir şekil ve tarzda yazılması. Yani yazılan yazının ayrıca mahkeme kararma ihtiyaç duyulacak ve hatta iptaline yol açabilecek bir şekil ve tarzda olmaması.

d) İhtilâfa veya anlaşmazlığa meydan verebilecek bir şekilde kapalı (mücmel) kelime ve ifade kullanılmaması lâzımdır52.

3- Kâtip onu Allah’ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan çekinmesin.

4- Yazsın. Çünkü borcun yazılması arzu edilince yazabilecek durumda olanlara bunu yazmak bir farz-ı kifayedir. Eğer bu, taayyün edecek olursa, o zaman bir farz-ı ayın olur51.

5- Borçlu olan da yazdırsın. Adaletli olan kâtibe bizzat borçlu olan kişi yazdırmalıdır ki, borcunu bizzat kendi diliyle kendisi ikrar ederek, borçlu olduğunu bilsin ve bizzat kendisi kendisinin şahidi olsun52. Böylece, borcun miktarını, cinsini, vâdesini ve buna benzer hususları bizzat kendisi iyice kafasından geçirerek müzakere etmiş olur53. Eğer borçlu, aptal veya aciz ya da yazdıramayacak durumda ise, o zaman onu velisi doğru olarak yazdırsın.

6- Allah’tan sakınsın.

7- Ondan bir şey eksiltmesin.

Dolayısıyla, gerek borçlu ve gerek alacaklı yaptıkları ticari muâmelenin hiç bir safhasında Allah’ın rahmet ve azabını asla akıldan çıkarmamalı, sorumsuz davranmamalıdırlar. Yoksa sadece kâr etmek, kazancını artırmak, sermayesini genişletmek gibi gayelerle herhangi bir yanlışa düşmemeli ve kendisine gösterilen güven duygusunu kötüye kullanmamalıdır.

8- Erkeklerden iki şahid tutun.

Borcun yazımı ile birlikte (yazım esnasında) iki müslümanı54. Şahid olarak çağırın ki, daha sağlam ve garanti olsun 55 Ayrıca şahidlik yapacak olan kimsiler; dini, inancı, yaşayışı ve emanete riayeti hususunda kendisinden razı olduğunuz kimseler olmalıdır.

9- Şahidler çağrıldıklarında çekinmesinler.

Çünkü borcun yazılması nasıl bir farz-ı kifaye ise, şahidlik yapmak da bir farz-ı kifayedir. Eğer bunlar taayyün ederse o zaman birer farz-ı ayın olurlar56.

10- Kâtibe de şahide de zarar verilmesin.

Şöyle ki:

a) Ne kâtip ve ne de şahid, kendilerinden isteneni yapmamak veya tahrifat yapmak veya ziyadelik, noksanlık yapmak gibi şeylerle zarar vermesinler.

b) Ne kâtip ve ne de şahid yaptıkları görev sebebiyle zarara uğratılmasın57.

Buna uymayarak, eğer zarar yapacak olursanız, o zaman doğru yoldan çıkmış olursunuz. Allah’tan sakının, Allah size öğretiyor; Allah her şeyi bilir.

11- Eğer yolculukta olup, kâtip bulamazsanız alınan rehin(ler) yeter.

Sefer halinde olup, kâtip de bulamama durumunda borca mukabil rehin alınması meşru görülmüştür. Gerek sefer halinde ve gerekse mukim iken ve yazacak kâtip de var iken, yine de rehin almanın caiz olduğu hususunda ulemâ ittifak etmiştir58.

Nitekim"ResuIullah (S.A.V.) bir Yahudi’den veresiye zahire satın aldı da ona bir zırhını rehin olarak verdi"59

Burada ayet şunu gösteriyor ki; senet ve yazma ile belgelemek mümkün oldukça, müminler kendi aralarındaki borçlanmalarda rehin talep etmeleri caiz olsa da, bu mendub olmayacaktır. Ama bunu gerektiren bir mazeret varsa o başka.

Bir de, rehinin tamam olması için, alınmış olması (makbuz) şarttır. Alınmamış olan rehin, bir vesika olma özelliği ifade etmezi.

12- Şayet birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse borcunu ödesin.

Demek ki, emniyet olunan, güvenilen kimse emanetini ödesin ve ona layık olduğunu hakkıyla isbat etsin. Hatta öyle ki; yukarıdan beri izah edilegelen "yazmak", "şahid tutmak" veya "rehin almak" ve bunlara ait bir çok şartlardan o kadar üstündür ki "güvenilmek", "emniyet olunmak", bunlardan hiçbir şart öne sürmeksizin "güvenilen kimse borcunu ödesin", "emanetini eda etsin" demekle yetinilmiştir61.

Buraya kadar olan "yazmak", "şahid tutmuk" ve "gerekirse rehin almak"

ile ilgili emirler birer mendubiyet ifade eder. Halbuki "şayet birbirinize güvenirseniz, güvenilen kimse borcunu ödesin" emri kesin olarak bir far- ziyyet ifade etmektedir62. Dolayısıyla kendisine güven duyulan kimse veya kimseler, kendilerine duyulan güven hususunda en ufak bir yanlış yapmaya Rabbi olan Allah’tan sakınsınlar.

13- Şahidliği gizlemeyin.

Bütün bunlara rağmen, borçlu olan ve borçlu olduğuna bizzat kendisi şahid olan borçlular, alacaklılar ve yapılan muâmeleye bizzat şahid olan şahidler, gördüğünüz ve bildiğiniz hakkı ve hakikati gizlemeyiniz. Ayrıca şahidlik etmekten de kaçınmayınız. Zira böyle bir hareket ekber-i kebairdendir; yani büyük günahların en büyüklerindendir. Küfre ve akidesizliğe çok yakındır63. Ayrıca, şahidliği kim gizlerse şüphesiz kalbi günahın acısından sızlar, kendini vicdan azabından kurtaramaz. Çünkü Allah, işlediklerinizi bilir.

SONUÇ

Bu uyarı ve tavsiyelere uyulmasında büyük bir sevap, ticari münasebetlerde büyük bir rahatlık ve huzur ile Allah’ın rızasını kazanmak vardır. Ama bu emir, tavsiye ve uyarıların terk edilmesi halinde ise; sevaptan mahrumiyet, ticari hayatta huzursuzluk, alabildiğine kargaşa, isteyerek veya istemeyerek haksızlık yapma veya haksızlığa uğrama ve Allah’ın rızasını kazanamama söz konusudur.

Nasıl ki, diğer ibâdetlerin (namaz, oruç, hacc vs.) farzı, vacibi, haramı, müfsidi yanında sünnetleri, müstehabları, mübahları, mekruhları ve adabı var ise; bunlar birbirlerinden müstakil ve bağımsız şeyler gibi düşünülemez, diğerlerine uyup, bunlara uymada gevşeklik gösterilemez ise;

muamelat için de aynı şeyler geçerlidir. Dolayısıyla vâdeli satışın şartlarından veya müfsitlerinden olmadığı halde, yukarıda zikrolunan esaslara uymada gevşeklik gösterilmemesi de aynı şekilde ehemmiyetli ve gereklidir.

Bu arada, borçlanma ve vâdeli satışlarda çok sık rastlanan, "kefil istemenin", "kefil olmanın" hükmü nedir? diye bir soru hatıra gelebilir. Nitekim ilgili bahislerinde izah olunduğu gibi; kefil almak veya almamak tamamen tarafların rızalarına ve arzularına bırakılmıştır. Konumuz olan vâdeli satışlardaki, diğer şartlar yerine getirildikten sonra kefil olmakta bir beis olmadığı gibi, kefil almamakta da bir beis yoktur. Yeter ki, yapılan muâmeleler usulü dairesinde olsun.

(*) Diy. İşl. Başkanlığı Müfettiş Yardımcısı

(1) Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye, Madde: 245; Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, VI/40; Abdurrahim Efendi, Feteva, II, 27; Ankaravî Muhammed b. Hüseyin, Fetava, I, 344; Halil Gönenç, Fetvalar, I, 114-115

(2) Ömer N. Bilmen, Age. VI, .40; Abdullah b. Muhammed b. Mevdud el-Mavsılî, El-İhtiyar lita’Iîli’l- Muhtar, II, 30-31.

(3)Mecelle Madde: 238-239

(4) Mecelle Madde: 246; Kadıhan, Haşan b. Mansur el-Özcendî, Feteva, 254, İstinsah 956, 588 varak; An- karaî, Feteva, I, 344; Abdurrahim Ef. II. 27.

(5) İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar Ale’d-Dürrü’l-Muhtar, XI, 63, Tere: Mehmet Savaş.

(6) Bkz. S. Müslim, Müsakat, 81, 83, 85, 90; S. Buhari, Buyu, 78; S. Ebu Davud, Buyu, 12; S. Neseî, Buyu, 50; 5.İbn Mace, Ticaret, 48; S. Darimî, Buyu, 41; Müsned-i Ahmcd, II, 262, 437.

(7) Bkz. El-Mavsili, El-İhtiyar, II, 30 vd.

(8) Çünkü alışverişteki ana gaye, satıcı için kâr etmek, alıcı için de aldanmamaktır. Halbuki aynı cinsten olan şeylerin peşin olarak ve arada herhangi bir fazlılık veya eksiklik olmaksızın alınıp verilmesi (değiştirilmesi, bozdurulması) helaldir. Ama bir kimse, istediği herhangi bir kimseye, istediği herhangi bir malını karşılıksız olarak verebileceği, hediye edebileceği, bağışlayabileceği gibi, istediği süreye kadar da ödünç olarak, borç olarak verebilir, bu muameleler de meşru ve helaldir. Ancak bunlar bir alışveriş muamelesi (mübayaa) değildir. Burada veren kişi, kâr etmek gayesiyle (yani maddi bakımdan kâr etmek gayesiyle) vermiş de değildir. Dolayısıyla bu muamelelerle, alışveriş muamelesini karıştırmamak gerekir. Çünkü konulan ve hükümleri birbirlerinden tamamen farklıdır.

(9) Mecelle, Madde: 238, 239.

(10) İbnü’l-Hümam Kemalüddin Muhammed b. Abdülvahid.Fethu’l-Kadir, VI, 80, (9 cilt).

(1 l)S.Tirmizi, Buyu, 18; S. Nesei, Buyu, 73; Muvatta, Buyu, 72;Müsned-i Ahmed, II, 71,174.

(12) Bkz. S. Tirmizi, Buyu, 18, ("Bir Satışta İki Satışın Yasak Oluşu Babı")

(13) Bkz. Hayrettin Karaman, Alış-verişte Vade Farkı, Yıllık 1, 61, İsarva Neşr. 1978; Doç. Dr. Ali Şafak,İslam Hukukunda Alış-verişte Kâr Haddi, Yıllık 1, 131, Isarva Neşr. 1978.

(14) Karşılaştırın, Hayrettin Karaman, agy. 61.

(15)S.Tirmizi, buyu, 71;S. Ebu Davud, Buyu,49;S. Darimi, Buyu, I3;S. İbn Mace, Ticaret, 27

(16) Bkz. İbn Nüceym Zeyniiddin b. İbrahim, El-Eşbah ve’n-Nezair, 35, Kahire, 1322; Eş-Şevkanî, Mu- hammed b. Ali,Neylü’l-Evtar, V, 220, Mısır, 1357.

(17) Vadeli satışta fiyata tesir eden çeşitli sebebler için bkz. Hayreddin Karaman, Alış-verişte Vade Farkı Araştırması Hakkındaki Mütalâalara Cevaplar, Yıllık 1, 78-79; Ayrıca bkz. Doç. Dr. Şerafettin Gölcük, agy. 25-31.

(18) Halil Gönenç, Fetvalar, I, 114-115.

(19) Yani peşin alışverişlerde olduğu gibi, vadeli alışverişlerde de; normal şartlarda ve usulü dairesinde muameleler yürütülmelidir. Araya, ihtikâr, karaborsa, müşterinin zaruri ihtiyaç maddelerinde pazarlık yapma, tercih ve seçim yapma imkânlarını ortadan kaldıracak şekilde tekelleşme vs. gibi gerek alıcının ve gerek satıcının iradî hürriyetine ve ehliyetine tesir edecek ve onu ciddi manada zorlayacak herhangi bir memnu ve müfsit şart ve illetin dahil olmaması gerekir. Dolayısıyla, bu noktada peşin satış ile vadeli satışı farklı olarak düşünmemek lâzımdır.

(20) Bkz. Eş-Şevkâni, Neylü’l-Evtar, V, 153; S. Tirmizi, Buyu, 18; İbn Hümam, Fethu’l-Kadir, VI, 80-81; es-Serahsi, Ebu Bekr Muhammed b. Ebi Sehl, Kitabu’l-Mebsut, XIII, 8; el-Kâsânî, Alauddin Ebu Bekr b. Mesud, Bedaiu’s-Sanai fî Tertibi’ş -Şerai, V, 224; Hayrettin Karaman, Alış Verişte Vade Farkı, agy. 47-63.

(21) Ankaravi, Feteva, I, 344.

(22) Bkz. Mecelle, Madde: 238-240; Ö.Nasuhi Bilmen, Hukuku İslamiye Kamusu, VI, 39; Ayrıca Bkz. El-Mavsıli, El-İhtiyar, II, 5, 22-23 vd.

(23) Bkz. Abdullah b. eş-Şeyh Muhammed b. Süleyman, Damad Efendi, Mecmeu’l-Enhur fi-Şerhi Mülteka’l Ebhur, II, 62; El-Haskafi, Alau’d Din Muhammed b. Ali, ed-Durru’l-Munteka, II, 62.

(24) Bu arada, satıcılar tarafından "Müşteriler borçlarını çok geciktiriyorlar, ne zaman ödeyecekleri belli olmuyor, vb." şeklinde şikayet ve itirazlarda bulunabilirler. Bu konuların (vade ile ilgili hususlar, borçlunun borcunu zamanında ödememesi durumunda yapılacak işler vs.) izahı da ilgili kısım ve bölümlerde anlatılmaktadır. Esasen bu hususlar, sadece tek bir bahis ele alınarak değilde, bir bütün halinde ele alınıp incelenerek değerlendirilmelidir. Ayrıca yukarıda öne sürülen bu ve benzeri mazeretler de böyle bir muameleyi meşru kılmaz.

(25) Mecelle, Madde: 250.

(26) Ömer N. Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, VI, 42.

(27) Macelle, Madde: 250.

(28) Macelle, Madde: 249; Ömer N. Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, VI, 41.

(29) Kadıhan, Feteva, 254; Ankaravi, Feteva, I, 344; Abdurrahim Efendi, Feteva, II, 27; Damat Efendi, Mecmeu’l-Enhur, II, 83; Ömer N. Bilmen, Hukuk İslamiyye Kamusu, VI, 41

(30) Damat Efendi, Mecmeu’l-Enhur, II, 83; îbn Âbidin, Reddü’l-Muhtar, X, 378.

(31) Mecelle, Madde: 248.

(32) Ömer N. Bilmen, Hukuk İslamiyye Kamusu, VI, 41.

(33) Bkz. Mecelle, Madde: 250; Kadıhan, Feteva, 254; Ömer N. Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, VI, 41-42.

(34) KARZ: Ödünç olarak, borç olarak verilen para veya misli mal. İKALE: Yapılmış olan bir alışveriş akdini, kira vb. bir akdi fesh etmek, (döndürmek, karşıdakinin de rızası ile caymak). ŞEFİ’: Gaynmenkulde şufa hakkı olan kimse, şufadar.

(35), Alauddin Muhammed b. Ali, Ed-Durru’l-Munteka, II, 83.

(36) tbn Abidin, Reddü’I-Muhtar, XI, 102.

(37) Abdurrahim Efendi, Feteva, II, 27.

(38) Age. II, 27.

(39) Mevtana Ebu’l-Fazl Abdullah Efendi, Behçetü’l-Feteva» 139.

(40)*Kadınan, Feteva, II, 27.

(41) Ömer N. Bilmen, Hukuku İslamiyye Kamusu, VI, 41; Aynca Bkz. tbn Abidin, Reddü’I-Muhtar, X, 378.

(42) Nisa Suresi: 5.

(43) Fahnıddin Razi, Mefatihu’I-Gayb, VII, 107.

(44) Geçen Âyet-i kerimelerin mealleri için bkz. Haşan Basrı Çantay, Kur’an-t Hakim ve Meal-i Kerim, Ankara, 1961.

(45) Bakara Suresi: 282-283.

(46) El-Cassas, Hüccetü’l İslam, el-İmara Ebu Bekr Muhammed b. Ali er-Razi, Ahkâmu’l-Kur’an, I, 483, İst. 1335.

(47) Krş. Fahruddin Razi, Mefatihu’I-Gayb, VII, 107 vd.; et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan Fi-Tefsiri’l-Kur’an, III, 76 .

(48) es-Sabuni, Muhammed b. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 177.

(49) es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, I, 177.

(50) Fahruddin Razi, Mefatihu’l-Gayb, VII, 110-111

(51) Bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, II, 980, 986.

(52) Kadı Nasıruddin Ebu Said Abdullah b. Ömer b. Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, I, 441; es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, I, 177.

(53) Alaeddin Ali b. Muhammed b. İbrahim el-Bağdadi, el-Hazin, Lübabu’t-Tevil fi-Maani’t- Tenzii, I, 441.

(54) Beydavi, Envaru’t-Tenzil, I, 441-442; El-Hâzin, Lübatu’t-Tevil, I, 441; En-Nesefi, Ebu’l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medariku’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Tevil, I, 441; Ebu Tahir Muhammed b. Yakub b. el-Firuzabadi, Tenviru’l-Mikyas Min Tefsiri İbn Abbas, I, 441.

(55) Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, I, 178; İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail, Tefsiru’1-Kur’ani’I-Azim, I, 317.

(56) Elmalılı, Kur’an Dili, II, 986.

(57) Beydavi, Envaru’t-Tenzil, I, 444; Hazin, Lübabu’t-Tevil, I, 444-445; en-Nesefi, Medarik, I, 444; Ayrıca geniş bilgi için bkz. Fahruddin Razi, Mefatihu’l-Gayb, VII, 118.

(58) el-Hazin, Lübabu’t-Tevil, I, 445-446; Beydavi, Envaru’t-Tenzil, I, 445.

(59) S. Buhari, İstikraz, 1, Buyu, 14, 33, 37, 88; S. Müslim, Müsakat, 124-126, Cihad, 42; S. Ebu Davud , Cihad, 136; S. Nesei, Buyu, 59, 83; Muvatta, Cihad, 18; Müsnedi Ahmed, VI, 42, 160, 230, 237.

(60) Elmalılı, Kur’an Dili, II, 987-988.

(61) Bkz. Elmalılı, Kur’an Dili, II, 988.

(62) Bkz. es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, I, 177; en-Nesefı, Medarik, I, 444; Elmalılı, II, 988-989.

(63) Bkz. Taberi, Camiu’l-Beyan, III, 93; Elmalılı, Kur’an Dili, II, 989.